“Şantaj altında çalışamayız!”
"Bu küresel bir sûikasttir!"
Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan, 04.01.2014, Dolmabahçe
İnsan
aklı elindekine bakar, elindekini evirir, çevirir yorumlar; elindekinden daha
uzaktakini de lazım olunca gider alır ve irdeler. Fakat insan aklının en büyük
zaafı, daha uzaktakinin ne zaman lazım
olduğunu kararlaştırmakta tereddüt etmesidir. İnsan da bunu çok iyi bilir ve sürekli gündemi elinde tutmak ister; evirecek, çevirecek ve yorumlayacaktır. Gündemi takip eden bizlerin telaşı da bundan
ileri geliyor, biraz da an itibarı ile olabilecek her şeye karşı pozisyon alma
zorunluluğumuz var; taraf mıyız, değil miyiz? Tarafsak neyin tarafıyız, taraf değilsek taraf olmak ne demektir, falan…
Taraf
olmak, nasıl bir şey; pek bilmiyorum galiba. Bir şey yanlışsa ona yanlış demek
taraf olmak mıdır? Ya da bir şey doğruysa ona doğru demek? Körü körüne yanlışa
doğru, doğruya yanlış demek ahmakların
işidir; zira en yakın vakitte bu taraf çektirisi, kendisini taşıyanları
suya gömer. Şu an onu yaşıyoruz. Cemaat, yanlışlara doğru dediği için bindiği Fethullah
Gülen çektirisi ile birlikte suya gömülüyor.
Taraflı
tarafsız herkesin şu anda hiç kuşku duymadığı bir şey var. Devlet içinde
Gülen’e bağlı bir yapı var ve bu yapı devlete hükmeden Hükümete ve Erdoğan’a
karşı bir darbe girişiminde bulundu. Daha açık ifade ile halktan aldığı yetkiyi
Gülen’le paylaşmayan Erdoğan, her türlü yasa dışı işbirliği ile alaşağı edilmek
istendi. Erdoğan da bu yapıyı hızla tasfiye etmeye kararlı. Ocak 2014’ün ilk
günlerine gelmeden Emniyetteki acil tasfiyeler yapılmıştı bile.
Cemaat
yazarlarından Adem Yavuz Arslan’ın 3 Ocak tarihli tweetlerine göre Maliye Bakanlığında da her gün 3-5 tasfiye sürüyor. “Tasfiyeler sürüyor. Ankara Emniyet
İstihbarat'tan son 12 kişi de kızağa alındı. Böylece 17 Aralık öncesi kimse
kalmadı. PKK ya bakan birim de dağıtıldı. / Bir arkadaşa rastladım,.'Her gün
mesai saati bitiminde bugün kimler yollanacak diye bekliyoruz.3'er 5'er tasfiye
ediliyoruz' dedi. Yıl 2013./Tasfiyeler hız kesmiyor bile. Bugün maliye bürokrasisinde
kimler fişlenmişse hepsi görevden alındı. Başkentte gün boyu bu konuşuldu.”
Bugün
Gazetesi yazarı Adem Yavuz Arslan, Twitter’da“Cumhurbaşkanı konuşsun, konuşsun!"
diye tempo tutanlar Cumhurbaşkanı "Devlet içinde devlet olmaz!"
deyince, şimdi "Cumhurbaşkanı ne dedi" diye sulandırmaya çalışıyor.”
diyen Sabah Gazetesi yazarı Meryem Gayberi’ye soruyor: “Devlet
içinde devlet olmaz; orada herkes hem fikir. Sorun şu: Kimi hangi hakla
fişleyip hangi kanunla tasfiye ediyorsunuz ? Kendimizi kandırmayalım. Şu an
yapılan şey cadı avıdır. Tasfiyelerin tek kriteri Camiadan olmak. Fişlemeler
zaten hazırmış.”
