Değerli konuk yazarımız Serra Karaçam'a sabırlar ve başsağlığı, merhum dedesine de Allah'tan rahmet diliyoruz.
Sonsuz Ark
“Kızımla yapayalnız kalmış gibiyim... Ne garip. Daha birçok yakınım var oysa. Ama bu ilk kaybım hayatta…”
Dedemin, gusülhanede nakil aracından indireceğimiz sırada tabutuna omuz veren aile, kendi cenazesini bayrağa sarmıştı... taş gibiydiler, gururluydular; askerdi belki
kaybettikleri yakınları.
Ne
yapacağım dedim şimdi... Tabutu bayrağa
sarmak veya ayete sarmak... Bu kararı
nasıl veririz, bayrak da onun için önemliydi ayet de... Birini seçmek ise benim
için zordu, ancak ayet öbür tarafa göçen bir müslüman için daha önemli olsa
gerek dedim ve ayetli örtüye karar verdik... Bayrak daha dünyevi dedim.
O bayraklı cenazenin yakınları dedeme omuz verdi gusülhane sırasına tabutu yerleştirirken...Allah onlardan razı olsun. Zira hastaneden iki dirhem bir çekirdek giyinmiş morg görevlileri dedemi arabaya yerleştirmiş ve bize pek ihtiyaç kalmamıştı, ama erkek kardeşim ile hastaneden, yani Bağcılar'dan Karacaahmet'e gusülhaneye yaptığımız yolculukta yalnızdık. Cenazeyi ikimiz almıştık. Nakil arabasından gusül sırasına inecekti. Allah rızası için mevtaya bir omuz verelim denilince buz gibi gerçek çarptı yine yüzüme.
Cenaze
sahibi olmak insanı olgunlaştırıyor, nakil aracını takip ederken trafik hiç
sinirimi bozmadı. İnsanlar trafikte, ölüye ve nakil aracına ambulansa
gösterdiklerinden daha fazla saygı gösteriyor. Yol veriyorlar, takip etmene
izin veriyorlar.
Cenazemiz
yıkandı. Bekleme yerine alındı. Araçlar geldi; namazın kılınacağı camilere
götürülmek üzere yola çıktı sırası ile bekleyen cenazeler. Her şey seriydi.
Cenaze işlerini yürütenlerden Allah razı olsun. Hepsi, herkese yardımcı. İmam
hükümeti olmak iyi bir şey dedim... Öyle adlandırarak aşağılamaya yeltenenlere
nazire... Ölüm, yani son yolculuk fevkalade önemli. Çünkü yılları paylaştığınız
yakınlarınız ile son anlarınız.
Hastaneye
dönmek istemiyorum. Kızımla dedesini-dedemi sık sık ziyarete gittiğimiz o yoğun
bakıma...
Dedenin iki aydan fazla
kaldığı köşesine. Önceki gün, dün mü yoksa. Vallahi dün.... Ziyarete gittik.
Bir gün önce ağırlaştı demişlerdi, ama iki ay içinde zaman zaman uyukluyordu
zaten. Bir gittik ki, her zaman başka hastalara yapılan, "müdahale var bir
hastaya, alamayız, bekleyin" açıklaması bizim hasta için yapıldı. Anladım
hemen. Dedecik gidiyordu. Kızımla kalakaldım. Tek istediğim o anda görmekti
dedemi. Ölmeden yani. Doktorlar için bu imkansızdı. Yalvardım. Görevliler kalp
masajı yapılıyor dediler. Hastane yetkilisini aradım. Ne olur göreyim
diyecektim. Ama içerden gelmeyen cevabı o söyledi. “Dedenizi kaybettik” dedi.
Ne kolay söyleyiverdi.
Muhteşem
insanüstü bir supervisor beni bir odaya almak istedi, dedemi hazırlayınca göstereceklerini
söyledi. Çok özel bir insan... Bütün hastabakıcılar, yoğun bakım süresince birkaç
kez denk geldiklerim, bazısı üzgün, kimi gözlerini kaçırıyor... Ama o doktor
var ya o acil uzmanı mı ne... Dedemi yaşatmaya çalışan belki de... Onu hiç
sevemeyeceğim işte. Zaten 94 yaşında bir adam ve genel durumu kötü. Bir şey
yapamadığı için değil belki... Bana dedemi son anda göstermediği için de değil.
"Ölmesi normaldi" düşüncesini bana hissettirdi. Belki
kabullenebileyim diye. Kabul edilmeyecek bir şey de değil. Sevmedim işte. Kurtaramadı
dedeciğimi diye sanırım. Belki de ne dese batacaktı... 100 yaşında da olsa ben
ona haftada bir de gitsem ...
Son
olarak 3-4 gün önce görmüştüm. Bilinci yerindeydi. Yerinde olması için çabası
vardı.
Doktora
nöbeti aldığında nasıl olduğunu sordum. Bilmiyordu. Kahroldum. Kalbi kasılmadı
dedi. Bu kimsenin suçu değildi ama işte o doktoru hiç sevemeyeceğim ben... Dedemin
nasıl göçtüğünü öğrenememek de ayrı kahır... Kimseyi arayıp haber vermek
istemiyordum. Yüzleşmesem değişir gibi... Eve getirmek istedim, ama insanlar
yıkanmadan görecek diye vazgeçtim. Hemen gelir miydi, herkes yoksa onunla
sabaha kadar kalır mıydım bilemedim. Morga aldık. Sonra en yakınların listesini
aradık hastanede. Yanıma dedemin çok yakın bir arkadaşı eşi ile ve benim erkek
kardeşim gelmişti.
