“Hayat alıştırıldığı gibi devam edecekti.”
Gözlerindeki yılgınlık, kurak, ıssız çöllerde
yaşadığı tedirginlikleri birer birer def etmiş bir adamın öfkesini taşıyordu.
Yumuşak deri koltuğa yayılmıştı, kolları bedeninin iki yanından sarkıyordu ve bacakları,
belini geriye itmiş iskeletinin kontrolünden çıkmış gibiydi.
Psikoterapist doktor, uzun süre onun konuşmasını
bekledi, biraz öne eğilerek oturduğu arkalıksız sandalyede. Hastasının tam karşısına oturmuş, sağ bacağını
sol bacağının üstüne atmış, sağ dirseğini sağ dizine ve avuç içini çenesini ve
sağ yanağını kavrayacak şekilde yüzüne dayamıştı. Arkalıksız sandalyede oturmak,
hastasının karşısında savunmasız, desteksiz görünmek için yaptığı görsel algı
yönetimi tekniğinden fırlamış bir tercihti. Amacı da buydu; hastasını savunmasız
görünerek saldırganlaştıracaktı.
Seans odası ya da görüşme odası ya da günah
çıkarma odası, adı her neyse, yaşadığı sürtünmelerin tümünden elde ettiği negatif
enerjiyi alacak ya da eksiltecek olan oda parlak bir ışıkla aydınlatılmıştı.
Duvarlar estetik inceliği net, geometrik desenlerden yapılan kabartma eskizlerle
donanmıştı; renkler tamamen mattı, ancak ton farklarıyla zenginleştirilen bir
kahverengi gösterisi gibi duvarlarda ve tavanda çoğalmışlardı. Siyah, beyaz,
kırmızı ve yeşil doğru parçalarıyla çizilmiş sınırlar kahverenginin aktığı,
akacağı alanları birer hükümdar gibi dayatıyordu. Işık bu kabartmaların
arasından geçip giderken gölgeler oluşturmuştu. Yani sığınaklar.
“Bacaklarınız çok güzel doktor!” dedi adam,
yılgın gözleriyle mini eteğin geriye doğru sıyrılarak iyice açığa çıkardığı
bacaklara bakarak. “Ama inanın sizi arzulamama yardım etmiyor!”
Kadın psikoterapist gülümsedi ve oturuşunu
bozmadı.
“Göğüslerinizi de göstermeniz, beni tahrik
etmeye yetmeyecek, doktor; lütfen rahat oturun!”
Doktor bir kez daha gülümsedi, sağ avuç içine
doğru genişleyen yanağına engel olmadan. Uzun kollu gömleğinin derinlere kadar
açık düğmeleri hiç rahatsız olmadılar.
“Ne yapmak istediğinizi biliyorum, doktor!” dedi
yılgın adam. “Sizi seçerken de çok araştırma yaptım. Çok güzelsiniz ve ben
bunun için buradayım.”
Kadın tekrar gülümsedi, yüzü aydınlandı ve
sevimli gölgeler peydahlandı renkli gözlerinde.
“Hiç hastalarınızla özel anlar yaşadınız mı,
doktor?” diye sordu yılgın adam, gözlerini iyice kısarak.
Kadının gözleri yeniden hareketlendi ve usul
usul davetkâr kuşlar saldı adamın gözlerine… ama adamın sorusunu cevaplamadı.
“Ben burada kadın istemiyorum!” diye bağırdı
adam. “ Ben burada bir doktor istiyorum, doktor!”
Psikoterapist ayağa kalktı. Yüzünden ve gözlerinden
tebessümünü sildi. Gömleğinin düğmelerini ilikledi ve mini eteğinin iç
kısmından çıkardığı ustalıkla katlanmış siyah tülü ayaklarına kadar uzattı.
Şimdi büsbütün başka bir kıyafetle duruyordu yılgın adamın karşısında. Cinsel
tâciz sona ermişti.
