“Yavrumu
benden sonraya bırakma Allah’ım!”
Gökyüzü
grimsi bir renge bürünmüş.. hava ise puslu.. semada asılı kalmış bulutlar gibi
duygularım da hüznün tüm koyu tonlarına salmış kendini... Dışarıdaki puslu hava
beni de çekiyor içine.. zihnimin derinliklerinde kalmış, ruhumda izler bırakan
tüm acı hatıralarım canlanırken gözlerimde, gözyaşlarım süzülüyor hafiften
yağan yağmurla birlikte..
Şimdi
sadece geçmişin yaşanmışlığında anı olarak kalan tüm acıları düşünüyorum… neden
ve niçinlerle sorgulamak istemeden.. sadece öylesine.. içlerinden bir tanesinde
duruyorum. Acılara beden olmuş ismin en yalın haliyle…”Anne” kelimesinde
kalıyorum…ardından içini hüzün kaplayan keder diye doldurduğumuz diğer her şey
boş geliyor bana....geçiniz dercesine…takıldığım bu kelimeyi düşünürken, yıllar önce annelik nasıl bir duygu diye soran
bir arkadaşıma, yüreğini ellerine alırsın da dolanırsın ya yollarda.. işte o ruh
hali nasıl bir şeyse, annelik de öylesi bir şey dediğimi hatırlıyorum şimdi de.
O zamanlar için yavrumun henüz doğumunda
sorulmuş böylesi bir soruya verilmiş cevaptı bu.. Lakin tüm anneler bilirdi ki;
bu ruh hali, çocuklarının gelişim ve bedensel büyüme sürecine göre değişebilen
bir seyirdi. Anneler olarak çocuklarımızın hem ruhen, hem bedenen gelişim
evrelerine şahit olmak; Yaradan’ın bahşettiği muhteşem bir imkândı bizlere.
Onların emeklemesindeki halleri, adımlarını ilk atmaya başladıklarındaki
heyecanımız, dudaklarından yarım yamalak dökülen kelimelerin sevimliliği,
ağlarken bile anne nidasıyla yaydığı o tatlı yaygaraların eşliğinde hemencecik
gözyaşlarının belirivermesi ve bizlerinde bir koşuda yanlarında olma isteğimiz
tatlı birer heyecan olarak kalmıştır her birimizin hafızalarında. Ya çocukluğumuzu
da geri getirircesine onlarla yaşadığımız oyun ve park maceralarımız.. dış
dünyamızda hangi olumsuz şartlarda olursak olalım, alıp götürmüştür bizi de
kendi çocukluğumuzdaki masallar ülkesine.. ve keyfine doyum olmayan anlar
kalmıştır onların sayesinde.
Anneliğe
ait her türlü duyguların keşfinde çocuklarımın büyümelerine şahit olurken, o
günlerde yüreği ben gibi aynı heyecanla atan bir başka anne tanımıştım, komşusu
olmam gibi bir rızka nasip olmam sebebi ile.. Hepimiz gibi idi onunda yavrusu
ile ilgili hassasiyetleri. Lakin önemli bir farkı vardı bizlerden. Bu farkı ona
ait kılan, yavrusunun doğumunda maruz kaldığı oksijen yetersizliği sebebi ile
dış dünyadan tamamen kopuk, hayatı boyunca yatağa bağlı yaşaması zorunluluğu
idi...hep yeni doğan bir bebeğin hassasiyeti ile bakıma muhtaç iki
büklüm olmuş bir yavru ve annesi.
Bedeninin
hassaslığından ve yeterli beslenemediğinden olsa gerek, kemikleri bir cam gibi
kırılgandı. Hatırlıyorum, bir keresinde
bana uzattığı ellerini avuçlamıştım ellerimle. Ona yakınlığımı hissettirme
gayretim sessizce akan gözyaşlarına şahit kılmıştı gözlerimi de. Bu yaşların sebebi ona dokunuşumdan hissettiği
acıdan mı idi, yoksa ruhunun ıstırabından mı
bilemediğimden.. çektim ellerimi üzerinden.. ne zaman, hangi anda geleceği belli olmayan
sara nöbetleri ve ardından sanki hiç bitmeyecekmiş gibi uzayan ağlama krizleri,
alanında uzman en iyi doktorlara gidilse bile, ne olacağını bekleyip görmekten
başka hiçbir şeyin yapılamayacağının bilinmesi bir annenin ruhunu hangi girdapların
esaretinde çaresizliği hissettirmezdi ki?
