“Sanki
yabancı bir şehirde yapayalnız kimsesiz ve nereye gideceğimi bilmeden belirsiz
ve karanlık bir menzile doğru gidiyordum.”
Audrey Hepburn
Ve 27
Ekim 2010. Patoloji raporunun çıkıp çıkmadığını öğrenmek için hastaneyi aradım,
çıkmadığını, akşam 7 civarı tekrar aramamı söylediler. Telefonu kapattıktan
hemen sonra tekrar aradım ve patoloji laboratuarının adını öğrendim: “Olgu
Patoloji”
İnternetten
numarasını buldum ve hemen aradım, raporum çıkmıştı ama bana söyleyemezlerdi.
Muzipliğim üzerimdeydi, “Eyvallah, bana söylemeyin; ama size bir faks numarası
vereyim oraya sonucu fakslayın” dedim. “Böyle bir şey olamaz ama hastaneye faks
çekebiliriz!” dediler. “Tamam, ben telefonda bekliyorum; siz hastaneye faks
çekin bekliyorum, çabuk olun!” dedim. Bıkkın bir ses “Tamam çektik, doktorunuzu
arayabilirsiniz!” dedi.
Hemen
hastaneyi aradım, Süleyman Hoca’nın sekreteri Merve Hanım açtı telefonu, evet
faks gelmişti, ama bana söyleyemezdi sonucu; Süleyman Bey acilde dikiş atıyordu,
gelir gelmez beni arayacaklardı. Tam bir saat bekledim. Evin içinde amaçsızca
baştanbaşa yürüyüp duruyordum.
Bu arada
sürecin başından beri yanımda olan sevgili dostlarım beni arıyorlardı. O gün en
son sevgili Şerife aramıştı. Sonucun daha belli olmadığını çıkınca arayıp haber
vereceğimi söyledim. Oysa sonuç biraz sonra belli olacaktı. Sonra Atila,
Zekiye, Şerife ve Jale’yi arayıp sonucun çıktığını biraz sonra belli olacağını
söylemeyi düşündüm;sonra hemen bu düşüncemden vazgeçtim. Onları da gerginliğe
sevk etmeye gerek yoktu.
Sonra
dayanamayıp tekrar doktorumu aradım ve şok :"Neşe Hanım sizde bir takım
kötü hücreler bulduk, en kısa sürede ameliyat olup tedavinize başlamalısınız.
Bunları konuşmak için hastaneye kadar gelebilir misiniz?" dedi.
Şöyle
bir soru sorduğumu hatırlıyorum:
“Kemoterapi
gerektiren bir şey mi olacak bu?"
Sanırım
doktorum o anda acıma ile karışık güldü:
"Bekliyorum,
siz gelin konuşalım!"
Birkaç
dakika öylece donup kaldığımı hatırlıyorum. Neredeyse akşam oluyordu, üzerimi
giyindim, çıkmadan önce sevgili dostum Fevziye'yi aradım, nasıl söylediğimi
hatırlamıyorum, ama kanser olduğumu ve benimle hastaneye gelmesini istediğimi
söyledim.
Sonra
canım Atila'mı aradım. Atila her zamanki gibi büyük bir teslimiyetle; “Biz bu
işin altında kalkarız inşallah, insanlar kanser oldukları için değil, ecelleri
geldiği için ölüyor, bunu unutma lütfen!" dedi.
Otobüse
bindiğimde içinde üç beş kişi anca vardı, ben kabanıma iyice sarılmıştım ve
sessizce ağlıyordum. Sanki yabancı bir şehirde yapayalnız kimsesiz ve nereye
gideceğimi bilmeden belirsiz ve karanlık bir menzile doğru gidiyordum.
Allah
c.c izin verirse anlatmaya devam edeceğim. Şimdilik bu kadarına gücüm yetti.
Daha anlatacak çok şey var. Ne de olsa üzerinden 14 ay geçti. Evet, 14 ay,
koskoca bir 14 ay, devam ederim inşallah.