“Başbuğ
klasik bir cumhuriyet çocuğu ve ödediği bedel cumhuriyetin günahlarından
besleniyor.”
Gerçek
nedir? Yaşadığımız, gözlemlediğimiz, etkileriyle hayatımızı her açıdan
bağımlılıklara mahkûm ettiğini bildiğimiz olayları ve olguları nasıl algılarız?
O olguları ve olayları planlayanlar, organize edenler ve hayatın her alanına
serpiştirenler nasıl algılarlar? İki yüz yıllık keskin tabakalaşmanın üst ve
alt katlarındakilerin dışında olanlar, doğuştan alt kattakilerden oldukları
halde bulundukları statü dolayısıyla üst kattakilere daha yakın ve daha aktif
olanlar gerçeği nasıl algılarlar?
Platon’un Metaller Efsanesi böyle bir şey; insanların metal katmanları arasında
sıkışmalarını hesaplayan bir gerçekten bahsediyoruz. Gerçek elbette algılama
biçimlerinin tamamını içerdiği gibi muhtemel, mümkün tüm durumları da içerir.
6 Ocak 2012’de tutuklanan 26. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un yazdığı kitabı dikkatle inceledim. Kitabın adının vaat ettiği gerçeklere ulaşmak istedim. Kitap’ta Başbuğ’un anlattıklarından ziyade kitabın ruhuna sinmiş bir tek gerçekle karşılaştım; o gerçek de davasının son aşaması Yargıtay'da sırasını bekleyen müebbede mahkûm olmuş yaşlı bir insan; silahlı kuvvetlerin subay katmanlarını teker teker çıkarak en son basamakta yaş haddinden emekliye ayrılan yaşlı bir insan. Hayatı boyunca aklı ve vicdanı arasında kararsız kalmaktan, bazen aklına bazen vicdanına kulak veren ve böylece sürekli sıkışan, sonunda da Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde bu dalgalı ruh halinin sonuçlarını yargılanıp mahkûm olarak ödeyen yaşlı bir insan.
Meslek hayatı
boyunca sürekli saygı görmüş, çekinilen, emirleri keskin birer kılıç gücünde
olan bir insanın cezaevini algılaması, orada geçen günlerini sorgulaması,
yetmiş yaşından sonra şiire ilgi duyması, şiir yazması, duygularını fark etmesi
bence iki yüzyıllık hararetli geçmişimizin somut bir fotoğrafı. Duygularından
arınmış askerlerimizin katı profilleri en çok onlara ve ait oldukları topluma zarar
vermiş; bugünkü yargılama süreçleri de onlara başkalarının duygularını anlama
ve kendilerini sorgulama imkânı veriyor.
Başbuğ’un
dalgalı ruh hâli tutunacak sağlam dallar aramasına neden olmuş. Kimi zaman
Mustafa Kemal Atatürk’e, onu duymayacağını bilerek, bir askerî lise öğrencisi
bağlılığıyla yazdığı mektupları, kimi zaman da Kur’an’dan ayetlere ve Allah’a
yaklaşan ruhunu görüyorsunuz.
Başbuğ
klasik bir cumhuriyet çocuğu ve ödediği bedel cumhuriyetin günahlarından
besleniyor. Kuruluşundan günümüze dek askerlere yükseldikçe kendilerinde
herkesten üstün olmak gibi bir güç vehmettiren bir rejimin kurbanı olmak, aslında
büyük bir haksızlık. Halktan, toplumdan
uzak bir kuruluş serüveni ve tek parti diktatörlüğü, ardından darbeler ve
siyaseti ve kurumlarını küçümseyen askerî bürokrasinin 21. Yüzyıl Türkiye’sini
anlamak zorunda kalması, Başbuğ’un yaşadığı dalgalanmanın asıl sebebi. Eğer
2002’den sonra başlayan yüksek hızlı değişim olmasaydı, Başbuğ keyifli bir
emeklilik dönemi geçirecekti ve bugünleri asla bu şekilde yaşamayacaktı.