Adem Yavuz
Arslan, cemaatin bürokrasiden tasfiye edildiğini iddia eden geçmiş zaman
söylemlerini unutmuşa benziyor, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Genel Başkanı
Mustafa Yeşil’e göre Erdoğan 2011’den beri cemaate takmış durumda. Elbette
Mustafa Yeşil bunu böyle söylemiyor. “Hizmet, AK Parti’nin 2002-2011 arasındaki
her tür demokratikleşme hamlesini açıkça desteklemiştir. Ancak, Sayın
Erdoğan’ın ve partisinin yönetiminde, eylemlerinde ve eylemsizliklerinde 2011
genel seçimlerinden bu yana ciddi bir farklılık oluştuğu açıktır.”
Ama
ne hikmetse 2011’den beri cemaate takan ve cemaat mensuplarını tasfiye ettiği
iddia edilen Erdoğan, iki yıl sonra 2013 Aralık ayında cemaatin emniyet ve
yargıdaki mensupları tarafından alaşağı edilmek istendi. 25 Aralık’ta yapılmak
istenen büyük iş adamaları operasyonu da durduruldu; ancak 3. Köprü ve 3.
Havalimanı ihalelerini alan firmaların mal varlıklarına koyulan tedbir kararı
hâlen yürürlükte. Ayrıca başka bir operasyonun etkileri sürüyor. 1 Ocak
Çarşamba günü Suriye’deki Türkmenlere yardım malzemesi götüren Mit görevlilerinin
eskortluk ettiği tırı basına ihbar eden de bir polis.
Cumhurbaşkanı
ve İçişleri Bakanınca ‘yardım malzemesi’
olarak tanımlanan tır içeriği, belli ki bir devlet sırrı ve bu sır Cemaat
medyası (Bugün, Zaman) ile Radikal gazetesi tarafından BM’ye sınırlarda
kontrolün eksiksiz yapılmasına temas eden açıklama yaptırttı. Birkaç gün önce
de Esed, sırf bu sebeple Türkiye’yi BM’ye şikayet etmişti. Türkiye, güya
muhaliflere silah yardımı yapıyordu. Tezgahın dip taraflarında çalışan birkaç
Today’s Zaman yazarı da, El Kaide’ye destek veren iş adamlarına operasyon
yapılmasına mani olundu, diye İngilizce tweetler yazıyorlardı. Hedefte Erdoğan
vardı. El Kaide ile işbirliği yapıyor
diyerek etiketlenmek istenen bir
başbakan. Bu utanç verici eşleşmenin yerli mimarları cemaattendi, yabancı
mimarları da WSJ’de, Washington Post’ta, Financial Times’da , Economist’de, Bild’de,
BBC’de üstlenen neoconlar.
Aklımız,
uzaktakileri alıp gelsin ve irdelesin, olmaz mı? Tembellik etmeyelim, dürüst
olalım; kim yalan söylüyor? Mit Müsteşarına yapılan 7 Şubat Operasyonu’ndan
sonra yapılan tasfiyeler var mı , yok mu bilmiyorum, ama Fethullah Gülen’in hem
Kürt Sorununda hem de İran ve Suriye politikalarında Erdoğan’a karşı ‘cephe’
anlayışı ile hareket ettiği kendi beyanları ile
sabit. Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ın İsrail ve neoconlar tarafından
kendilerine bilgi aktarmadığı için ‘istenmeyen adam’ ilan edildiğini bilmeyen
hiç kimse yok. Ve işin en korkunç olanı da şu; cemaat Fidan’ı tutuklamak
istedi. Belge arayan varsa Zaman
Gazetesi’nden Hüseyin Gülerce ve Ekrem Dumanlı’nın ilgili yazıları cemaatin bu
işten sorumlu olduğunun belgesidir, onlara bakabilirler. Bir cemaatin böyle
işlerle ne ilgisi olabilir ki? Bu paralel bir yapılanma değilse, nedir?
Başbakan
Erdoğan bugün, 4 Ocak 2014 cumartesi günü basın mensuplarıyla bir toplantı
yaptı. Erdoğan: "Zanlılara, 'Efendilerinizin bundan haberi var.
Efendileriniz gelsin sizi kurtarsın!' denir mi?" diyerek Savcı’nın
yaptıklarını eleştirdi. Bunun bir yolsuzluk operasyonu değil, hükümete ve
ülkeye yönelik bir suikast olduğunu söyledi. Sonra bir mektuptan bahsetti;
ıslak imzalı bir mektup… 21 Aralık tarihine endekslenen, Cumhurbaşkanı Gül’e
gönderilen ve Başbakan Erdoğan’ında mutlaka görmesi istenen mektubun yazarının
bizzat Fethullah Gülen olduğu ortaya çıktı.
Muhtevasından bir kısmının herkül org’da
yayınlandığını gördüğümüz mektubun sunuşunda, “O günlerde sayın
Cumhurbaşkanımızın da tartışmaların büyümemesi ve milletimizin huzuru adına
farklı kesimlerle görüşmeler yaptığı, binaenaleyh muhterem Hocamıza da bir elçi
gönderip kendi düşüncelerini aktarmak ve buranın mülahazalarını öğrenmek
istediği iletildi.21
Aralık’ta gelip Hocaefendi’yle görüşen ve onun değerlendirmelerini not eden
misafirimiz, yazılı bir metinle dönmenin çok daha faydalı olacağını söyleyince,
muhterem Hocamız, medyada sözü edilen o mektubu yazıp verdi. Daha misafirin
gelişi teklif edilirken “Bu ziyaretten mutlaka Başbakanımızın da haberi olsa!”
dileğini ifade eden Hocaefendi, mektupta muhtevanın Başbakan’la paylaşılması
arzusunu da dile getirdi. İhtimal bu iki hususla da gizli saklı bir iş
yapılmadığı nazara veriliyordu." deniyor ve devamla mektubun içeriğinden birkaç kısım paylaşılıyordu:
“Kendisinin,
devletin kanun çerçevesinde yürüyen işleyişi hususunda emir verme, müdahale
etme ya da memurları bir noktaya sevk etme konumunda asla bulunmadığını; Bununla
birlikte, sohbetlerinde tansiyonun düşürülmesi adına dost, muhip ve sevenlerine
itidal tavsiye edeceğini; özellikle bir kesim medya kuruluşlarında kara
propaganda sayılabilecek yayınların sona ermesini arzuladığını; bu konuda
kendisinin elinden geleni yapacağını; Cumhurbaşkanımızın da ciddi etkili
adımlar atacağına ve samimi gayretlerle yeniden akl-ı selime dönüşün
sağlanacağına inandığını; Kanunların belirlediği vazifeleri yine kanunlar
çerçevesinde yerine getiren memurînin sırf belli bir yere nispet edilerek
engellenmesini ve hatta süreçle hiçbir ilgisi olmadığı halde yine aynı nispete
dayandırılarak tasfiyelerin (daha doğrusu kıyımların) yapılmasını üzüntüyle
izlediğini; Devlet memurlarının üzerlerine gidip onları vazifelerini yapmaktan
men etme ve masum vatan evladını sadece belli bir yere nispet ederek
tasfiyeye/kıyıma tabi tutma konusunda kendisi ve sevenleri sussa bile maşeri
vicdanın susmayacağını;"
Ve daha
birçok şeyi söyleyen bir mektup okumuştu, 3 Ocak Cuma akşamı Habertürk’te
konuşan Cumhurbaşkanı Gül. 30 Aralık’ta yayınlanan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın
zehir zemberek açıklaması da o mektuptan sonra yayınlanmıştı. Fethullah Gülen’in
mektubunda ifade ettiği organik olmayan ilişki, organik bir şekilde dizayn edilen
bir ilişkiler zincirini ortaya koyuyordu. Fethullah Gülen, Gazeteciler ve
Yazarlar Vakfı, Zaman ve Bugün gazeteleri ile Samanyolu TV Grubu ve
Bugün-Kanaltürk televizyonları organik bir ilişki içerisindeydi. Aynı organik
ilişki şu an tasfiye edildiği iddia edilen
bürokratlar için de geçerliydi. Çünkü yönetim organizması
açıklamalarıyla bu tasfiye sürecine karşı çıkıyordu. Herkes kendi elemanını
koruyor ve bu hususta en sert söylemleri piyasaya sürmekten çekinmiyordu. Hatta
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil yayınladığı son metinde
Hükümeti açıkça sokak olayları ve gösterilerle tehdit ediyordu:
“Yasalar
çerçevesinde yapılan, şiddete başvurmayan barışçıl sokak eylemleri demokratik
bir haktır. Ancak Hükümetin, Yargıya bile tahammül edemez bir görüntü verdiği
ve her gün üst üste çok gergin ve kutuplaştırıcı açıklamalar yaptığı
bugünlerde, barışçıl ve haklı da olsa, bu tarz sokak eylemlerinin bir takım
provokasyonlara sebebiyet verebileceği endişesini taşımaktayız.Açıkçası,
eylemlerin ülkemizi kaotik bir ortama sürüklemesinden kaygı duyuyoruz.
Yolsuzluğun protesto edilmesi için ortaya çıkmış barışçıl protestoların sabote
edilmesinin yolsuzluk gündeminin değişmesine sebebiyet verebilme ihtimali,
amaçlananın tam tersi bir sonuç verecektir. Bu çerçevede, Gezi olaylarında da
ifade ettiğimiz üzere, Hükümeti basiretli ve serinkanlı yönetime ve protesto
eylemlerinde bulunanlar da dâhil olmak üzere 76 milyonun Hükümeti olarak
davranmaya, aynı şekilde eylemcileri de barışçıl yöntemler ile sınırlı kalmaya
davet ediyoruz.”
“Demokratik
bir ülkede paralel devlet kabul edilemez. Varsa böyle bir yapı hükümetin bunu
delilleri ile ortaya koyması gerekir.” diyerek cemaate istisnâî bir hareket alanı açan Mustafa Yeşil, “… herkesi ajanlıkla suçlamak
ülkeyi içinden çıkılmaz bir cinnet haline sürükleyecektir” diyor ve geçmişe doğru
bir yolculuğa çıkarıyordu herkesi, hem de nasıl bir yolculuk, bir ABD ya da AB veya
müstemleke komiseri gibi düşüncelerimize İsrail’in ve azılı neoconların 2010
yılından beri dillendirdiği diktatörlük bayrakları eşliğinde yürüyorduk
cümlelerin arasında:
“Muhterem
Hocaefendi ve Hizmet Hareketi’nin, ülkeye çok hizmetleri geçmiş AK Parti’ye
karşı bir husumeti bulunmamaktadır. Hizmet, AK Parti’nin 2002-2011 arasındaki
her tür demokratikleşme hamlesini açıkça desteklemiştir. Ancak, Sayın
Erdoğan’ın ve partisinin yönetiminde, eylemlerinde ve eylemsizliklerinde 2011
genel seçimlerinden bu yana ciddi bir farklılık oluştuğu açıktır. AB sürecinin
yavaşlaması, kuvvetler ayrılığını erozyona uğratan şekli ile başkanlık teklifi,
medya özgürlüklerinin giderek daralması, parlamenter denetimin zayıflaması,
Sayıştay’ın görevini yapamaz hale gelmesi ve otoriterleşme emarelerinin
artması, son olarak yargıya bile müdahale edilmesi AK Parti’yi destekleyen
sağduyulu kesimleri ülkenin geleceği ile ilgili derin endişelere sevk etmiştir.”
Mektup, bildiri, gazete yazıları , yayınlar,
tweetler ve daha birçok şey aslında
cemaatin bütün gücüyle Erdoğan’ı hedef aldığını ve onu neoconların,
İsrail’in arzuladığı gibi iktidardan alaşağı etmeye odaklandığını anlatıyor
bize. Hüseyin Gülerce’nin 27.12.2013 Cuma
akşamı Twitter’da “Benim ülkemin Başbakan'ını yabancılar gönderemez. Demokrasi
adına, insaf adına, vicdan adına tertiplere, provokasyonlara fırsat
vermemeliyiz.” diyerek birdenbire ortaya çıkışı, ABD Elçisi Ricciardone’nin
başarısız darbe girişiminden sonra yaşadığı büyük panik ve AB Büyükelçilerine “İmparatorluğun
çöküşünü izleyeceksiniz” şeklindeki sözlerini acilen yalanlaması, ABD Dışişleri
Sözcü yardımcısı Marie Harf’ın Türk-Amerikan İlişkilerinin bozulmasına karşı
yaşadığı tedirginliği yansıtan sözleri hiçbirimizde zerre kadar kuşku
bırakmadı.
