“Bir insana intisap gayreti
cehaletten başka ne ki?”
İnsanın mayasında iki
şey bulunur, bu iki şeyden hangisi galip gelirse insanın hayatı öyle geçer. Bunlardan
bir tanesi hükümdar olma isteğidir, bu isteğe ram olan kimseler ölene dek kimseyi
kaale almazlar. Onlar emrederler, başkaları yapar. İşlerin en doğrusunu onlar
bilir, başkası hep eksik bilir. Onlar hasbelkader yanlış da yapsalar işin
günahını yükleyecek birini hemen bulurlar. Öteki şey ise bir hükümdara kul olma
isteğidir. Bu isteklerine mağlup olanlar hiç mesuliyet almazlar, emredileni
yaparlar; başlarına gelene hiç itiraz etmezler. Hükümdarlarından başka hükümdar
da istemezler.
Hükümdarlarla kulları
bir ömür beraberce yaşamaya meyillidir. İnsanın atalarına bakın, hiç değişiklik
görmezsiniz. Şu kadar uzun ömrümde, hakkıma, etrafımdakilerin hakkına el
uzatanlarla hep mücadele ettim. Kimsenin aklına itibar etmedim. Etrafım
cahildi; okuma yazması yoktu koca köyün. İki tane molla vardı, bir de askerde
Ali Okulu’ndan yeni yazı öğrenenler. Ali Okulu’ndan okuma yazma öğrenenler de
bir mektubu yola düzecek kadar maharetli değillerdi.
Cehâlet okuma yazmayla
zayi olmaz, fakat okuyan adamın gözü biraz daha parlak görür. Bu sebeptendir
okuma yazması olana, okumuş adam derlerdi ve itibar ederlerdi. Gerçi şimdi
üniversite tahsili görmüş gençler de bizim zamanın sabileri gibi görünüyorlar;
elleri ekmek tutmuyor, akılları kuş aklından biraz fazla. Niye böyle diyorum,
anlatayım.
Kimse gücenmesin.
Bizim cahil zamanlarımızın insanları da mollaya, şıha, okumuşa, devlet adamına
şartsız şurtsuz itaat ederlerdi, şimdinin okumuş gençleri de öyle. Mollaya,
şıha, devlet adamına itaat etmesin kimse demiyorum, şartı olsun, en azından
aklı olsun; insan ilâ nihâye herkesle kavga etmez. Fakat hakkında gözü olana da
itibar etmesin, kul-köle olmasın zâlime.
Kadın erkekten daha
zayıftır. Niye öyledir? Yaratılışı öyledir. 50’li yıllarda, yani aklımın erdiği
yıllarda kadınların ağaca çaput bağladığını görürdüm, ta kaç köy ötedeki şıha
gidip dertlerine deva aradıklarını bilirdim. E bakıyorum, 50 sene sonra bu
sefer, o cahil kadınların yerine, okumuş, tahsil görmüş kızlarımız,
kadınlarımız türbeleri doldurup taşırıyorlar, çaputlar, dualar hiç değişmemiş.
Şıhlık yine para ediyor, kerametler hiç şaşmadan uydurulup anlatılıyor. Cindarlar
hangi işe ne kadar para alacaklarını listeleyip asıyorlar.
Demiştim ya, kimisi
kul, köle olmak ister; birisi desin kendisi yapsın, yanlış da olsa doğru da
olsa işin sonu, kimse kendisini suçlamasın. Kimisi de bu kölelere hükmetmek
ister; hakkı olmayanı istesin, alsın, hükmettiği işlerde yanlışlık olursa bir
kurban bulup işi ona yüklesin kendi hükümdarlığı hep sürsün.
Vaktiyle
anlatmışlardı, dinlemiştim ve hoşuma da gitmişti. Doğru olup olmaması mühim değil.
Bir kadın bakmış şıhların itibarı var, karıları her yerde ayağa kalkılarak
karşılanıyor, hediyelerin en güzelleri onlara gidiyor, dayanamamış, kocasının
başının etini yemeye başlamış. Sen de şıh olacaksın, senin diğer şıhlardan ne
eksiğin var diye gece gündüz söylenmiş durmuş. Adamcağız, okumam yazmam yok,
bir şey sorsalar cevap veremem, rezil rüsva oluruz, hem burada kimse bize inanmaz,
dese de kadın dinlemiyormuş.
Taşınmışlar, başka bir
köye gitmişler. Kadın hemen kocasının kerametlerinden bahsetmeye başlamış hoşgeldine
gelen kadınlara… Gel zaman, git zaman nihayet kadınların dedikodularına
erkekler de dâhil olmuş. Madem öyle demişler, şu şıhı, nefesi kuvvetli hocayı
bir deneyelim, doğru söylerse itibar edelim.
Sahte Şıh’ı davet etmeden
önce odadaki halının altına bir gül koymuşlar. Şıh gelmiş, yemek, çay kahve
derken, sana bir sual edeceğiz, demişler bilirsen biz de sana şıh diyeceğiz.
Fukara terlemeye başlamış, nerden bilecek? Bu halının altında ne var? diye sormuşlar.
Adam sıkıntılı, ne dese nasıl dese bilmiyor. Başlamış dövünmeye, Ah, Gül, vah
Gül, bu işler senin yüzünden geldi başıma. Tabi köylüler ayağa fırlamışlar.