Gelişen
demokrasi algısı, askerî bürokrasiye de dur demeyi gerektiriyordu. 25. Genelkurmay
Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın 2007 seçimleri sonrası, ”Çok konuşursak halk
kızıyor!” dediği gün, gerçek büyük bir hızla alt kademelerdeki subayların
tepesinden kaynar sular gibi inmişti. 2003 ve sonrasında hazırlanan Balyoz
darbe planı, her seçimde iktidar
partisini destekleyenlerin sayısının arttığını görenler tarafından akamete
uğratıldı. 24. Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök ve 25. Genelkurmay Başkanı Org.Yaşar
Büyükanıt bu gerçeği görerek alttan gelen darbe baskılarına direnebildiler.
Bugün yargılanmıyor oluşlarını da verdikleri kararlara borçlular. 26. Genelkurmay
Başkanı Org. İlker Başbuğ ise kararsızlığının, aklının ve vicdanının arasında
sıkışmasının sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kaldı.
Balyoz
darbe planı 24. Genelkurmay Başkanı Özkök döneminde hazırlandı, 2008-2010
döneminde 26. Genelkurmay Başkanı olan Başbuğ’u Ergenekon yargılanmalarına dâhil
eden İnternet Andıcı’ndan çok önce açılan ve iktidar partisini tazyif etmeyi
amaçlayan ve 2009 başlarında Başbuğ’un kapanmasını emrettiği siteler 25. Genelkurmay
Başkanı Büyükanıt döneminde açıldı. Ancak; Başbuğ’dan önceki iki genelkurmay
başkanı da yargılanmadı. Çünkü; Özkök, balyoz darbe planının kendisine sunulan
plandan farklı olduğunu kanıtladı. Büyükanıt ise 27 Nisan Muhtırası’nı bizzat
kendisinin yazdığını söylemesine rağmen bağlı olduğu Başbakan’la uyumlu
çalışmasının, halkın tercihlerine saygı duymasının karşılığını aldı. Başbuğ zaman
zaman tereddüt etti; son tercihlerini demokrasiye saygı celbinde Başbakan’la
paslaşmaya ayırdı. Bu paslaşma, kendisine huzur dolu bir emeklilik vermeye
yetecekti. Ancak olaylar öyle gelişmedi.
07.02.2010
tarihli Kozmik Analiz 2010: "Paslaşmak ve Ultrasonik Normaller" başlıklı analizime giriş cümlem şöyleydi: “ Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep
Tayyip Erdoğan 31 Ocak 2010’da, TRT 1’de ‘Enine Boyuna’ adlı programda
rahatlamış bir ses tonuyla önemli mesajlar verdi. Yeni dönemin 'Kapatma Davası
Tehditli' muktedir Başbakanı, ‘Sivil Diktatörlük’ etiketli yapay meşrûiyet
sorgulamasıyla alay edercesine TSK ile ilişkilerinde yaşadığı gerilimli yokuşun
sonunda Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları ile ‘paslaştıklarını’
söylüyordu.”
Analizimi
yazdığım dönemde Başbuğ henüz Genelkurmay Başkanı’ydı. 2012 Ocak ayına kadar da
emeklilik günlerinin tadını çıkarmaktan ziyade, çok özel haber kaynağından
aldığı haberler yüzünden tedirgindi. Başbakan’ı
da şaşırtan ve Başbuğ lehine açıklama yapmak zorunda bırakan süreç sonunda
Başbuğ tutuklandı, yargılandı ve mahkûm oldu.
Burada temel bir sorun vardı. Ve bu sorunun bence kaynağı intikamdı; Başbuğ, Balyoz ve Ergenekon soruşturmalarında demokrasiden yana aldığı tutum yüzünden Balyoz ve Ergenekon organizatörlerince cezalandırılmak istendi. ‘Cezalandırma Oyun Planı’ Başbuğ’un tereddütlü zamanlarında yaptığı açıklamalar temel alınarak kurgulandı ve İnternet Andıcı’nda komutana arz düğümünün verilen ifadelerle çözülmesi ile işletildi.
İstanbul
13.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 7 Eylül 2012 tarihli duruşmasında Üye Hakim Sedat
Sami Haşıloğlu:
“Yargılama esnasında şöyle bir gelişme yaşandı İlker Başbuğ
dosyamız sanığı olmadan önce İnternet Andıcı olarak bilinen dosya sanıklarının
hemen hemen hepsinin ortak olarak bir beyanı oldu. İnternet Andıcıyla ilgili
olarak imza sirkülerinin konusu kendilerine sorulduğunda Genelkurmayda
Genelkurmay Başkanının haberi olmadan bir kuş dahi uçmayacağını bütün konularda
Genelkurmay Başkanına önemli konularda Genelkurmay Başkanına ulaştırılacağını.
