12 Şubat 2014 Çarşamba

SA551/ KY5-PT13: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 2/3: Kısrak

Kiziroğlu Mustafa Bey


-3-
Aysema, geleli daha üç günü geçmeyen Şehrinaz’a öyle bir candan bağlanmıştı ki, görenler birlikte büyümüş sanırlardı. Şehrinaz hem güvenini hem samimi dostluğunu kazanıvermişti Aysema’nın. “Bu kızda şeytan tüyü var!” demişti içinden Murat ağa. Sevinçliydi. Ummadığı bir biçimde Şehreminoğulları’ndan birini harcamıştı. Hem de tereyağından kıl çeker gibi. Kendisi etrafında her hangi bir kuşkuya mahal vermeden..

“Sen ne büyüksün Rabbim!” dedi kahvesini yudumlarken. Artık kahvesini kızı değil Şehrinaz getiriyordu. Kızının duygularını düşüncelerini tek tek öğrenmiş, öğrendiklerinin ışığında tasarladığı şeyin gerçekleşebileceğine iyiden iyiye inanmıştı.

Şehrinaz boş kahve fincanını almaya geldi. Murat ağa oturmasını işaret edip yeni bir gelişme olup-olmadığını sordu. Şehrinaz dün gece neredeyse Aysema ile sabahladıklarını kaçma düşüncesini ucun ucun işlediğini, Aysema’nın git gide bu işe aklının yattığını fakat kızın babasına aşırı düşkünlüğü işini güçleştirdiğini anlatıp birkaç güne kadar o güçlüğü de aşacağına inandığını belirtti.

“Sen yaparsın Şehrinaz’ım.. sen yaparsın! Hele bu işi bir halledelim.. dile benden ne dilersen.. gençsin.. güzelsin!” dedi; yanı başında oturan kızın bacağına elini koyup okşamaya kalkıştı.

Şehrinaz hemen toparlandı. “Aman ağam.. bir gören olur!” dedi. Utangaç bakışlarla Murat Ağaya baktı. Gözleri çakmak çakmak olmuştu. “Eh..” diye iç geçirdi Murat ağa.. artık şu boş fincanları götür.. Aysema’yı da boşlama.. en geç önümüzdeki hafta kaçmalısınız.. ona göre!”

Şehrinaz yavaş hareketlerle oturduğu yerden kalktı. Boş fincanı tepsiye koyup, “Sen hiç merak etme ağam.. bakarsın bu Cuma bile olur!” dedi öfkeli bakışlarını kaçırarak. Murat ağa göz kırpıp “Sen işini bilirsin.. valla senden korkulur!” diye cevapladı. Kız gittikten sonra bir süre daha odasında oturdu, “Bu iş tamamdır!” tümcesini bıkıp usanmadan yineledi.

Şehrinaz Aysema’yı taraçada güneşin batışını izlerken buldu. Yavaşça arkasından sokulup iki eliyle gözlerini kapadı bastırmadan. Şehvetli bir sesle “Bil bakalım ben kimim!” dedi. Aysema düşünür gibi yapıp, “Sen beklediğim elçi olmalısın!” diye cevapladı gülerek. Aysema dudaklarını Aysema’nın kulaklarına iyice yaklaştırıp “İyi bildin yosmam.. tiz bohçanı hazırla seni mert mi mert, yiğit mi yiğit dağların aslanı Kiziroğlu’na götüreceğim!” dedi fısıldayarak.

Ellerini usulca çekti gözlerinden Aysema’nın. Yanında durup o da güneşin kızarttığı ufuklara bakmaya başladı. “Ne ihtişam ama değil mi?” diye konuştu Aysema. “Güneş mi.. dağ mı? Dağın içindeki mi?” diye cevapladı Şehrinaz işveli bir sesle.

Yanakları al al olmuştu Aysema’nın. Şehrinaz’a döndü. Merakını bastırmaya çalışarak sordu:

“Babamın ağzını arayabildin mi?” 

Şehrinaz dudak büktü. Yapmacık, nazlı bir edaya büründü. Hızlı hızlı gözlerini kırpıştırdı.

“Hadi ama.. bırak nazı!” diye üsteledi Aysema.

“Aaa.. niye sık boğaz ediyorsun beni ağa kızı.. işine yarar bir şeyler duymuş olsam söylemez miyim?”

Aysema yüzünü astı. Tekrar dağlara dikti bakışlarını. Şehrinaz apaçık nazlanıyordu işte. Yalvartma huyu vardı bu nazeninin. Kötü bir huydu. “Sen çok kötüsün!” dedi dudaklarını büzerek.

