“Benim
adım Khan ve ben terörist değilim!”
Film
otizmin davranışsal türevi aspergel hastalığı olan bir adamın “New York’taki 11
Eylül 2001 tarihli uçak saldırıları sonrası başından geçen olayların” batıdaki
“İSLAMOFOBİ“ teması üzerinden anlatıldığı bir film..…
Aspergel hastalığından muzdarip olan
şahısların, sosyal iletişim becerileri otizm kadar kapalı olmasa da duygularını
sözlü olarak ifade edemeyen, ilişkilerinde gözle temastan kaçınan ve
davranışlarını aklından geçtiği her şekilde yönlendiren kişiler olduğunu
öğreniyoruz.
Filmin
temasının başlangıç, gelişme ve sonuç bölümlerinin iç içe işlenmesi, akışına seyri
keyifli ve dinamik hale getiren bir anlatım ve görsellik katmış.
Filmin
baş aktörü Shahrukh Khan duyguların
davranışları ve yüz mimikleri ile
ifade edemeyen ( Ör: Ağlamak
istiyor ağlayamıyor, gülmek istiyor gülemiyor) bir adamın her halini usta oyunculuğu ile başarılı bir şekilde
yansıtmış kameralara.
Filmin
ilk sahnesinde, oyuncuyu, klavye üzerinde hızla gezinen parmaklar ve dönemin
ABD başkanının yıl içinde yapacağı gezilerin yol güzergahı hakkında topladığı
bilgiler doğrultusunca kendini havaalanında bulan bir adam olarak görüyoruz…
Uçağa
binme işlemlerinin yapıldığı anlarda, kontrol sırasında, elinde sürekli döndürüp durduğu taşlar ve kısık sesle
okuduğu Kuran ayetlerinin önündeki yolcuyu tedirgin etmesi ve beraberinde havaalanı polisi- FBI işbirliği ile başlayan
sorgu süreci ve olaylar dizisi..
Yapılan
sıkı sorgulama sonrasında, çantasında bulunan defter, takke v.s gibi şeylerle
terörist olma potansiyeli taşımadığı anlaşılsa bile, uçağa alınmayan bir adam
filmdeki ismi ile Rizvan Khan...
Batı’daki
“İslamofobi” temasının işlendiği filmin en başında, olayların ve kahramanların
tamamen kurgusal olduğu ve gerçekle alakası olmadığı belirtilmiş..
Oysa
yaşanmış olaylarla çok iyi bildiğimiz gibi, Batı’da, geçmişte ve şimdilerde
böylesi olayların beraberinde o ülkede yaşayan masum sivil Müslüman halka karşı
her daim benzer uygulamalar yaşanmaya devam ediyor…
Zira çok
değil filmin çekildiği tarihten 3 yıl geriye gidildiği günlerde, gazetede
okuduğum bir haberin filmle birebir benzerlik içermesi de şaşırtıcı olmasa
gerek…
Zira
haber tam olarak şöyle bir manşetten verilmişti; “Malaga’dan Manchester’a
gidecek uçakta iki Müslüman yolcu hiç bir gerekçe gösterilmeden uçaktan
indirildi. ( The Guardian, 20 Ağustos 2006 )
Manchester
Üniversitesi’nden iki Asyalı öğrencinin anlattıklarına göre, yaşlıca bir kadın,
arkasında 8 kişiyle kaptan pilota gelmiş, “o iki Müslüman uçaktan indirilmezse
biz bu uçaktan ineriz” demişler, Pilot hava alanı polisini çağırmış, o iki
yolcuya kendilerini polisin istediğini söylemiş, onlar inince de, kapıyı
kapatıp, hareket etmiş. İspanyol polisler ise kendilerinin gençlerle işi
olmadığını, pilot tarafından niçin çağrıldıklarını da bilmediklerini
belirtmişler. ( The Guardian, 24 Ağustos 2006) Öğrenciler sonraki bir uçakla
Manchester’a gelmişler.
Burada
net olarak görülen, batılı insanının küstahlığı ve gerektiğinde pilotun bile yalan
söyleyebilmesi, kendi kanunsuz kuralsız davranışına yabancı ülke polisini alet
edebilmesi, şirket görevlisi, pilotu ve yolcusuyla hepsinin insan haklarına
nasıl baktığı. Unutulmayacak bir batı medeniyeti dersidir bu.
İki
öğrenci diğer yolcuların geçtiği bütün güvenlik denetlemelerinden geçmişlerdir
geçmesine, ama Manchester’lı ya da bilmem nereli yolcular arasında paranoyaklar
var diye seyahatlerinden
alıkonulmuşlardır ne yazık ki..
Bir haberi yaşandığı döneminde bırakalım...ve
filmimizi anlatmaya devam edelim..