Komutana arz ibaresinin de komutana bu belgenin arz edildiği şeklinde
anlaşılması gerektiği yönünde beyanlarda bulundular. Mahkememizde birbirleriyle
uyumlu bu beyanlar üzerine gereğinin takdir ve ifası için Cumhuriyet
Savcılığına bir ara kararla durumu aktardı. Cumhuriyet Savcılığı İlker Başbuğ’u
da sanık olarak niteleyip bir iddianame tanzim etti. İlker Başbuğ ise bu
beyanların aksine kendisine herhangi bir arzın söz konusu olmadığını kendisinin
herhangi bir şekilde bu konuda bir imzasının olmadığını beyan etti.” ( Kitabın 22. ve 178. Sayfalarında geçen bu
ifade, kitaptaki izinsiz alıntı yapılmaması uyarısı dolayısıyla İlker Başbuğ’a
ait siteden bütün olarak alıntılanmıştır.)
O güne
dek soruşturmalardan vareste tutulan Başbuğ, dosya sanıklarının ‘ortak beyanı’
ile tutuklandı ve İnternet Andıcı soruşturması Ergenekon davası ile
birleştirilerek mahkûm olma ve terör örgütü lideri olarak tanımlanma süreci
başladı. Karar’a temel alınan suçlama şuydu: “Sanık Mehmet İlker Başbuğ
hakkında TCK 314/1 ve 312/1 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması
talebi ile kamu davası açılmış ise de, sanığın eylemleri bir bütün halinde TCK
312/1 maddesindeki suçu oluşturduğu anlaşıldığından, neticeden müebbet hapis
cezası ile cezalandırılması,”
Başbuğ’un
kitabında en sık dillendirdiği bu durumdu. Başbuğ doğal olarak suçlamalara
kendi çerçevesinden cevap verecekti. Gerçeği kendi baktığı yerden, geleneksel
asker perspektifinden anlatacaktı.
Her üç
komutan da alttan gelen darbe baskılarına karşı direndiler; Türkiye 2014
yılında geleneksel darbe tehditlerinden uzakta ise, bu durum, 12 yıllık geçmişte
darbeci subaylara karşı, komuta kademesinin baskısına, önleyici tedbirlerine de
borçludur. Hatta Başbuğ, karargaha kadar
yayılmış bulunan illegal yapılanmayı kontrol altında tuttu ve sivil yargı
tarafından yargılanmalarına izin verdi. Başbuğ bu illegal yapılanmanın herhangi bir
yerinde bulunsun veya bulunmasın sonuçta yüzlerce subay darbe şüphelisi olarak
yargılandı ve mahkûm oldu; bu gerçek değişmeyecek ve bu gerçeğin gerçek olarak
konumlanmasında Başbuğ’un rolü hep hatırlanacak.
06.05.2009
tarihli "Ordu, Siyaset ve Din" başlıklı analizimde, Başbuğ’un kitabında belirsiz bir şekilde geçtiği bir
konuya temas etmiştim:
“15 Ocak
2004’de Başbakan’a hükümet icraatları hususunda ’kendi onaylarının alınmadığı’
şeklinde sert bir tonda demokratik standartlara uymayan ikazlarda bulunan Sayın
Başbuğ'un, 14 Nisan 2009’da Demokrasi tabanlı konuşma kurgusunda bu kez çok
farklı, referans ve kabul görme kaygılı yeni bir bakış açısı geliştirdiği
anlaşılmaktadır. Daha önce ‘Din’in toplumsal bir bağ’ olmadığı şeklindeki asker
görüşü, bu konuşmayla özellikle Atatürk’e vurgu yapılarak revize edilmiştir.”