Oysa
böylesi durumlarda bile daima dua ile yaradanına sığınmaktan başka hiçbir
haline şahit olmadım bu güzel annenin.. Hiç sitem ettiğini de görmedim tevekkül
etmekten başka. Bizden tek istediği ara arada olsa yavrusunun dünyasına konuk
olup ona sevgimizi belli etmemiz idi. Yavrusunun sara nöbetleri sonrası onu her
ziyaretimde karşılaştığım cılız bedeni ve bir noktaya sabitlenmiş dalgın
gözlerdeki bakışlarıyla, ölümle yaşam arasındaki o ince perdenin kalktığı ruh
halini yansıtırdı sanki bana... o anda gözlerini kaçırıp, bizi dünyasına almak
istememesini ötelerle kurduğu bu bakışlardaki derinliğe bağlardım kendimce.
Annesi,
ona en ağır gelen şeyin kızının dünyası ile iletişiminin tek kapısı olan
gözleriyle temasına kapattığı o anların olduğunu söylemişti hüzünle… “Belki de
senin çektiğin acının farkında ve bu durum ona da ağır geliyordur, bu yüzden
kaçırıyordur gözlerini senden” demiştim ona.. “Yapayalnız kalmayı istiyordur
belki de sadece kendine ait dünyasında..” Bazı zamanlarda ise onu ziyaretimden
memnun olduğunu hissettirircesine gözlerindeki siyahlığın ışığından parıldayan tebessümleri
ile kendi dünyalarımızda girdiğimiz çıkmazlarımızdan kurtarırcasına şükür
telakkileri sunuyordu bize..
Annesi,
birlikte olduğumuz tüm zamanlarda kızının her hali ile ilgili yaptığımız
sohbetlerde onun sıkıntılı hiçbir halini anlatmazdı.. şikayet edip sitemlerini
de yolladığına hiç şahit olmadım yaradanına..
Hep bir anne yüreği ve şefkati ile sarmıştı yavrusunun tüm sabır
gerektiren hallerini. Birde duası vardı onu diğer annelerden farklı kılan..
“Yavrumu benden sonraya bırakma Allah’ım!”
diye içten yakarışlarını semâya çıkartan..
Sahi bir anne yüreği kendini de yakan böylesi
bir duayı nasıl terennüm ederdi?
"Cennet annelerin ayakları altındadır"
sözünü, peygamberim cennetin bedeline ancak bir ‘Ana Yüreği’ eşdeğerdir bilinci
ile söylemişti değil mi?
Yıllar
önce anneliği ilk kez tadacağı bebeğinin cinsiyetini öğrendiğinde “Saadet Nur”
olsun ismi demişti "Neşe" içinde bana..
Sözlük
anlamı ile “Bilinci dolduran tam bir doygunluk, mutlu olma hali..” imiş..
Dışarıda
sarıya bürünmüş bulanık hava..
Caddelerde
yağan yağmurla birlikte usul usul esen ılık bir tatlı rüzgar.. ve duygularımın
belirsizliğinde ben..
Bugün
saadet bedensel ızdırabından kurtulup sonsuzluğa bir kuş gibi uçarak ebedi
özgürlüğüne kavuştu.
Geride
sabır yüklü bir anneyi bırakarak.. Umarım ana kızın bu kısa dünya sahnesindeki
sabırla imtihanı kızına koyduğu ismi gibi cennetteki gerçek saadetlerinde
buluşturur onları..
Benimse,
bir bedenin yükünün ızdırabından kurtuluşuna sevinmenin mi, yoksa yavrusundan
dünya imtihanı ile ayrılığı yaşayan bir annenin kalbine çökmüş hüznün
tesellisini hangi kelimelerle dolduracağımı bilmezliğin git gel sarkacında
belirsiz dolanıyor duygularım zihnimde..
Dışarıdaki
puslu hava, yerini akşamın alacakaranlığına bırakıyor..
Şimdi
ise ayrılığın acısını kendi ruhunda yaşamış bir annenin duygularının
kesişiminde, sarıya bürünmüş ruh halimle havanın tatlı soğuğuna bırakıyorum
kendimi üşüyen bedenimle.. sadece Rabbimin sözlerinin sıcaklığı ile teselli
bulan kalbimin sukûneti ile… selametle…(18/NİSAN/2013)
Neşe Yıldız, 15.02.2014, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark