“İnsanların
katına inmeniz inşallah hayırlara vesile olur; sizi aramızda görmemiz de mümkün
olur.”
Birkaç
kez yazmaya yeltendim, sonra vazgeçtim. Elim bir türlü yazmak için tuşlara
gitmiyordu. Kaçıncı cemaat yazısı, kaçıncı dost uyarısı? Kimin umurunda ki?
Cemaat her şeyi biliyor, tüm stratejik hesaplar kader levhasından semboller
hâlinde Gülen’e görünüyor. O da tedrici olarak şakirdlerine duyuruyor. Beni kim
umursayacak? Ben, sen, o ve diğer Müslümanlar ne bilebilir ki?
Bakıyorum,
benim gibi davranan binlerce insan var, hadi binlerce demeyeyim milyonlarca
olsun. Hepimiz birdenbire tuttuğumuz nefesleri
saldık, Gülen’in, cemaatin birbirini tutmayan sözlerini, davranışlarını onlar
tescilli İslam karşıtlarıyla kol kola girerken tahlil etmeye başladık. Sözlerini
esirgemiyorlar, en küçük bir eleştiriye hakaretlerle cevap veriyorlardı.
Partili değildik, hakkın yanındaydık, falan; cemaat takar mı? Onların istediği
gibi düşünmüyorsan, davranmıyorsan işin bitmiş, kardeşliğin falan hikâye.
CHP’den,
MHP’ye, BBP’ye kadar destek arayışlarına girdiler, Avrupa dershanecilerinden,
sesi soluğu çıkmayan diğer %75’lik pay sahibi yerli dershanecilere kadar
herkesten destek aldılar ve aylardır Erdoğan aleyhine kara propaganda
yapıyorlar. Ergenekon tacirleri bile destek
verdiler. Onlarsa bu desteği çığ gibi tüm medya organlarında yayınladılar ve
nasıl bir çerçevede göründüklerini bir türlü düşünmediler.
Daha düne
kadar cemaati boğazlamaya, boğmaya kalkanların hepsi şimdi cemaate destek veriyordu
ve cemaat bu desteği gururla pazarlıyordu. Hiç mi sorgulamazlar, diye düşünüp
durduk; fakat ne fayda, onların gösterdiği bu performans bilinçsizce bir performans
değildi. Nihayet, yok diye diye, olamaz diye diye, kabullendik; evet birlikte
çalışıyorlardı. Yakıcı gerçek buydu.
Gülen’in
Gezi Parkı Terörü’nde, gezi eylemlerine destek verirken Başbakan Erdoğan’a
tırnak ucuyla dokunduğunu açıklamıştı 1 Haziran 2013’te, “Gayretullah’a
Dokunacak Yumruğu Kulak Çekerek Savmak da Şefkattir” başlıklı 319. Nağme ile: “Zulme zulümle
karşılık vermemek önemli bir kaide olduğu gibi, mesleğimizin bir esası da
şefkattir. Bununla beraber, haksız yere yumruk vuran mü’minin hiç olmazsa
kulağını çekmek de şefkatin ayrı bir derinliğidir. Zira, mü’min zâlime tırnak
ucuyla olsun dokunulmazsa, onun başına mutlaka “gayretullah”ın tokadı iner;
bunu da şefkatliler hiç istemezler.”
Gayretullah literatüre bu yüzden yeniden giriş
yapmıştı. Gayretullah katibi gibiydi Gülen, o kadar yüksekten ahkam kesiyordu.