Başbuğ
15 Ocak 2004’te genelkurmay’daki brifingde Başbakan Erdoğan’ı, hükümetin
icraatlarından dolayı anayasaya ve yasalara aykırı bir şekilde tamamen eski
askerî teamüllere uygun olarak sorgulamıştı. Buna rağmen beş yıl sonra İlker
Başbuğ kitabında da demokrasiye bakışına örnek olarak verdiği konuşmasında
şöyle demişti:
“Bugün
bazı cemaatler öncelikle bir ekonomik güç olmaya ve daha sonrada sosyo-politik
yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir tek tip yaşam tarzı olarak sosyal
kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. İşte sorun da buradadır. Sorun,
dinin ve dinî duyguların kendi amaçları için, alet ve araç olarak
kullanılmasıdır…(.)… bazı din eksenli cemaatler, kendilerini demokratik alanın
bir oyuncusu olarak takdim etmekte ve çeşitli nedenlerle de görünürde
kendilerinin güçlü bir konuma geldiğine inanmaktadırlar. Ancak bu güç imajı ve
algısı yanıltıcıdır. İşte bu tip bazı cemaatler hedeflerine ulaşmada kendileri
için en büyük engel olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini görmektedir. Bunun için
de, her fırsattan istifade ederek, destekleyicilerinin de yardımıyla Türk
Silahlı Kuvvetleri aleyhine faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu yapılanlara
karşı, hukuk devleti kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin tepkisiz ve etkisiz
kalacağını düşünmek ise büyük yanılgıdır...”
Başbuğ
kitabında bu konuşmasını değerlendiren her yelpazeden gazetecilerin görüşlerini
de alıntılamış; dikkat çeken ayrım din ve cemaat ayrımıydı. Başbuğ TSK’nın
kurumsal hedefine cemaatleri, özellikle Fethullah Gülen cemaatini koymuştu. Bu dikkat çekiciydi. O gün TSK’yı en büyük
engel olarak gören cemaat bugün Başbakan Erdoğan’ı en büyük engel olarak
görmekteydi.
2013’de
Fethullah Gülen’in ve cemaatinin Başbakan Erdoğan’a karşı küresel neocon
yapılanma, muhalefet partileri ve Ergenekon yapılanmasıyla birlikte uygulamaya
koyduğu darbe planı üzerinde çok tartışılan bir plan. Bu plan dolayısıyla da Ak
Parti Milletvekili Mehmet Metiner , “İlker Başbuğ neden çıkmasın?” diye
soruyordu.
Başbuğ, “Sus,
konuşma!” diyen aklının sesi ile “Bazı hakikatleri söyle!” diyen vicdanının sesi
arasında kalan ve bedel ödeyip ödememesi en çok tartışılan bir portre. İktidar Partisi Ak Parti Milletvekili Mehmet Metiner’in günümüzde, “İlker Başbuğ neden
çıkmasın?” diye sorabiliyorsa, tereddütlerin giderilemediğini söyleyebiliriz.
"Ordu,
Siyaset ve Din" başlıklı analizde şu paragraf vardı ve beş yıl sonra bugün de bu
görüşüm değişmedi:
“15 Ocak
2004’te Genelkurmay 2. Başkanı olarak Başbakanı’na ağır eleştiriler yönelten
Orgeneral İlker Başbuğ, bu kez Genelkurmay Başkanı olarak, selefi Sayın
Büyükanıt gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni saran ‘Büyük Örümcek Ağları’nın
temizlenmesinde aynı Başbakan’a destek vermiştir. TSK’nın 24., 25. ve 26. Genel
Kurmay Başkanları’nın 1808’de Sened-i İttifak’la başlayan 200 yıllık büyük
bunalım döneminin sona ermesinde çok yararlı katkıları olduğu inkâr edilemez.
Tozlu ve arşiv kokusu sinmiş tarihî evrak’ın derinliklerine işte bu noktada
dalmakta fayda vardır. Tarih tekrarlanan hatalardan dolayı benzer sonuçları
saklamaya devam etmektedir.”
İlker
Başbuğ, demokrasisi gelişmiş bir ülkede bugün suçlandığı hiçbir suçla
karşılaşmayacaktı; aklı ve vicdanı arasında sıkışmayacaktı; tutuklanmayacak,
yargılanmayacak ve mahkûm olmayacaktı. Şiir’e yönelen dikkati, onu darbe
mağduru bir milleti ve hayatı anlamaya taşıyordu. Başbuğ darbeye mesafeli
olduğunu, darbe sorgulamasını 60 darbesiyle ilişkilendirdiği bir bilinçle
geçmişten beri yaptığını söylüyordu, ancak İnternet Andıcı’na atmadığı imza,
Başbakan’la paslaşarak darbecilerin yargılanmasını sağlaması onu kurtarmaya
yetmedi.