Hoca bildi demişler, halıyı kaldırıp altından gülü çıkarıp göstermişler. Adam
şaşkın; o karısına hayıflanıyor, karısının adı Gül. Öylece o adam o köyde şıh
olup parsa toplamaya başlamış, kadın da itibar görüp muradına ermiş. Bu meselde
bir sual daha vardı herhalde, ama aklımda kalanı bu kadar.
Kur’an okuyan nesil de
var bu neslin içinde. Kur’an’ın dilini anlamak için Arap lisanını öğrenme
gayretinde olanlar da var. Lakin ne hikmetse, neredeyse herkes imam derdinde,
şıh peşinde… Bir insana intisap gayreti cehaletten başka ne ki? Ahireti onlara havale
etmek yetmiyor, dünyayı da havale ediyorlar. Karı-koca arasını onlar buluyor ya
da bozuyor, kurulacak işin oluru olmazı onlara soruluyor, hangi duanın nasıl
yapılacağını onlar biliyor; onlar aracı kılınman da dua edilmiyor. Allah buna
razı gelir mi?
70’te şehirde esnaflığa
başladığımda, okumuşun okumamışın, kadının, erkeğin eksiğini gediğini daha
çabuk görür olmuştum. Şıh’a itibar etmezdim, okumak lazım derdim. Kara Davut
iyidir demişlerdi; okudum. Kadının sözüne itibar edilmez, diyordu bu kitap. Biz
de kandık bir zaman. Baktık ki olmuyor, evde huzur kalmıyor, ondan da
vazgeçtik. Kur’an her şeyi anlatıyor dedim. Elimden geldiğince Kur’an okudum.
Gözlerim iyice bozulduğunda da bizim büyük oğlumuz iri harfli Kur’an aldı
getirdi, Allah razı olsun; onu okuyorum.
Bugün derdimiz çok
büyük. 80 darbesinden sonra Adana müftüsü Cemalettin Kaplan, Allah rahmet
etsin, Kur’an’dan ayetlerle vaaz verirdi, Kenan Evren onu kovdu, memuriyetten
attı. Ne gariptir ki Fethullah Gülen’e kimse bir şey demedi. Eğrisiyle
doğrusuyla büyüdü, itibar gördü, rahat rahat işini gördü. Evvela keramete, şuna
buna itibar etmez göründü Fethullah Gülen, ama baktık ki, bir şıha kul olanlar
nasılsa ona mürid olanlar da öyleydi. Okumuş, üniversite tahsil etmiş, devlet
katında yer bulmuş her ne kadar kimse varsa, onun bir çift sözüne itaat eder
olmuşlar. Madem dert hakikattı, İslam’dı, Cemalettin Kaplan daha azını mı
istiyordu da kovuldu bu memleketten? Kara Ses ettiler adamı.
Devleti bu milletin seçtiği
bir Müslüman evladı yönetiyor, sen niye onun işine gücüne karışıyorsun, niye
onun ayağına çelme takıyorsun? Allah’tan reva mı bu? Beddua ediyorsun, beddua
ne lazım âlime? Âlimsen bu neyin ilmi? Yanlış mı yapıyor, usulünce söylersin,
ne senden evveli yok ne de ondan evveli? Senin gibiler de çoktu, onun gibiler
de. Ama kimse senin gibi kendi devletinin hükümetini bu kadar rezil etmedi, bu
kadar ayağa düşürmedi. Hem ne için? Senin hakikat derdin yok, artık bildik,
gördük. Hakikat derdin olsaydı, ona da itibar ederdik. Allah’ın hesabı yok mu
sanıyorsun?
Devleti sana teslim
edelim, gel; bize de ki Allah’ın dediği olacak, biz de tamam diyelim. Ama öyle
demiyorsun.
Yanlış yanlıştır, şıh
da yapsa, hoca da yapsa, hükümet başkanı da yapsa. Aklı olan bu memlekette
neler olup bitmiş oturup hesap eder. Kadının, kızın başındaki örtüden tut,
namazında niyazında olana edilen zulüm, mekteplerde maymundan gelme olduğumuzu
anlatan tedrisat ortadan kalktı. Kur’an kıraatına gösterilen hürmet kaç
zamandır bu memlekette işkence sebebiydi, unuttun mu? Sen ne yaptın? Müşrike,
münafıka, gayr-i müslime itibar edeceğim diye kendi kardeşine şirret oldun.
Herkes kendi hesabını
verecek. Allah Kur’an’da Zuhruf suresi 44. ayette öyle buyuruyor. “Şüphesiz bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan
hesaba çekileceksiniz.”
Allah’tan bir şey
dilemenin de bir adabı var; yüzü olan dua eder, yüzsüz hükümdarın ne duası ne de
bedduası itibara tabidir. Kendinden menkul kerameti ile kibir yapan da hak yol
üzere değildir.
Cahilin kerameti
kendinden ve müritlerinden menkuldür, âlimin de iffeti Kur’an’dan, feraseti aklından.Kul olmak kadına da erkeğe de bakmıyor. Eskiden kadının peşinden gidip kula kul olan erkekler vardı, şimdi kadın-erkek hep beraber yola koyulup kula kul olan insanlar var.
Elbet Allah'ın da bir hesabı var.
Allah bizleri
nefsimizin, başka nefislerin ve şeytanın şerrinden korusun, diyelim. Başka söze
hacet yok gayri.
Piro Zaza, Sonsuz Ark, 12.01.2014