“Şimdi
kendim için okumak… Buna gücüm yoktu…”
Genel Cerrah Op. Dr. Süleyman Gökduman
Atila
ile hastaneye gittiğimizde, Fevziye de çoktan gelmişti. Birbirimize durmadan
espriler yapıp duruyorduk. Süleyman Hoca’nın odasındaydık şimdi. Mamografiyi ve
diğer tahlilleri gösterdik. Hoca, asıl problemin sol göğüste olduğunu, simetrik
olması gereken bir durumun asimetrik tablo sergilediğini, elimdeki son ultrason
raporu ile ona gitmiş olsaydım bana 6 ay sonrası için kontrol önereceğini, ama
Genel Cerrah Ali Bey’in titiz davranması neticesinde cerrahi müdahalenin
kaçınılmaz olduğunu söyledi. Kabul ettik elbette.
Tekrar Biyopsi, ama bu sefer açık oluyor
İkinci
biyopsi 21 Ekim 2010 tarihinde yapıldı ve yanımda yine Fevziye ve Atila vardı. Atila
bana bir sürü cebi olan büyük bir kot çanta hediye alıp getirmişti hastaneye.
Kanser hastalarının ellerinde tahlil dolu mağaza poşetleri ile koşturmalarını
hep üzüldüğümden tahlillerimi koymak için almıştı çantayı. Eh daha şimdiden iyi
bir kanser hastası adayı olmuştum:)
Ameliyathâne; yeşil ve soğuk yer
Ameliyat
salonuna geçmem gerektiğini söylediklerinde toparlandık ve girdim. Masaya
yatırdılar, üzerime çadır gibi bir şey konuldu, bu sayede operasyonu görmeyecek
ama duyacaktım. Bir ara gerdikleri yeşil perdenin arkasından dumanlar çıktığını
gördüm. Aynı zamanda diş dolgusu yapılırken çıkan türden sesler geliyordu. “Allah'ım
bu çok ciddi bir şey ne olur bugün bu iş bitsin ve bir daha asla buralara
gelmeyeyim” diye dua ediyordum; ama yolculuğun daha yeni başladığını
bilmiyordum.
Bir ara artık
dayanamayıp "Ne zaman bitecek?"diye sordum. Süleyman Hoca, az
kaldığını söyledikten sonra ‘psikolojik destek için’ birini çağırmalarını
söyledi oradakilere. Yanıma gelip başucumda benimle konuşan hemşire, durmadan
garip sorular soruyordu, ne iş yapıyordum, kaç yaşındaydım, nelerden
hoşlanıyordum vs.
Bu
şekilde asla beni oyalayamıyordu, yalnızca oyaladığını zannediyordu. Onun bu
çabalarına karşı kabalık etmemek için kısa cevaplar verirken, saniye başı ne
zaman biteceğini sormaya devam ettim. Ve nihayet bitti.
Bir
hemşire koluma girip bir iki gün dinlenmemi söyledi. Ameliyathanenin çıkışına
doğru ilerlerken, çok işimin olduğunu ve üstelik bir de misafirimin olduğunu
söyledim. Sanırım, daha doğrusu şu anda eminim ki Süleyman Bey çıkardığı
hücrenin kanserli olduğunu anlamış ve yanındaki ekibine de bir şekilde bunu
hissettirmişti.
Hemşire
bir yandan koluma girerek sendelememem için yardım ederken bir yandan "eve
gidip dinlenin, sakın iş yapmayın" diye tembihledi. Güldüm; "Yan
gelip yatmak pek bana göre bir şey değil, üstelik evde misafirim var!"
dedim.
Hemşire
Hanım: "Ooo biyopsi olduktan sonra bir sene naz yapıp iş yapmayanlar var,
siz de biraz nazlı olun canım!" dedi. Elbette ki durumu o da biliyordu ve
sanırım o an bana acımıştı.
Süleyman
Hoca’nın odasına uğradık çıkarken, bize kafasını masada uğraştığı kâğıtlardan
kaldırmadan “Her şeye hazırlıklı olun!” dedi. Elbette yılların verdiği tecrübe
ile çıkardığı kitlenin kanser olduğunu biliyordu ve durumu daha fazla
dramatikleştirmemek için normal bir şey söylüyormuş gibi söylemişti.
Fevziye’nin
yüzünün renginin değiştiğini gördüm o an, doktorun mesajını almıştı.
Çıktığımızda Fevziye doktorun söylediğini Atila’ya da söyledi. Kim bilir neler
hissettiler. Sonuç bir hafta on gün içinde çıkacaktı, öyle söylediler. Ve o korkunç
bekleme süresi başladı.
