“İçinde
vicdanı da barındırması gereken ahlaksa, öyle değil tuhaf bir şekilde.”
Size bir
şeyler anlatmaya yine gücüm yetmeyecek belki. Belki her zaman olduğu gibi
gereğinden iki kat fazla bağırmam gerekecek beni duymanız için ve ben bu kez
lüzumundan yüz kat fazla bağırmam gerekse bile haykıracağım yüzünüze!
Ve siz
beni dinleyeceksiniz şimdi!
Siz ki
en fazla bir epigrafı sonuna kadar okumaya dayanabilir, bir reklam spotunu
tahammülle dinleyebilirsiniz ancak!
Ama
şimdi beni dinleyeceksiniz!
Sonradan
görmeliğin verdiği heyecan ve telaşı bir türlü üzerinizden atamamışsınızdır
çoğunuz; bir de kitsch eşyalarla dolu evlerinizde adını söyleyemediğiniz
yemekler yersiniz.
Hacı
yağından G.Armani'ye terfi etmeniz zor olmamıştır bilirim; ama şalvarı
çıkarmaya karar verdiğinizde giyindiğiniz Versace takımlar hep iğreti durdu
üzerinizde. Yetersizliğin dibini bulduğunuz sohbetlerde adı bir yerlerden
kulağınıza çalınmış Gandi'ye övgüler dizerken, o sıska, o çelimsiz ve dünyaya
meydan okuyan o dev adamın Sarisini ölene dek hiç üzerinden çıkarmadığını bilmek
hiçbir şey kazandırmadı size, tıpkı bildiğiniz ya da sahip olduğunuz şeylerin
değersiz ruhunuza hiç bir şey katmadığı gibi.
Mevsimler
sizin için o kadar da önemli değildir bunu da bilirim; yazın kavurucu sıcağı ve
kışın dondurucu soğuğu ultra lüks klimalarınızı ayarlayan parmaklarınızın
ucundadır nihayet...
Mevsimlerle
ilgili bilmediğiniz şeylerdense ben söz edeceğim size!
Mesela
yanınızda çalıştırdığınız bir kadının kendisine bir türlü zamanında
ödemediğiniz üç kuruş maaşıyla evde hasta bekleyen çocuğuna ulaşmak için, karda
kışta tipide dua ederek belediye otobüsü beklemesinin ne demek olduğunu
bilmezsiniz siz!
İşinden,
okulundan kovulmuş ve çalışmak için size sığınmış tesettürlü hanımlara asgari
ücretten başka zırnık koklatmayan fırsatçılarsınız siz!
Ya da
yazın otuz beş derece sıcakta üç kuruş dolmuş parasını boşuna harcamamak için
işyerinden evine nasıl yanarak gittiğini bilmezsiniz siz!
YANARAK,
anlıyor musunuz?
Ailenizden
bir kadının birkaç saat keyifle alış veriş yapıp yorulması sizin mesuliyet
sahanızdadır; buna hiç gelemezsiniz ama yanınızda çalıştırdığınız kadınların
sabah 7'den akşam 9'a kadar canı çıkarcasına hırpalanması sizin için hiçbir
mana ifade etmez. Görmezsiniz bile onları!
Ah! Ah!
Batıda bir Müslümanın ayağına batan dikenin doğudaki bir Müslüman'ın canını
acıtması ha?
Bunlar
en kolayından asr-ı saadete havale edilebilir veya ertelenebilir şeylerdir ne
de olsa değil mi?
Halet-i
ruhiyeniz ve küçük hesaplarla dolu küçücük beyinleriniz ayak oyunlarına müsait
bir mecradır ve tam da bu ayak oyunlarıdır kişiliğinize damgasını vuran!
Beyni
ile yüreği ile ayakta kalmasını bilen, direnen, sorgulayan ve emeğin ne demek
olduğunu cümle âleme ispat etmeye hazır, edeple mücehhez mütesettir bir kadını
işe almaktansa rıza temelini çarpıtarak "iyilikleri için" onların
evde oturmalarını telkin edersiniz gevezece.
O
kadınların da böylesi laçkalaşmış, değerleri alt üst olmuş ve bir o kadar
acımasız toplumda alın terleriyle helal para kazanma ihtiyaçları olabileceğine
aldırmadan!
Onların
yerine mesela, Helena Rubinstein müstahzarlarıyla üzerinizde sihirli bir
hâkimiyet kurmaya çalışan ciğeri beş para etmez paçavralara avuç dolusu paralar
ödersiniz!
Nedendir
bilinmez, seve seve katlanırsınız bu hâkimiyete...
Yalnızca
kadınlara karşı da değildir sizdeki bu karakter zafiyeti aslında; size ondan
daha fazla kazandıracağını söylerse birisi en yakın "dost"unuzun
kafasını koparmaya dünden hazırsınızdır hep.
Harcamayacaklarınız
ise hep sırtlarından geçindiğiniz; karın tokluğuna çalışan, parada pulda gözü
olmayan "bizim çocuklar"dır.
Sizin
kadar şahsıyetsiz olan patroniçelerinizin de sizden hiçbir farkı yoktur bu
konuda; onların da egolarını tatmin ve yetersizlik duygusuyla taktıkları vakko
eşarplarının arkasına saklanmış niteliksiz kafaları hiç yabancı değildir bana.
Sağda solda
dolaşırken cakayla İslam ahlakından bahsedersiniz gülünç olduğunuzu bilmeden.
Kapitalizmin
kurallarına göre üretip tüketirken hangi İslam ahlakı Allah aşkına?
Siz
ancak güç bela işe almaya razı olduğunuz bir insanı sosyal güvencenin adını
bile anmadan nasıl bedava çalıştırabilirimin hesabını yaparsınız şişman
parmaklarınızla!
Sizi
suçlamıyorum aslında yalnızca hastalığınızın tanısını koyuyorum hanımlar ve
beyler:
SİZ BİR
AVUÇ KORKAKSINIZ!
Evet,
siz bir avuç korkaksınız; gayretle ve alın teri ile aldığı ücreti hak etmeye
çalışan birini "tehlikeli" diye size jurnalleyen asalaklara kulak
verip, gerekçe bile göstermeden kapı dışarı edebilirsiniz.
Kim
bilir belki o anda makam odanızda, ısmarladığınız yağlı dürümleri
tıkınıyorsunuzdur ve dürüst bir insanın işten atılmasına tam da tıkınmaktan
nefessiz kaldığınız bir anda bir baş işaretiyle onay vermişsinizdir.
Ah
anlıyorum, yalakalar ve jurnalciler hep gereklidir sizlere; sizi siz yapan
iğrençlikler korkak ve kimliksiz bedenlerinizi sarmalıdır bir zırh gibi.
Cesaretinizi
ise bambaşka sahalarda kullanırsınız; Allah c.c rızası için başını örten, bu
yüzden hâlâ okula alınmayan, işinden atılan kadınlara ilk sizin parmaklarınız
sallanır.
Ama biz
de biraz ileri gitmişizdir değil mi? Oysa biraz boyun eğmeli insan ve köprüyü
geçene kadar ayıya...
Hayır,
beyler ve hanımlar! Ne hayvanları başka bir isimle çağıracağım ne de köprünün
başında inatla beklemekten vazgeçeceğim!
Orada
bekleyeceğim!
Köprünün
başında!
Köprüyü
geçerken yaptığınız hokkabazlıklara kahkahalarla güleceğim; eğlendireceksiniz
beni biliyor musunuz?
Ve tıpkı
zavallı yaşlı bir palyaçonun sirkten atılmamak için ümitsizlikle en sıkı
numaralarını yapıp yine de patronunu ikna edememesi nasıl mide bulantısına
benzer bir his uyandırırsa insanda öyle midem bulanacak sizden de; belki de
kusacağım suratlarınızın tam ortasına ve yüzleriniz yok olacak!
Ama bir
şeyi hep bileceğim;
Onlar,
yani Yazıcı Melekler,
Her an
yazacaklar yaptıklarımızı
Sağ
omzumuz ve sol omzumuza
Her an
ve her şeyi!
Bunu
unutmayacağım işte!
İğrenç
entrikalarınızı unutsam bile...
Ne
demiştiniz?
Sol
omzunuzda bir ağırlık mı var?
****
Bu
yazıyı bundan tam on iki yıl önce yazdım. On iki yıl önce yazdım ama
yazdıklarımın muhatapları çok daha güçlenerek var olmaya devam ettiler bu
yıllar boyunca.
İktidar
filan oldular mesela, yalnızca siyasi iktidardan bahsetmiyorum; bürokrasi,
basın, sanat vs. neredeyse bütün bu alanların hepsinde güçlü bir iktidar kurmuş
olan bir yığın korkak ve haysiyetsiz iğrenç numaralarını sergilemeye devam
ediyor on yıllardır ne yazık ki.
Vicdan
mı? Hak getire!
Paradoks
gibi gözükse de hem şikayetçisi hem destekçisi olduğumuz ve dibine kadar
gömüldüğümüz kapitalist sistem içinde satın alınabilir, takas edilebilir bir
meta, mal cümlesinden olmadığı için sıfır değere sahip vicdan.
İçinde
vicdanı da barındırması gereken ahlaksa, öyle değil tuhaf bir şekilde.
Onun
“sözde” bir değeri var hâlâ. Öyle bir değer ki bu, içimden keşke hiç olmasa
demek geliyor.