Kahramanımız Rizvan’ın, otistik asperdal hastası olduğu
tespit edilen bir ABD vatandaşı olduğu FBI tarafından doğrulanmış, üstelik
üzerinde ve geçmiş suç dosyasında havaalanı polisinin de suç isnad edecek
hiçbir yeterli veriye rastlanmadığı tespit edilmiş olsa da kendisine polis
tarafından uygulanan aşağılayıcı muamele tıpkı yukarıdaki satırlarda verdiğimiz
gerçek kesitten yaşanmışlıkla birebir aynı paranoyayı haiz..
Filmdeki
tüm sahnelerde elbette sadece” İslamofobi” işlenmemiş..
Zira
filmin git gel konu işleyişi dinamikleri arasında bir annenin "sevgi ve
gayretini" de görüyoruz… böylesi ağır ve ciddi davranışsal sorunları olan
bir evladın annesinin evladını, sadece anneliğe özgün içgüdüsel bir özveriyle
hayata hazırlık süreci de gözlerden kaçmıyor değil elbette..
Anne ve
çocuk; birbiri ile bütünleşen iki güzel kavram..
“Her
anne kendi çocuğuna özeldir ve eğitimi de birlikteliklerinin doğal seyrinde
gelişir” sözünün pratikteki gerçekliği, Rizvan’ın annesi ile diyaloglarında net bir şekilde
karşımıza çıkıyor..
Bu noktada
filmi tekrar başa saralım ve onun
çocukluğuna geri gidelim.. ülkelerindeki Hindu ve Müslümanlar arasında
yaşanan gerilimli olaylar anlatılırken annesi ile aralarında geçen şu sözler
özellikle dikkat çekici…
Annesinin;
yeryüzündeki tüm kötülüklerin tarifini yaparken “Oğlum; insanlar ikiye ayrılır,
iyi insan ve kötü insan”… netliğinde konuyu özetlemesi bilgece bir tarifin de
yolunu çiziyor bizlere…
Rizvan’ın
hayatının sonraki süreçlerinde bu tanıma göre insanları değerlendirmesinde
geçerli olan bu kural, dünyanın hiçbir eğitim sisteminde verilemeyen bir ilke
ne yazık ki..
Diğer
sahnelerde erkek kardeşin tam burslu okumak için America’ya gidişi, annenin
ölümü ve sonrasında Rizvan’ın kardeşinin yanına gitmesi ile gelişen olaylar..
Hayatta
hiçbir şeyin tesadüf değil; tevafuk zinciri halkalarında yaşadığımızı
doğrulayan olaylar sarmalında, son anda kurtulduğu kaza ve duyduğu ses…
Pazarlamacılığını
yaptığı ürünü tanıtmak için girdiği güzellik salonunda karşılaştığı yine aynı
ses ve etkileşim…
Normal
dediğimiz insanlarda olmayan çocuksu bir sadelik ve dürüstlükle tanıtımını
yaptığı ürün vesilesi ile eşi Mandira ile tanışması v.s, v.s…
Gelişen
olaylarda hastalığının kendine kazandırdığı insanlar arası iletişimdeki
doğallığı ve düşündüğünü hiçbir sansüre uğratmadan dile getirmesi Rizvan’ın
ilişkilerine ayrı bir eğlence katıyor film boyunca..
Sıradan
ve sağlıklı diyebileceğimiz insanların hayatlarında olmayan bir doğallıkla
yaşamanın getirdiği bir espri bu..
Sevginin
gücü ve kalpten gelen inançla her şeyin üstesinden gelebileceğimiz umudu ile
hayata tutunma dinamiği..
Filmin
ortalarına geldiğimizde ise 11 Eylül saldırıları ile ABD’ de hızla her kesimde
yayılan ve ülkede yaşayan Müslümanlara hayatı yaşanmaz kılan “İslamofobi” ve
Mandira’nın oğlu Sam’in okuldaki diğer öğrencilerce hunharca dövülmesi sonucu
ölümü ile başlayan ayrılık sürecini izliyoruz..
Rizvan’ın
ülkede yaşananları anlayamaması ile beraber, kendince bu duruma çözümler
getirmeye çalışma sürecinde ilginç sahneler ve diyaloglarla karşılaşıyoruz.
Mandiraya olan duygularını yazdığı günlükten bir satırda, “beni hiçbir şey
korkutmuyor seni kaybetmek kadar”… kelimelerinde sevginin güçlü bağlayıcılığını
da görüyoruz… ve kendisinin bizzat “İslamofobi” ile tanıştığı otel sahnesi....
batılıların sürekli vurguladığı “müslümanların cihad adı altında masum
insanları öldürdüğü” v.b sözler.. Sonrasında Khan’ın; “benim adım khan ve ben
terörist değilim” tekrarları ile otelden kalmadan ayrılması..
