Kabataş,
Oklar Yalan Söylemez, Ali İsmail’i Kim Öldürdü?
Zordur
bir kadının 'Ben tacize uğradım' demesi, ispatı zordur çünkü; genellikle de
imkânsızdır. İspatlayamadığınızda suçlu durumuna düşersiniz, bu yüzden taciz
edilen çoğu kadın susmuştur. Bedeli ağırdır ve sussa da anlatsa da o bedeli hep
kadın öder…
Her
statüde kadın taciz riski taşır; yaşlı, genç, güzel, çirkin, evli, bekâr fark etmez,
giyim ve yaşam tarzıyla da alakası yok. Kadının eğitimli, maddi manevi açıdan güçlü
olması da bu riski ortadan kaldırmaz. Olay ortaya çıktığında, genellikle ilk
tepki, 'Dişi kuyruk sallamasa erkek
cesaret edemez; kim bilir ne yaptı?' düşüncesidir. Kimi sözle kimi bakışlarla
çarpar yüzüne; hisseder kadın.
Taciz mağdurlarının suç işlemişçesine insanların yüzüne bakamamasının sebebi budur; Olay beklenmedik bir anda gerçekleşmiştir. Saldırgan(lar)ın niyetinin ne olduğunu, nerede duracağını, tâcizin ne zaman, nasıl biteceğini bilmiyordur.
Yaşanan
tâcizin ortamı, süresi, şiddeti ne olursa olsun verdiği hasar değişmez. Mağdurun
tâciz eden kişiyi tanıyıp tanımaması da durumu değiştirmez. Asıl sıkıntılı
durum olay bittikten sonra başlar; mağdur olayın tekrarlanmasından korkar. O
anı sürekli yaşar; rüyalar kâbustur artık. Kendini savunmasız hisseder; dostça
uzanan ellerden ürker. Hiç bir şey eskisi gibi değildir ve yükü ağırdır.
Yaşanan
olaya göre değil kişinin karakterine göre sonuç değişir; kimi taşıyamaz bu yükü
intihar eder, kimi evlenemez, kimi
evliliğini sürdüremez. Kimi içine kapanır, kendi kendine savaşır; kimi intikam
peşine düşer; 'Beni yakanlar yanmalı' da
olabilir istediği, 'Ben yandım başkası yanmasın' da.
Çok az
kadın hesaplaşma yolunu seçmiştir. Hesaplaşmayı seçen her kadın güçlüdür,
takdir edilmelidir. Tecavüze benzemez, zira ispatı zor, verilecek ceza
yetersizdir. İspatlansa da ispatlanamasa da kadının payına düşen bedel suçludan
daha ağırdır; yalan söylemek ve iftira atmak için de kullanışlı değildir.
Tecavüz
elde etmek, sahip olmak; taciz, rahatsız etmektir. Hukuken cezası 3 aydan 2
yıla kadar hapis, toplum tarafından verilen ceza ise bazen hiç bazen azdır. Yüz
kızartıcı suçlara girmez, mağdurun yüzü failden daha çok kızarır mesela. İftira
atacak, karalayacak olan ard niyetli kadın ‘Tecavüze uğradım’ diyebilir, ama tacize
uğradım diyen yalan söylemiyordur. Hukuken de kadının beyanı esas alınır.
Mağdur
kadın, ailesi, eşi tarafından da cezalandırılma riskiyle karşı karşıyadır. Eve
hapsedilmiş, dayak yemiş, olayı yargıya taşımadan susturulmuş kadınlar vardır.
Özellikle bizim toplumumuzda birçok baba, abi ya da koca bu durumun duyulmasını
istemez. Fail biliniyor ve tanınıyorsa olayı yargıya taşımadan öldürme, darp etme, yaralama şeklinde cezayı
kendisi vermek isteyebilir. Bunu bilen kadın da hem kendini hem ailesini
korumak için susmayı tercih edecektir. Tâcizciler tüm bunları bilir ve cesaret
bulurlar; yaptığı tacizlerle övünenler vardır.
Gelelim
Kabataş olayına. Genç bir kadın 'Tacize uğradım' diyerek şikâyette bulunduysa,
delil, ispat aramaksızın beyanını esas alarak inanmalıyız. Biz de inanmıştık. Peki
ne oldu da şimdi üçe bölündük? Sebep ortaya çıkan şaibeli görüntüler mi? Bakış
açımız mı? Sahi ne var o görüntülerde?
Yeşil,
mavi, kırmızı oklar. Yeşil ok bebek arabasıyla bir kadını gösteriyor, ben
göremiyorum. Ok yalan söylemez, deyip takip ediyorum. Ok bir noktada
sabitleniyor, kadın hiç hareket etmiyor olmalı; önünden, arkasından, sağından,
solundan insanlar gelip geçiyor kadın sabit. Yoldan arabalar geçince de kadın
okun işaret ettiği yerde yok gibi, ama olsun, ok yalan söylemez. Yoldan geçen
eylemci grubu işaret etme görevi kırmızı oka düşmüş; grup tehlikeli demek ki. Ama
gelip geçiyorlar, olayla ilgileri yok.