ABD
Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, günlük basın toplantısında,
kendisine yöneltilen, "Başbakan Erdoğan, yolsuzluk operasyonlarının ABD'de
planlanıp uygulamaya konduğunu söyleyen sözler söyledi. Türk Hükümeti'ni yıkmak
için sizin böyle bir girişiminiz oldu mu? sorusuna verdiği yanıtta,
"Kesinlikle hayır. Bu saldırıyı temelsiz buluyoruz. Amerikalı yetkililer
hakkındaki bu tür iddialara ilişkin kaygılarımızı Türk yetkililere ilettik,
bunlar tamamen temelsiz." diyordu.
Şimdi toparlamak için Cumhurbaşkanı Gül’ün mektup-bildiri
trafiğinden sonra 3 Ocak Cuma akşamı söylediklerine bakalım. Gül’den Erdoğan karşıtı
bir çıkış bekleyen herkesi hayal kırıklığına uğratan bir performans görmek
istikrar kaygısı olan herkesi rahatlattı. Gül, 25 Aralık’ta durdurulan
operasyonun savcısının bildiri dağıtmasını, HSYK’nın yayınladığı duyuruyu
eleştirdi ve paralel yapılanmalara kesinlikle müsamaha edilemeyeceğini söyledi.
Kim ne
anlar bilmiyorum, ama Gülen’in gönderdiği ‘sulh Mektubu’ aslında ‘Beddua’nın temellerinden
bir adım geri gitmiş değil. Zaten Başbakanın ve Cumhurbaşkanının mektupta
gördüğü bu ‘Küstah tavır’ ve kullanılan ‘Buyurgan
Dil’ onların 3 ve 4 Ocak’ta kararlı bir şekilde konuşmalarına neden olan bir
tavır ve dildi.
Basın
Toplantısı’na katılan gazeteciler ve yazarlardan alınan görüşleri aktararak
konuyu kapatıyorum. Bana göre cemaat intihar
etmiştir; ölmüş bedenine, cesedine kalp masajı ve sûni teneffüs istiyor.
Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür: “Benim
gördüğüm şey şu; Başbakan kararlı. Ne ile kararlı? 17 Aralık'ta Türkiye'ye
kurulan tuzakla ilgili kararlıdır. Başbakanın söylediği şey şuydu; yasal prosedür içerisinde,
yasaların elverdiği ölçüde, hatta diğer davaların yargılanmasıyla ilgili de
bunu söyledi, her şey yasal prosedür içerisinde devam edecek.”
Milliyet
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila:“Başbakan Erdoğan Gülen Cemaati'nden
ıslak imzalı bir sulh mektubu geldiğini bunun değerlendirileceğini ancak
paralel devletle mücadele ve dershaneler konusunda geri adım atılmayacağını
söyledi.”
Zaman
gazetesi yazarı Ali Bulaç: “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 17 Aralık
süreciyle ilgili bilgilendirici bir toplantı yaptı, sürecin nasıl başladığını,
nasıl geliştiğini, neyi amaçladığını anlattı ve sorulara cevap verdi. Evet
cemaat konusu gündeme geldi. Yani o konuda da Başbakan fikirlerini, görüşlerini
ifade etti. Tır olayı da tabi gündeme geldi. Bunların birbirleriyle bağlantılı
olduğunu düşünüyor Sayın Başbakan. Tır olayının, 17 Aralık operasyonuyla
bağlantılı olduğunu düşünüyor. "Ben
hükümete karşı yargıda ve emniyette yapılanma varsa hükümetin tedbir almasının
hakkı olduğunu fakat camiaya veya cemaate karşı bir operasyon düzenlenecekse
bunun on binlerce insanı içine alabileceğini, 28 Şubat'ın tekrarı
olabileceğini, öğretmenden esnafına kadar birçok insanı mağdur edebileceğini
söyledim. Sayın Başbakan 'Bu konuda biz çok dikkatliyiz, öyle bir şeye asla
izin vermeyiz, mahal vermeyiz' dedi ama devletin içerisinde bir yapılanma varsa
onları hukuk dahilinde kalmak suretiyle tasfiye etme konusunda da kararlı
olduğunu söyledi.”