Hayatın
bütün dilimlerinde aynı şekliyle olması gereken ahlak “iş ahlakı” “evlilik
ahlakı” cart ahlak, curt ahlak diye bölük pörçük edilerek vicdan aklanmasına
katkıda bulunan bir mal, bir meta adeta…
Öyle
olunca da alıcısı da çok satıcısı da…
“Adalet için” oluk oluk kan akıtırken
kedisinin başını okşayan, kendinden olanı ölümü pahasına koruyan The
Godfather’ın Don Carleone’si de son derece ahlaklı bir adamdır bu manada
mesela. “İş ve evlilik ahlakı” vardır adamda…
En yakın
kız arkadaşlarımdan biri çalıştığı iş yerinde asgari ücretten bir gıdım fazla
maaşla çalışıyor. Kafası çalışan, yaptığı her işe emek veren, çalışkan ve
vicdanlı biri.
Patronunu
tanıyorum, “ahlak” üzerine sabahlara kadar size diskur çekebilecek ama
kendisinde ahlakın zerresi bulunmayan bir adam!
Ve ne
yazık ki bu ahlaksızlığa maruz kalan yalnızca kız arkadaşım değil. Örnekler
sayısız.
Vicdan
zaten yok bu tayfada, birazcık vicdanları olsa ahlakı ağızlarına pelesenk
ederek, işlerine gelmeyeni bir tekmeyle yol vermezlerdi.
Berbat
püriten ahlakın bile onların ahlak anlayışı karşısında lüks kaldığı;
kaşarlandıkça hissiyatsızlaşan fahişelerden farkları kalmayan bu adamlar,
pragmatizmin göbeğinde göbek büyüterek vicdansız bir işgal hareketinin özneleri
oldular şimdi.
Bu
vicdansız işgal hareketi içinde, sizden istenilen işi, ağzınızı zinhar açmadan,
el pençe divan durarak yaparsanız en iyi sizsiniz; en iyi “abla”, en iyi
“ağabey”, en iyi “kardeş” hepsi sizsiniz.
Şöyle
ucundan bucağından paranın “pa”sını telaffuz etmeye kalkarsanız her şey oraya
kadardır. Orada bitersiniz!
Ama
“fisebilillah” çalışmak diye de bir şey vardır değil mi? ama size de abla, abi,
kardeş demişlerdir; bu yaptığınız olmuş mudur şimdi!
Yesinler
sizin ahlakınızı!
Bir de
sizin tek iş bulma ümidiniz olan bir alanda adınızı “bu var ya bu çok paragözdür”e
çıkarırlarsa yandınız demektir.
Bu
haysiyetsiz mahlûklara kalkıp da “sen bu işi fisebilillah” mı yapıyorsun ki
benden bunu istiyorsun?” deme cüretini gösterenler derhal damgalanır.
Siz
artık “biz” den değilsinizdir o dakikadan sonra. Köpek gibi de çemkirebilirler!
Dikkat!
Amerikan
pragmatizminin ve ucuzluğunun gölgesinde eğleşen bu güruh müthiş birer
taklitçidir aynı zamanda. “Müslüman”
taklidi yapmayı çok iyi becerirler mesela; sanatçı, politikacı, bürokrat,
teknokrat taklitleri de fena değildir hani...
Ha bir
de, Swarovski taşlı yatak örtüsüne hizmetçisinin terliği değdiği için,
milyarlık yatak örtüsünü çöpe atıp, hizmetçisini de işten kovan “dindar kadın”
taklidi yapanlar bulunur bunların arasında.
Kadını
da, erkeği de birbirinden farksızdır velhasıl kelam…
Alev
Alatlı’nın tabiriyle “karşılıklı hayranlık cemiyeti” kurup birbirlerini takdis
etmeye bayılır içimi fena halde acıtan bu güruh.
Sormadan
edemiyorum şimdi; bize kim ne zaman kakaladı bu mahlûkatı?
Bu kadar
"paylaşımcı" hissedar, bu kadar "cömert" iş adamı, bu kadar
"becerikli" programcı bu
kadar, "yetenekli" sanatçı yurdumun hangi dehlizlerinde gizleniyordu
da iktidarla birlikte bir anda saklandıkları yerden çıkıp, kırk başlı yılan
gibi işgal ettiler her yanı? Ne zaman? Nasıl?
Bu
adamlar var ya bu adamlar, bir şeyi unutuyor!
Rızık
Verenin Allah olduğunu, Allah’ın el Rezzak Adı ile rızkın kefili olduğunu
unutuyor bu adamlar.
Varsın
unutsunlar!
Gün
gelir Semadan yükselen bir "Sayha" hatırlatır hepimize her şeyin
aslını!
Başka ne
deyim!
*******
Not: Bioenerji tedavimin
gidişatından bahsedecektim ama hiç içimden gelmedi.
İşgal
hareketi içerisinde bin türlü haksızlığa maruz kalan biri olarak bunları yazmak
istedim sadece.
Çok
şükür ki hesap günü var! Adaletli ve Aziz Olan Allah’a hamd olsun. Ve affetsin
bizi yanıldığımız her bir şey için.
*******
Şüphesiz
her şeyin en doğrusunu bilen Allah’tır!
Neşe Kutlutaş, 27. 12. 2013, Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi, 11.10. 2012)