Yeşil ok
görevini mavi oka teslim ediyor, çünkü kadının bulunduğu noktada kalabalık bir
grup toplanmış ve orada uzun değil 30 saniyecik bir kargaşa yaşanıyor. Etraftaki
herkes o yöne bakıyor. Dedim ya çok değil, 30 sn sonra kalabalık dağılıyor. Kadın
az ötedeki arabaya binip kocasıyla olay mahallinden uzaklaşıyor.
Sonuç;
tâciz olmamış, kadın yalan söylüyor!!!
Bu görüntülerin
nereden, nasıl, ne şekilde bulunduğunu geçelim, süreyle oynanma olasılığını
kesilip montajlanma ihtimalini de yok sayalım, hepsini kusursuz kabul edelim. 30 saniyede neler
yaşanabilir?
Mesela
bakın bunlar yaşanmış.
İzlemeyenler
için söyleyeyim; yine gezi olayları döneminde yaşanan Ali İsmail in (15 sn) dövüldüğü görüntüler ve çıkan sonuç; Ali
İsmail dövülerek öldürülmüş. Oysa görüntüler, Ali İsmail’in dövüldüğünü
ispatlıyor, dövülerek öldürüldüğünü değil. Neden mi?
İlk
olarak gittiği hastanede kavgaya karıştığını söyleyen Ali İsmail muayene
ediliyor; tomografi cihazı olmadığı için başka bir hastaneye ambulansla sevk
ediliyor. Beyin tomografisi dâhil tüm tetkikleri yapılıyor; sonuçlar temiz
çıkıyor 3,5 saat müşâhâde altında tutuluyor. Ağrı kesici verilip adlî vak’a
kaydı tutuluyor; Ali İsmail yürüyerek
hastaneden ayrılıyor.
Ali ve
arkadaşlarının hastane görüntüleri. Ali, eve gelip uyuyor arkadaşları
tarafından saat 17:00 sıralarında uyandırılıyor, arkadaşları beyin kanaması
geçirdiğinden şüpheleniyorlar ve yeniden aynı hastaneye götürüyorlar. Ali
ifadesinde neler olduğunu hatırlayamadığını söylüyor, ama hiç kimse 'Hastanede
tetkikleri temiz çıkmış belki de evde düştü kafasını sert bir yere çarptı ya da
başka birileri kafasına vurdu, gezi eylemlerini alevlendirmek için kullanmış
olabilirler' demedi, demesinler de !!!
Kabataş
mağduresi olaydan 5 gün sonra adli tıptan darp raporu alıyor, bizzat kendisi
ifade veriyor şikayetçi oluyor; ama birileri olayı yaşadığını iddia ettiği
saatte olay mahallinde bulunmasını, görüntülerdeki 30 saniyelik kanıt sayılabilecek
kargaşayı, raporu ve ifadesini yok sayıp 'kocası dövmüş olabilir siyasetçi
oldukları için de bunu gizlemek ve tâcizi siyasî malzeme olarak kullanmak için
yalan söylemiştir' diyebiliyor.
Düşünüyorum
da…
Hangi
kadın kayınpederi için böylesi bir yalan söyler?
Hangi
koca karısını böylesi bir siyasi malzeme yapar?
Hangi
baba evladını, gelinini, torununun annesini ateşe atar?
Hangi
akıl tacizi siyasette prim olarak görür?
İstanbul’un
her yerinde mobeseler olduğunu hiç biri bilmiyor mu?
Neden
böyle bir risk alsınlar?
Madem
vicdanımız yok, şunu da soralım…
Gezi
eylemlerinde Ali İsmail in öldürülmesi mi daha etkiliydi, Kabataş olayı mı?
Neden
her iki olaya da insanca ve âdilâne bakamıyoruz?
Neden
Ali’nin arkadaşlarına güvendiğimiz kadar Kabataş mağduresine güvenemiyoruz?
İki
olayı da aklama ya da karalama derdinde değilim. 30 saniyede neler
olabileceğini göstermek istemiştim. Ali İsmail’in gerçek katillerinin bulunup
cezasını çekmesini, hem de bunun bir an evvel olmasını istiyorum. Bir annenin
acısının kullanılmasına da karşıyım.
Kabataş
tâcizcilerinin bulunup cezasını çekmesini, bunun da bir an evvel olmasını
istiyorum. Bir kadının acısının kullanılmasına da karşıyım.
Kabataş
mağduresine inanıyorum, ispatlasın diyenleri kınıyorum.
Bu kadar
tepkiden sonra kendisi çıkıp ‘Evet, yalan söyledim, hiç bir şey yaşanmadı' dese
bunu girişilen linç kampanyasının etkisiyle yaptığını düşünürüm, tâciz edildiğini
ispatlamak zorunda bırakılan kadının yenilgiyi, çaresizliğini kabullenmesi,
yalancılığa razı olup kaderine boyun eğerek Allah’a havale etmesi olarak
değerlendiririm.
Son
olarak mağdureye inanmayan şüphe duyanlara soruyorum…
'Ya yalan söylemiyorsa bedelini nasıl
ödeyeceksiniz? Ya sizin ya da bir yakınınızın başına böyle bir olay gelse
ispatlama garantiniz var mı?'
Merve Özgül, 19.02.2014,
Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar