“Hem
öyle kararlılar ki, hem öyle haklılar ki; sanırsın gökten İsa inmiş; inmiş de onlara
görünmüş.”
Türkiye,
‘Minyatür Dünya’ sanki; dünyada olup biten her şeyi Türkiye’nin bir günlük gündeminde
bulabiliriz. Elbette bir fark var; her şey anakronik bizde. Siyasetten
felsefeye, bilimden filme, ekonomiden ırkçılığa, savaştan barışa, aşktan
nefrete, dinden ateizme kadar her şey süzgeçsiz, limitsiz bir acullukla
beynimize saldırıyor ya da beynimiz bütün bunların hepsinin aynı anda ana
kaynağı. Ve tabi günün sonunda da sırtlan suratlı bir şey olup çıkıyoruz her
birimiz.
Bir
yığın psikososyolojik analiz yapmaya gerek yok; bu bir toplumsal şizofreni
değil, bastırılmış duygular sosyolojisi. Biriktirmişiz, içimizde didik didik
etmişiz, biraz özgürlük alanı bulunca da hep bir ağızdan konuşup içimizi
döküyoruz ve sonunda sıkıntılarımızı çözüyoruz. Evet; çözüyoruz… Çünkü
konuştuktan sonra içimiz rahatlamış bir halde arkamızı dönüp gidiyoruz.
Anakronik
vehamet işte burada ortaya çıkıyor; beyin fırtınası yaptığımız o koca günde,
sırtlarında koca tarihi taşıyan karşıt görüşler zihnimizin tavanında çalkalanıp
dururken, biz müthiş bir cenk güdüsüyle fikirlerimizi savurup duruyoruz. Çok
sonra ne olduğunu ne döndüğünü anlayabiliyoruz, ama küçük bir kusurumuz daha
var, -buna kusur da demeyebiliriz tabi, bizi biz yapan en önemli özelliğimiz bu-
; hatalarımızı fark etsek de ertesi gün, yaptığımız şova uygun olarak geri
dönüp makyaj yapmayı ihmal etmiyoruz. Bir de aynı gün içinde duymaya çalışsak,
duyduğumuzu yorumlasak ve sonuca dönüştürsek mükemmel bir insan türüne örnek
olacağız.
Dershaneler
bağlamı o kadar çok boyutlu bir alan ki, bir güne sığmadı bu işi çözmek. Uzuyor
elastik karakterli yeni katılımcılar eliyle… Sürükleniyor, 3G yayınlarla
Türkiye’nin bütün kentlerinden alelacele belirlenmiş birer dershaneye. Çocuklar,
kadınlar, erkekler, dershane öğretmenleri, proflar, yazarlar, siyasetçiler,
keçiler falan… Akıllarına gelmiyor belki, bir de terörist bulsalar röportaj
yaparak fikirlerini öğrenecekler: “Nasıl, insan kaynaklarınızı engelliyor mu
dershaneler?”
İnsan
kaynakları meselesi mesele; elbette aynı kaynaktan beslenen yapılar birbirine
düşmandır. Problem düşmanlık değil,
düşmanlığın sürüp sürmemesi. Her iki grup insan kaynaklarına ulaşamayınca
muhtemelen düşman değil kardeş olacaklar. Evet; dershanelerin kapanması teröristi de cemaati de kardeş yapacak. Mükemmel bir çıkarım, değil mi ama?
Tez elden
bir terörist bulmalı, röportaj yapmalı, dershanelerle ilgili fikirleri sorulmalı.
Nihayetinde o da bir iş yapıyor, iş adamı yani… Diğer iş adamları gibi insan
kaynaklarına muhtaç.
Neyse
ben dershaneleri tartışırken çözdüğümüz konulara döneyim. Hayırlı bir tartışma
bu. Cemaate manipülasyon yaparak da olsa konuyu Türkiye’nin ana gündemi hâline
getirdiği, Başbakan’ı her gün açıklama yapmaya zorladığı için tebrik etmek
gerek. Büyük bir başarı bu. Umumhaneleri kapatmak olsaydı mesele şaşırmazdık
konunun bu kadar kabarmasına- Geçmişte çok yaşadık bu meseleleri-. Şimdi ise
sürekli saklanan, örtülen, gizli saklı iş gören dershaneleri tartışıyoruz.
Hayatımızı doğrudan etkileyen dershaneler ve okullar, yani eğitim sistemi nihayet
gündeme taşınabildi. En büyük kazanımımız bu. Mesele tam olarak kırk senelik
bir mesele.
Tuhaf,
ama değil mi? Eğitimi tartışıyoruz… Alışamadık bu yüce tartışmaya; olsun en
azından yaşanıyor olması güzel. Nasılsa onu da çözeriz bir şekilde. Önemli olan
tartışmaktı ya?
Dershanelerin
dörtte birine sahip olan cemaatin bu kadar büyük yaygara koparmasına
şaşırmayanlarımız vardı, şaşıranlarımız da. Başbakan Erdoğan’ı indirmeyi, itibarsızlaştırmayı
düşünecek kadar ileri giden hatta “Keşke asılsaydı, en azından dua ederdik’
diyerek asılmış olmasını dileyen ve bunu sosyal medyada paylaşan fertleriyle
cemaat, hepimizi şoka soktu. Hepimiz, koruyanımız, kollayanımız,
destekleyenimiz, karşı çıkanımız; cemaati çırılçıplak karşımızda gördük. İkinci
büyük kazanımımız da bu. Sadece bizim değil, cemaatin de kazanımı bu.
Cemaat
saklana saklana yoruldu, kendini anlatmaktan bıktı. Şimdi doludizgin içinde birikmiş
her şeyi döküyor ortalığa. Dün silip süpürmeye kalktığı partilerden yardım dileniyor,
darbecileri kendilerinin devirdiğini iddia edenleri yalanlıyorlar, Başbakan’a
Firavun, Karun gibi ulvî maksatlı imâlarda bulunuyorlar. Hem öyle kararlılar
ki, hem öyle haklılar ki; sanırsın gökten İsa inmiş; inmiş de onlara görünmüş.
Cemaat, “Yok,
öyle değil de şöyle”, diyerek dünyaya yayılmasının diyetini bizden istemeye kalkmasa,
biz pek de bir şey demeyecektik. Ama dünyada okullar açtık, diyerek tepemizde
boza pişirmese, sonra gelip de seçilmiş bir başbakana eşi benzeri görülmemiş
bir küstahlıkla savaş açmasa, hizmetlerine devam etse bir şey diyeceğimiz de
yoktu. Kusurlarına yutkunacak, hizmetlerinden gurur duyacak, stadyumlara peygamberin
geldiğini söyleyen Gülen’i huşû içinde dinliyor olacaktık. Olmadı.
Kendi cesametini
de gördü cemaat, hayırlı oldu bu dershane meselesi. Belki diyordur, daha henüz
gücümü göstermedim, ama… daha fazlasını gösterse ne göreceğini de anlamış
olmalı herhalde. Hani orduda, poliste, yargıda kadrolaşma iddiaları vardı ya,
hepimiz buna bir şekilde inandırılmıştık ya. Ona binâen söylüyorum, diyelim bu iddia doğru; o kadrolar da cemaatin
kandırıldığını görüyor değiller mi sizce? Kadro olabilmişlerse zeki olmamaları
düşünülemez değil mi? Kendi kadroları da onları yargılıyor ve yadırgıyor olmasa
ne diye 100 yıllık CHP kindarlığından vazgeçsinler ki?
Cemaat,
etini butunu gördü; iyi de oldu bence. Kemiksiz, darasız kaç kilo geldiğini net
bir şekilde biliyor. Çünkü; azılı
karşıtlarından destek dileniyor. Sormak
lazım değil mi ama? “Madem güçlüydün, bu destek dilenciliğinin manası ne? Madem
destek dilenecek kadar güçsüzdün, neden bu kadar küstahlaştın, herkesi kendine
düşman ettin? Kim kandırdı seni? Kim kandırdı seni ey Cemaat?”
Cemaat gücünü
gördü, doğal olarak haddini de öğrenecek. Bu kadar deşifre edilmişken artık
saklayacak bir şeyi de kalmadı. Partileşse bir dert partileşmese bir dert.
Doğal hizmet sınırlarına dönse de itibar kaybetti, dönmese de.
İktidar
hırsı mı dediniz? Hayır değil; itiraza alışkın olmayanların hazımsızlığı
diyelim, tanımı doğru yapalım. Her iktidar döneminde iktidarların cemaatin isteklerini
itirazsız yerine getirdiğini bilmesek, hırs diyeceğiz.
1950’den
beri Cemaat’e ‘hayır’ diyen iktidar yok. İlk kez Erdoğan, bugün ‘Hayır’ diyor.
Hikaye bu. Onlar da, ‘Hayır’ dediği için Erdoğan’ı yok görmek istiyor.
Çok mu
açık oldu?
Kusura bakmayın,
ben çözdük dediysem çözmüşüzdür. İki yüzyıllık düğümlerin tamamına yakınını 11
yılda çözmedik mi? Şimdi de Batı'nın bin yıl süren eğitim sorununu bir haftada
çözmedik mi?
Biz,
örnek insan türüyüz; yazın tarihe…
Bitirirken
yeniden soralım…
“Kim
kandırdı seni ey Cemaat?”
Arif Şahin, 22.11.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 28