20 Aralık 2013 Cuma

SA504/SD85: 17 Aralık Operasyonu ve Tüsiad'ın Demokrasisi: Plütokrasi

"Küçük balıklar büyük balıklar içindir." 
İnsan Balığının Hâzin Öyküsü
TÜSİAD Basın Açıklaması, 20 Aralık. 2013 Cuma
"17 Aralık 2013 gününden bu yana gündemdeki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları vahim bir tablo ortaya koymaktadır. Bu iddialar yargı sürecinde ele alınırken, bu süreci gölgeleyecek eylem ve söylemlerden kaçınılması, yargı bağımsızlığına ve hukuk devleti ilkelerine bağlı kalınması gereklidir. Kimsenin kişilik hakkının zedelenmemesi, daha önce bazı büyük davalarda gözlenen ve kişilerin mağduriyetine yol açan hataların tekrarlanmaması ve tüm sürecin hukukun üstünlüğüne olan güvenimizi destekleyecek şekilde gerçekleşmesi beklentimizdir.''
Dürüstlük abidesi(!) TÜSİAD'ın rüşvet ve yolsuzluk operasyonu için yaptığı basın açıklaması hatırına yeniden...

Türkiye'de ve Dünya'da zenginlerin ekonomik, siyasî ve ahlakî davranış kalıplarının analizini yapmak, bunu bilimsel alanlarda işlemek, sentezlemek ve sonuçları yüksek/duyulabilir bir sesle paylaşmak; yani kısaca onları eleştirmek Yüce Yaratıcı'yı eleştirmekten daha zordur. Zenginler, Yaratıcı'nın aksine, kendilerini eleştiren münasebetsizlerin (!) hayat damarlarını acımasızca ve geciktirmeden hemen keserler. Bu yüksek risk dolayısıyla, eli kalem tutanların çoğu, konu zenginler olunca "karınlarından" konuşmayı tercih ederler. Duyulamayan sesler de, ancak zenginlerin diledikleri zaman diliminde ve köhnemiş bir haldeyken duyulabilir olurlar. Karl Marx'ın Das Kapital'i, yazıldığı 19. yüzyıldan 1989 yılına kadar yasak yayın olmaktan sırf bu sebeple kurtulamadı. Sosyalizm tarihsel bir "iflâs" yaşamasaydı; söz konusu bu kitap, kapitalist ülkelerin üniversitelerinde kullanılabilecek bir iktisat belgesi olma özelliğine ulaşamayacaktı.

Zenginlerin tarih öncesi devirlerden gelen "genetik özellikleri" eleştirilmeye açık değildir. İsa'dan sonra 7. yüzyılın başlarında zenginlere yönelik olarak ortaya çıkan yazılı/yazısız tarihteki tek "toleranssız eleştiri" varlığını İslam Peygamberi'ne borçludur. Zenginlerin büyük kıskacı olan "zekât" kurumu, aslında bir nevi onların eleştiri dozlarının sağaltılmasını/azaltılmasını sağlamayı da hedefliyordu-daha önce elçilerin namazla beraber getirdikleri ikinci önemli emir de yine zekattı, ama maalesef hiçbirinin bu emri halkına uzun süreli olarak uygulatması mümkün olmamıştı-;ancak inandıklarını söyleyen zenginlerden bir kısmı bu kurumun işlerliğini sürekli baltalamışlar ve eleştirilme katsayılarının artmasına neden olmuşlardır. Yani; zengin, gerçekte çatışma nedenlerini kendisi oluşturmuş, insanlığın sağlıklı ilişkiler örgüsüyle yaşayan toplumlarla süregitmesini engellemiştir.

Tarihsel süreç göstermektedir ki; zengin, sosyolojik, siyasî, dinî ve ekonomik çatışmaları başlatan kişidir, kurumdur. Zenginlik Nemrutlar ve Firavunlar kadar eski, Helenler kadar felsefî, Romalılar kadar medenî, Amerikalılar kadar vahşi tek şeydir. İşte bu sebeplerle zenginlerin eleştirilmesi "ihanet", eleştirenlerin hayat damarlarının kesilmesi "ceza, düzen" anlamına gelmektedir. Zengin-kendisine göre- daima terbiye edicidir, yönlendiricidir ve herkes için en iyiyi, en doğruyu, en güzeli veya en kötüyü bilendir, belirleyendir. Zengin yanılmaz, yanılmadığı için eleştirilemez, eleştirilemediği için yönetilemez. Aksi durumlarda gerekli olan tedbirleri alır ve bu tedbirlerin tümünü de mevcut yasal dayanaklarla güçlendirir ya da yasal dayanaklar mevcut eder. Herkes ona inanmak zorundadır. Her şeye rağmen planlanmamış gelişmelere karşı zengin reflekssiz değildir; kabuğuna çekilir ve gözler. Bu tutum onun egemen olması gerçeğiyle çelişmez. Toplamda zengin daima haklıdır ve güçlüdür.

