Kiziroğlu Mustafa Bey
-10-
Bodur
apar topar çağrılmasına kızmış, hele bir de Murat’ın konağına neredeyse zorla
getirilmiş olmasına hepten öfkelenmişti. Uzaktan da olsa o bir Şehreminoğulları
mensubuydu, Döngeller de hasmıydı. Bey’in kesin emri olduğunu Turab’tan
duymamış olsa Murat’ın kâhyasını düşünmeden atının ayakları altına alır,
ağızsız-dilsiz yaşadığı ine postalardı. Niye dayıoğlu Rıfat Bey kendisini
Murat’ın ayağına gönderirdi ki? Tebrik edilmesi, ödüllendirilmesi gerekirken bu
eza neyin nesiydi?
Bu
düşüncelerle Murat ağanın konağına vardı. Murat kapının önünde gayet güler
yüzle karşılamış, Bodur’un atının üzengisini tutan kahyasının elinden almış,
attan inmesine yardım etmişti.
“Hoş
geldin Hamza Ağa.. hoş geldin!” yarım ağızla “Hoş bulduk!” diye cevapladı
Hamza.
Ev
sahibi bütün içtenliğiyle Hamza’nın koluna girmiş, odasına kadar kol kola
yürümüşlerdi. Murat olup-bitenlerden ötürü Rıfat bey’in hiddetinin pek aşırı
olduğunu , “Tiz Hamza’yı bana getirin!” diye ünlenmesinden ürktüğünü, bir
tatsızlığa mahal vermemek için beyden ricacı olduğunu bu yüzden kendisini
konağına getirdiğini anlattı.
“Şeref Beyimizin eşkıyaca kaçırılmasından ötürü billah Bey’in gözü hiç bir şey görmez
olmuş Hamza ağam!” diyerek sözlerini bitirdi.
Hamza
bir süre şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Sanki nerede olduğunu ne olduğunu
anlamaya çalışır gibiydi. Bir karabasan içinde çırpınır gibi bir hali vardı.
Nasıl olur da Rıfat Bey kendisine bu sinsi adamı rehnuma seçerdi? Aklı
almıyordu. Hoş yapıp ettiklerinden sonra normal değil miydi? Hangi akılla bir
de tebrik olunmayı bekliyordu? Demek beyin gözü bir şey görmez olmuştu ha! Bu
apaçıktı! Gören gözü olsa Murat’ı kendine rehber edinir miydi? kendisine bu
sinsi adamı vezir seçer miydi?
“Gözü
gerçekten görmez olmuş.” diye iç geçirdi. Bir fısıltı halinde dudaklarından
döküldü.
Murat
anlamamış gibi,“Bir şey mi arzu ettin Hamza ağam?” dedi. Hamza dudaklarını
ısırıp başını yok anlamında salladı. Bütün azametini kaybetti, dik tuttuğu
omuzlarını saldı. Çökmüştü. Bitkin bir sesle Bey’le ne tedbir aldıklarını
sordu.
Murat
sanki beyin emriymiş gibi kendi kurduklarını anlattı. Üç gün sonra Cemalettin
Efendi ile Hamza kaldırdığı Kizir İmamı’nı yanına alarak Kizir komuna
gidecekler, Şeref Bey’le imamı takas edip döneceklerdi.
“Ben
niye gidiyormuşum..” diye hiddetle bağırdı. “Bir kapı kuluna katıp göndermek
daha evladır!”
Murat
boynunu bükmüştü:
“Haklısın Hamza ağam.. ben de senin dediğin
gibi dedim. Bey’e aman beyim Hamza Ağa’nın götürmesi yakışık almaz.. hem
bakarsın bir terslik olur.. izin verin ben gideyim.. beni istemezseniz başka
birini gönderelim.. ne olur ne olmaz!” dedim.. bey dinlemedi. Madem bu pisliği
başımıza o sardı. O temizleyecek. Hem eşkıyanın koştuğu şart bu imiş. Baktım
beyin geri adım atacağı yok, madem öyle ben de katılayım aralarına dedim. Ona
da razı gelmedi. Kadı efendi yanınızda olacakmış, daha ne olsun?”