Psikoterapist tekrar arkalıksız sandalyesine
oturdu ve eski pozisyonunu aldı. Her şey adamın gözlerinin önünde olmuştu.
“Duvarlara baktınız mı, kabartmalara ve renklere
ve bol beyaz ışığa?” diye sordu psikoterapist doktor. “Görüşme odamız hakkında
hiçbir tepki vermediniz… Oysa hepsi sizi rahatsız etmek için tasarlanmıştı. Dayatmalarla
dolu bir oda burası ve ben de bu dayatmaların bir parçası olarak görünmek istedim
size!”
Yılgın adam gözlerini kırpıştırdı ve ayrık
bacaklarını gövde iskeletine doğru çekti. Psikoterapist tekrar konuştu, gözleri
sakindi, dudakları ve kelimeleri yumuşak:
“Ortam iç dünyanızı ilgilendirmiyordu,
bulunduğunuz ortamların çoğulcu, çoğunlukçu tasarımlarından bıkmıştınız ve
hepsinin size dayatmalarda bulunduğunu düşünüyordunuz. Ama sizi rahatsız eden bu
değildi; ortam etkisini aşabilecek bir geçmiş zamana sahiptiniz. Sorununuz
cinsellik de değildi. Yaşadığınız cinsel tâcizler reflekslerinizi yitirmenize
neden olmuştu ve siz gittikçe her şeyden nefret eder hale gelmiştiniz. Ancak
teorimin anlamlı olabilmesi için içinizdeki kötümserlik dozu yüksek yılgınlığı
rahatsız etmem gerekiyordu. Bunun için de sıradan cinsel objeler üzerinde
çalıştım. Ortama karşı duyarsızlığınızı cinsel tâcize karşı koruyamadınız;
öfkelendiniz. Bunun kendi iç karmaşanızı aşmak için kullandığınız bir asansör
olduğunu anlamış olduk. Zaten güzellik ön şartlı araştırmalarınızın temelinde
de bu vardı. Psikoterapist kadınların masum olup olmadığı sizi
ilgilendirmiyordu aslında, sizi ilgilendiren tüm çözüm perspektiflerini
katletmek ve kendi çöllerinizde dilediğiniz gibi umutsuzlukla yok olup gitmek
için atılmamış adım bırakmamaktı. Bu sebeple buradaydınız; psikolojik
intiharınıza herkesi ikna etmek istiyordunuz, aslında herkesin suçlu olduğunu görece
kanıtlayarak!”
Doktor son sözcüğünü yüksek sesle, sert bir
vurguyla çıkarmıştı yumuşak dudaklarının arasından… “Kanıtlayarak!” Kadının
dudaklarındaki uçuk mor ruj, sertçe kanat çırpan sözcüğün içine kan doğruyor gibi
oldu bir an. Bir kadın oluyordu karşısındaki ve hemen ardından bir doktor. Adam
oturduğu koltuktan, dağılmış bütün parçalarını kendine doğru çekerek doğruldu.
Ayağa kalktı ve bir an arkalıksız sandalyede oturan kadına baktı.
Ona doğru yürüdü ve tam karşısında durdu.
Yukarıdan bakıyordu kadına. Kadın da başını kaldırmıştı, renkli gözlerini ona dikmişti
ve tereddüt etmeden bakmaya devam ediyordu. Dudaklarındaki mor ruj uçukluğunu
yitirmişti ve dudaklarının dikey çizgilerinin arasından çok koyu görünüyordu.
Adam kadından uzaklaştı ve kabartmalarla dolu
duvarlara bakarak dolaştı odanın içinde. Kırmızı, beyaz, siyah ve yeşil doğru
parçalarına, oluşan gölgelerle beraber bütün etrafını kuşatan kahverengi
tonlara hiç üşenmeden tek tek baktı.
