“Babam ise, annem gibi,
söylediğimde gelemiyor artık. Kebap da onlarsız iştah açmıyor.”
Babam, hiçbir şey
yiyemediğim o iştahsız çocuk günlerimde, hemen kebap söylerdi. Kebap hiçbir
zaman hayır diyemediğim bir yiyecekti çünkü. Kokusu bile iştahımı açardı. Hatta
benden başka birinde böyle oluyor muydu bilmiyorum. Hasta iken aldığım kebap
kokusu, hasta değilken aldığım kebap kokusundan farklı gelir bana. O kokuyu
tanıyorum yani. Kebap yer yemez de tuhaf bir şekilde iyileşmeye başlardım.
Psikolojik etkisi
olabilir, ama bence kebabın en büyük özelliği iştah açıcı olmasıydı; zaten
kebap yedikten sonra annemin ya da nenemin pişirdiği yemekleri de yemeye
başlardım. Beslenen vücut direnç kazanınca hızla iyileşiyordu.
Dün kebap yedim; hiç
iştahım yoktu çünkü. Grip iki haftadır vücudumun değişik yerlerinde kendini
belli ediyordu, ama bu kadar etkileyeceğini sanmıyordum. Kebap iştahımı açmadı, günün gecesinde de
sabaha kadar üşüyen, terleyen bir ben vardım. Sabah namazına kalkabilmek epey
çaba sarf ettim. İki kez kıyafetlerimi değiştirmiştim.
Ne gördüğümü
hatırlamıyorum; ancak bütün hastalıkların köküne ulaşmaya ve o kökü bulup insan
vücudundan söküp atmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Sanırım bulmuştum da, vücudun
derinliklerinde yumruk büyüklüğünde bir et parçasıydı. Sabah pek bir anlam
verememiştim bu rüyaya. Şimdi ise bu et parçasının kalbimiz olduğunu
düşünüyorum. Rüyamda keşfettiğime göre bütün hastalıkların kaynağı kalp. Üstelik
tuhaf bir şekilde onu bulmuş, avuçlarıma almış fırlatmak üzereydim ki,
uyanmışım.
Gözlerimin etrafında
mor halkalar oluşmuş, ayağa kalkınca başım dönüyor ve arada sırada bir baş
ağrısı hissediyorum. Sürekli uyuma isteği var. Dün kebap yedikten sonra midemde
ısrarlı bir ağrı hissetmiştim. Mide bulantısı falan derken, ameliyat olacak
olan bir akrabamızın yanına gittim hastaneye. Biraz daha soğuk yedim, üşüdüm,
titredim. Akşamdan sonra döndüğümüzde çok aç olmama rağmen, birkaç lokmadan sonra
iştahım kesildi. Ve nasıl geçtiğini anlamadığım bir gece yaşadım.
Öksürük yok, halsizim;
arada sırada mide bölgemde hafif bir ağrı oluşuyor, sonra başım ağrıyor. Hastayım,
ama nasıl bir hastalık bu, anlamıyorum. Yorgunluk, salgın olan grip. Allah şifa
dileyen herkese şifalar versin, diyorum.
Babamın bana
uyguladığı iştah açıcı kebap formülünü ben de çocuklarımıza uyguluyorum. Bana
olduğu gibi çocuklara da faydalı oluyor kebap.
Şu anda bile alnımın
ortasından bir ağırlık başımı yere doğru çekiyor. Niye yazmak istediğimi de
bilmiyorum. Sanırım kebap formülünü anlatmış olmak istedim. Kebap ya da
sevdiğiniz başka bir yiyecek. İştahınızı açabilecek herhangi bir yiyecek,
iyileşmenin ilk adımı.
Babamın kebabı
sevdiğimi bilmesi iyiydi, ama ben hastalanmadan da kebap yiyordum. En sevdiğim
yiyecekler domates ve biberdi. Adana’ya has patlıcan yemeği de vardı sevdiklerim
arasında. Ki; sabahları bile severek yediğim patlıcan tava, hasta olduğum zaman
iştahımı açmaya yetmiyordu.
Yorgun hissediyorum.
Vücudumun içinde büyük bir boşluk varmış gibi. Sanırım midemi üşüttüm. Doktora
gitmeyi sevmiyorum. Gitmedim de. Hanım az önce kaynattığı pekmez ve tereyağı
karışımını getirdi, içtim. Söylendi yine, doktora gitmediğim için.
Doktora gitmeyi
sevmiyorum, çocukluğumdan beri de sevmem.
Babam lise bitene
kadar her eylül ayında şişen bademciklerim yüzünden beni doktora götürürdü.
Yüksek ateş yüzünden iğne yaparlardı. Lincosin denen bir iğneydi bu ve ben hiç
sevmezdim. Doktor demek, ilaç demekti, her gün üzerinde yazılı vakitlerde ve
dozlarda bitene kadar almak zorunda olduğum ilaçlar. Bazen aç mı tok mu
olduğunu anlamadığım yazılar olurdu kutuların üzerinde. İki ya da üç tane
çekilmiş paralel çizgi, günde kaç öğün alınacağını anlatıyordu.
Artık bademciklerim
şişmiyor, üstelik çok uzun zamandan beri şişmiyor. Ama gribin tüm çeşitlerini
bir kış boyu sırayla yaşıyorum. Çocukların bademcikleri şişince, yeni nesil kalitesiz
doktorlardan bazıları çocukların bademciklerinin alınması gerektiğini
söylemişlerdi. Kızmıştım doktorlara ve birkaç doktor değiştirmiştim. Gittiğim
uzman bir doktor, şaşırmıştı diğer doktorların çocukların bademciklerini
aldırın demelerine. Kim bilir kaç aile onları dinleyip çocukları savunmasız
bırakmıştı. Bademcikler hastalığa karşı birer bekçiydi. Kendimden biliyordum.
Büyüyene dek en çok o bekçiler çalışırdı.
Terlemeye başladım;
klima ısıtıyor. İçimde bir sıkıntı var, az önce yemek yedim, ama açlık
hissediyorum. Çorba içtim ve çoban salata yedim. Kebap? Hayır, canım dünden
sonra kebap da istemiyor.
Babam geliyor aklıma
sık sık. Babam ve kebap. Çocukluğumun iyi hatıralarından iki tanesi.
Kebap; kıyma ya da
kuşbaşı etin mangalda pişirilmiş hali. Ben kuşbaşı severim. Yanında bol
sumaklı, baharatlı soğan salatası, domatesli, salatalıklı, maydanoslu, kara lahanalı
çoban salatası, domates ezmesi, maydanoz, nane ve turp tabağı, pişmiş soğan, pişmiş
biber, pişmiş domates, kebapla ısıtılmış yağlı pideler ve yayıkta ayran ya da
canım çekerse acılı şalgam. Bir kebap istediğimde bütün bunlar önceden geliyor.
(Fotoğrafta domates ezmesi yok)
Babam ise, annem gibi,
söylediğimde gelemiyor artık. Kebap da onlarsız iştah açmıyor.
Gözlerim içeriden
çekiliyor gibi. Harfleri de çeken bir şey var sanki… cansızlaştılar.
Doğa Toprak, 11.01.2014,
Sonsuz Ark