Hamza
kâh oturuyor kâh ayağa kalkıp “Bakındı şu işe.. bakındı şu işe!” diye
tıslıyordu dişleri arasından.
“Gerekli
tedbirleri alacakmış, merak etmesin diye de tembihledi. Sarı Fuat’ta
adamlarıyla destek verecek.. beyin emri ile!”
“Ya sen Murat ağa!” dedi alay-kuşku karışımı
bir sesle..
Murat
imayı sezmiş belli etmedi:
“Elbet ben de adamlarımla birlikte pusuya
yatıp korumaya katılacağım.. bakarsın bu kez eşkıyanın işini orada bitiririz..
her işte bir hayır vardır derler.. kim bilir belki de hiç ummadığımız şey
olur.. eşkıya her zamanki gibi yiğitlik taslamaya kalkıp az kişi ile gelir biz
de orada bastırırız.. böylece aleyhimize olan şeyi lehimize çeviririz. Sen
gitmezlik yaparsan bu fırsat ta kaçar. Oysa umduğum gibi olursa.. Bey’in
gözünde yerin bir daha yücelir.. yanlış mı düşünürüm Hamza Ağa?”
“Yanlış
düşünmezsin..” dedi içinden “Sen yanlış düşünmezsin iblisin oğlu.. kim bile ne
tilkiler döner o çirkin başın içinde..”
Hamza
söylenenlere aklı yatmış gibi bir tavır takınıp, “Eh madem öyle.. öyle
yapacağız.. ben artık gideyim!” dedi Murat’ın yol göstermesini bekledi.
Murat
kurnaz kurnaz yüzüne baktı Hamza’nın.
“Benim
misafirim olacağınızı umuyordum Hamza Ağam.. hani Bey de öyle münasip gördü..”
Murat’ın
bakışları, dudaklarındaki müstehzi hal herşeyi açık ediyordu. “İmamı..” diye
kekeledi. Murat Hamza’nın koluna girdi “Size kalacağınız yeri göstereyim ağam..
imamı bizim kâhya alıp getirecek.. birkaç gün sonra da Cemalettin efendi ile
birlikte gideceksiniz!”
Öfkesinden,
korkudan zangır zangır titriyordu Hamza.. kolunu hızla çekip Murat’tan
uzaklaştı. Odadan dışarı çıktılar. Sofada alaybeyi ve iki yeni çeri ile karşı
karşıya geldiler.
Hamza
Murat’a bakıp, “Yani senin mahpusunum öyle mi?” dedi tükürürcesine. Murat
umursamaz bir şekilde “O nasıl söz ağam.. eşkıyaya yönelik tedbir.. Seni beyin
hışmından korumak için bütün bunlar!” dedi.
Bodur
Hamza iyiden iyiye yıkılmıştı. Kendisini diri diri ateşe atacaklardı. Tekmeyi
sırtına da bir Döngel vuruyordu. “Essah Rıfat Bey’in gözü kör olmuş!” dedi
acıklı bir sesle. Alaybeyi ’nin gözetiminde dizleri titreyerek kalacağı yere
doğru yürüdü.
Üç gün
sonra Kadı Cemalettin, Bodur Hamza ve Kizir Köyü imamı Kiziroğlu’nun
otağındaydılar. Bodur Hamza herhangi bir tedbirin olmayacağını anlamış,
tevekkülle boynunu bükmüştü. Canını yakan Rıfat Bey’in tavrı olmuştu. Araya
döngeli sokmasına gerek yoktu ki. Bey ona deseydi ki al imamı da var
Kiziroğlu’na teslim ol! Gıkını bile çıkarmadan emredileni yapardı. Bu sinsiliğe
ne gerek vardı? Döngelin sinsiliğine sığınmanın alemi neydi? Bu kadar mı kör
olmuştu.
