“Kaybettiğimiz
değerler, kökümüzü kurutacak gibi görünüyor.”
İnsanlar
doğar ve ölür; doğum ve ölüm arasında geçen süreye hayat deniyor. Bireyden
aileye, aileden topluma, toplumdan devlete ve devletten uluslar arası ilişkilere
kadar her şey simetrik ya da asimetrik varlığıyla o hayatın içine dâhil olur. Hayat herkes için tek kişilik değildir ve bu
yüzden her şey hiçbir zaman bizzat kendisi tek başına kendisi değildir. Başlıktaki
dört isim; Abdulkadir Molla, Fethullah Gülen, Fehmi Koru ve Dan Hautz hayatın
içinden birileri. Yaşadıkları ve yaşattıkları ile kendilerinden dışarıya taşan
ve taştıkları yerlerden içeriye doğru bir şeyler taşıyan sayısız isimden bir
günün gündemine düşen isimlerden sadece dört tanesi…
Bu dört
isimden ilk ikisini artık dünya tanıyor, diğer ikisinin ise olgular ve olaylar
arasındaki ilişkileri kuran ve yorumlayan sesleri önemli… Çok fazla değil,
biraz, birazdan daha fazla biraz anlamak için bir araya getirdiğim bu dört
ismin hikâyelerinden sonra Avrupa parlamentosunda bugün oylanan ve muhafazakârlarla
Hıristiyan demokratların oyları ile reddedilen cinsel eğitim teklifinin içine
yedirilmiş ahlaksızlık eğitimini başlığa zincirledim.
Hep
birlikte ‘Sayısız Şapkalı Düşünme Tekniği’ni denemeliyiz. Meclisteki
küfürleşmeleri, içimizde barındıramadığımız Suriyeli kardeşlerimizi, iktidar-muktedir-vesayet
tartışmalarını, darbecilerin tek tek salıverilmeleri ile yargının güven
kaybetmesini, FED’in parasal genişleme ile dünyayı altüst ettiği zamanları,
dindarlığı, din düşmanlığını, CHP’nin ABD gezisini ve dini açıkça siyasete alet
edişini, Dershaneleri, Cemaat-Ak-Parti cedelleşmesini bir tarafa bırakamayız,
ama bunların hepsine birden başka türlü bakabiliriz.
Bir
türlü anlayamadığımız ‘Cemaat Kalkışması’nı, yine anlayamayabiliriz, ama cemaati
ve cemaatin ‘Hocaefendi’sini ilkelerle birlikte değerlendirebiliriz. 2010
referandumundan beri kasıtlı bir yıpratma politikası güden cemaati ‘Sakallı Çete’
diye lanse edilen kişilerin sırtından indirerek değerlendirebiliriz… Gülen’in
çevresine atfedilen olumsuzluklar zincirini, asıl sahibine raptedebiliriz
mesela.
Önce
günün haberini alalım. İki gün önce idam edilmesi kararlaştırılan ve bugün idam
edilen yaşlı bir adamdan bahsedeceğiz, bir müslümandan. Cemaati İslâmî Genel Sekreter Yardımcısı değil de Cizvit Tarikatı
misyoneri olsaydı asla dokunulmayacak olan bir yaşlı adam Abdulkadir Molla.
Anadolu Ajansı’nın haberi şöyle:
“Bangladeş'te
Cemaat-i İslami Partisi Genel Sekreter Yardımcısı Abdülkadir Molla idam edildi.Ülkenin
1971'de Pakistan'a karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi sırasında işlenen
suçların araştırılması için Bangladeş hükümeti tarafından 2010 yılında kurulan
Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılanan Molla, 344 silahsız sivilin
öldürülmesini azmettirmek dahil altı suçlamanın beşinden hüküm giyerek 5 Şubat
2013'te ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Bangladeş'in İslami değerleri savunan
en büyük partisi olan Cemaat-i İslami'nin genel sekreter yardımcılığını yürüten
Molla, suçlamaları reddetmiş ve hakkında verilen ömür boyu hapis cezasının
iptali için Temyiz Mahkemesi'ne başvurmuştu. Uluslararası Savaş Suçları
Mahkemesi'nin hükmünü onayan temyiz mahkemesi, 17 Eylül'de Molla'ya verilen
ömür boyu hapis cezasını idama çevirme kararı almıştı.
Cemaat-i
İslami, idam cezasının siyasi bir karar olduğunu belirterek, Molla'nın infazının
"korkunç sonuçlar" doğuracağı uyarısında bulunmuştu. BM İnsan Hakları
Yüksek Komiseri Pillay da Molla'nın idam cezasının uluslararası standartları
karşılamadığını ifade etmiş, yürütmenin durdurulması çağrısında bulunmuştu.