Yazar Doğu Ergil:“Yolsuzluk konusu ağırlıklı
olarak işlenmedi çünkü Başbakan yolsuzluğun bir araç olarak kullanıldığını ve
yolsuzluk üzerinden hükümetinin karalanma ve dolayısıyla Türkiye'nin
istikrarsızlaştırılmaya çalışıldığına inanıyor. Bu toplumdaki kutuplaşmış
kanının yani bir tarafta yolsuzluk vardır ve en önce onun üzerine gidilmelidir.
Bir tarafta 'Bu istismar edilerek gerçekten hükümet karalanabilir' görüşü,
öteki tarafta 'Bu tamamen bir komplodur, hatta bir milli ihanettir, o yüzden de
bunun üzerinde durulmamalı, bunu yapanlar ve niye yaptıkları teşhir
edilmelidir' görüşü var. Bu görüşler birbirine yaklaştırılırsa herhalde mesele
daha açıklığa kavuşturulacaktır, toplum da ikna olacaktır.”
Yazar
İsmail Kapan: “Başbakan'ı gayet rahat gördüm. Sonuç olarak şöyle söyledi;
'Bunun esas göstergesi 30 Mart seçimleri olacak, bu konuda bizim hiçbir endişemiz
yok.' Bunun devamı olarak 'Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili çok önemli
bağlantılar kurulmak isteniyor' dedi. Sayın Başbakan aynen 'Başbakanlık makamı
ile Cumhurbaşkanlığı makamı arasında bir fitne çıkarılmak isteniyor, bu konuda
biz rahatız, hiçbir endişemiz yok, zamanı geldiğinde gerekli adımlar atılacaktır'
ifadelerini kullandı.”
Çok
anlattık, çok üzüldük, ama artık moda tabirle şeriatın kestiği parmağın
acıtmadığını gösterecek bize emekli vaiz Fethullah Gülen ve cemaat. Başka türlü
bu ülkeye yapılan ihaneti hiç kimse affetmeyecek ve unutmayacak. Şakirdler bürokrasiye atandıkları gibi,
atamaya yetkili amirler tarafından da adandıkları yerlerden teker teker
indirilecekler. Hiç kimse de bir daha böyle büyük bir ihanete izin vermeyecek.
Başbakan bunu yapmasa kendisine ve kendisine “Dik dur, eğilme! Bu millet
seninle!” diyen oy verenlerine ihanet eder.
7 Şubat(
Mit Olayı), 31 Mayıs(Gezi Parkı-Diktatörlük), 17 Aralık (1. Operasyon), 25
Aralık (2. Operasyon), 1 Ocak (Tır)… daha kaç kez aynı delikten ısırılacak şakird
olmayan Müslümanlar? Cemaatin hükümetleri tehdit edecek kapasitesi ortaya çıktı. Yerleştikleri o etkili hangi yol ve yöntemlerle yerleştiklerini az çok hepimiz biliyoruz. Buna rağmen hak ve hukuktan bahsediyor olmaları bizi kızdırıyor.
Herkesin kendi alın teri ile ve bizzat kendisini referans vererek yükseleceği bir bürokratik yapı istiyoruz.
Bir bakıma Erdoğan'ın 'Ne istediler de vermedik?"serzenişinin kırılan ve yok edilen sınırsız güvenden kaynaklandığını görüyoruz.
Bir daha hiç kimseye böyle güvenmek istemiyoruz.
Hukukî olan da budur... Cemaat hâriç herkes dersini aldı.
Artık hiçbirimiz 'Şantaj altında çalışamayız'.
Arif Şahin, 04.01.2014, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 33