Bodur
Hamza’yı küçük bir mağaraya kapamışlardı. Kiziroğlu bir süre kendisini süzmüş
sonra da “Götürün bu iti gözümün önünden” diye emretmişti. Kadı ile sarmaş
dolaş olduklarında gözlerine inanamamıştı. Bir kadı bir eşkıya ile musafaha
yapsın olacak şey mi? Kendi önünde hem de.. bu pervasızlığın tek bir açıklaması
vardı o da kendisinin buradan canlı çıkamayacağı idi. “Acep nasıl bir ölüm
düşündüler benim için!” diye geçirdi içinden. Dizleri tutmuyordu. Mağaranın duvarlarına
tutunarak yavaşça yere yığıldı. İnleyerek ağlamaya başladı.
Kadı
Cemalettin’i ev gibi döşenmiş bir alana aldı Kiziroğlu. Şehmuz ve Hüsam Dayı’dan
başka bir iki kişi daha yer sofrasına oturdular. Kiziroğlu yarasından ötürü
ağır hareket ediyordu. Ama kendini epey toparlamıştı. Konuşurken zorlanmıyordu
artık. Renginin sarılığı da kaybolmak üzereydi. Yanına oturttuğu Cemalettin Efendi’nin
dizine elini koydu:
“Sizi
buralara kadar yorduk kusura bakmayın Kadı efendi. Ama siz görüşmek
istemişsiniz.. o ite sizi yoldaş etmemizin asıl sebebi kimsenin kuşkulanmasına
yer vermeden sizinle rahat geniş bir görüşme yapmak içindi.. umarım kusurumuz
olmamıştır!” dedi.
Kadı,
Kiziroğlu’nun hiç de kendisine anlatıldığı gibi yol yordam bilmez kaba saba bir
eşkıya olmadığını görüyordu.. daha otuzunda ya var ya yoktu. Bakışları
sevecendi. Acımasız zalim değil tersine her halinden merhametli biri olduğu
açıktı. Ne Rıfat’ın bakışlarındaki kibir, ne Döngel’in sinsiliği ne de Bodur’un
vahşiliği vardı. Ezilmiş, yoksul bırakılmış horlanmış insanlara özgü öfke vardı
gözlerinde. Etrafına sevgi ile bakan, saygılı bir insan vardı karşısında.
Heybetli duruşunda insanı korkutan değil mest eden bir hava vardı. Mahmut
efendiyi öldüren kesinkes bu değildi. Düşmanları, yani Rıfat ve diğerleri bu
iftirayı ona atmışlardı. Bu apaçıktı.
Samimi
içten bir sesle:
“Ne
kusuru evladım.. benim için de iyi bir fırsat oldu.. seninle görüşmek olan
biteni bir de senin ağzından duymak, öğrenmek istiyordum. Beyler ağalar bir
çeşit söyler, esnaf bir çeşit ırgatlar, rençperler, köylüler başka bir çeşit
söyler.. hele Mahmut Efendi’nin katli.. yaşlı başlı dürüst bir insandı.
Kendisini tanımazdım, tanımadım ama dürüst adil biri olduğunu duyardım hep..”
Hüsam Dayı
hemen söze atıldı:
“Zaten
başını yiyen de dürüstlüğü adil oluşu yedi!” dedi.
Kadı,
Hüsam Dayı’ya baktı. “Ellisini çoktan devirmiş bu yaşlı adamın Kiziroğlu’nun
yanında ne işi var..” diye düşündü.
“Buralara
göre yaşlı sayılmaz mısınız?” dedi gülerek.
Kiziroğlu,
“Sen bir de onu kılıç sallarken gör.. hepimizi okutur Hüsam dayımız!” diye
cevapladı neşeyle. “Eğlenecek başka şeyiniz yok mu ağalar!” dedi yapmacık
öfkeli bir sesle. “Hüsam dayı ben işin aslını öğreneyim istiyorum.. işin aslı
nedir? Bir Kadı’nın kanıyla elini kirletenler bulunsun isterim. Bulunsun ve cezasını
çeksin!”
“Bu kişinin cezası nedir?” diye sordu
Kiziroğlu. “Herkese aynı mı olur o ceza?” diye ekledi Hüsam Dayı. Cemalettin Efendi
yerinde doğrulup ayaklarını dinlendirdi.
“Kimse
ayrıcalıklı değildir Hüsam Dayı.. hiç kimse. Cezasına gelince yapanın boynu
urulur, malı mülkü müsadere olunup soyu sopu da sürgün edilir.. yeter ki bu işi
yapanın yaptığı sabit olunsun!”
“Şehmuz!”
diye seslendi Kiziroğlu. “Hele şu ayyaşı getir bakalım Kadı Efendi’nin
huzuruna.. bize dediklerini kadı efendiye de söyler mi bakalım.”
Hüsam Dayı’nın
yanında oturan iri yarı dev cüsseli adam ayağa fırladı. “Emredersin ağam!” dedi,
mağaradan çıktı. Öylesine çevikti ki Şehmuz görmeyen o cüsse ile bu çevikliği
bağdaştıramazdı. Cemalettin efendi “Maşallah ayağına da pek hızlı..” dedi.
“Bizim
gibiler her bir şeylerinde hızlı olmalılar Kadı Efendi. Yoksa kurda-kuşa yem
olur.” cevabını verdi Hüsam Dayı.
“Ayyaş
dediğiniz Beyin oğlu mu?”
“Beli..
Beyin oğludur.. ayık gezdiği görülmemiştir. Ama zararsız biridir. Zalim
değildir babası gibi. Hatta merhametlidir bile denebilir.”
Kadı,
“Umarım fazla zorlamamışsınızdır!” deyince Kiziroğlu gülerek, “Hacet yoktu ki..
bülbül gibi şakımaya ihtiyacı varmış.. bizi görünce öyle hızlı öyle içten öttü
ki.. Allah vere sizin yanınızda da öte.. hoş ötmese de bir manası yok.. biz
dahi biliyorduk da yapanın bizzat bey olduğunu bilmiyorduk.”
“Ya subaşı?” diye sordu Cemalettin Efendi.
Kiziroğlu
başını salladı, “Ahmağın önde gideniydi.. önden gitti. Kaçmaya kalkmış.. gece..
yol bilmezsin iz bilmezsin.. yardan yuvarlanıp gitti. Oysa onu da ayyaşı da
serbest bırakacaktık.. ömrü vefa etmedi..”
Kadı
şüphe ile bakmıştı Kiziroğlu’na.
Kiziroğlu:
“Beni
bilen bilir Kadı efendi. Ben yalan nedir bilmem. Ne söylediysem o. Gelsin
ayyaşa sor.. o dahi doğrulayacaktır beni. Bize yardan düştüğü haberini veren de
kendisi. Gecenin bir vakti imdat imdat.. Macit düştü.. diye avaz avaz
bağırtısına koştuk.. yapacak bir şey yoktu.”
Kadı
omuzlarını silkti.
“Öyle
diyorsan öyledir Kiziroğlu.. sana inanmazlık etmiyorum. Ama bilirsin ağadan
daha ağa olan uşaklar vardır. Göze girmek için ağanın aklından bile geçmeyeni
yapar hem kendini hem ağayı zora sokar.”
“Yok
kadı efendi.. benim arkadaşlarımın benden bir farkı yoktur. Onların beni ağa
bellemesi kadirşinaslıktandır. Başkaca bir ağalığımız yoktur.”
Şeref
sallana sallana mağaradan içeri girdi. Hemen arkasından da Şehmuz geliyordu.
Başı önünde elleri bağlı oturanların karşısında durdu Şeref. Kadı’ya baktı.
Bakışlarında hiçbir değişiklik olmamıştı.
Kiziroğlu,
Şeref’e yer gösterip “Hele otur Beyoğlu..” dedi. Şeref gösterilen yere iki
büklüm oturdu. Başı önüne eğik öylece duruyordu.
“Bir
ihtiyacın var mı Bey oğlu..” diye sordu Kiziroğlu.
Şeref
başını kaldırmadan konuştu:
“Yoktur ağam.. sağ olsun arkadaşlar her bir
ihtiyacımı karşılamıştırlar.”
“İyi.. bak Sancaktan senin için itibarlı bir
ricacı gelmiştir.. evine götürecek!”
Şeref başını
kaldırdı, acıklı bakışları yalvarmaklı:
“Aman
ağam.. ocağına düştüm.. beni oraya, kurtların inine yollamayın.. ben burada her
bir işinizi görürüm. Söküklerinizi dikerim.. essah bak.. elimden bu işler
gelir. Bulaşığınızı neyinizi yıkarım.. siz bilirsiniz beni o çirkefe atmayın
bir daha!” dedi.
Kadı
şaşırmıştı.
“Ama
nasıl olur.. atan.. anan.. dört gözle seni beklerler..”
Şeref
şaşkın, “Öldüğümü söylersiniz.. subaşı gibi. Ben de onunla birlikte kaçarken
yardan yuvarlanmışım.. öyle deyin.. billah gitmem!”
“Subaşı
kaçmaya mı kalktı?”
“Beli..
ahmaklık etme dedim. Bir adım önümüz bile görünmüyordu. Beni de çekeledi. Ama
ben zaten kalmaya kararlıydım. Allah’tan uymadım. İki adım gitti gitmedi çığlıklarla
sarsıldı ortalık.. paldır küldür. Ne olup bittiğini anlayamadım. Sonra ağalara
seslendim. Meğer bulunduğumuz yer bir uçurum kenarı imiş.”
Kadı Subaşı’nın
ölümünün Kiziroğlu’nun anlattığı gibi olduğuna iyice kanaat getirmişti. Kiziroğlu’nun
haberi olmadan biri subaşını tutup uçurumdan fırlatmış olabilirdi. Bu ihtimali
aklının bir köşesinde tutmuştu. Şeref’in anlattıklarından sonra tamamen silip
attı o ihtimali.
“Peki.”
diye devam etti konuşmasına. “Mahmut Efendi’nin ölüm ile ilgili bir şeyler
biliyormuşsun diye duydum.”
“Beli..
bilmek ne gözümle gördüm. Babam olacak o vahşi Mahmut Efendi’yi bizim konakta
ahırın yanında göğsünden hançerledi. Subaşı dahi yanındaydı. Ben Piç
Serdarlaydım.”
“O kim?”
diye sordu Kadı.
“Bizim
seyis..” diye cevapladı utanarak Şeref. Onun odasından her şeyi gördük. O dahi
şahitlik yapar.”
“Niye
öldürdü baban Mahmut efendiyi.. bir fikrin var mı?” Şeref dudak büktü.
Omuzlarını kaldırdı.
“Valla
orasını bilemem.. ama dürüst bir insan babam denen o vahşinin yaptıklarına göz
yummazdı. Babam da her türlü pislik vardır. Eşraftan ileri gelenlerin
zulümlerine, talanlarına göz yumar hatta yardım eder. Mesela Sarı Fuat tutup kizir deresinin akar
yerini değiştirdi. Sel yaptı diye de yalan söyledi. Babam da bu yalanı essah
kabul etti. Ki yapılan edilenlerin hepsinden de haberi vardı. Kaç kez benim
yanında konuşup durdular. Payitahta göndermesi gereken vergileri çaldılar.. ne
bileyim.. daha neler neler.. Mahmut Efendi de bunları tespit edip payitahta
bildirmeye kalktı. Babam olacak o vahşi Mahmut efendinin yakasına yapışmış “bu
yalanları hangi yüzle payitahta bildirmeye kalkarsın.. peşiman ederim seni!”
diye bas bas bağırıyordu. Onların bağırtılarına Seyis Serdar idareyi söndürdü.
Pencere kenarına pusup olan-biteni seyrettik.”
Kadı
Cemalettin, “Peki böyle olduğuna şehadet eder misin?” diye sordu Şeref’e. Şeref
diz çöküp, “Her zaman her yerde kelam-ı kadim üzerine yemin ederim.. dediydim
ya Serdar dahi şehadet eder.”
“Mevzu
vuzuha kavuşmuştur!” dedi Kadı. “Bak Şeref oğlum sen bu çirkinliklere kızmış
öfkelenmişsin.. ama benimle Sancağa gelmelisin. Seyfiye’de baban aleyhine
şahitlik yapmalısın ki bu zulümler son bulsun! Babanın zulmü sürsün ister
misin?”
Şeref
başını hayır anlamında salladı. Kiziroğlu’na baktı.
“Başka
bir çaresi yok mu?” dedi yalvarmaklı.
“Yok”
dedi kadı. “Seyis’in şahitlik yapıp yapmayacağı belli değil. Bakarsın korkudan
yapmaz. Hem seyfiyede senin şahitliğin onunkinden daha muteberdir.”
“Ağam
sen ne dersin?” diye sordu Kiziroğlu’na.
Kiziroğlu,
“Kadı efendi doğru söyler be Beyoğlu!” diye cevapladı Şeref’i.
Şeref
boynunu büktü:
“Madem
öyledir.. benim de tuzum olsun bu pisliği temizlemede.” dedi.
Kadı,
Kiziroğlu’na dönerek sordu:
“Bu epey
bir zaman alır. Önce Seyfiyedekileri yanımıza çekeceğim. Bu hemen olmaz. Bir Bey’i
dava etmek zordur. Ama en kısa zamanda halledeceğim. Şeref’in de yardımıyla bu
işi oldu bil. Ve bize süre ver.. ağalarla elinden geldiğince dalaşma. Şu işi
hale yola koyalım.. sonra da ağalardan hesap sorarız.. ne dersin?”
Kiziroğlu,
Hüsam Dayıya, Şehmuz’a baktı. Tok bir sesle:
“Dediğin
gibi olsun Kadı Efendi. Ama bilesin ağalar rahat durmaz. İşte bodur itinin
yaptıklarını gördün.. Sarı Fuat dersen ha keza.. onlar benimle, köylü ile
rençperle esnafla uğraşmadıkça ben dahi onlara bulaşmam. Ama bir tek falso
görürsem intikamımız acı olur.. dava mava bilmem.. beklemem..”dedi.
“Ya
Bodur ne olacak? Onu da katacak mısın yanımıza?”
“Onu
gözden çıkardılar ki eli kolu bağlı bize teslim ettiler. O anamın katilidir.
Kısas yapılacak..” dedi Kiziroğlu.
Kadı
başını salladı:
“Haklısın..
benim önüme gelse be dahi kısas derim.. ama benimki mahkeme olur.. senin ki
dediğin gibi intikam olur.. gel inat etme Bodur’u da kat yanıma.”
Konuşurken
Şehmuz’un yumruklarını sıktığını gördü. İçlerinde bir Hüsam Dayı sakindi.
Kendisine hak verir bir hali vardı.
“Yanlış
mıyım Hüsam dayı?” dedi. Hüsam dayı başını salladı.
“Değilsin!”
dedi. “Değilsin.. ama razı olmasam da olması gereken Kiziroğlu’nun dediğidir.
Böyle olmalıdır. Böyle olacaktır. Say ki burada kuruldu mahkeme. Benim reyim de
kısastan yana. Kısastan yana ve fakat senin huzurunda. Gel burada kuralım
mahkemeyi.. seyfiyedekilerden daha adil olacağımıza şerefim üzerine yemin
ederim.”
Kadı
Hüsam Dayı’nın teklifine başını olmaz anlamında salladı.
“Olmaz
Hüsam Dayı.. mahkeme dağlarda kurulmaz.. biz yola çıkalım artık!” dedi,
mağaranın çıkışına doğru yürüdü. Şehmuz onlardan önce çıkıp atları hazırladı.
Kadı ve Şeref’i atlarına bindirip yola koyuldular.
Bodur
Hamza’yı kapattıkları mağaradan çıkarıp sürüye sürüye Kiziroğlu’nun karşısına
çıkardılar. Beti benzi atmış, perişan bir halde Kiziroğlu’nun ayakları dibinde
düşmüştü Bodur.