Şehrinaz arkadaşının ellerinden tutup kendine döndürdü:

“Hemen de küsermiş nazlı bebeğim.. bizim adımız nazlı.. sen olduğun gibi nazlısın.. baban aslında dünden razı.. dünden razı ama gel gör ki ortada hiç de hoş olmayan bir nam var.. ‘kerata pek de yakışıklı, pek de insanın canını yakan cinsten amma’ deyip duruyor. Baban haklı. Ben de ona mahsustan dedim ki ‘aman ağam bu sözleriniz Aysema’mın kulağına gider mider.. o da toydur madem babam razı der, bohçasını kaptığı gibi dağlarda alır soluğu dedim. Önce bir kaşlarını çattı.. sonra yumuşadı, gülümseyip ‘aman ha.. sen de benim evladım sayılırsın.. sakın bu sözler kulağına gitmesin.. ama..’ deyip susunca ben üsteledim ‘ama ağam..’ ‘vallah ne yalan söyleyem ben kız olsam çoktan bohçamı alıp kaçmıştım!’ dedi. Şaşırmış gibi yapıp fincanı tepsiye koyup kaçarcasına odadan çıktım. Tabi güya tepsiyi falan devirecek gibi oldum. Baban da arkamdan seslendi “Dikkat et kızım ya.. düşüp bir taraflarını inciteceksin!” apar topar buraya soluk soluğa geldim. Daha bilmem ne demeli.. ne yapmalı!”

Aysema sevinçle sarıldı Şehrinaz’a. Öyle bir sıktı ki Şehrinaz, “Yavaş kız.. kemiklerimi kıracaksın!” diye söylendi.

“Ah benim can arkadaşım.. doğru mu bu söylediklerin.. essah mı dediklerin?”

Şehrinaz küsmüş gibi yaptı:

“Madem inanmıyorsun git kendin sor.. hem sen demedin mi babam Kiziroğlu’na name yazdı.. düğünde veresin diye.. Kiziroğlu düğüne gelebilseydi nameyi vermeyecek miydin? Name neyim yok muydu yoksa.. baba kız benimle eğlenir misiniz yoksa?”

“Ah şaşkınım Şehrinaz’ım.. şaşkınım. Name doğrudur. Hani o olay olmasa.. ama işte o Bodur pisliği.. Allah bana bağışladı aslanımı.!”

Sustu. Birden kararlı bir biçimde sordu:

 “Ne dersin Kiziroğlu’na haber iletsem.. sana kaçıyorum desem.. kınar mı beni?”

 “Niye kınasın kız! Seni sözlüsü ilan etmemiş mi? Mısırdaki sağır sultan bile duydu ettiği ilanı.. eh kendisi utansın gelip sözlüsünü kaçıramıyorsa.. görsem yüzüne derim.. öyle eşkıya meşkiya dinlemem!”

“Aşk olsun!” deyip bir çimdik attı Şehrinaz’ın koluna. “Ayy!” diye bağırdı Şehrinaz. “Kız yavaş.. bütün konak duyacak bizi!” deyip Şehrinaz’ı gıdıkladı birlikte kıkır kıkır güldüler.

Alaybeyi sabah namazında da göremedi Kadı Cemalettin Efendi’yi. Atına atladığı gibi Kizir köyüne doğru dolu dizgin sürdü atını. Niye böyle yaptığını kendisi de bilmiyordu. Yüzünü yalayan sabah rüzgârı anlam veremediği sevinci daha bir artırıyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla köyü gören tepedeydi.

Atının üzerinde uzun uzun baktı köye. Gözlerinin ne aradığını anlasa da kendinden bile saklamaya çalıştı anladığını. Kiziroğlu’nun evini biliyordu. Evin buradan görülmeyeceğini de biliyordu. Ama daha ileri gidemezdi. Kiziroğlu’ndan, köylülerden çekinmiyordu çünkü köylüler de Kiziroğlu da kendisine güvenirlerdi. Severlerdi. Onu yerinde mıhlayan Elif’in varlığıydı. Kadı’nın söyledikleri bir anda Elif’i var etmişti.

“Eşeğin kulağına kar suyu kaçırdın be Kadı Efendi!” dedi gülerek. Kadı dünürcü gideceğini söyleyene kadar Elif hem vardı, hem yoktu. Kaç kez görmüştü Elif’i. Kaç kez hal hatır sormuş, ağası Kiziroğlu’na selam iletmişti. Ama şimdi Elif bambaşkaydı. O bildiği Elif bu Elif değildi.

Yüzünün kızardığını hissediyordu. Atı kulaklarını kabartıp kişner gibi yapınca daha bir utandı. Atı da mı anlamıştı. “Bir şeyler mi sezdin Aşkarım?” diye fısıldadı atın kulağına. At başını salladı. Alaybeyi atın boynunu okşayıp döndürdü, geldiği yöne doğru yavaş yavaş sürdü. Köylüler sabahın  köründe kendisini görsele mühim şeyler olduğuna vehmeder heyecana kuşkuya kapılırlardı.