Filmin
ilerleyen sahnelerinde Mandira ile
evliliğe giden süreçteki diyaloglarla karşılaşıyoruz. Rizvan’ın abisinin bu
evliliğe aralarındaki önemli fark yani Mandira’nın Hindu, kendisinin de
Müslüman olmasından dolayı karşı çıkması ve Khan’ın şu cevabı yine hafızalarda
yerini alıyor…
“Hayır abi,
aramızda hiçbir fark yok., iyi insan ve kötü insan ayrımından başka!”
Ve iki
güzel insanın evliliği, gelişen olaylar…Hayatlarında her şey yolunda gidiyor
gibi görünürken ülkede yaşanan ve “11 Eylül” olayları olarak tarihe geçecek
saldırının, bir insanın hayatında miad denilebilecek değişime sebep olmasını
izliyoruz.
Film
sadece ABD’ de yaşananları kurgu diliyle anlatsa da, biz yeryüzü tarihi boyunca
insanın özünden gelen tüm değerleri katlettiğinde her türlü siyasi, ekonomik ve
egemen güç olma adına yapılan saldırıların ve çıkarılan savaşların faturasının
yine masum insanlara kesildiğini şüphe götürmez bir şekilde biliyoruz..
Sona
yaklaştığımız sahnelerde 11 Eylül saldırısında ölenler için yapılan bir anma
etkinliği ile karşılaşıyoruz. Rizvan’ın İslam inancı gereği zekat olarak
ayırdığı payın tamamını etkinlikte anılan saldırı mağdurlarına bağışlaması ve
ardından kendi inanışına göre dualar etmesi, dinlerin ayrımcı değil
birleştirici gücünü de gösteriyor bizlere..
Oysa
aynı sahnede yaşanan diyaloglarda America toplumunun hiçte önyargısız olmayan
diğer yüzünü görüyoruz... zira Rızvan’ın şu sözleri konuyu açıklaması
bakımından bir hayli düşündürücü..
“Batı dünyası tarihi milattan önce ve sonra
diye ayırıyordu.. şimdi ikinci bir ayrım oldu, 11 eylül öncesi ve sonrası..”
Medya da
sürekli “İslam’ın, her yerde cihad ve tanrı adına insan öldürmeye teşvik ettiği”
propagandası sonucu ülkede yaşayan müslüman halka yapılan saldırılar… Mandira’nın
oğlu Sam'ın soyadının müslüman olmasından dolayı okulunda yaşadığı
ayrımcılıklar.. Yengesi Hasena’nın çalıştığı kurumda maruz kaldığı olaylar ve
dini simge olarak görülen örtüsünü açması.. Mandira’nın, eşi Rizvan’ın dini inancından dolayı iş
bulamaması ve bulmuş olsa bile kısa
sürede işten çıkarılması.. Oğulları
Sam’e, hem en yakın komşuları ve hem
samimi arkadaşı Ritz’in tavır
alması… Sam’in tüm bu olanlara anlam
verememesi ve yaşadığı ayrımcılıktan üvey babasını sorumlu tutması. Sonunda Sam’in
arkadaşlarınca okulda uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetmesi ve hikayenin
trajik sonu…
Doğrusu filmde çocuğun ölümüne neden olan bu
sahneleri izlerken şu soruyu sormadan geçemedim: “Acaba Sam'in okulundaki diğer
çocukları böylesi vahşi duygularla öldürme eylemi için tahrik eden güdü/neden
ne idi?”
Öyle
ya; gerek filmde gerekse gerçekte
yaşanan tüm olaylarda yansıtılan sadece müslümanların dini duygularla öldürüyor
olması değil mi idi?
Peki ya
sonrasında Ortadoğu’da yaşananlara ne denmeli?.. Olayla hiçbir alakaları olmayan
yüz binlerce masum sivilin üzerine atılan bombalar ne ile anlatılabilir veya nasıl
pas geçilebilirdi ki?
Velev
ki; bazı insanların yaptıkları eylemleri
veya yanlışları aynı dine mensup diğer masum kişilere ve o dine damga vurma
gerekçesi ile onları top yekun suçlamak ve kendi oynadıkları oyunların sonucunda
suçladıkları ülkelerini işgal etmek
nasıl bir paranoya ile açıklanabilirdi ki?
Keza
filmin gözyaşlarınıza engel olamadığınız dram yüklü sahnelerinde, Mandira’nın
oğlu Sam’i ölüme götüren süreçte küçük çocuklarda ekilen nefret tohumlarının hangi
dürtüsel ve vahşi duyguları (din,ırk, millet farkı v.s v.s..) uyandırdığını
sorguluyordunuz. Bu öldürmeyi haklı kılan ne olabilirdi ki?
Devamında
gelecek soruları filmin tümünü izleyecek seyirciye bırakalım ve keyifli
seyirler dileyelim..
Neşe Yıldız, 02.12.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark
Benim Adım Khan filmi ile ilgili diğer bilgiler için tıklayınız