Zenginler-ultra zenginler ayrımında ultra zenginler daima yüzlerce adım öndedir. Ancak zenginlik, malvarlığı düzleminde malvarlığının miktarıyla eşdeğer düşünceler/duygular ürettiği için pek ayrım gerektirmez. Sonuçta bu bağlamda "Tanrılık Kompleksi"ne kapılanlar sadece zenginlerdir.

Türkiye'nin Tanrılık Kompleksi'ne kapılan zenginleri de 576 kişilik üye sayısıyla "Tüsiad" çatısı altında toplanmışlardır. Tüsiad'ı ve Tüsiad'ın yaşadığı ülkedeki demokrasi anlayışını kendi çelişkileri üzerinden aşağıdaki analizde göreceğiz. Tüsiad varlık sebeplerini beyan ettiği bazı "masum" kriterlere dayandırır, Tanrılık Kompleksi'ne değil;

"Tüsiad, demokrasi ve insan hakları evrensel ilkelerine bağlı, girişim, inanç ve düşünce özgürlüklerine saygılı, yalnızca asli görevlerine odaklanmış etkin bir devletin var olduğu Türkiye'de, Atatürk'ün çağdaş uygarlık hedefine ve ilkelerine sadık toplumsal yapının gelişmesine ve demokratik sivil toplum ve laik hukuk devleti anlayışının yerleşmesine yardımcı olur."

Yukarıdaki cümle, Tüsiad'ın kendi cümlesidir ve gerçekleşmesine hiçbir zaman izin vermeyecekleri "demokrasi ve insan hakları evrensel ilkelerine bağlı, girişim, inanç ve düşünce özgürlüklerine saygılı, yalnızca asli görevlerine odaklanmış etkin bir devlet"ten bahsetmektedir. Tüsiad'ın, gerçekleşmeyeceğine emin olduğu bu devlette "Atatürk'ün çağdaş uygarlık hedefine ve ilkelerine sadık toplumsal yapının gelişmesine ve demokratik sivil toplum ve laik hukuk devleti anlayışının yerleşmesine" yardımcı olmayacağı da kesindir.

Çünkü; Tüsiad zenginlerinin tüm davranış mazilerinde, demokrasi ve insan hakları katli demek olan darbelere karşı geliştirdikleri bir tepkileri yoktur. Özellikle bu iki evrensel ilkeye aykırı tutumları desteklemiş veya bu tutumlara karşı tepkisiz kalmışlardır. İkinci olarak oluşturdukları siyasi, bürokratik ve gayri meşru ağlarla insanların "girişim" fırsatlarını ellerinden almışlardır/almaktadırlar; bunun için gerekli olan tüm kapitalist vahşeti sergilemekte asla tereddüt etmemişlerdir. Üçüncü olarak; ilk iki değerin yerleşmesini ve gelişmesini sağlayan özgür düşünceleri ellerindeki basın/yayın ve bilim adamları kanyonunda kontrol edip yok etmeye /boğmaya çalışarak engellemişler ve kendilerini sınırlayacak olan insanlığın özgün değerlerini hatırlatan inanç özgürlüklerini mümkün olduğu kadar sınırlamışlardır. Kendi tanımladıkları ve diledikleri gibi çerçevesini genişlettikleri ya da daralttıkları laiklik kumpasında "zorbalık" yapmaya devam etmişlerdir. Bugün, Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği batı medeniyeti ölçütlerinin kıyısına dahi varmayan bir laiklik konseptinde "din düşmanlığı" yapmaktan asla vazgeçmemişlerdir. Nihayetinde kadınların giyimleri üzerine temellendirdikleri çağdaşlık kangurusu, kesesinde bilimsel kaygıları olan üniversite öğrencilerini değil, eğitim haklarını kıyafetleri dolayısıyla kaybeden veya inandıkları gibi giyinememenin sancılarını yaşayan üniversite öğrencilerini taşımaktadır.

Yine kendi beyanlarına göre, demokrasi ve insan hakları'na nasıl baktıklarını ve baktıkları gibi davranıp davranmadıklarını inceleyelim;

"İnsan hakları ile demokrasi kavramları arasında koparılması mümkün olmayan bir bağ vardır. İnsan haklarının hukuk metinlerinde tanınmadığı ve güvence altına alınmadığı bir yönetim biçimi "demokratik" olarak nitelenemez. Bireylerin oluşturduğu toplumun siyasal örgütlenmesi olan devletin işlevi, bireyin haklarını kullanabileceği bir kamusal düzeni kurmaktır. Temel hak ve özgürlükler, özgürlüklerin asıl, sınırlamaların istisnâ olduğu bir anlayışla ele alınmalıdır. Mevzuatta ve kurumsal yapılanmada kişi dokunulmazlığı, özgürlüğü ve güvenliğini güçlendirecek düzenlemeler yapılmalıdır."

Tüsiad laikliği hukukî değerine zıt anlamda; dinlere saygılı değil, aksine dine-dinlere de değil, sadece İslam Dini'ne- müdahale eden bir yapıda konumlandırmıştır. Halen de bu konumlanmasına uygun olarak, demokratik bir sistemde, halk tarafından seçilen parlamenterlerin üniversite öğrencilerini özgürleştirici önerilerini laikliğe aykırı bulabilmek gibi "insanî onurdan uzak ve laikliğe aykırı" bir tavırla ve sert bildirilerle karşı çıkmaktadır. Aşağıdaki nezâketten nasip almamış ve Tüsiad'ın ilan edilen felsefesine aykırı olan uzun cümle de Tüsiad'a aittir ve Tüsad'ın gerçek demokrasi anlayışına -analize temel teşkil eden anlamda-çok net bir örnektir:

"Üniversitelerimizde türban sorununu çözme düşüncesiyle Anayasa ve yasa değişikliği başlatanlar içinde yer alan bir siyasi parti, eşitliği ve öğrenim hakkını savunma görüntüsü altında, gerçek amacının, Türkiye'nin, Atatürk'ün çağdaş medeniyet seviyesine erişme hedefinin gereği olan, batı normlarını esas alan demokratikleşme süreci ile ilişkisini kesmek olduğunu açıkça ortaya koymuştur...Türban gibi, bazı genç kızlarımız açısından gerçekten önemli ve toplum açısından da son derece hassas bir konunun bu tür amaçlara alet edilebilmesinin arkasındaki temel etken, gerekli güven ve uzlaşma ortamını oluşturmadan harekete geçilmiş olmasıdır."

Bu davranışlarında da çelişkileri açıkça görmek, Tüsiad zenginlerinin çıkarları doğrultusunda nelerden vazgeçebildiklerini "Özgürlüklerin istisnâ, sınırlamaların asıl olduğu" savını kendi tezlerine aykırı bir şekilde ileri sürmekte olduklarını da görmek/göstermek mümkündür. Sosyal bir kangren vak'âsına dönüşen başörtüsü konusunda çözüm üreten siyasi partileri, hedef saptırarak suçlamak ve küçük düşürmeye çalışmakla temelde karşı oldukları insanlık dışı bir formu dayatmaktadırlar. Bir derneğin, seçilmiş parlamenterlere ve bu parlamenterlerin bir arada bulundukları siyasi kurumlara, partilere karşı tutunduğu bu hükmedici, emredici, suçlayıcı ve yargılayıcı tavır,gerçekten demokratik anlamda yüz kızartıcıdır.

Konu, sadece "laik" Avusturya kadar kıyafet özgürlüğü sağlamaktır. Seçim beyannâmelerinde bu sorunu çözeceklerini vaat eden iki siyasî parti bu vaatlerinin gereklerini yerine getirmektedirler. Özgürlük adına yapılan anayasal çalışmalar, ilan ettiği felsefesine göre destek bulması gerekirken Tüsiad'a göre Türkiye'yi çağdışı olmaya götürmektedir. Oysa kendi kuruluş amaçlarına aykırı davranan Tüsiad'dır ve bu tavırlarıyla Türkiye'yi çağdaş dünya'dan ayıran tutumların sürmesini sağlamaya çalışmaktadır.