“Ne yapacağım?“ diye sordu adam, sesindeki
yılgınlığı yapay bir şekilde arttırarak. İçindeki direnç noktalarının
sarsıntıları duyuluyordu. Ben de kabartmaların arasındaki gölgelerden
çıkmıştım; havaya karıştığım için ikisi de beni görmüyordu. Odanın ortasında arkalıksız sandalyede oturan
kadına yaklaştım ve dudaklarındaki çizgilerin arasına, tehlikeli bir gölgeye
yerleştim.
Psikoterapist doktor ayağa kalktı, güçlü beyaz
ışığın düğmesinin bulunduğu yere doğru yürüdü, elini düğmeye uzattı ve ışığı yavaş
yavaş kıstı. Halojen lamba hiç itiraz etmeden gücünü içine çekti ve
duvarlardaki kabartmalar ve renkler görünmeyene dek çekilmeye devam etti. Odada çevre koşulları baskı kurma özelliğini yitirmişti artık. Odaya hâkim olan
tek şey doğal akşamüstü atmosferiydi.
Adam ışık baskısı ortadan kalkınca kendiliğinden
az önce doktorun oturduğu arkalıksız iskemleye oturdu ve konuşmaya başladı.
Doktor, ona rahatsız olmadan içini dökebileceği bir stratejik atmosfer
tasarlamıştı ve bunda da başarılı olmuştu.
“Telefonlar, internet, teknoloji, bankalar, trafik,
faturalar ve bütün bunlarla birlikte doğan ek sorunlar ve özellikle de kadınlar
iş ve özel hayatımı çekilmez hâle getirdi. Bütün bunlar işimin ve özel
hayatımın her yerinde sürekli var olan şeylerdi ve yıllarca her birinin
getirdiği kısa yararları herkes gibi ben de istedim, aldım; soyut ve somut karşılığını
ödeyerek. Ancak karşılığını ödediğim halde insanlar hep daha fazlasını
istediler, üzerimde baskı kurduklarını hissediyordum, umursamıyordum. Onlara
ihtiyacım vardı. Onlar da bunu biliyorlardı. Bunların içinde cep telefonu şiddetli
bir taciz kanalı. Kadınların cinsel tâcizinden, organlarından daha yıldırıcı
bir kanal bu. Bir günde defalarca arayan banka görevlilerinin sayısından
bıkmışken, ansızın telefonuma gelen fatura mesajlarına, siyasi partilerin
benden izinsiz bir yerlerden aldıkları telefon numarama gönderdikleri bitmek
bilmeyen seçim propagandalarına, dolandırıcıların ardı ardına gönderdiği puan
oltalarına, firmaların indirim tanıtım paketlerine ve dahası yurtdışından gelen
cevapsız aramalara maruz kalmak, öfkemin ve daha sonra yılgınlığımın somut
sebebi oldu. Kadınlardan bıktım, işyerimdeki kameralardan ve o kameraları
gözetleyenlerden, işyeri sorumlularının dengesiz davranışlarından yoruldum.
Yanlış anlamayın , bütün bunların hiçbiri düzenli ödemelerimle ve işyerimdeki
titiz çalışmalarımla ilgisi yok. İşimi iyi yaparım ve ödemelerim asla aksamaz.
Belki de böyle biri olduğum için bütün bunlar oluyordu. Taviz vermediğim için,
yapılan taciz beni çok fazla rahatsız etmiyordu. Ödemelerini aksatan, işinde
sorumsuz olan birinin vereceği tavizlerle birlikte karşılaşacağı tâciz sayısı
da doğal olarak azalacaktı. Tavizlerin bir insanı ne hâle soktuğunu tartışmak bile
anlamsız, ancak benim sorunum taviz vermemenin tacizi tetiklediği gerçeği idi.