Hilmi
Bizi
hastaneden almaya kendisini kardeşim olarak kabul ettiğim, bana her zaman dolu
dolu “Abla” diyen Hilmi gelmişti. İsmi ile müsemma insan… Beraber eve doğru
yola çıktık, kasislerden geçerken elinden geldiğince dikkatli olmaya çalışıyor
ve durmadan beni takip ediyordu; acaba canım yanmış mıydı, rahatsız olmuş
muydum?
O kadar
hassas hareket ediyordu ki canım yansa da ona bir şey belli etmemeye çalıştım.
Bu gerçekten zor hayatta ve genç yaşında bir şirketi idare etmeye çalışıyor ve
durmadan koşturuyordu. O gün de adım gibi eminim ki oldukça önemli bir
randevusunu ertelemiş veya iptal etmiş, eve rahat dönmemiz için koşarak
yanımıza gelmişti. Hep dualarımdadır, her zaman, ölünceye kadar onun ablası
olmaya, ablası olmak için gayret etmeye çalışacağım…
Hastahâne'den eve dönüş
Bekleme
süresi başlamıştı, şimdi her saniye sanki sonsuz bir ağırlıkta geçiyordu. Yine
hastaneye gitmiştik, ama gerçekten hatırlamıyorum ne için gittiğimizi.
Hastaneden de Fevziye’lere geçtik. Hava kararmıştı, içim de…
Gökhan
bizi eve götürmek üzere gelecekti. Onu beklerken çocuklara son kez bakıyormuş
gibi bakıyordum. Daha kanser tanısı konmamıştı ama içimden bir his o korkun
kelime ile hayatımın bundan sonrasında beraber yaşamak mecburiyetinde
kalacağımı haykırıyordu. O sesi susturmak mümkün değildi. İçim ezilerek
bakıyordum dört pırıl pırıl çocuğa.
Gökhan
Onunla tanışmamız
daha bir iki seneyi geçmemişti ama o da dünya tatlısı karısı, kardeşim
Şerife’de de Resulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) hadisinin tecellisini
görüyordum, mealen, “Bu dünyada iyi anlaşan ruhların, kalubeladan
tanışıklıkları vardır, orada iyi anlaşan ruhlar bu dünyada da birbirleri ile
anlaşırlar.”
Bizim
tanışıklığımız ta kalubelaya dayanıyordu yani. O kısa tanışıklığa neler
sığdırmadık ki; belgesel projeleri, keyifli piknikler, doğum günleri, esaret,
özgürlük, sonsuz muhabbetler ve en sonunda muhtemel bir kanser vakasını
ekliyorduk listeye.
Tanıdığım
en zeki, en muzip ve en merhametli insanlardan biri o ve benim kardeşim. Mavi
Marmara’da katil İsrail askerleri ile mücadele etmişti ve New York Times
gazetesi onun İsrailliler hapse götürürken otobüsün camından vakarla kaldırdığı
yumruğunu manşet yapmıştı. Hilmi de o sayfanın fotokopisini çektirip hepimize
dağıtmıştı.
Her
kapımız açıldığında ilk girenin görebileceği şekilde astığım o kupürü bir gün
halı yıkama için gelen işçi görmüş ve kim olduğunu sormuştu. Hiç düşünmeden “U
benim kardeşim” deyivermiştim. Benim için tam olarak öyleydi çünkü.
Ve
Gökhan geldi. Eve doğru yola çıktığımızda Atila Beşiktaş maçını birlikte
izlemek istediğini söyledi. Gökhan kabul etti ve onlar aralarında konuşmaya
başladılar. Fakat ben kendimi her an daha kötü hissediyordum.
Bir ara
arabanın arkasında iyice büzüldüğümü fark ettim. Ağlamak geliyordu içimden.
Gökhan selametle bizi kapıya kadar bırakırken muhtemelen Beşiktaş maçını bizde
seyretmenin beni rahatsız edeceğini düşünerek veda ediyordu. Bana “Hastalar
Risalesi”ni okumamı tavsiye etti. Şifa niyetine okuyanların şifa bulduğuna dair
tecrübeleri olmuştu sanırım. “Olur” dedim.
Daha
önce okumuştum hâlbuki; okumuştum ama bir kanser hastasına yardımcı olmak için…
Şimdi kendim için okumak… Buna gücüm yoktu…
Neşe Kutlutaş, 25.01.2014,
Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi,
15.02.2012)