Tüsiad'ın engel olduğu/olmaya çalıştığı özgürlüklerin yanı sıra suçlanabileceği bir çok konudan bahsetmek mümkündür.Örneğin; toplumda ahlaki deformasyon sağlayan çalışmaların çoğundan Tüsiad üyesi olanlar sorumludur. Tüsiad'da farkında olduğu halde bu deformasyonu engelleyecek olan hiçbir tedbiri almış değildir; aksine söz konsu çalışmaları kurumsal olarak desteklemiştir. Anayasa'nın 58. maddesinde "Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır" şeklinde tek tek anlatılan sosyal hukuk devletinin gereklerinin yerine getirilmesinde kendisine ve üyelerine düşen sorumlulukların hiçbirinde aktif olmamıştır,tepki vermemiştir,öneri getirmemiştir. Zira sadece bu madde bile tek başına Tüsiad'ın çıkarlarına tamamen zıt şeyler içermektedir. Tüsiad, çalışmaları ve bildirileriyle bu özelliklere sahip bir devletin var olmasını engellemeye çalışmaktadır. Aşağıdaki beyan artık "tutarsız davranış modu"na dönüşen Tüsiad zihniyetidir:

"Tüsiad, bugüne kadar, ülke çıkarlarını öne çıkaran, laiklik ve demokrasiyi ayrılmaz bir bütün olarak gören, Türkiye'yi çağdaşlaşma yolundan ayırmaya çalışanlara karşı duran tutumunu açık sözlülükle ve kararlılıkla sürdürmüştür"

Türkiye'yi tarihinin en büyük soygununa mahkum eden 1991/2002 döneminde yaşananlar, Tüsiad üyelerinin marifetidir. Tüsiad kurumsal olarak, kendi üyelerinin sebep olduğu bu ahlaksızlığı/hırsızlığı izlememiş ve değerlendirmelerini "açık sözlülükle ve kararlılıkla" kamuoyuyla paylaşmamıştır. Tüsiad bu tutumuyla bu büyük soygunu "ülke çıkarlarına uygun ve Türkiye'nin çağdaşlaşmasının parçası" olarak algıladığını beyan etmiştir. İşte Tüsiad tam olarak budur.

Acaba Tüsiad neden kaygılanmaktadır? Yapılan analizden görüleceği üzere,gerçeğe aykırı beyanlarda bulunan bir Tüsiad vardır.Bu da şaşırtıcı değildir;Tüsiad genetik kodlarına uygun davranmaktadır.Tüsiad'ın ülke yönetimi üzerindeki baskısı, ekonomik gücünden kaynaklanmaktadır. Ancak kendi verilerine göre şu anda; "Tüsiad üyelerinin gerçekleştirdiği ithalat, toplam Türkiye ithalatının %22,9'unu; ihracat ise toplam Türkiye ihracatının %38,2'sini oluşturmaktadır" Bu gerçek, Türkiye'nin küçük ve orta ölçekli işletmelerinin Türkiye ekonomisini sırtlamaya başladığını ve Tüsiad'ın tekelinin kırıldığını göstermektedir. Oranlar sonraki yıllarda daha da düşecek ve Tüsiad yönetim üzerindeki "genetik gücünü" kaybetmeye başlayacaktır. Tüsiad kendi çıkarlarına uygun olmayan Hükümet planlarına karşıtlığını bu tarz "gayr-î ahlâkî" yöntemlerle ortaya koymaktadır. Sadece bu nedenle halkın seçtiği parlamenterlere ve onların bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ve o meclisten çıkan kararlara, kanunlara küçümseyerek ve saygısızca, demokratik ve laik hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan bir tavırla karşı çıkmaktadır.

Tüsiad'ın demokrasisi tarihin derinliklerine gömüldüğü varsayılan bir yönetim biçimini akla getiriyor; Plütokrasiyi. Tüsiad, kendisinden öncekiler gibi kendisi için uygun olamayanı konumlandığı yerde yok etmeye çalışarak,onun yerine kendisi için uygun olanı yerleştirmeyi hedeflemekte;bunu başaramadığı zaman da hırçınlaşmakta, saygısızca,vahşice davranmaktadır. Tüsiad'ın bu tutumu genetik bir mirastır ve değiştirilemez. Demokrasi ve hak kavramı,sadece zenginler söz konusuyken anlamlıdır. Diğer insanların bu tarz sorunlarının olması onları ilgilendirmemektedir; hatta diğer insanlar kendi varlıklarının devamı için vardırlar.

"Görüldüğü gibi bu bir insan balığı öyküsüdür ve büyük balıklar, Yaratıcı'nın küçük balıkları kendilerinin beslenmesi için yarattığını düşünürler; küçük balıklara hayat hakkı tanımazlar."




Seçkin Deniz, 01.02.2008, Sistematik Analizler 52


Seçkin Deniz Yazıları



Not: Plütokrasi, Zenginlerin Yönetimi demektir; aristokratlar sadece varlıklı oldukları için erdem ve liyakat açısından en iyi olduklarını düşünerek aristokrasileri plütokrasilere dönüştürmüşlerdir.

Seçkin Deniz Twitter Akışı