Aşkar bir süre sonra durmuştu. Atın durmasıyla kendine geldi. Büyükçe bir söğüt ağacının çepeçevre sardığı Yusuf babanın değirmenine varmışlardı. Kimsecikler görünmüyordu. Fakat değirmenin kapısı açıktı. Atından indi “Yusuf Baba! İçerde misin!” diye seslendi.

Yusuf Baba elinde odun bir külekle belirdi kapıda. Şaşkın şaşkın kapı önünde dikilen Alaybeyine baktı. Az kalsın boş küleği düşürecekti elinden.

“Hayırdır evladım!” diye bildi güçlükle. “Sabahın bu vaktinde.. bir şey mi oldu? Bir haber mi var?”

Alaybeyi neşeyle yaklaştı değirmenciye. Sarıldı. Kırçıl sakallarından öptü değirmencinin.

“Öylesine dolaşıyordum Baba. Kendimi burada buldum. Dedim bir bardak çayını içem Yusuf Babanın. Pek leziz çayı olur sabahları.. işte böyle!”

Yusuf daha bir şaşırmıştı. Oğlanın hâli hâl değildi. Gerçi Alaybeyi neşeli mi neşeliydi ama.. “Çay hazır.. hele geç şurada otur ben getireyim!” deyip Alaybeyine sundurmadaki tahta oturacağı gösterdi.

Kendisi dereye doğru gidiyordu ki Alaybeyi adamın elindeki küleğe sarılıp “Yav Baba sen ihtiyar adamsın.. de suyunu ben getireyim!” diyerek küleği aldı koşarak dereye vardı.

Yusuf Baba bir çocuk gibi hoplaya zıplaya dereye inen Alaybeyine baktı. Başını iki yana salladı. “Zahir aklını atlatmış.. cin neyim uğramış olmasın!” diye geçirdi içinden.

Yusuf  Baba değirmene yöneldi. İçeri girdi. Temiz iki bardağı alıp bakır tepsiye koydu. Şekeri arandı. En son yatağının oralarda olduğunu hatırlayıp yatağının bulunduğu odamsı yere geçti. Şekerlik hemen yatağının başucundaydı. Tepsiye koyup tekrar şöminemsi küçük ocakta hafif hafif kaynayan çaya baktı. Çay çökmüştü. “Biraz daha çöksün!” dedi kendi kendine. Tepsi ile dışarı çıktı. Tepsiyi sundurmadaki sabit masaya bıraktı. Oturdu. Kuşağından tütün tabakasını çıkarıp bir cigara sardı. Kehribar ağızlığına takıp sigarasını yaktı. Güle oynaya küleği yıkayan Alaybeyine baktı.

“İhtimal gönül işi bu.. Bir genci gönülden başkası sabahın köründe yollara düşürmez.. dur hele birazdan anlarız!” diye düşündü Yusuf Baba. “Kısrak kokusu almış aygır gibi baksana!” demişti kendi kendine gülerek.

Alaybeyi küleği birkaç kez yıkayıp öyle doldurmuştu. Dökmemeye özen göstererek getirdi suyu. “İçeri götüreyim mi?” diye sordu. Değirmenci, “Götür.. ocağın yanına bırak demliği de al gel bari!” diye cevapladı Alaybeyini. Alaybeyi içeri girip suyu denilen yere bıraktı. Çaydanlığı alıp Yusuf Baba’nın yanına geldi. Çaydanlığı tepsinin yanına bırakıp çökercesine oturdu.

Bir süre konuşmadan öylece oturdular. Alaybeyi bardaklara çayı doldurup, Yusuf Baba’nın bardağını önüne sürdü.

“Valla Yusuf Baba senin çayın başka olur.. her zaman söylerim.. artık havasından mı.. derenin suyundan mı.. demleyenin elinden midir bilmem ama başka hiçbir yerde böylesi çay içmişliğim yoktur, bunu bilirim!”

Yusuf güldü:

 “Suyundandır.. ee söyle bakalım Zülfikâr oğlum sabah sabah buralara seni çay getirmedi ya.. benimle eğlenmeyi bırak da de hele.. neyin nesidir, kimin kimsesidir yularını eline geçiren!”

Alaybeyi başını önüne eğdi. Yüzünü ateş basmıştı. “Demek ihtiyar anladı he!” diye geçirdi içinden. “Ulan insan kendini bu kadar mı ele verir.. demek kim görse aynı şeyi diyecek ha!”