Abdulkadir
Molla, katillerden af dilemeyi reddederek şehâdete yürüdü. Allah rahmetini
esirgemesin. Ama geride kalan bizler, müslümanlar, yani insanlar bu utançtan
kurtulamayacağız. Diğer dinlerden insan kaldıysa, seslerini neden duyamadık,
onu da izah eden biri olmalı.
Biz
geride kalanlardan bazılarına , mesela Abdulkadir
Molla’nın yargılandığı ana sebeple yargılandığı için talebeleri tarafından yurt dışına çıkmaya zorlandığını söyleyen emekli imam,
vaiz ve yazar Fethulah Gülen’e bakalım. “Türkiye'de laik düzeni yıkarak, yerine şeriata dayalı bir
İslam Devleti kurmak için taraftarlarını dinî bir ayaklanmaya teşvik ettiği”
suçlamalarına maruz kalan Gülen 1999’dan beri, 28 Şubat’ın asıl organizatörü
olan ABD’de. Uzunca bir süredir de eski müttefiki Ak Parti ile şiddetli çatışma
hâlinde.
Asıl
sebepleri bilmiyoruz, ama bildiğimiz bir şey var Türkiye ve Müslümanlar kan
kaybediyor. Yazdık, söyledik; belki tesiri oldu, belki olmadı; ama geldiğimiz
yerde cemaat şapkasının altında ilkeler zincirinin kökünden koptuğunu
söyleyebiliriz. Müslümanlar ergenekonun, siyonizmin keyifle el çırptığı kadar
ayrıştılar bu süreçte.
Gülen, ‘cemaatten
geri adım’ diye nitelendirilen son video konuşmasında, 10 Aralık 2013 yayın
tarihli 398. Nağme’de daha önce yayınladığı 394. Nağme’de söylediklerini tevil
ediyordu. Dediklerini olduğu gibi aktaracağım. İlkelerin nasıl hoyratça harap edildiğini
herkes görsün.
Geri adımlı
398. Nağme’den:
“Bir
başka Hudeybiye teşbihi 2004-MGK’nın kararıyla alakalıydı: MGK-2004 kararıyla
ilgili Hudeybiye teşbihi yaparken, o arkadaşların askerlerle ve o günkü idarede
bulunan kimselerle beraber o meseleye imza atmalarını, şartlar ve konjonktürün
gereği olarak, tıpkı Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gaileyi
ucuz atlatma adına geriye adım atması gibi ele aldım. Hem de şu cümleyle dedim:
“Bazen geriye bir adım atmak, ileriye on adım atma değerindedir.” Mesele siyakı
ve sibakıyla ele alındığı zaman görülecektir ki, esasen orada imza atan
arkadaşları korumaya ve mazur görmeye matuf bir ifade tarzıydı o”.
Saldırı adımlı
394. Nağme’den:
“2004'te
de bir dayatma olmuş. Eğer daha sonra birileri tarafından "Ben kaç defa bu
mevzuda bakanları değiştirdim, bu işi yapın filan diye…" Sürç-ü lisan
kabilinden mi, sağlam mülahazaya alamama kabilinden mi, bu mesele böyle tekerrür edip durmasaydı.. o gün
alınan kararların bir sonucu olarak, bugün bu meselenin üzerine gelme duygusu
olmasaydı.. maşerî vicdanda böyle
algılanma olmasaydı.. Bütün maşerî vicdan meseleyi şimdi öyle algılıyor;
"Demek ki o zaman öyle karar verilmiş, sonra ardarda bunlar sürekli, o
mevzudaki vazifelileri değiştirerek hep bu işin üzerine gitmişler"
şeklinde.. Ama bunlar denmeseydi, hüsn-ü zannımın gereği şuydu: "Bu Mesele
konjonktüreldi. O günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin içinde değildik ki biz
o hadiseyi arka planıyla görelim, felsefesiyle değerlendirelim."
derdim.
394.
Nağmedeki sözlerin hiçbirinde “Mesele siyakı ve sibakıyla ele alındığı zaman
görülecektir ki, esasen orada imza atan arkadaşları korumaya ve mazur görmeye
matuf bir ifade tarzıydı o.” tevilinin karşılığı yok.
Te’vil’in
ikinci kısmına da bakalım, sonra hızla geçeceğiz.