Paradoks burada başlıyordu. Oysa ödemelerle ve işle ilgili sorunu olmayanların
hiçbir şekilde tâciz edilmeleri gerekmiyordu. Gözlemlerim ve ortada apaçık
duran gerçek, bir süre sonra benim verdiğim tepkilere baka baka yandaş topladı;
çevremdeki herkes bu tâcizi normal bir şeymiş gibi algıladılar; birbirleriyle
uzlaştılar. Kadınların karşılıklı talepleri doğuran tâcizi bir davet olarak
algılandı ve erkekler daha çok tâcizle daveti birbirine karıştırmaktan hoşlandılar.
İnsan zaafı tam olarak buydu. Karşılıklılık olduğu sürece tâciz ya da ardından
gelen tecavüz sıradan bir şeydi, bir ilişki biçimiydi. Banka bilgilendirme adı
altında tâciz ediyordu, siyasetçi onu düşündüğü yalanına inanmamız için. Belki
bütün bunların içinde en masum olanı bir kadının cinselliğini teşhir ederek
beni tâciz etmesiydi. Kadın, diğer tâcizcilere enstrüman olsa da, kendisi ek enstrümanlar
kullanmıyordu. Ben de bu masum(!) tâciz biçiminin sizde nasıl taşındığını merak
ettim. İnsanların psikolojik ve fiziksel
tâcizden aldıkları yaraları onardığınızı iddia ediyordunuz. Bu yaralara ne kadar
sebep olduğunuzu kendi gözlerimle görmek istedim.”
Psikoterapist, odadaki tek koltuğun arkasında,
gölgelerin içinde duruyordu; bir eliyle koltuğun deri yüzüne dokunuyordu. Yüzü görünmüyordu.
Ama sesi duyuldu, yumuşak, öz güven dolu bir sesti bu:
“Biliyorum!”
Adam arkalıksız iskemlede iki dirseği iki
dizinde, yüzünü iki avucunun arasına sıkıştırmış bir şekilde oturuyordu. Kadına
baktı.
“Bildiğinizi biliyorum!” dedi gülümseyen bir
sesle ve bir soruyla devam etti: “Hazırladığınız bu ortam randevu talep ederken
yaptığımız kısa görüşmeye mi borçlu kendisini?”
“Hayır!” dedi doktor. “Bu oda sizin gibi
hastalarımız için tasarlandı ve her hasta için küçük özel değişiklikler
yapıyorum; bu amaçla yapılmış birkaç odam daha var!”
“Hasta!” diye mırıldandı adam. “Evet, hasta
olduğumu söylemekten çekinmiyorsunuz; oysa diğerleri, psikologlar, psikiyatrlar,
psikoterapistler bana hastaymışım gibi değil, arkadaşlarıymışım gibi davranmaya
çalışarak yalan söylediler; oysa ben hasta olduğum için onlara gitmiştim.”
“Hayır!” dedi doktor. “Siz onlara günah çıkarmak
için gitmişsiniz ve onların da tedavi tâcizi ile karşılaşmışsınız, çıkardığınız
günahın sadece size ait olmadığını, onların da bu günahlarla boğuştuğunu gördüğünüz
için güveniniz sarsılmış ve son bir kez bana gelmeye karar vermişsiniz.”
Adam ifadesiz yüzüyle ayağa kalktı, doktora doğru
yürüdü.
“Işığı kısmak, bana öğrettiğiniz bu. Artık biliyorum
ki; ben hasta değilim, bol ışıklı bir dünyada görmem için her yeri
aydınlatanların görmelerini istediği şeyi görmeyerek bu tâcizden kurtulabilirim.”
“Evet, ancak…” dedi doktor duraklayarak. “Benim
bacaklarımın ve diğer organlarımın da sizi etkilememesi gerek. Benim hazırladığım
baskı ortamı da olmamalı. Tek sorumlu siz değilsiniz; bunu fark etmiş olmanız
gerekir. Bunca yıl dayandığınıza göre sanırım bunu biliyorsunuz.
Yönetemediğiniz durumlardan sıyrılmayı daha sık denemelisiniz. Saldırılardan kurtulamayacağınızı
çok iyi biliyorsunuz. Ancak çözüm şekliniz ne kadar çok analitik olursa olsun zaaflarınızın baskısı sürecek, bunu aşmayı yılgınlığa değil, iradenize
yüklemelisiniz!”
Adam, geldiğinden beri ilk kez gülümsedi ve
doktora doğru yürüdü. Karşısındaki doktor muydu, kadın mıydı, hâlâ emin
değildi.
Kadın hiç kıpırdamadı adam ona doğru yürürken.
Loş oda şimdi çok sessizdi. Adam karşısına gelip elini koltuğun yüzünde gezinen
kadının eline dokundurdu ve yüzüne doğru eğildi. Mor rujların gölgesine
saklanan ben bağırıyordum: “Bunu yapma! Yenileceksin ve öleceksin; yapma!”
Kadın hiç kıpırdamadı, dudakları da
hareketlenmedi. Adam kadının yüzüne iyice yaklaştırdı yüzünü ve ikisinin
dudakları arasındaki mesafe bir parmak derinliğinde azalana dek durmadı. Öylece
bakıyordu adam kadının gözlerine… hiç bir şey söylemeden… nefesini
hissediyordum adamın, bulunduğum yerden; yerimde duramıyordum, ama elimden
gelen bir şey yoktu.
Adam sonsuz kadar uzun bir zamandan sonra,
vücudunu geriye çekti. Doktordan uzaklaştı, halojen lambanın düğmesini buldu,
çevirdi ve oda bol beyaz ışığa kavuşunca da konuştu:
“Teşekkür ederim doktor!” dedi. “Sorumun
cevabını almak için kendimi ve sizi test etmem gerekiyordu. Size ve mesleğinize, uzmanlığınıza
saygı duyuyorum!”
Rahatlamıştım. Kadının kalbi küt küt atıyordu.
Korkmuştu. Kendisinin zekâsına hayran olduğu adamın testini başarılı bir
şekilde atlatamayacağından korkmuştu. İlk defa hata yapmaktan korkmuştu; aldığı
risk çok büyüktü çünkü. Bir odada ikisi
yapayalnızdı ve bu kadar tâcize karşı adamın ürettiği dirence yenilebilirdi.
“Yalnız!” dedi adam. “Diğer hastalarınıza karşı
nasıl davrandığınızı bilmemekle beraber, bugün çok risk aldığınızı ve bu riskin
de sizin kendinize ve mesleğinize yönelttiğiniz bir tâciz olduğunu hatırlatmama
izin verin! Herkes bu riske değmeyebilir.”
“Siz bu riske değdiğinizi düşünüyor musunuz?”
diye sordu doktor.
“Sanırım, diğer hastalarınız da bu riske
değdiklerini düşünüyorlardır, ama burada ikimizin yalnız olmadığını bilen kaç
hastanız olabilir ki?”
Adam çıkıp gittikten sonra psikoterapist doktor,
odasına çekildi. Orada çokça düşündü. Kadın mıydı, doktor muydu? Doktor olarak kadınlığına,
kadın olarak doktorluğuna karşı tâciz konulu bir seans yapmalıydı kendisine.
Hiçbir tasarım eksiksiz olamazdı ve belki de kendisinin de eksiği buydu. Adamın
anlattığı bütün her şeyi daha da fazlasıyla kendisi de yaşıyordu. Ancak adam
kadar cesur değildi, kimseyle paylaşamıyordu.
Kadını odasında kara kara düşünürken bıraktım.
Samimiyetine üzülmüştüm, hastasını iyileştirmesine sevinmiştim. Karmakarışık duygular
içindeydim; kadın iyi mi yapmıştı, kötü mü?
Allah’tan başka kimse bunu bilmiyordu. Hayat alıştırıldığı
gibi devam edecekti.
Mustafa Ege – Pazar, 08/12/2013
–21:12/ İz Etki Ekinoksları 26