Mübalağadır, alışkınız deyip geçtik, fakat o aynı nağmede başka şeyler de
söylüyordu:
“İnsanların
kendi kazdıkları kuyuya düşmemeleri ve onların işlerinin de bütün bütün
gayretullaha kalmaması için, yaptıkları zulümlere karşılık sadece parmak ucuyla
dokunmak suretiyle bir mukabelede bulunarak, “Evet, biz de bu kadar mukabelede
bulunuyoruz!” diyerek.. bazı dediklerinin aksine bir kısım şeyler ortaya koymak
suretiyle.. Hizmet’in umumuna zarar vermeden, fakat şefkatin bir gereği
olarak.. böyle bir izafi şefkate ihtiyaç var. Öyle mesâvîler irtikap ediliyor
ki bilemezsiniz. Ehl-i iman bile olsa.. ehl-i imana karşı Firavunların,
Nemrutların yaptıkları şeyler yapılıyor ve bunları da bazıları din hesabına
yapıyor. İşte bunlara zarar gelmemesi için azıcık bir şey diyeceksiniz.. “Sen
de mi?” deyip belki kulaklarını çekeceksiniz. Azıcık gözlerine karşı parmak
sallayacaksınız.. belki “Yazık size!..” diyeceksiniz. Bu kadarcık mukabelede
bulunacaksınız, Kâf Dağı cesametinde bir belanın gelip başlarına çökmemesi
için…”
Uyarır,
hakkıdır; insandır, düşünürdür, kanaat önderidir şakirdleri için, buna
itirazımız olmaz, ama ya burası, “Ehl-i iman bile olsa.. ehl-i imana karşı
Firavunların, Nemrutların yaptıkları şeyler yapılıyor ve bunları da bazıları
din hesabına yapıyor.” Burası nedir bu işin?
Günlerce,
Erdoğan’a “Firavun, Nemrud dedi demedi” muhabbetine baktık. Düpedüz Erdoğan’a
diyordu, açıktı; fakat inanmak istemedik. Şakirdler de inkâr ediyordu zaten.
Ama Zaman ve Today’s Zaman gazeteleri ‘diktatör’ kavramının yayılması için epeyce
çalıştılar. Anladık ki Gülen, Erdoğan’a Firavun da demiş Nemrud da. Hiçbir
darbeciye ‘Diktatör’ demeyen, ‘Firavun, Nemrud’ demeyen Gülen ve cemaat hiç
rahatsız olmadan, kul hakkından dem vurmadan, bu çirkin tutumlarının, Gayretullah’a
dokunup dokunmadığını düşünmeden, hırsla Erdoğan’a saldırıp duruyorlardı.
Gele gele
30 Kasım’a kadar geldik. Taraf Gazetesi 28 Kasım’da eski-bayat bir haberi
manşetine taşıdı. Taraf, Erdoğan’ın ve MGK’da ismi bulunan hükümet
üyelerinin imzaladığı 2004 yılı MGK
kararlarında Gülen’i Bitirme Planı olduğunu iddia ediyordu. Yani dershanelerle
ilgili düzenlemenin kökleri 2010 Oslo Sürecinden 2004’e kayıyordu. Dershanelerin
PKK ile Oslo’da yapıldığı iddia edilen anlaşma yüzünden kapatıldığını iddia
ediyorlardı ya, bu değişti. Meğer onlara göre hükümet 2004’ten beri MGK
kararlarını uyguluyormuş. Gülen en son yayınlanan videosunda bunu kuşkusuz bir
şekilde vurguluyordu:
"2004 MGK
kararı hakkında hüsn-ü zan kolum kanadım kırıldı. Hüsn-ü zannımın gereği şuydu:
"Bu mesele konjonktüreldi. O günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin içinde
değildik ki biz o hadiseyi arka planıyla görelim, felsefesiyle
değerlendirelim." derdim. Devamı,
temadisi olmasaydı, meseleye öyle bakardım. Ama o mevzuyu te'yid eder mahiyette
beyanların verilmesiyle, öyle bir mesele karşısında, maşerî vicdan karşısında
da bana diyecek bir şey kalmıyor.”