Geri
adımlı 398. Nağme’den:
“Evet, o
sohbette “Kolum kanadım kırıldı!” da dedim; zira o imzadan sonra birileri, bazı
işgüzarlar, o meseleyi uygulayıp durmuşlar, fişler falan olmuş, devam etmiş.
Keşke orada Allah’ın izniyle makul atlatıldıktan sonra bu mesele devam
etmeseydi; duyduğumda “Kolum kanadım kırıldı!” dedim, bunu da başka türlü
anladılar. Bu Hudeybiye örneğinde, MGK’da “imza atanlar”ı, “müşrik” olarak
anlamak mümkün müdür? Peygamber kim orada? Oysa ki, orada onlara Peygamber yolunda hareket
ediyor gibi bir bakma vardı. Takdir edileceği yerde, yine bir kısım, kara
ruhlu, kara düşünceli, kara kalbli, karanlık yaşayan insanlar -keşke öyle
olmasaydı- ortada fitne dellalları, bu meseleyi bu şekilde işâa etmek (yaymak) suretiyle
toplumun değişik kesimlerini birbiriyle vuruşturma, karşı karşıya getirme gibi
bir gayretkeşlik içindeler.
‘Bir
kısım, kara ruhlu, kara düşünceli, kara kalbli, karanlık yaşayan insanlar, fitne
dellalları’ böyle zamanlarda nereye saklanırlar bilmiyorum, ama bence Gülen ve cemaat
bizzat kendisine ve Gülen’e bakmalı. Zira ‘Karşı Taraf’ta oluşan eleştiriler
bizzat Gülen’in ve cemaatin söz, davranış ve eylemlerinden kaynaklandı. Bunu
yalanlamaya kimsenin gücü yetmez. Bakalım.
Saldırı
Adımlı 394. Nağme’den:
"2004
MGK kararı hakkında hüsn-ü zan kolum kanadım kırıldı. Hüsn-ü zannımın gereği
şuydu: "Bu mesele konjonktüreldi. O günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin
içinde değildik ki biz o hadiseyi arka planıyla görelim, felsefesiyle
değerlendirelim." derdim. Devamı,
temadisi olmasaydı, meseleye öyle bakardım. Ama o mevzuyu te'yid eder mahiyette
beyanların verilmesiyle, öyle bir mesele karşısında, maşerî vicdan karşısında
da bana diyecek bir şey kalmıyor.”
Gülen’in,
Ak Parti’nin ‘Gülen’i ve Cemaati Bitirme Planı’na açıkça inandığı ve bu
minvalde saldırıya geçtiği net bir şekilde ortada… Te’vil götürecek tarafı
olmayan bir netlik bu.
Fehmi
Koru buna şahitlik eden bir isim olarak başlığa girdi. Gazeteciliğe cemaate ait
Zaman gazetesi’nde başlayan ve Zaman Gazetesi’ne kalite ve kimlik kazandıran
bir isim. Sonradan ayrıldığı yapıya hiçbir zaman negatif gözle bakmayan bir
isim. Şöyle diyor 12 Aralık 2013’teki yazısında:
“Fişlemeler?
Kadro tasfiyesi? Bu yoldaki iddialar, yayınlar hiç inandırıcı gelmiyor bana... Çok
basit bir sebepten: Hizmet Hareketi şimdi köküne kibrit suyu dökmeye azimli bir
cepheyle karşı karşıyaymış gibi davranmıyor... Öyle cephelerle geçmişte karşı
karşıya kaldığında belâyı ustaca savuşturmayla sonuçlanacak stratejiler
izlemişti; oysa şimdi sonunda mutlaka kazanacağı bir çatışmaya girmiş gibi
davranıyor... Yok edilmekten kurtulmak değil, sanki yok etmek amaçlanıyormuş gibi...
İçim içimi yiyorsa, sebebi, takdir ettiğim iki bloktan birinin bu sürecin
sonunda yok olacağını düşünmemdir... Hangisi yok olursa olsun, ben
eksileceğim... Ak Parti’nin Cemaat’i ve hizmetlerini bitirmek gibi bir niyeti
ve azmi olduğuna asla inanmam; fakat şimdiki kavganın Cemaat üzerindeki
etkisinin ‘öldürücü’ olacağını da düşünmeden edemiyorum. Kavgayı Cemaat adına
körükleyenler Cemaat’e iyilik yapmıyorlar...”
Burayı
da geçelim. Sonsuz Ark’ın 2012’den beri sürekli tekrarladığı “Esed’i
destekleyen ülkeler ABD, İsrail, AB, Rusya, İran ve Çin’dir” tezinin İsrail kısmını
kanıtlayan bir haber yayınlandı. ABD; Rusya, AB, Çin ve İran kısmı çoktan
kanıtlanmıştı.