Çaresizlik
insanı pervasız yapar. Bodur da bütün perişanlığına rağmen pervasız küstah bir
tavır takınmış etrafındaki insanları küçümser bir eda ile gülüyordu. Dizleri
üzerinde doğruldu. Kendisine öfke ile tiksinti ile bakan Kiziroğlu’na soluk
soluğa:
“He
nihayet yüz yüze geldik be eşkıya.. artık kozumuzu paylaşabiliriz.” dedi.
Kiziroğlu’nun
sargılı kolu içine bir umut salmıştı. Belki de mertlik ayağına kendisiyle
vuruşmaya razı gelirdi. Gerçi yaşça kendisine denk değildiyse de tek kollu bir
adamı da -bu Kiziroğlu olsa bile- haklayacak güçteydi. Bu vehimlerle:
“Ne o Beyimiz
ben gibi bir yaşlıyla vuruşmayı göze alamıyor mu? Hani yiğitlik türkülerine
sarılan Kiziroğlu? Nerede.. söyle şu hırpani vahşi adamlarına versinler bir
kılıç vuruşalım.. seni haklasam bile beni yardan aşağı atabilirler.. ama gözüm
arkada gitmez!”dedi.
Kiziroğlu
haline acıyordu Bodur’un. Ölüm korkusunun aklını başından aldığı her halinden
belliydi. Şuursuzca sözlerdi söyledikleri.
“Bire
namert!” dedi Kiziroğlu “Sen kılıç tutabilir misin ki? Yanında çomarların yok..
karşında da kanayaklı yok.. özür dileyip af isteyeceğine hala köpeklik
edersin!” karşılığını verdi.
Bodur
daha bir diri duruyordu.
“Öyledir..
bak işte yanımda çomarlarım yok.. yalnızım.. karşımda da yiğit olduğu söylenen,
mertliği güya dillerde dolanan Kiziroğlu var.. eh.. hadi öyle ise.”
Kiziroğlu’nun
yarenleri öfke ile dolup taşmıştı. Hüsam dayı “Daha ne söyletirsiniz bu soysuzu
atın yardan aşağı olsun bitsin!” diye öfkeyle konuştu. Şehmuz Bodur’u bir
köpeğin ensesinden tutar gibi tutup kaldırdı. Bodurun ayakları yerden
kesilmişti. Korkmuş bir kedi gibi ciyakladı.
Kiziroğlu,
“Durun.. Şehmuz bırak o iti yere.. verin bakalım eline bir kılıç. Kılıç
tutabiliyor muymuş görelim!” diye haykırdı.
Hüsam Dayı,
Kiziroğluna baktı. Gözleri sargılı koluna baktı. Kiziroğlu kılıcı hep sağ
eliyle tutardı. Oysa şimdi.
Konuşmadan
başıyla “Olmaz!” dedi. Kiziroğlu gülmekle yetindi. Bodur’un eline boyu kadar
bir kılıç tutuşturdular. Kiziroğlu kılıcı sol eline aldı. Şöyle bir salladı.
Bodur’un karşısına dikildi. Bodur tir tir titriyordu. Var gücüyle hamle etti
Kiziroğlu’na.
Kiziroğlu
hafif yana yatıp kılıcını Bodur’un boynuna çaldı. Kellesi bir yana, bedeni bir
yana düştü. Her şey göz açıp kapayıncaya kadar olup bitmişti. Hüsam Dayı
diğerleri vuruşmanın bu kadar çabuk biteceğini düşünmemişlerdi. Hatta
çekinceleri bile vardı. Kiziroğlu namının hakkını vermişti.
“Kaldırın
şu pisliği dağımızı kirletmesin!” diye emir verdi. Şehmuz Bodur’un başını alıp
yara doğru yürürken iki kişi de bedenini taşıyordu. Dünya bir pislikten, bir
ahmaktan arınmıştı.
Puran Tilmiz, 27.12.2013, Sonsuz Ark,
Konuk Yazarlar