Derken
bugün işte dedemizle hastaneden yola çıktık. Yolda nakil arabasını takip
ederken baş sağılığı için ilk olarak
İlhan Kesici aradı. Başsağlığı diledi. Buz gibi oldum yine. Konuşamadım. Parlamenterler
birliğinin duyurusundan haberi olmuş sanırım. Telefonumu yeni değiştirmiştim.
Yakın bir kaç arkadaşım hariç kimsede yoktu. Hastaneden buldular herhalde
dedim... İyi ki de çalmadı telefon çok. Her özel günümde, kızımın doğum günü
veya benzer günlerimde genelde yanımda olan dostlarım bir yerlerinden
katıldılar bu sürece. Defalarca sınadığım bu dostlarım bu sefer ya gelmezse
diye korkuyordum. Şimdi olmasalar kırılacaktım.
Dede
yıkandı, aldık camiye getirdik. Görünce sevindiklerim oldu. Evin
yakınlarındaydık. Bu iyiydi. Ama musallaya da yakıştıramadım dedemi. Bakamadım.
Herkes içerde ikindiyi kılarken cenaze namazı öncesi, kızdım onlara dedem
dışarıda kaldı diye. Sonra çıktılar. Arabalara bindik. Defin yerine...
Çekmeköy'e... indirdik tabutu arabadan... Tabutundan o çukurun içine
bırakıverdi iki erkek torunu. Ağabeyim ve kardeşim... Öylece gitti. Baktım
dayanamadım sonra.
Ama en
zoru bu işler bitip eve dönmekti. Hazırlıklar yetişmedi, yemeklerin bazıları az
geldi. Dün akşamdan bu akşama koşturdum, dedemi yerine güzelce teslim ettik;
ama misafirleri bu ilk akşam istediğim gibi ağırlayamamak kahretti bu sefer.
Yarın ki okumada diyenlere sitem ettim. Uzun oturanlar gitsin yakınlarla
kalalım istedim bir ara.
Ölüm
hak... Dedeciğin bedeni Çekmeköy'de.
İşte ben,
beni arayan, bulan, bulamayan, cenazemize omuz veren, Kuran okuyan herkese
teşekkür ediyorum.
Hiç duymadığım meşhur bir hoca geldi kabristana. Niyetliymiş. Un helvasından paketledim yanına verdim. Yanında genç hafızlar vardı. Geleceğin samimi gerçek din insanları. Dünyadan değil bu çocuklar. İnşallah hep temiz kalırlar... Allah onlardan razı olsun. Okudular.
Mahalle
camiimizin hocasından Allah razı olsun. Dedem ile bir hukuku vardı. Namazını da
o kıldırdı. Akşam evimizde Kuran'ı Kerimi de o okudu. Ama ben en çok dedeye
gusülhane de omuz veren o Türkiye bayraklı cenazenin sahiplerine teşekkür etmek
istedim. En çaresizken orada olan o yabancılara.
Namaza
teşrif eden herkesten Allah razı olsun. Gelip başın sağ olsun diyen herkesten.
Cami’den define kadar gelen tüm arkadaşlarından da... Ne kadar önemliymiş
oralarda birkaç kişi olması.
Şu an
evde her şey durmuş gibi. Kızım uyudu. Zaman donmuş gibi. Sadece bugün yanımda
olanlar gerçek. Başka her şey yalan. Gülümseyen beni anladığını ifade en
supervisora nasıl teşekkür etsem? Hastaneye çiçek göndererek mi? Ya o
doktor?... Pişkin demek istiyorum ona... Kızıyorum.
Dedemin
kuru temizleme yaptırılmış iki askıda gömleğ,i bir de çantası vardı.
Eşyaları... Hastaneden verdiler. Arabamdan indirmedim. Dolabıma asmak daha da
mazi yapar diye... Ne çok seviyormuşum aslında.
Çantaları ile kalakalmak ne
kötü. Hemen alt katında oturuyordum. Bir süredir uzaktaydı. Hastane eve uzaktı.
O yüzden bu ev batmıyor çok. Üst katta onun evinde ,Yalova'dan gelen kızı yani
halam var şu an. Babaannem yani eşi de hastanede yatıyor... Cenazeye çıkmamak
için ikna ettim onu. Ambulansla taşımayalım seni, sen onun yâdigârısın, bize
lazımsın dedim... Babam yurtdışında. Gelemedi...Zaten babası ile "babam ve
oğlum" filmindeki ilişki türevinde bir durumları vardı. Ben, annemin beni
38 yaşında dünyaya getirerek birer sene ara ile iki kardeş yapması ve en küçük
kardeşimin erken doğumu nedeni ile bir süreliğine 2,5 yaşında hayatlarına
girdiğim ve uzun süre kaldığım dedeciğimi bugün ebediyete uğurladım, yüzü
rahatlamış gibiydi. İnşallah kabirdeki bu ilk gecesi, bu perşembe gecesi iyi
geçer. Komşuları ile tanışmıştır bile belki kim bilir...
Kızımla
yapayalnız kalmış gibiyim... Ne garip. Daha birçok yakınım var oysa. Ama bu ilk
kaybım hayatta... Sevdiklerinizi ölmeden sevin emi?...
Serra Karaçam, 28.11.2013