12 Ocak 2014 Pazar

SA524/PZ20: Câhilin Kerameti, Âlimin Ferâseti ve İffeti

“Bir insana intisap gayreti cehaletten başka ne ki?”

İnsanın mayasında iki şey bulunur, bu iki şeyden hangisi galip gelirse insanın hayatı öyle geçer. Bunlardan bir tanesi hükümdar olma isteğidir, bu isteğe ram olan kimseler ölene dek kimseyi kaale almazlar. Onlar emrederler, başkaları yapar. İşlerin en doğrusunu onlar bilir, başkası hep eksik bilir. Onlar hasbelkader yanlış da yapsalar işin günahını yükleyecek birini hemen bulurlar. Öteki şey ise bir hükümdara kul olma isteğidir. Bu isteklerine mağlup olanlar hiç mesuliyet almazlar, emredileni yaparlar; başlarına gelene hiç itiraz etmezler. Hükümdarlarından başka hükümdar da istemezler.

Hükümdarlarla kulları bir ömür beraberce yaşamaya meyillidir. İnsanın atalarına bakın, hiç değişiklik görmezsiniz. Şu kadar uzun ömrümde, hakkıma, etrafımdakilerin hakkına el uzatanlarla hep mücadele ettim. Kimsenin aklına itibar etmedim. Etrafım cahildi; okuma yazması yoktu koca köyün. İki tane molla vardı, bir de askerde Ali Okulu’ndan yeni yazı öğrenenler. Ali Okulu’ndan okuma yazma öğrenenler de bir mektubu yola düzecek kadar maharetli değillerdi.

Cehâlet okuma yazmayla zayi olmaz, fakat okuyan adamın gözü biraz daha parlak görür. Bu sebeptendir okuma yazması olana, okumuş adam derlerdi ve itibar ederlerdi. Gerçi şimdi üniversite tahsili görmüş gençler de bizim zamanın sabileri gibi görünüyorlar; elleri ekmek tutmuyor, akılları kuş aklından biraz fazla. Niye böyle diyorum, anlatayım.

Kimse gücenmesin. Bizim cahil zamanlarımızın insanları da mollaya, şıha, okumuşa, devlet adamına şartsız şurtsuz itaat ederlerdi, şimdinin okumuş gençleri de öyle. Mollaya, şıha, devlet adamına itaat etmesin kimse demiyorum, şartı olsun, en azından aklı olsun; insan ilâ nihâye herkesle kavga etmez. Fakat hakkında gözü olana da itibar etmesin, kul-köle olmasın zâlime.

Kadın erkekten daha zayıftır. Niye öyledir? Yaratılışı öyledir. 50’li yıllarda, yani aklımın erdiği yıllarda kadınların ağaca çaput bağladığını görürdüm, ta kaç köy ötedeki şıha gidip dertlerine deva aradıklarını bilirdim. E bakıyorum, 50 sene sonra bu sefer, o cahil kadınların yerine, okumuş, tahsil görmüş kızlarımız, kadınlarımız türbeleri doldurup taşırıyorlar, çaputlar, dualar hiç değişmemiş. Şıhlık yine para ediyor, kerametler hiç şaşmadan uydurulup anlatılıyor. Cindarlar hangi işe ne kadar para alacaklarını listeleyip asıyorlar.

Demiştim ya, kimisi kul, köle olmak ister; birisi desin kendisi yapsın, yanlış da olsa doğru da olsa işin sonu, kimse kendisini suçlamasın. Kimisi de bu kölelere hükmetmek ister; hakkı olmayanı istesin, alsın, hükmettiği işlerde yanlışlık olursa bir kurban bulup işi ona yüklesin kendi hükümdarlığı hep sürsün.

Vaktiyle anlatmışlardı, dinlemiştim ve hoşuma da gitmişti. Doğru olup olmaması mühim değil. Bir kadın bakmış şıhların itibarı var, karıları her yerde ayağa kalkılarak karşılanıyor, hediyelerin en güzelleri onlara gidiyor, dayanamamış, kocasının başının etini yemeye başlamış. Sen de şıh olacaksın, senin diğer şıhlardan ne eksiğin var diye gece gündüz söylenmiş durmuş. Adamcağız, okumam yazmam yok, bir şey sorsalar cevap veremem, rezil rüsva oluruz, hem burada kimse bize inanmaz, dese de kadın dinlemiyormuş.

Taşınmışlar, başka bir köye gitmişler. Kadın hemen kocasının kerametlerinden bahsetmeye başlamış hoşgeldine gelen kadınlara… Gel zaman, git zaman nihayet kadınların dedikodularına erkekler de dâhil olmuş. Madem öyle demişler, şu şıhı, nefesi kuvvetli hocayı bir deneyelim, doğru söylerse itibar edelim.

Sahte Şıh’ı davet etmeden önce odadaki halının altına bir gül koymuşlar. Şıh gelmiş, yemek, çay kahve derken, sana bir sual edeceğiz, demişler bilirsen biz de sana şıh diyeceğiz. Fukara terlemeye başlamış, nerden bilecek? Bu halının altında ne var? diye sormuşlar. Adam sıkıntılı, ne dese nasıl dese bilmiyor. Başlamış dövünmeye, Ah, Gül, vah Gül, bu işler senin yüzünden geldi başıma. Tabi köylüler ayağa fırlamışlar. Hoca bildi demişler, halıyı kaldırıp altından gülü çıkarıp göstermişler. Adam şaşkın; o karısına hayıflanıyor, karısının adı Gül. Öylece o adam o köyde şıh olup parsa toplamaya başlamış, kadın da itibar görüp muradına ermiş. Bu meselde bir sual daha vardı herhalde, ama aklımda kalanı bu kadar.

Kur’an okuyan nesil de var bu neslin içinde. Kur’an’ın dilini anlamak için Arap lisanını öğrenme gayretinde olanlar da var. Lakin ne hikmetse, neredeyse herkes imam derdinde, şıh peşinde… Bir insana intisap gayreti cehaletten başka ne ki? Ahireti onlara havale etmek yetmiyor, dünyayı da havale ediyorlar. Karı-koca arasını onlar buluyor ya da bozuyor, kurulacak işin oluru olmazı onlara soruluyor, hangi duanın nasıl yapılacağını onlar biliyor; onlar aracı kılınman da dua edilmiyor. Allah buna razı gelir mi?

70’te şehirde esnaflığa başladığımda, okumuşun okumamışın, kadının, erkeğin eksiğini gediğini daha çabuk görür olmuştum. Şıh’a itibar etmezdim, okumak lazım derdim. Kara Davut iyidir demişlerdi; okudum. Kadının sözüne itibar edilmez, diyordu bu kitap. Biz de kandık bir zaman. Baktık ki olmuyor, evde huzur kalmıyor, ondan da vazgeçtik. Kur’an her şeyi anlatıyor dedim. Elimden geldiğince Kur’an okudum. Gözlerim iyice bozulduğunda da bizim büyük oğlumuz iri harfli Kur’an aldı getirdi, Allah razı olsun; onu okuyorum.

Bugün derdimiz çok büyük. 80 darbesinden sonra Adana müftüsü Cemalettin Kaplan, Allah rahmet etsin, Kur’an’dan ayetlerle vaaz verirdi, Kenan Evren onu kovdu, memuriyetten attı. Ne gariptir ki Fethullah Gülen’e kimse bir şey demedi. Eğrisiyle doğrusuyla büyüdü, itibar gördü, rahat rahat işini gördü. Evvela keramete, şuna buna itibar etmez göründü Fethullah Gülen, ama baktık ki, bir şıha kul olanlar nasılsa ona mürid olanlar da öyleydi. Okumuş, üniversite tahsil etmiş, devlet katında yer bulmuş her ne kadar kimse varsa, onun bir çift sözüne itaat eder olmuşlar. Madem dert hakikattı, İslam’dı, Cemalettin Kaplan daha azını mı istiyordu da kovuldu bu memleketten? Kara Ses ettiler adamı.

Devleti bu milletin seçtiği bir Müslüman evladı yönetiyor, sen niye onun işine gücüne karışıyorsun, niye onun ayağına çelme takıyorsun? Allah’tan reva mı bu? Beddua ediyorsun, beddua ne lazım âlime? Âlimsen bu neyin ilmi? Yanlış mı yapıyor, usulünce söylersin, ne senden evveli yok ne de ondan evveli? Senin gibiler de çoktu, onun gibiler de. Ama kimse senin gibi kendi devletinin hükümetini bu kadar rezil etmedi, bu kadar ayağa düşürmedi. Hem ne için? Senin hakikat derdin yok, artık bildik, gördük. Hakikat derdin olsaydı, ona da itibar ederdik. Allah’ın hesabı yok mu sanıyorsun?

Devleti sana teslim edelim, gel; bize de ki Allah’ın dediği olacak, biz de tamam diyelim. Ama öyle demiyorsun.

Yanlış yanlıştır, şıh da yapsa, hoca da yapsa, hükümet başkanı da yapsa. Aklı olan bu memlekette neler olup bitmiş oturup hesap eder. Kadının, kızın başındaki örtüden tut, namazında niyazında olana edilen zulüm, mekteplerde maymundan gelme olduğumuzu anlatan tedrisat ortadan kalktı. Kur’an kıraatına gösterilen hürmet kaç zamandır bu memlekette işkence sebebiydi, unuttun mu? Sen ne yaptın? Müşrike, münafıka, gayr-i müslime itibar edeceğim diye kendi kardeşine şirret oldun.

Herkes kendi hesabını verecek. Allah Kur’an’da Zuhruf suresi 44. ayette öyle buyuruyor. “Şüphesiz bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba çekileceksiniz.”

Allah’tan bir şey dilemenin de bir adabı var; yüzü olan dua eder, yüzsüz hükümdarın ne duası ne de bedduası itibara tabidir. Kendinden menkul kerameti ile kibir yapan da hak yol üzere değildir.

Cahilin kerameti kendinden ve müritlerinden menkuldür, âlimin de iffeti Kur’an’dan, feraseti aklından.Kul olmak kadına da erkeğe de bakmıyor. Eskiden kadının peşinden gidip kula kul olan erkekler vardı, şimdi kadın-erkek hep beraber yola koyulup kula kul olan insanlar var.

Elbet Allah'ın da bir hesabı var.

Allah bizleri nefsimizin, başka nefislerin ve şeytanın şerrinden korusun, diyelim. Başka söze hacet yok gayri.



Piro Zaza, Sonsuz Ark, 12.01.2014




Seçkin Deniz Twitter Akışı