“Niye susarsın a evladım.. bunda utanılacak, kızarılacak ne var.. yaşın geçmiş değil.. her kısrak kokusu alan genç senin gibi yerinde duramaz olur.. hele de bakalım gerçekten kimin kimsesi!”

Alaybeyi yutkundu hemen savunmaya geçti. “Ah ağam.. vallahi benim günahım yoktur. Şu yeni gelen kadı Cemalettin var ya..”

“He var!” diye cevapladı Yusuf Baba..

“İşte o kar suyu kaçırdı kulağıma. Aklımın ucundan bile geçmezdi.. sana dünürcü olalım dedi. Eskiden öksüz şimdi hem öksüz hem yetim olan helal süt emmiş biri var.. istersen dünürcü olayım. Dedi. Benim de aklıma düşürdü. Bundan öte bir şey yoktur. Dedim ya dün geceye kadar aklımın ucundan bile geçmezdi.”

Dedi ve sustu. Bardağına uzandı. Az kalsın bardağı düşürecekti. İki eliyle sarıldı bardağa. Yusuf Usta Alaybeyinin her bir hareketini gözlüyor, için için gencin şaşkınlığına, beceriksizliğine dağınıklığına gülüyordu. Gençlik, sevda işte böyle bir şeydi. İnsanın elini ayağını bir birine dolaştırır gülünç duruma sokardı.

 “Hey gidi gençlik!” diye geçirdi içinden. Çayından bir fırt alıp bardağı masaya koydu. Sigaradan derin bir nefes çekti. Kuşağından tabakasını çıkarıp “Tütün ister misin!” dedi. Alaybeyi başını salladı:

“Yok be Baba.. tütün bana hiç yaramıyor. Birkaç zaman önce sülün Zeki denen dolandırıcı ısrar etmişti bir iki nefes almıştım. Hay almaz olaydım neredeyse günlerce öksürüp durdum. Ne illet bir şey.. valla aklım almıyor bu cigara içenleri!” diye cevapladı Yusuf Baba’yı.

Yusuf Baba tabakayı masanın üzerine bırakıp, “Bak Zülfikâr boşuna kadı Cemalettin Efendi’yi suçlama. Sen hislerini bastırmışsın.. bir bent çekmişsin hislerinin önüne.. o da bir fiskelik çerden çöpten bende şöyle bir dokunmuş yerle bir etmiş hepsi bu. Yoksa bir tek sözle gemi azıya almış aygırlar gibi dolaşır mı insan!” dedi.

Alaybeyi neredeyse yerin dibine geçecekti. Hoş ağır sözler değildi Yusuf Baba’nın söyledikleri. Ama böylesi faş edilince utancından yer yarılsa da içine girsem duygusuna kapılmıştı.

“Ee.. de bakalım eskiden öksüz olup şimdi hem öksüz hem yetim olan bu şanslı kimin nesidir? Kizir Köyü’nden mi yoksa?” diye sürdürdü konuşmasını. Alaybeyi başını daha bir eğmişti. Cevap verse miydi, bir türlü karar veremiyordu. Ah şu kadı!

“Dedim ya.. aklımın ucundan bile geçmezdi!” diyebildi güçlükle.

“E onu anladık evladım!” dedi yapmacık bir kızgınlıkla. “Tamam senin aklının ucundan bile geçmemişti.. ama adı kondu bir kere.. sen kısrağın adını söyle!”

Alaybeyi ayağa fırladı. Sundurmadan hızla çıktı, atına doğru koştu. Bir hamlede atına bindi Yusuf Baba’nın şaşkın bakışları arasında.

İhtiyar adam ayağa kalktı:

“Ne oldu birden bire.. adını niye söylemezsin!” diye sordu.

Alaybeyi Aşkara hakim olmaya çalışarak:

“Geç oldu.. bakarsın bey teftişe kalkışır..zılgıt yemeyelim!” dedi.

Yusuf son bir hamle daha yaptı:

“Ya kızın adı?”

Alaybeyi başını çevirip güldü:

“Elif desem be desem.. yok.. yar ismini desem olmaz.. düşer dillere dillere!” dedi dolu dizgin sürdü atını.

Öylece donup kaldı ihtiyar. İnanmak istemedi.

“Elif ha.. Elif ha!” dedi yavaş bir sesle. Olabilir miydi? “Niye olmasın ki?” diye geçirdi içinden. Elif evlenme çağına gelmiş sayılırdı. Sayılmak ne kelime? Rahmetli Asiye kaç yaşındaydı ki onunla evlendiğinde? İhtimal Eliften üç bilemedin iki yaş daha küçüktü!

“Elif ha!” diyerek yineledi içinden değirmene girerken.


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 12.02.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar







Seçkin Deniz Twitter Akışı