11 Aralık 2013 Çarşamba

SA496/KY6-SK4: Sevdiklerinizi Ölmeden Sevin...

Değerli konuk yazarımız Serra Karaçam'a sabırlar ve başsağlığı, merhum dedesine de Allah'tan rahmet diliyoruz.
Sonsuz Ark


“Kızımla yapayalnız kalmış gibiyim... Ne garip. Daha birçok yakınım var oysa. Ama bu ilk kaybım hayatta…”

Dedemin, gusülhanede nakil aracından indireceğimiz sırada tabutuna omuz veren aile, kendi cenazesini bayrağa sarmıştı... taş gibiydiler, gururluydular; askerdi belki kaybettikleri yakınları.

Ne yapacağım dedim şimdi... Tabutu  bayrağa sarmak  veya ayete sarmak... Bu kararı nasıl veririz, bayrak da onun için önemliydi ayet de... Birini seçmek ise benim için zordu, ancak ayet öbür tarafa göçen bir müslüman için daha önemli olsa gerek dedim ve ayetli örtüye karar verdik... Bayrak daha dünyevi dedim.

O bayraklı cenazenin yakınları dedeme omuz verdi gusülhane sırasına tabutu yerleştirirken...Allah onlardan razı olsun. Zira hastaneden iki dirhem bir çekirdek giyinmiş morg görevlileri dedemi arabaya yerleştirmiş ve bize pek ihtiyaç kalmamıştı, ama erkek kardeşim ile hastaneden, yani Bağcılar'dan Karacaahmet'e gusülhaneye yaptığımız yolculukta yalnızdık. Cenazeyi ikimiz almıştık. Nakil arabasından gusül sırasına inecekti. Allah rızası için mevtaya bir omuz verelim denilince buz gibi gerçek çarptı yine yüzüme.


Cenaze sahibi olmak insanı olgunlaştırıyor, nakil aracını takip ederken trafik hiç sinirimi bozmadı. İnsanlar trafikte, ölüye ve nakil aracına ambulansa gösterdiklerinden daha fazla saygı gösteriyor. Yol veriyorlar, takip etmene izin veriyorlar.

Cenazemiz yıkandı. Bekleme yerine alındı. Araçlar geldi; namazın kılınacağı camilere götürülmek üzere yola çıktı sırası ile bekleyen cenazeler. Her şey seriydi. Cenaze işlerini yürütenlerden Allah razı olsun. Hepsi, herkese yardımcı. İmam hükümeti olmak iyi bir şey dedim... Öyle adlandırarak aşağılamaya yeltenenlere nazire... Ölüm, yani son yolculuk fevkalade önemli. Çünkü yılları paylaştığınız yakınlarınız ile son anlarınız.

Hastaneye dönmek istemiyorum. Kızımla dedesini-dedemi sık sık ziyarete gittiğimiz o yoğun bakıma... 

Dedenin iki aydan fazla kaldığı köşesine. Önceki gün, dün mü yoksa. Vallahi dün.... Ziyarete gittik. Bir gün önce ağırlaştı demişlerdi, ama iki ay içinde zaman zaman uyukluyordu zaten. Bir gittik ki, her zaman başka hastalara yapılan, "müdahale var bir hastaya, alamayız, bekleyin" açıklaması bizim hasta için yapıldı. Anladım hemen. Dedecik gidiyordu. Kızımla kalakaldım. Tek istediğim o anda görmekti dedemi. Ölmeden yani. Doktorlar için bu imkansızdı. Yalvardım. Görevliler kalp masajı yapılıyor dediler. Hastane yetkilisini aradım. Ne olur göreyim diyecektim. Ama içerden gelmeyen cevabı o söyledi. “Dedenizi kaybettik” dedi. Ne kolay söyleyiverdi.

Muhteşem insanüstü bir supervisor beni bir odaya almak istedi, dedemi hazırlayınca göstereceklerini söyledi. Çok özel bir insan... Bütün hastabakıcılar, yoğun bakım süresince birkaç kez denk geldiklerim, bazısı üzgün, kimi gözlerini kaçırıyor... Ama o doktor var ya o acil uzmanı mı ne... Dedemi yaşatmaya çalışan belki de... Onu hiç sevemeyeceğim işte. Zaten 94 yaşında bir adam ve genel durumu kötü. Bir şey yapamadığı için değil belki... Bana dedemi son anda göstermediği için de değil. "Ölmesi normaldi" düşüncesini bana hissettirdi. Belki kabullenebileyim diye. Kabul edilmeyecek bir şey de değil. Sevmedim işte. Kurtaramadı dedeciğimi diye sanırım. Belki de ne dese batacaktı... 100 yaşında da olsa ben ona haftada bir de gitsem ...

Son olarak 3-4 gün önce görmüştüm. Bilinci yerindeydi. Yerinde olması için çabası vardı.

Doktora nöbeti aldığında nasıl olduğunu sordum. Bilmiyordu. Kahroldum. Kalbi kasılmadı dedi. Bu kimsenin suçu değildi ama işte o doktoru hiç sevemeyeceğim ben... Dedemin nasıl göçtüğünü öğrenememek de ayrı kahır... Kimseyi arayıp haber vermek istemiyordum. Yüzleşmesem değişir gibi... Eve getirmek istedim, ama insanlar yıkanmadan görecek diye vazgeçtim. Hemen gelir miydi, herkes yoksa onunla sabaha kadar kalır mıydım bilemedim. Morga aldık. Sonra en yakınların listesini aradık hastanede. Yanıma dedemin çok yakın bir arkadaşı eşi ile ve benim erkek kardeşim gelmişti.