İsrail
ordusu eski komutanı Dan Hautz, İsrail'in katil Esed'i desteklediğini itiraf etmişti : "Suriye'de İsrail Esed'i El Kaide'ye
tercih edecek, yönetime kimin geleceği belli olmadıkça da kimse Esed’i
değiştirmeyecek."
Af
dilemeyi ve itaat etmeyi reddettiği için idam edilen Abdulkadir Molla’ya, yargılandığı
için doğduğu toprakları terk ederek yargılanmasını isteyen asıl ülkeye, ABD’ye
yeşil kart alarak yerleşen Fethullah Gülen’e ve yorumcu iki isme baktıktan
sonra , Angola’da Ortaafrika Cumhuriyet’inde Arakan’da, bütün arap topraklarında,
Rusya’da, Avrupa’da, Amerika’da, Güney
Asya’nın tümünde, yani bütün dünyada kan kusturulan Müslümanlara bakalım ve
Avrupa Parlamentosu’na gidelim.
Alman DW
kanalının ‘Muhafazakarların Cinsel Eğitim Zaferi’ başlığı ile verdiği haber,
insan neslini kökünden kurutmayı ve yüksek batı medeniyetinde yayılan ahlaksızlığı
tabana yaymayı hedefleyen masonik yapının yeni bir adımının AP’de
engellenmesine içerleyen bir haberdi. Haberi ayrıntılarıyla okuyalım.
“Avrupa
Parlamentosu'nda cinsel eğitimle ilgili liberal önerilerin yer aldığı karar
tasarısının kabul edilmesi, Katolik grupların lobisi ve muhafazakar grupların
girişimleriyle engellendi. Avrupa
Parlamentosu Sosyal Demokrat Grup üyesi Portekizli parlamenter Edite Estrela
tarafından “üreme ve cinsel haklar” hakkında hazırlanan bir karar tasarısı,
aşırı Katolik grupların lobisi ve AP’deki Hrıstiyan Demokrat ve muhafazakar
grupların girişimleriyle gündemden düşürüldü. Portekizli raportörün 88 maddelik
karar tasarısı metni, genel kurulda 327 oya karşılık 334 oyla “Cinsel eğitim
AB’nin değil, üye devletlerin işidir” ibaresinin yer aldığı tek maddelik bir
karara dönüştürüldü. Oylamada 35 parlamenter de çekimser kaldı."
"Portekizli
raportör Estrela’nın cinsel eğitim ve kürtaj konularındaki önerileri popülizm
rüzgarlarının estiği Avrupa’da muhafazakarlara aşırı liberal geldi. Raporda,
öncelikli olarak AB genelinde cinsel eğitimin şu anda olduğu gibi sadece orta
dereceli değil, aynı zamanda ilkokullarda da –kız ve erkek çocukların beraber
olduğu bir ortamda- zorunlu hale getirilmesi önerilmekteydi. Ancak rapora karşı
çıkan muhafazakar çevreleri esas rahatsız eden unsur, cinsel eğitim derslerinde
sadece cinselliğin değil, aynı zamanda “duygusal ilişkinin”, cinsel ayrımcılık
ve önyargılarla mücadelenin, LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel)
haklarının, kürtaj hakkı önündeki tüm engellerin kaldırılmasının ve kadınların
cinsellikleriyle ilgili karar verme haklarının da öğretilmesine yönelik
öneriler oldu."
"Portekizli
raportör, tüm bunları önerirken, günümüzde cinsel eğitimin tüm AB ülkelerinde
“zorunlu” olduğunu belirtmekle birlikte, içerik ve kalite olarak değiştiğini,
bu alanda en kaliteli eğitimin Benelüks ve İskandinav ülkeleri ile Almanya ve
Fransa’da verildiğini de not ediyordu. AB’nin Doğu Avrupa ve Akdeniz’deki
üyelerinde ise cinsel eğitimin ya “eksik” ya da “neredeyse yok” olduğunun
altını çizmekteydi. Kürtaj konusuna gelince; AB üyesi 20 ülkede kürtajın “yasal
ve talep üzerine gerçekleştirildiğini”, 3 ülkede (İngiltere, Finlandiya,
Kıbrıs) “kısıtlayıcı nedenlerin geniş çerçevede yorumlandığını”, 3 ülkede ise
(İrlanda, Polonya, Lüksemburg) aynı kısıtlayıcı nedenlerin “dar çerçevede
yorumlandığını” ve bu nedenle bu ülkelerde hemen hiç kürtaj uygulanmadığını
kaydetmekteydi. Malta’nın kürtajı tamamen yasaklayan tek AB üyesi olduğu da bu
kapsamda bir kez daha hatırlatılmaktaydı."
