Kiziroğlu Mustafa Bey
-9-
Çopur, sabahın ilk ışıklarıyla kan revan içinde Bey'in konağına varmıştı. Sağ gözü
kapanmış sol gözü de kanla dolmuştu. Etrafı zar zor seçiyordu. Maiyetindeki
diğer kişiler de kendisi gibiydi. Onlar evlerine gitmiş, Çopur olan biteni
anlatmak için konağa gelmişti. Şeref Bey’in gözdesi ödlek oğlan korkudan ödü
patlamış boylu boyunca dereye uzanmıştı.
Eşkıya
onlar toparlanırken aniden bastırmıştı. Neye uğradıklarını şaşırmışlardı.
Sarhoş iki asker tepelerine binen adamlara ana-avrat küfretmiş dayağı yiyince
ancak uyanıp sus-pus olmuşlardı. Subaşı kendisine hamle eden cılız birini
altına almış bu zaferle de bir nara atmıştı. Hatasını geç fark etmişti.
İlk saldırandan daha iri yarı biri karşısına
dikilmişti. Kılıcını kaldırmaya çalışırken o iri yarı dev gibi adam kılıç tutan
elinin bileğini yakalamış ağır ağır bükmüştü. Neredeyse kolunu koparacaktı.
Subaşı serbest eliyle adamın midesine can havliyle bir yumruk atmış, adam bana
mısın dememişti. Sonra da dünyası kararmıştı.
İri yarı
adam serbest eliyle Subaşı’nın ağzının ortasına öyle bir yumruk atmıştı ki,
ağzından burnundan oluk gibi kan fışkırmıştı. “Demek bir de efelenirsin ha
kapıkulu!” diye bağırmıştı Şehmuz ayaklarının dibinde debelenen Subaşı’na.
Dizleri üstüne çökmüştü. Kimse de direnecek mecal yoktu.
Çopur
olan biteni peltek peltek hırsından ağlayarak anlatmıştı Rıfat Bey’e. Rıfat Bey
bir süre öfkesine hakim olarak dinlemişse de Turab, Bey’in gemi azıya almış bir
at gibi parlayacağını fark etmiş Bey’den bir iki adım uzaklaşmaya gayret
etmişti ona sezdirmeden.
Bey, duydukları
karşısında bir iki kez iniltiye benzer sesler çıkarmış, sonra da kükremeye
başlamıştı. Bütün konak Bey’in haykırışlarına uyanmış olan bitene bir türlü
inanmak istememişlerdi.
Rıfat Bey’den
önce hanımı Beyda, ağzı burnu dağılmış Çopur’un yakasına sarılmıştı, “Evladımı
kurda kuşa yem eder bir de huzura çıkarsınız!” diye haykırıyor, Çopur’un
saçlarını yoluyordu. Bey güçlükle Beyda Hanım’ın elinden Çopur’u aldı. Kadını
güçlükle konağa soktular.
Rıfat
süklüm püklüm karşısında duran Çopur’a tekme tokat girmiş yere yıkılınca birkaç
tekme daha atmıştı. Çopur’un ağzından burnundan yeniden kanlar gelmeye
başlamıştı.
“Serseriler..
hangi yüzle karşıma çıkarsınız.. hangi yüzle? Umarım o Subaşı denen mendebur
adamı da gebertmişlerdir!”
Çopur
sadece inliyordu. Rıfat Bey, Turab’ın üzerine yürüdü. Turab kaçacak yer
arıyordu. Birkaç adım daha geriledi. Kemer sütunlarından birine değdi sırtı.
Kaçacak yer kalmamıştı. Yüzünü korumak için ellerini kaldırdı. Bey daha fazla
gelmedi.
“Seni
hınzır.. hani Şeref’in gölgesi olacaktın? Hani.. koş bana Döngel itini çağır..
ha bir de o Bodur alçağına tez bir adam gönder.. imama bir fiske daha vurmuşsa
kendini bir yardan aşağı atsın gözüme görünmesin.. hemen konağa gelsin.. imama
zinhar dokunmasın! Daha ne durursun köpoğlusu?”
Turab
“Baş üstüne!” deyip hızla oradan uzaklaştı.
Turab
derin bir nefes almış, dayaktan kurtulduğuna sevinerek Döngellere doğru yaya
yola çıkmıştı. Bir iki sokak ilerdeydi Döngellerin konağı. Titremesine bir
türlü engel olamıyor bu yüzden yalpalayarak yürüyordu. Kimi erkenci esnaf
şaşkın şaşkın Turab’a bakıp “Allah Allah mühim bir şey olsa gerek!” diyordu
kendi kendine. Turab’ın gözü kimseyi gördüğü yoktu. Caminin önünden geçerken
şadırvanda bir süre soluk almak istedi.
Caminin
avlusuna girdi. Şadırvana oturdu. Derin derin nefes alıp verdi. Kalbi yerinden
çıkacak gibi çarpıyordu. Şimdi olmasa bile bey bunun acısını mutlak çıkarırdı.
Korkusu azalacağına artıyordu. Ellerini birleştirip avucuyla kana kana su içti.
Başını iki eli arasına alıp “Kahretsin!” dedi. “Kahretsin!”
“Bu ne hal
Turab efendi?” soran kadı Cemaleddin Efendiydi. Başını yavaşça kaldırıp
ağlamaklı gözlerle Kadı’ya baktı. Olduğu yere yıkıldı. Kadı Cemaleddin büyük
bir soğukkanlılıkla yerden güç bela kaldırıp yeniden oturttu.
Turab’ın
yüzü sapsarı kesilmişti. Güçlükle ağzını açtı. Ağzı yeniden kurumuştu. Kadı
efendi avucuyla su verdi güçlükle içti Turab. “Hemen.. hemen gitmeliyim.. vaktim
yok.. Döngel Ağayı istedi Bey!” dedi. Ayağa kalktı.
Kadı
olan biteni öğrenmek için Turab’ı sıkıştırdı. Birlikte Döngel Murat’ın konağına
doğru yürüdüler. Turab zorlukla nefes alıp veriyor, Kadı Cemaleddin’in
sorularını kesik kesik cevaplıyordu. Konağa vardıklarında Kadı hemen her şeyi
öğrenmiş, Turabı konağın kapısı önünde bırakıp gitmişti. Kapıyı Döngel Murat’ın
kahyası açmış, Turabı görünce hemen koşup ağaya haber vermişti. Döngel Murat
kızı Aysema’dan bir kahve istemiş onu bekliyordu. Kahve bahanesiyle Şehrinaz’ı
konuşacaktı.
Aysema elinde kahve tepsisi sofanın kapısı
açmış içeri adımını atmıştı ki Kahya heyecanla:
“Ağam
Turab geldi.. Bey acil seni görmek dilermiş!” dedi. “Turab’ın durumu hiç iyi
değil!” diye de ekledi.
Murat
hızla ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdü. Kızına “Başka sabah!” deyip hızla çıktı
sofadan. Turab sundurmaya çökmüştü. Olan biteni güçlükle anlattı. Bayılıp
olduğu yere yığıldı. Döngel vakit geçirmeden kahyanın hazır ettiği ata atlayıp
Bey konağına doğru atını sürerken “Şu ödleği içeri alıp ayıltın!” dedi.
Döngel
Murat alelacele konağa geldi. Turab’ın hali durumun vahametine işaret ediyordu
yeterince. Korktuğu başına gelmişti. Bodur Hamza yine acele davranmış bütün
planları yine bozmuştu. Bey konağından içeri girerken dişleri arasından
küfürler savurdu. Bey hemen girişte karşıladı Döngeli. Gözleri dönmüştü adeta.
Bir bey kendini böyle kaybeder miydi? “Kendini böyle kaybeden Beyliğe yakışır
mı?” diye içinden geçirdi.
Öfkesini
belli etmeden yapmacık bir şaşkınlıkla, “Beyim doğru mu duyduklarım?” diye
sordu.
Bey
etrafta fır dönüyordu. Dünyası daralmıştı. “Murat’ım.. Şeref’imi dağa
kaldırmışlar!” dedi hepten kendini kaybedip Murat’ın kollarına bıraktı. “Ben
aklımı kaybettim.. aklıma hiçbir tedbir gelmiyor.. Bodur’u çağırttım
çağırtmasına ya.. naçar kaldım. Ocağına düştüm.”
Murat,
Rıfat Bey’in omuzlarından tutup biraz gerileterek “Aman beyim kendinize gelin..
etrafta bir duyan olacak.. gören olacak.. bu size yakışmaz beyim! Her zamandan
çok sükunete ihtiyacımız var.. emredin de konağa girelim.. enine boyuna
tartalım olan biteni. Sarı Fuat’ı da çağırtalım.. bu arada Bodur Hamza da
gelir. Ondan sonra nelere yapabileceğimize bakalım.”
Koluna girip
konaktan içeri sürükledi Bey’i. Has odaya doğru yürüdüler.
Rıfat
has odayı dört dönüyor, iki de bir iki elini dizlerine vurup, “Yaktın beni ula
Bodur!” diye feryat ediyordu. Döngel Murat elinden geldiğince beyi
sakinleştirmeye çalışıyor, Bodur Hamza’dan kurtulma fırsatı yakaladığı için de
için için seviniyordu. Bütün kurgusunu Bodur’un teslim edilmesine yönelik
oluşturmuş, hiddetinden söylediklerinin bir çoğunu anlamayan beye Bodur’u
teslim etmeleri gerektiğini üstün körü işliyordu.
“Elbet!”
diyordu Bey. “Elbet.. dediğin gibi yapacağız.. ama tebaa ne der.. yok.. başka
bir çare bulmalı.. aklına başka bir şey gelmiyor mu yani Murat Ağa?”
Murat
Ağa bütün sinsiliğini kuşanmış son kartlarını oynuyordu.
“Keşke
beyim.. keşke olsa.. hoş Bodur’un canına kast edeceklerini sanmam.. aleme ibret
olsun diye iyi bir kötek çekip salarlar. Siz dahi kötek attırmayacak mısınız?
Sayın ki siz Kiziroğluna emir vermişsiniz o da falakaya yatırmış Bodur’u!
Aklıma başka bir şey gelmiyor.. Bodur’un kaçıncı hatası bu? Beyim bu işi ben
yapmış olsaydım beni dahi gözünüz kırpmadan verecektiniz.. bu böyle! Bu apaçık
sizin otoritenizi hiç yerine koymaktır. Söz dinlemez eşkıyanın yaptıklarından
farkı nedir Bodur’un yaptıklarının?”
Murat
kâh Bodur’un yaptıklarının yanlışlıklarını abartıyor, kâh Rıfat Bey’in gururunu
okşayıcı sözlerle arzusuna bir adım daha kavuştuğunu görerek sevinçten uçacak
gibi oluyordu. Rıfat Bey’in aklı tamamen
yatmıştı. Oğlunu kurtarmak için ilk etapta eşkıyanın istediklerini vermek
zorundaydı. Bu veriş tarzını biraz değiştirip Bey’e kim karşı çıkarsa çıksın
bunun bir karşılığı olduğu işlenecek böylece Beyin kınanması diye bir şey söz
konusu olmayacaktı.
“Murat
yerden göğe kadar haklı.. ha söz dinlemeyen eşkıya.. ha Bodur? Farkın ne?” diye
içinden geçirmiş, bu çıkarsamanın kendisine ait olduğu düşüncesine bütün
benliğiyle inanır olmuştu. Epey sakinleşmişti. Hatta neşesi yerine gelmişti.
“Ya
oğluma bir kötülük ederse!” diye kuşkulu korkulu bir sesle sordu. Murat çoktan
kazandığı zaferi içinden kutlamaya başlamıştı. Kendini tutmasa göbek atıp
odanın etrafında sevinçten dört dönerdi. Bütün inandırıcılığını yüklenip
“Kiziroğlu o kadar aptal değildir.. Şeref oğlumuza bir zarar vermeyi düşünse
daha evvel yapardı bunu.. görünen o ki Bodur’un yaptığını yanına bırakmak istemiyor..”
diye cevapladı Beyi. Bey, evet anlamında başını salladı.
Kapı
açıldı Turab kireç gibi yüzünü kapıdan uzatıp “Destur var mı beyim? Fuat ağa
geldi de!” dedi.
Rıfat Bey’in
bakışları Turab’ın dizlerinin bağını yeniden çözmüş, adam düşmemek için kapıya abanmıştı.
Rıfat Bey yılan gibi tıslayıp “Gelsin.. gelsin!” dedi. Sarı Fuat iki büklüm
içeri girdi.
Sarı
Fuat ta Murat’ın dediklerini akla yatkın bulmuş, başka yapılacak bir şey
olmadığından Bodur’un eşkıyaya teslim edilmesi düşüncesine katılmıştı. Geriye Bodur’un
ikna edilmesi kalıyordu. Elbet Bodur kuzu kuzu eşkıyaya teslim olmazdı. Murat
bu işi halledebileceğini söyleyerek Bodur’u kendisinin karşılamasına izin
verilmesini istedi Bey’den.
Bey,
Bodurla görüşmeyecekti. Bodur’u sancağın girişinde kendisinin karşılayacağını,
konağına götürüp orada yanında getirdiği Kizir İmamı’nı kendisinin teslim
etmesi gerektiğine ikna edeceğini anlatıp Bey’den izin istedi.
Kadı Cemaleddin
Efendi’nin de kendi evine gönderilmesini, böylece Bodur’u ikna etmenin daha
kolay olacağını belirtti. Bey baş sallamakla yetindi. Murat çıkarken bey’in
yanına iyice sokulup Fuat’ın duymayacağı bir sesle, “Şehrinaz işini başka türlü
yapacağız artık.. siz yarın Şehrinazı konaktan atın. Şeref’in başına gelenler
yüzünden olmuş gibi.. çaşıtlık hikâyesine gereke kalmadı.” dedi. Bey, Başını
salladı. “Tamam!” diye fısıldadı bitkin bir biçimde.
Döngel
Murat hemen Bey konağından ayrılıp eve vardı. Kâhyayı çağırıp ona Bodur’u
girişte karşılamasını söyledi. Hiç bu kadar keyifli olmamıştı Bodur. Kabadayı,
kendini beğenmiş Şehreminoğullarının yıldızı sönüyordu. Beylik Döngellere ne de
yakışırdı..
“Elbet
bize yakışır!” dedi kendi kendine gülerek. “Az kaldı! Çok az kaldı. Kim derdi
bir eşkıya bize beylik yolunu açacak!” keyifle kız Aysema’ya seslendi:
“Aysema
tatlı kızım.. sabah kahvesini baş başa içemedik.. artık içebiliriz!”
Genç bir
kız sesi, “Emredersin ağa babam!” diye karşılık verdi.
Aysema
elinde kahve tepsisi içeri girdi. Babasının dizi dibine oturdu. Birlikte
kahvelerini yudumlamaya başladılar.
“Ağa Baba,
kötü şeyler olmuş dediler.. söylenenler essah mı?”
Döngel
Murat’ın gözlerinin içi gülüyordu. Yapmacık bir üzüntü takınıp, “Bey’in oğlunu
kaldırmış eşkıya.. Bey de çıldırmış.. tabi hepsi Bodur’un başı altından çıktı.
Sen tut köy bas eşkıya gibi.. zavallı köylülere kötek at.. yerlerde süründür..
bir de köyün yaşlı başlı imamını kaldır.. eh eşkıya da takas için beyin oğlu
Şeref’i kaldırmış.. bir şekilde işler yoluna girer.. yoluna girer de..” diye
cevap verdi.
Kız
merakla “Ters olan ne ağa baba? Madem yoluna girer!” diye sordu.
Döngel
Murat derin düşüncelere dalmışçasına bir süre sustu. Alttan alttan kızının
merakının gerçekliğini ölçtü. Kızı rahmetli hanımına çekmişti. Saflık bunların
iliklerine işlemişti.
“Bey,
konakta bir çok kişinin canını yakacak söylediklerinden onu anladım.. Turab’ın
halini gördün.. onlara acırım!”
Aysema
“Yazık!” diyebildi. Turab’ın hali yüreğini burkmuştu. Kızı ne kadar saftı. Ne
kadar yufka yürekliydi. “Tıpkı anası!” diye geçirdi içinden. Yalın ayaklılara
baldırı çıplaklara aşırı düşkündü. Onlardan bir hasta görse kendisi de
hastalanırdı. Güya çiftliğin, konağın hanımıydı ama gören ırgatlardan biri
sanırdı. Öfkesi kabardı. Yutkundu. Ne olurdu kızı kendisine çekseydi. Ya da
payitahtta ki hayta oğlu Talat.. hiç biri kendine çekmemişti. Gitmiş hanımın
soyu haşıllara çekmişlerdi.
“Saftirik
haşıllar..”
“Daldın
ağa baba!” dedi saftirik dediği kızı Aysema.. başını kaldırdı Döngel Murat,
kızına baktı. Başını salladı:
“Zavallı
konaktakiler.. onları düşünürüm.. en çok da Şehrinaz’ı.. o garibimin yüzü hiç
gülmedi.. beni ne zaman görse babasını görmüş gibi olur.. hemen edeple hal
hatırımı sorar..”
“Onu da
mı dövdü Bey?” diye sordu heyecanla Aysema..
“Yok..
yok” dedi Murat. “Ben mani oldum.. yalvardım.. yakardım.. Bey de konağımda böyle
sorumsuzları istemem.. hepsini kapı dışarı edeceğim dedi.. ben de eğer uygun
görürsen Şehrinazı kızıma halayık alayım, Beyim dedim.. ne hali varsa görsün
dedi.. eh sen de kabul edersen yarın buraya gelecek.. istemezsen.. artık
çiftlikte bir iş mi uydururuz.. neyse kâhyaya sorarız..”
Kız babasının
sözlerini bitirmesine fırsat vermeden konuştu:
“Elbet
isterim baba.. yazık olur zavallıya.. konak hizmetinde bulunmuş biri ne anlar
bağdan bahçeden bostandan.. hem bana da bir arkadaş hiç fena olmaz”
“Bu işte
tamam” dedi içinden Murat. Hiçbir şey kurguladığı gibi olmasa da istediği
minvalde yol alıyordu. Önemli olan buydu. Kızına baktı:
“Eh
tamamdır kızım.. sen ona yanında bir yer hazırlarsın.. şimdi çekilebilirsin..
birazdan kâhya Bodur’la gelir.. halledilecek bir işimiz var.. haydi hayırlısı!”
dedi.
Puran Tilmiz, 28.11.2013, Sonsuz Ark,
Konuk Yazarlar