Derken bugün işte dedemizle hastaneden yola çıktık. Yolda nakil arabasını takip ederken baş sağılığı için  ilk olarak İlhan Kesici aradı. Başsağlığı diledi. Buz gibi oldum yine. Konuşamadım. Parlamenterler birliğinin duyurusundan haberi olmuş sanırım. Telefonumu yeni değiştirmiştim. Yakın bir kaç arkadaşım hariç kimsede yoktu. Hastaneden buldular herhalde dedim... İyi ki de çalmadı telefon çok. Her özel günümde, kızımın doğum günü veya benzer günlerimde genelde yanımda olan dostlarım bir yerlerinden katıldılar bu sürece. Defalarca sınadığım bu dostlarım bu sefer ya gelmezse diye korkuyordum. Şimdi olmasalar kırılacaktım.

Dede yıkandı, aldık camiye getirdik. Görünce sevindiklerim oldu. Evin yakınlarındaydık. Bu iyiydi. Ama musallaya da yakıştıramadım dedemi. Bakamadım. Herkes içerde ikindiyi kılarken cenaze namazı öncesi, kızdım onlara dedem dışarıda kaldı diye. Sonra çıktılar. Arabalara bindik. Defin yerine... Çekmeköy'e... indirdik tabutu arabadan... Tabutundan o çukurun içine bırakıverdi iki erkek torunu. Ağabeyim ve kardeşim... Öylece gitti. Baktım dayanamadım sonra.

Ama en zoru bu işler bitip eve dönmekti. Hazırlıklar yetişmedi, yemeklerin bazıları az geldi. Dün akşamdan bu akşama koşturdum, dedemi yerine güzelce teslim ettik; ama misafirleri bu ilk akşam istediğim gibi ağırlayamamak kahretti bu sefer. Yarın ki okumada diyenlere sitem ettim. Uzun oturanlar gitsin yakınlarla kalalım istedim bir ara.

Ölüm hak... Dedeciğin bedeni Çekmeköy'de.

İşte ben, beni arayan, bulan, bulamayan, cenazemize omuz veren, Kuran okuyan herkese teşekkür ediyorum.

Hiç duymadığım meşhur bir hoca geldi kabristana. Niyetliymiş. Un helvasından paketledim yanına verdim. Yanında genç hafızlar vardı. Geleceğin samimi gerçek din insanları. Dünyadan değil bu çocuklar. İnşallah hep temiz kalırlar... Allah onlardan razı olsun. Okudular.

Mahalle camiimizin hocasından Allah razı olsun. Dedem ile bir hukuku vardı. Namazını da o kıldırdı. Akşam evimizde Kuran'ı Kerimi de o okudu. Ama ben en çok dedeye gusülhane de omuz veren o Türkiye bayraklı cenazenin sahiplerine teşekkür etmek istedim. En çaresizken orada olan o yabancılara.

Namaza teşrif eden herkesten Allah razı olsun. Gelip başın sağ olsun diyen herkesten. Cami’den define kadar gelen tüm arkadaşlarından da... Ne kadar önemliymiş oralarda birkaç kişi olması.

Şu an evde her şey durmuş gibi. Kızım uyudu. Zaman donmuş gibi. Sadece bugün yanımda olanlar gerçek. Başka her şey yalan. Gülümseyen beni anladığını ifade en supervisora nasıl teşekkür etsem? Hastaneye çiçek göndererek mi? Ya o doktor?... Pişkin demek istiyorum ona... Kızıyorum.

Dedemin kuru temizleme yaptırılmış iki askıda gömleğ,i bir de çantası vardı. Eşyaları... Hastaneden verdiler. Arabamdan indirmedim. Dolabıma asmak daha da mazi yapar diye... Ne çok seviyormuşum aslında.

Çantaları ile kalakalmak ne kötü. Hemen alt katında oturuyordum. Bir süredir uzaktaydı. Hastane eve uzaktı. O yüzden bu ev batmıyor çok. Üst katta onun evinde ,Yalova'dan gelen kızı yani halam var şu an.  Babaannem yani eşi de hastanede yatıyor... Cenazeye çıkmamak için ikna ettim onu. Ambulansla taşımayalım seni, sen onun yâdigârısın, bize lazımsın dedim... Babam yurtdışında. Gelemedi...Zaten babası ile "babam ve oğlum" filmindeki ilişki türevinde bir durumları vardı. Ben, annemin beni 38 yaşında dünyaya getirerek birer sene ara ile iki kardeş yapması ve en küçük kardeşimin erken doğumu nedeni ile bir süreliğine 2,5 yaşında hayatlarına girdiğim ve uzun süre kaldığım dedeciğimi bugün ebediyete uğurladım, yüzü rahatlamış gibiydi. İnşallah kabirdeki bu ilk gecesi, bu perşembe gecesi iyi geçer. Komşuları ile tanışmıştır bile belki kim bilir...

Kızımla yapayalnız kalmış gibiyim... Ne garip. Daha birçok yakınım var oysa. Ama bu ilk kaybım hayatta... Sevdiklerinizi ölmeden sevin emi?...


Serra Karaçam, 28.11.2013








Seçkin Deniz Twitter Akışı