"Tüm bu
öneri ve veriler AP genel kurulunda muhafazakarların sert tepkisine neden oldu.
Hristiyan Demokrat grubun büyük çoğunluğu, İngiliz muhafazakarlar ve bu iki
grubun arkasına takılan AB karşıtları ile aşırı sağcılar, cinsel eğitimle
ilgili liberal kararların çıkmaması için son yıllarda Avrupa genelinde yoğun
lobi faaliyeti yürüten Katolik kilisesinin de desteğiyle az bir farkla karar
metninin genel kuruldan geçmesine engel oldu. Oylama
öncesi AP kulislerinde edinilen bilgilere göre parlamento üyelerine karar
tasarısı aleyhinde oy kullanmaları için son birkaç günde 80 binden fazla
elektronik posta gönderilmişti. Hatta Alman Piskoposlar Konferansı Başkanı
Başpiskopos Robert Zollitsch, karar metnine karşı lobi yapmak için 15 gün önce
şahsen Brüksel’e gitmiş ve birçok AB yetkilisiyle görüşmüştü. Zollitsch,
oylamadan bir gün önce yaptığı yazılı açıklamada, karar tasarısını “sorunlu”
olarak tanımlayıp, “insan onuru, yaşam hakkı ve vicdan özgürlüğü gibi temel
hakları marjinalleştirdiğini” savunmuştu. Alman Başpiskopos, kürtajın “sözde
bir hak olarak yayılması” fikrini de eleştirmişti."
"Oylama
sonrası “sağcı grupların manipülasyon ve engellemelerini” eleştiren Sosyal
Demokrat Grup Başkanı Avusturyalı parlamenter Hannes Swoboda, AP’nin geçmişte
cinsel yaşam ve üremeyle ilgili hakları tanıdığını hatırlatıp, muhafazakarları
“kadınlar için yıllar süren tartışmalar sonunda elde edilmiş hakları çöpe
atmakla” suçladı. Liberal Grup Başkanı Guy Verhofstadt da muhafazakarların “hak
eşitliği ve kadınların özgürlüğü konusunu askıya aldıkları” görüşünü savundu.
Verhofstadt, gelecek yıl Avrupa Komisyonu’nun sağlık konuların sorumlu yeni
üyesini seçerken bu konuyu da gündeme getireceklerini söyledi."
"Raportör
Edite Estrela ise “Muhafazakarlar gerçek yüzlerini gösterdiler” ifadeleriyle
tepki gösterdi. Portekizli parlamenter, “Muhafazakarlar aşırı sağcılarla
güçlerini birleştirerek AB’nin temel ilkeleri olan insanlık onuru, özgürlük,
eşitlik ve ayrımcılıkla mücadeleye karşı yeni bir cephe açmış oldular”
ifadelerini kullandı.Estrela, raporundaki önerilerin sadece AB üyesi ülkeler
değil, AB adayı ülkeler için de geçerli olmasını istiyordu.”
Muhafazakarlar
‘AB’nin temel ilkeleri olan insanlık onuru, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılıkla
mücadeleye karşı yeni bir cephe mi açtılar, yoksa insanlık onurunu, özgürlüğü,
eşitlik ve ayrımcılıkla mücadele adı altında cinsel sapkınlıklara karşı
korumaya mı aldılar? İşte asıl soru bu. İlkokul düzeyine indirilen cinsel
sapkınlıkları normalleştirme girişimleri engellenenler, hangi özgürlük anlayışı
ile bir parlamento da o parlamento da temsil edilen ülkeleri ve insanlarını
aşağılayan ve baskı altına alan bir karar alabilirlerdi ki?
İlkeler,
şapkalar ve gerçek… maalesef hepsi apaçık ortadalar ve ahlak meselemizin en
önemli meselemiz olduğunu bağırarak söylüyorlar.
Kaybettiğimiz
değerler, kökümüzü kurutacak gibi görünüyor. Allah bizi birbirimizle savacak,
atalarımızı birbiriyle savdığı gibi…
Çocuklarımıza neler bırakıyoruz, haberimiz var mı?
Acaba hangimiz
ne kadar zâlimiz, bunu hiç düşünüyor muyuz?
Arif Şahin, 12.12.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 30