22 Kasım 2013 Cuma

SA483/AŞ28: Kim Kandırdı Seni Ey Cemaat?

“Hem öyle kararlılar ki, hem öyle haklılar ki; sanırsın gökten İsa inmiş; inmiş de onlara görünmüş.”


Türkiye, ‘Minyatür Dünya’ sanki; dünyada olup biten her şeyi Türkiye’nin bir günlük gündeminde bulabiliriz. Elbette bir fark var; her şey anakronik bizde. Siyasetten felsefeye, bilimden filme, ekonomiden ırkçılığa, savaştan barışa, aşktan nefrete, dinden ateizme kadar her şey süzgeçsiz, limitsiz bir acullukla beynimize saldırıyor ya da beynimiz bütün bunların hepsinin aynı anda ana kaynağı. Ve tabi günün sonunda da sırtlan suratlı bir şey olup çıkıyoruz her birimiz.

Bir yığın psikososyolojik analiz yapmaya gerek yok; bu bir toplumsal şizofreni değil, bastırılmış duygular sosyolojisi. Biriktirmişiz, içimizde didik didik etmişiz, biraz özgürlük alanı bulunca da hep bir ağızdan konuşup içimizi döküyoruz ve sonunda sıkıntılarımızı çözüyoruz. Evet; çözüyoruz… Çünkü konuştuktan sonra içimiz rahatlamış bir halde arkamızı dönüp gidiyoruz.

Anakronik vehamet işte burada ortaya çıkıyor; beyin fırtınası yaptığımız o koca günde, sırtlarında koca tarihi taşıyan karşıt görüşler zihnimizin tavanında çalkalanıp dururken, biz müthiş bir cenk güdüsüyle fikirlerimizi savurup duruyoruz. Çok sonra ne olduğunu ne döndüğünü anlayabiliyoruz, ama küçük bir kusurumuz daha var, -buna kusur da demeyebiliriz tabi, bizi biz yapan en önemli özelliğimiz bu- ; hatalarımızı fark etsek de ertesi gün, yaptığımız şova uygun olarak geri dönüp makyaj yapmayı ihmal etmiyoruz. Bir de aynı gün içinde duymaya çalışsak, duyduğumuzu yorumlasak ve sonuca dönüştürsek mükemmel bir insan türüne örnek olacağız.

Dershaneler bağlamı o kadar çok boyutlu bir alan ki, bir güne sığmadı bu işi çözmek. Uzuyor elastik karakterli yeni katılımcılar eliyle… Sürükleniyor, 3G yayınlarla Türkiye’nin bütün kentlerinden alelacele belirlenmiş birer dershaneye. Çocuklar, kadınlar, erkekler, dershane öğretmenleri, proflar, yazarlar, siyasetçiler, keçiler falan… Akıllarına gelmiyor belki, bir de terörist bulsalar röportaj yaparak fikirlerini öğrenecekler: “Nasıl, insan kaynaklarınızı engelliyor mu dershaneler?”

İnsan kaynakları meselesi mesele; elbette aynı kaynaktan beslenen yapılar birbirine düşmandır. Problem düşmanlık değil, düşmanlığın sürüp sürmemesi. Her iki grup insan kaynaklarına ulaşamayınca muhtemelen düşman değil kardeş olacaklar. Evet; dershanelerin kapanması teröristi de cemaati de kardeş yapacak. Mükemmel bir çıkarım, değil mi ama?

Tez elden bir terörist bulmalı, röportaj yapmalı, dershanelerle ilgili fikirleri sorulmalı. Nihayetinde o da bir iş yapıyor, iş adamı yani… Diğer iş adamları gibi insan kaynaklarına muhtaç.

Neyse ben dershaneleri tartışırken çözdüğümüz konulara döneyim. Hayırlı bir tartışma bu. Cemaate manipülasyon yaparak da olsa konuyu Türkiye’nin ana gündemi hâline getirdiği, Başbakan’ı her gün açıklama yapmaya zorladığı için tebrik etmek gerek. Büyük bir başarı bu. Umumhaneleri kapatmak olsaydı mesele şaşırmazdık konunun bu kadar kabarmasına- Geçmişte çok yaşadık bu meseleleri-. Şimdi ise sürekli saklanan, örtülen, gizli saklı iş gören dershaneleri tartışıyoruz. Hayatımızı doğrudan etkileyen dershaneler ve okullar, yani eğitim sistemi nihayet gündeme taşınabildi. En büyük kazanımımız bu. Mesele tam olarak kırk senelik bir mesele.

Tuhaf, ama değil mi? Eğitimi tartışıyoruz… Alışamadık bu yüce tartışmaya; olsun en azından yaşanıyor olması güzel. Nasılsa onu da çözeriz bir şekilde. Önemli olan tartışmaktı ya?