O vakit kesin
olarak anladım ki bugüne dek olan biten her şey, Gülen’in tâlimatları ile
yapılıyor; kuşkularım vardı, ama maalesef bu kuşkuları Gülen izale edememişti. Gülen
sinirli, bacaklarını birbirine doğru sallıyor, yüzü gözü şişkin, sesi boğuk;
belli ki kendisini zor tutuyordu ve şöyle diyordu yüksek tansiyonundan
şikayetle başladığı son videosunda:
“Sineye
çektiğimiz, ama zatında hazmedilemeyen şeyler var. Sabrın gereği, onları sineye
çekiyorsunuz, yutkunuyorsunuz; çok rahat olan insanlar gibi hemen boşalmayı
düşünmüyorsunuz. Çünkü boşaldığınız zaman, çoklarını kırıp geçirmeniz, rencide
etmeniz söz konusu. Başkalarını kırmayayım diye, hazmedilmeyecek şeyleri
atıyorsunuz içinize; bu defa siz kırılıp dökülüyorsunuz. İşin aslı bu.Bir
yönüyle hep hüsn-ü zannımızın kurbanı olduk. "Bu mevzuda defaatle
boğazlandık." diyebiliriz. Ama hüsn-ü zan mümkün oldukça, hüsn-ü zan etmek
ve hüsn-ü zanna kilitlenmek lazım.”
Boğazlanmak,
nasıl bir mübalağa ise, aynı mübalağa ile baktım ben meseleye. Mit Müsteşarına reva görülen muamelede boğazlamak demek yok, Erdoğan’a Firavun, Nemrud,
Diktatör diyerek nasıl indirileceğinin hesabının yapılmasına boğazlamak demek
yok, dershaneler meselesinde ipe un sermek için elinden geleni yaparak Erdoğan’ın
burnunu sürtmeye çalışmakta, tırnak ucuyla vurarak terbiye etmekte boğazlamak demek yok, ama tek çirkin söz sarf
etmeyen Erdoğan şimdi Gülen’i boğazlıyor oluyor, iyi mi?
Hilm’den
falan bahsediyor Gülen, sonra birdenbire değişiyor: “2004'te de bir dayatma
olmuş. Eğer daha sonra birileri tarafından "Ben kaç defa bu mevzuda
bakanları değiştirdim, bu işi yapın filan diye…" Sürç-ü lisan kabilinden
mi, sağlam mülahazaya alamama kabilinden mi, bu
mesele böyle tekerrür edip durmasaydı.. o gün alınan kararların bir
sonucu olarak, bugün bu meselenin üzerine gelme duygusu olmasaydı.. maşerî
vicdanda böyle algılanma olmasaydı..
Bütün maşerî vicdan meseleyi şimdi öyle algılıyor; "Demek ki o zaman öyle
karar verilmiş, sonra ardarda bunlar sürekli, o mevzudaki vazifelileri
değiştirerek hep bu işin üzerine gitmişler" şeklinde.. Ama bunlar
denmeseydi, hüsn-ü zannımın gereği şuydu: "Bu Mesele konjonktüreldi. O
günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin içinde değildik ki biz o hadiseyi arka
planıyla görelim, felsefesiyle değerlendirelim." derdim. Devamı, temadisi olmasaydı, meseleye öyle
bakardım. Ama o mevzuyu te'yid eder mahiyette beyanların verilmesiyle, öyle bir
mesele karşısında, maşerî vicdan karşısında da bana diyecek bir şey kalmıyor.”
Gayretullah
tedricen ‘Maşerî Vicdan’a dönüşüyor. Yani ‘Kamuoyu’na. Hangi Kamuoyu? Tanrı
katından inip insan katından konuşmak iyi de, hangi insan katı bu? Cemaatin tüm
topluma teşmil etmeye çalıştığı kanaat mi, cemaatin
yanında saf tutan CHP'li, MHP’li genel başkanların, Ergenekoncu isimlerin
söyledikleri mi kamuoyu kanaati? Nasıl bir ölçek, nasıl bir ayar bu? Daha düne
kadar seni, cemaatini bir kaşık suda boğmak isteyenlerin dershanelere destek
vermesi mi ‘Maşerî Vicdan’ın işareti?
Heyhat,
buysa yazık olan bitene. Gayretullah daha iyiydi, oradan verip veriştirmek,
öyle olmasa bile daha masumdu: Nihayetinde Gülen, kendi kesbine alarak da
söylese, Allah’ın hatrını gündemde tutuyordu Gayretullah.
Bir gün
önce de Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı epeyce cümlede
kullanmıştı ‘Maşerî Vicdan’ı. Allah bir yerde
kaldı, şimdi sana ezelden muhalif olan insanların desteği öne çıktı öyle mi?
Dahası vardı
Gülen’in sayıp döktüklerinin arasında: “Ben yoksa o meseleye nasıl bakardım
biliyor musunuz? Hudeybiye Sulhu gibi bakardım. Derdim ki: "O mevzuda
problem çıkarmamak için, bütün bütün o mevzuyu negatif hale getirmemek için,
fonksiyonu yitirmemek ve bertaraf edilmemek için muvakkaten bir tavizden ibaretti
bu. Fakat sonra meselenin üzerine gidilmemek suretiyle, mesele pozitif olarak
değerlendirildi." Bu nazarla bakar, işi hüsn-ü zanla yumuşatır ve maşerî
vicdana da meseleyi öyle duyurmaya çalışırdım. Şimdi denen, edilen şeylerle
şahsen benim kolum, kanadım kırıldığı gibi, dilime de bir kilit vuruldu. O gün
öyle dendi, arkadan da ısrarla işin üstünde duruldu; "Atılan o imzaların
hakkını yerine getirin!." falan.. gibi, sürç-ü lisan değilse, bir zuhul
değilse, bu mevzuda birilerinin dürtüleriyle söylenmiş sözler değilse şayet..
bu şunu-bunu değil, benim kolumu-kanadımı kırdı.. buradaki hüsn-ü zan sistemimi
kullanmama mani oluyor. Her şeye rağmen ben düşünüyorum; "Acaba bunu bile
nasıl bir hüsn-ü zan yorumuna bağlayabilirim?" Bir şey bulamadım şu ana
kadar…”
Hani
şimdi doğsak da ne olup bittiğini hatırlamasak Gülen bizi de ikna edecek su-i zannına.
2004’ten beri bir plan yürüseydi, ne seni çağırırdı Erdoğan, “Dön, gel” diye ne
de senin Koç Holding’ten sponsorluk desteği alarak yaptığın Türkçe
Olimpiyatlarına gelir konuşma yapardı. (O Koç Holding ki Gezi Parkı Terörü’nde
ana sorumlu olarak itham edilmişti). Kazakistan’da kapatılacak olan 25 okulun
için devreye girmezdi. Bu nankörlük değilse nedir? 2008’de partisine kapatılma
davası açan Ergenekoncuların kapatma sebepleri arasında sana ve cemaatine
verdiği destek de vardı.
Hüsn-ü
zanna bağlayacak bir şey bulamadın öyle mi? Senin gazetende yazan Mümtazer
Türköne sana, su-i zannına zarar verir mi bilmem, ama şöyle dese faydası olur
muydu?
“Ya koca
Türkiye aptal yerine konuluyor, ya da öfkenin aklımızı ve basiretimizi
bağlaması bekleniyor… 2004 yılının siyasî gelişmelerini Ankara'da birincil
kaynaklardan çok yakından takip etmiştim. Gazi Üniversitesi'nin stratejik
araştırma merkezinin başında, Kıbrıs'taki gelişmelere müdahil olmuş ve hem
askerî kanatla hem de siyasetçilerle temaslarda bulunmuştum. Aracısız ve
birinci ağızdan gözlemlere ve bilgilere sahibim. Askerlerin derdi Kıbrıs değil,
hükümet idi; hükümetin açığını arıyorlardı. Kimin neyin peşinde olduğunu çok
iyi hatırlıyorum. AK Parti hükümetinin ve Türkiye'nin geçirdiği en kritik evre
idi. Allah var, dirayetle yönettiler.”
“2004
yılında, askerler hükümete karşı incelikten yoksun bir taktik geliştirmişti.
