“Fezlekeler,
hayadan uzak bir karakterle elde edilen telefon ya da video kayıtları bizi
paralaks kurbanı haline getirmeyecek!”
‘Paralel
Devlet’ diyorlar ya, ek olarak ‘Paralel Zaman’ da desek ve sonra her şeyi
geriye sarsak, o paralel zamanda yürüsek, neler görürüz acaba? ‘Fethullah Gülen
ve Cemaati’nin istediği gibi her şey; Mavi Marmara İsrail otoritesi izin
vermediği için Gazze yolculuğuna çıkmadı; Hakan Fidan, İsrail istemediği için
Mit müsteşarı değil ve İran’la ilişkilerimiz soğuk; iddia olunan ‘Paralel Devlet
Yapılanması’nın istediği gibi Suriye politikamız tamamen tarafsız.
Doğal
olarak paralel zaman da bu parametrelere uygun gelişecekti; yani Suriye’de
mağdurlara yardım malzemesi taşıyan Mit Tırları olmayacak ve paralel yapının
elemanları Mit Tırlarına operasyon yapacak elemanlarını bu işe koşmayacaklardı.
17 ve 25 Aralık operasyonları yapılmayacak, paralel yapının savcıları ve
polisleri Başbakan ve bakan avına çıkmayacaklar, yolsuzluk fırtınası
estirilmeyecekti.
Gezi Parkı olayları cemaatten destek bulmayacağı için belki
de hiç olmayacaktı. Gezi Parkı olayları başlamadan önce Erdoğan’a 'Diktatör' demeyecekti şakirdler, güç zehirlenmesinden bahsetmeyecekti Gülen. Erdoğan’ın
kulağını tırnak ucuyla çekmeyecekti. Mısır’daki askerî darbeye destek
verecektik, Mavi Marmara Gazze’ye doğru yola çıkmayacak 9 insanımız
öldürülmeyecek ve Gazze’ye ambargo sessiz sedasız sürecekti. İsrail’le ilişkilerimiz
kopmayacak, 2009’daki One Minute’ın
etkileri giderilerek işbirliğimiz daha üst seviyelere tırmanacaktı.
Özetle, 28
Şubat’a hızla geri dönecektik. Gülen’in Erbakan hükümetinin devrilmesi için
yıldızlaştığı ve sonrasında örgüt yöneticiliğinden yargılandığı ve
tutuklanmamak için ABD’ye kaçtığı günlere. Geçmişteki her şey bir oyun muydu? Mavi
Marmara’da Gülen’in medyası İsrail karşıtı yayınlar yaparken bir tiyatro
izliyor olabilir miydik? Bilmiyoruz. Bildiğimiz şuydu; İsrail’in bir otorite
olarak kabul edilmesi gerektiğini söyleyen bir cemaat lideri Türkiye’nin
damarlarında akan dindar kanı rahatsız etmişti.
Paralaks,
uzaklık açısı, hepimizi yanıltıyor olabilir. Bulunduğumuz yer ve baktığımız
şeyler, bizim görüş açılarımızı etkiliyor olabilir; ancak ne olursa olsun
paralel zamanda yaptığımız yolculuğun neden-sonuç ilişkileri değişmeyecekti. Her
seferinde yerimizi değiştirmeye alışkın değiliz; doğru sözlü, güvenilir, açık,
şeffaf, kul hakkına riayet eden ve yapıp ettiğimiz her şeyi Allah’ın görüp
işittiğini ve bildiğini bilen insanlardan olmayı seçtik. Gözümüzden kaçan
şeyler bizim kusurumuz olabilir, ama durduğumuz yerin kusuru olamazlar.
Geriye sürüklediğimiz
zaman bize gerçekle ilişkilerimizi dosdoğru konumlandırdığımızı söyleyecek. Paralel
yapının istediği şekilde işleyen bir düzenekte Erdoğan, yolsuzlukla
suçlanmayacak, El kaide destekçisi olarak lanse edilmeyecek ve asla diktatör
olarak negatif, zifir karası propagandalarla yok edilmeye çalışılmayacaktı. Bu
mudur, dosdoğru gerçek; budur. O halde Fethullah Gülen’in ve işbirlikçilerinin
söylediklerinin hiçbir önemi yok.
2013
yılı, 28 Şubat destekçisi TÜSİAD üyeleri ile Gülen’in işbirliklerinin Başbakan
Erdoğan’ı açıkça hedef seçtiği bir yıldı. Gülen’in Pennsylvania’daki malikanesine
ziyarete giden holding patronları, cemaatin güç edindikleri ülkelerdeki
ihaleler ve nihayetinde Gülen’le dilediği zaman görüştüğü söylenen ve telefon kayıtları
yayınlandığında cemaat medyası tarafından dolandırıcı olarak lanse edilen bir
iş adamının yurt dışına kaçması.
2014
yılbaşına kalmadan hükümetin istifaya zorlanarak Erdoğan’ın devreden çıkarılması,
PKK Terörünün bir yıldır can almayan çözüm sürecine girişinde aktif rol oynayan
örgüt lideri Öcalan’ın tasfiye edilmesi (Bu hamle de İşçi partisi tarafından
yapıldı) ve Erdoğan’la kurduğu ilişki dolayısıyla
Kuzey Irak Kürt Bölgesi petrolünü ve doğalgazını Türkiye’ye vererek destek
sağlayan Barzani’nin saf dışı kalması … hepsi Gülen’le dilediği zaman görüşen
ve Gülen’in malikanesinin mülkiyetinde payı bulunan iş adamının telefon
kayıtlarından öğrenildi. Hükümetsiz bir ortam, süren can alıcı terör ve
gelmeyecek olan Kuzey Irak enerjisi…
Yanlış ve
yalnız mıyız? Hayır değiliz. Erdoğan’ın medya baronlarının elinden kurtarmaya
çalıştığı bir medya grubunun satın alınma sürecine, kaotik ortama hizmet eden yayınlara
doğrudan müdahalesi, anket manipülasyonlarıyla Erdoğan’ı devirmeye çalışan
kirli ittifaka karşı anketlerin içeriğine yönelik etkileri (anket iddialarına tekzip), kıyılardaki iki
villalık ilişkileri, bir şirket sahibinin depo için kullanacağı SİT alanındaki
yerle ilgili sıkıntılar, hepimizin dikkatini dağıtmak üzere tasarlanmış diğer
şeylerle doğrudan ilgili şeyler. Hepsini normal ilerleyen zamanda değerlendirebiliriz.
Paralaks etkilerinden uzakta iken yapacağımız her değerlendirme bizi doğruya ulaştıracak.
Ama şimdi bunları düşünerek zaman kaybetme lüksümüz yok. Düşüneceğimiz tek şey
hükümet düşerse nelerin olacağı.
Seçkin Deniz’in
Sonsuz Ark’ta yayınlanan ‘Aydın Doğan ve Medya Baronları Meselesi’ başlıklı
analizi “Medya Baronları’nın halkın seçtiği
insanları bir kağıt mendil gibi kullanıp atmalarının ve kendilerini her şeyden
üstte görmelerinin devri geçti, Halkla alay eden tüm Medya Baronları tarihe
gömüldüler. Hem de yaptıklarını itiraf ederek. Bu savaşı Millet kazanmalıydı ve
kazanacaktı da. Yirmi yıldır bu ülkede bireyden topluma, inanç özgürlüğünden
seçim özgürlüğüne, askeri ve sivil bürokrasiden milletvekillerine, hükümetlere
ve Başbakanlara kadar A’dan Z’ye her şeye müdahale eden Medya Baronları
yaptıklarının bedelini 'Vergi Kaçakçılığı Suçu' ile suçlanarak ödemekte
olduklarını gördüler.” paragrafı ile bitiyor. Erdoğan’ın ne yapmak istediğini
gözlemlememiz güç değil.
Yolsuzluklar
cehenneminde boğulan Gülen’in ve işbirlikçilerinin hiç kimseyi yolsuzlukla
itham etmeye hakkı yok. KPSS ve benzer sınavlardaki yolsuzluk ve
hukuksuzluklarına değinmeyeceğim, Ergenekon sürecinde yapılan kasıtlı hatalara
ve sonrasında aynı yapıyla eşgüdüm hâlinde çalışmasına da, Gülen’in mahkum
olan generallere ve diğer darbecilere
acıyarak onların serbest kalması isteğine de bakmayacağım, bedduasını da
umursamayacağım; İnsanları peygamberle aldatması ve insanların dinî duygularını sömürerek, paralarını,
güvenlerini ve çocuklarını ellerinden alıp bu ülkenin aleyhine işbirliklerine
girerek milyarlarca dolar zarara sebep olmaları her türlü yolsuzluğun
üstündedir, diyeceğim.
Tarih hiçbir
şeyi bugünkü kadar göz önündeyken anlatmadı, ama biz hem görüyor hem anlatıyor
hem de yaşıyoruz. Gülen’in işbirlikçileriyle birlikte One Minute’un intikamını
almaya çalışan bir yapıya entegre olduğunu görüyor ve artık emin olarak
biliyoruz.
Herkesin
unuttuğu bir şey var; One Minute olmasaydı paralel zaman olacaktı ve Türkiye
asla ekonomik, siyasî, demokratik adımları atamayacak, yoksulların,
umutsuzların, sahipsizlerin, terör kurbanlarının dertlerine deva olamayacaktı.
Fethullah Gülen bütün bunların yok olmasını istiyor ve bunu sırf yüreğinde
yıllarca gizlediğini düşündüğüm paralel bir adam olduğu için yapıyor. Güç
istenci onu kontrol edilemez bir karaktere büründürmüş; kendisini de cemaatini
de kaçınılmaz bir felakete sürüklüyor.
Hiçbir
şey onurlu bir duruşun önündeki engellere bakarak yorum yapmamıza, insanların
kusurlarına odaklanarak gerçeği görmemize sebep olamayacak. Fezlekeler, hayadan
uzak bir karakterle elde edilen telefon ya da video kayıtları bizi paralaks
kurbanı haline getirmeyecek.
Yedi yüz
bin Suriyeli sığınmacı Gülen’i Erdoğan'ın hazırlattığı modern kamplarında çadırlarında ağırlamaya hazır.
Vicdan
sahibi hiç kimse 11 bin insanın işkencelerle, açıkla öldürülmesinin acısını
umursamayan bir insana acımıyor.
Tarih yazmaya
devam ediyor ve biz her şeyi not ediyoruz.
Arif Şahin, 07.02.2014,
Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 36