Dershanelerin dörtte birine sahip olan cemaatin bu kadar büyük yaygara koparmasına şaşırmayanlarımız vardı, şaşıranlarımız da. Başbakan Erdoğan’ı indirmeyi, itibarsızlaştırmayı düşünecek kadar ileri giden hatta “Keşke asılsaydı, en azından dua ederdik’ diyerek asılmış olmasını dileyen ve bunu sosyal medyada paylaşan fertleriyle cemaat, hepimizi şoka soktu. Hepimiz, koruyanımız, kollayanımız, destekleyenimiz, karşı çıkanımız; cemaati çırılçıplak karşımızda gördük. İkinci büyük kazanımımız da bu. Sadece bizim değil, cemaatin de kazanımı bu.

Cemaat saklana saklana yoruldu, kendini anlatmaktan bıktı. Şimdi doludizgin içinde birikmiş her şeyi döküyor ortalığa. Dün silip süpürmeye kalktığı partilerden yardım dileniyor, darbecileri kendilerinin devirdiğini iddia edenleri yalanlıyorlar, Başbakan’a Firavun, Karun gibi ulvî maksatlı imâlarda bulunuyorlar. Hem öyle kararlılar ki, hem öyle haklılar ki; sanırsın gökten İsa inmiş; inmiş de onlara görünmüş.

Cemaat, “Yok, öyle değil de şöyle”, diyerek dünyaya yayılmasının diyetini bizden istemeye kalkmasa, biz pek de bir şey demeyecektik. Ama dünyada okullar açtık, diyerek tepemizde boza pişirmese, sonra gelip de seçilmiş bir başbakana eşi benzeri görülmemiş bir küstahlıkla savaş açmasa, hizmetlerine devam etse bir şey diyeceğimiz de yoktu. Kusurlarına yutkunacak, hizmetlerinden gurur duyacak, stadyumlara peygamberin geldiğini söyleyen Gülen’i huşû içinde dinliyor olacaktık. Olmadı.

Kendi cesametini de gördü cemaat, hayırlı oldu bu dershane meselesi. Belki diyordur, daha henüz gücümü göstermedim, ama… daha fazlasını gösterse ne göreceğini de anlamış olmalı herhalde. Hani orduda, poliste, yargıda kadrolaşma iddiaları vardı ya, hepimiz buna bir şekilde inandırılmıştık ya. Ona binâen söylüyorum, diyelim bu iddia doğru; o kadrolar da cemaatin kandırıldığını görüyor değiller mi sizce? Kadro olabilmişlerse zeki olmamaları düşünülemez değil mi? Kendi kadroları da onları yargılıyor ve yadırgıyor olmasa ne diye 100 yıllık CHP kindarlığından vazgeçsinler ki?

Cemaat, etini butunu gördü; iyi de oldu bence. Kemiksiz, darasız kaç kilo geldiğini net bir şekilde biliyor. Çünkü; azılı karşıtlarından destek dileniyor. Sormak lazım değil mi ama? “Madem güçlüydün, bu destek dilenciliğinin manası ne? Madem destek dilenecek kadar güçsüzdün, neden bu kadar küstahlaştın, herkesi kendine düşman ettin? Kim kandırdı seni? Kim kandırdı seni ey Cemaat?”

Cemaat gücünü gördü, doğal olarak haddini de öğrenecek. Bu kadar deşifre edilmişken artık saklayacak bir şeyi de kalmadı. Partileşse bir dert partileşmese bir dert. Doğal hizmet sınırlarına dönse de itibar kaybetti, dönmese de.

İktidar hırsı mı dediniz? Hayır değil; itiraza alışkın olmayanların hazımsızlığı diyelim, tanımı doğru yapalım. Her iktidar döneminde iktidarların cemaatin isteklerini itirazsız yerine getirdiğini bilmesek, hırs diyeceğiz.

1950’den beri Cemaat’e ‘hayır’ diyen iktidar yok. İlk kez Erdoğan, bugün ‘Hayır’ diyor. Hikaye bu. Onlar da, ‘Hayır’ dediği için Erdoğan’ı yok görmek istiyor.

Çok mu açık oldu?

Kusura bakmayın, ben çözdük dediysem çözmüşüzdür. İki yüzyıllık düğümlerin tamamına yakınını 11 yılda çözmedik mi? Şimdi de Batı'nın bin yıl süren eğitim sorununu bir haftada çözmedik mi?

Biz, örnek insan türüyüz; yazın tarihe…

Bitirirken yeniden soralım…

“Kim kandırdı seni ey Cemaat?”



Arif Şahin, 22.11.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 28




Seçkin Deniz Twitter Akışı