Askerî anlayışta "düşman kuvvetleri bölerek zayıflatmak" olarak
özetlenecek taktik, hükümete karşı uygulandı. Bahane, Dışişleri Bakanı Abdullah
Gül'ün elçiliklere gönderdiği ve Millî Görüş ve Hizmet okullarına yardım
edilmesi talimatını içeren genelge idi. Askerler açıkça şunu söylüyordu:
"Bizim AK Parti ile bir alıp veremediğimiz yok; bizim derdimiz Gülen
hareketi ile. Şayet hükümet bu cemaat ile bağlarını kopartır ve onları etkisiz
hale getirirse mesele hallolur." Bu sözün değişik versiyonlarını o günün
siyasetçilerinden ve askerlerden defalarca duydum. Bu taktik her şeyden önce hükümetin
ferasetini küçümseyen bir önyargıya dayanıyordu. Elbette işe yaramadı. O
tarihte MGK toplantıları ile ilgili ilk defa duyduğumuz "dik durmak ama
diklenmemek" sözü, hem gerginliği hem de hükümet kanadının suhuletini
hatırlamamız için yeterli. Erdoğan "Sadece siyasiler yolsuzluk
yapmadı." diyerek doğrudan 28 Şubatçı generalleri suçlamış ve arkasından
da "Gerilimin tarafı olmayız." diye eklemişti. Bırakın MGK
kararlarının uygulanmasını, o kararların arkasındaki güce karşı o tarihte çok
sıkı bir mücadele verildi. Hafızamız, birilerinin zannettiği gibi balık
hafızası değil. Güç sahiplerinden hakkımızı söke söke alırız; ama fesada da
itibar etmeyiz.”
Aynı Mümtazer
Türköne twitter sayfasından şöyle dese mesela? “MGK kararları için hükümeti
suçlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. 2004’te MGK kararları ne işe
yaramıştı? Sapla saman birbirine
karışıyor. Dershane gündemi ile MGK kararları arasında bir ilişki varsa, o
kararların arasında dershaneler neden yok?” 1 Aralık 2013
Hüsn-ü
zanna bağlamaya yeter mi senin yazarının fikirleri? Yetmezse şu cümlen senin kendini boğazlamana yetmez mi? “Kuvvet hakta olmalı, hak kuvvette değil. Kuvvet hakka
tâbi olmalı. Kuvvetin en önemli derinliği, hakkı temsil etmesine bağlıdır.
"Kuvvet bende!.." diye, "Ben her şeyi yaparım" mülahazası
çok defa insanı nâhak şeylere sevk edebilir.”
“Kuvvet
bende” diyorsun Gülen ve bu mülahaza seni nâhak şeylere sevk ediyor. Amerika’daki
çiftliğinde ikindi namazından sonra bunları bir daha düşün.
Cemaatine
mensup bazı kimseler Twitter’da bazı kasetlerden falan bahsediyorlar hükümetle
ilgili.. Şöyle demişsin, niye demişsin, böyle bir ihtimal mi vardı da cemaati
uyarıyorsun, yapmayın diye; onu da anlamaya çalıştım: “CD'ler oluşturmak,
chiplere değişik şeyler yüklemek, bazı kimselerin haysiyet, şeref, namus ve
iffetiyle alakalı bazı şeyleri teşhir etmek suretiyle onları yıkmak ve
devirmek, bir mü'minin yapmaması gerekli olan şeyler; caiz olmayan şeylerdir
bir mü'min için.”
Bizler, Müslümanların
arasına nifak sokanlara sabırla göğüs geren bizler, nifakçılarla beraber hırslarından
gözlerinin önünü göremeyenlerin stratejilerinden bıktık. Artık ne Gülen’e ne cemaatine itimadımız kalmadı
diye hüzünlenmekteyiz. Bilmem onlar da üzülüyorlar mı?
Tamamen karşı
taraflar mı olduk?
Eğer
öyleyse, geçmişten bugüne bütün günahların şeceresini biz mi çıkaralım, Allah’a
mı havale edelim?
Ama
insanların katına inmeniz inşallah hayırlara vesile olur; sizi aramızda
görmemiz de mümkün olur.
Hepimiz
bir gayr-i müslimden çok daha yakınız size…
ama uzaklaşıyoruz. Unutmayın; birileri Ergenekon kararları gözden geçirilsin demeye başladı. Onlara göre onlar 2004 MGK kararlarına uymuşlar ne dersiniz?
Kim kime tırnağının ucuyla dokunacaktı, kim boğazlandık, kolum kanadım kırıldı diye ağlıyor?
Arif Şahin, 01.12.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 29