Başbuğ’un
kitabında gerçek temel ayrıntıların arasında iki farklı tepkiyle geziniyor ve
dikkatli gözlere kendisini apaçık anlatıyordu. Bir tepki Balyoz ve Ergenekon dahil tüm darbe
ve terör şüphelisi ya da mahkûmu generalleri savunmaya, diğer tepki demokrasiye
olan bağlılığını ifade etmeye çalışıyordu. Darbe ve terör şüphelisi ya da
mahkûmu generalleri anlamsız bir şekilde savunmaya çalışırken o yapının bir
parçası olduğu intibaînı veriyor, Başbakan’ı kendisi ile uyumlu çalıştığı için
şahitliğe çağırırken de yaşadığı çelişkileri görmemizi sağlıyordu.
Kitabının
hazırlanmasında ve yayınlanmasında emeği, katkısı geçen yapı da darbeci yapıdan bağımsız bir
yapı değildi. “Allah’ım aklımı koru!” derken de, okuyucuların aklına ve
vicdanına seslenirken de tereddütleri gidermek yerine tereddütleri
güçlendirecek bir şekilde davranıyordu. Kitabın sonuna başörtülü yaşlı
kadınlarla, sakallı yaşlı adamlarla çektirdiği fotoğraflar da vardı.
Kitabın
son kısmında, basından sıklıkla takip ettiğim ve değerlendirdiğim
açıklamalarını yeniden okudum. Başbuğ, tereddütlerinin bedelini ödüyor; yaptığı
hatalar, 1960’tan beri kendisinden daha fazla hata yapan ve buna karşılık
hiçbir şekilde yargılanmayan seleflerinin hatalarından daha büyük değil.
Başbakan Erdoğan, kendisiyle paslaştığını söylediği Başbuğ'u 'Cezalandırma Oyun Planı'ndan çekip alacak mı? Bunu zaman gösterecek. Kuvvet komutanlarıyla birlikte 'istifa' eden sonraki Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'i devlet ve hükümet istikrarı için 'emeklilik' dilekçesine ikna eden güç, kendisiyle paslaşan genelkurmay başkanını koruyacak tedbirler almazsa, sonraki dönemlerde kendisine duyulan güveni kaybeder. Başbakan, Başbuğ'u yakınlaştığı ve sahiplendiği yapıdan uzaklaştırmakla daha stratejik davranmış olacaktır.
Kitap: İlker Başbuğ, Suçlamalara Karşı Gerçekler, Kaynak Yayınları, 3. Baskı, Ocak 2014, İstanbul
Seçkin Deniz, Sonsuz Ark, 23.02.2014,
Sistematik Analizler 132
Kitaplar ve Hayat
Kitaplar ve Hayat
*** Güncel haber: Hürriyet, 04.07.2017
İhraç edilen emniyet müdüründen İlker Başbuğ itirafı:
"Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasını Fetullah Gülen’in istedi
Ergenekon döneminde şahit olduğu kumpasları en ince ayrıntısına kadar anlatan Yunus Dolar, o ifadelerde, dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasını Fetullah Gülen’in istediğini söyledi.
İddiaya göre, Yunus Dolar’ı, 1980’li yıllarda FETÖ Terör Örgütü ile henüz askeri lise öğrencisi olan dayısının oğlu Yurdakul Akkuş tanıştırdı. Bursa İl Jandarma İl Alay Komutanı Yurdakul Akkuş, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra sıkıyönetim görevlendirme listeleri ile yakalanıp tutuklandı. Yunus Dolar, FETÖ soruşturmasına yön veren ifadelerinde, yıllar önce kurulan kumpasları anlattı:
“2005’te Erzincan Polis Okulu’na şark tayini için gittim. Erzincan’da Erzincan Ergenekonu diye bir operasyon oldu. Erzincan’a atanan İlhan Cihaner göreve başladıktan sonra Terör, İstihbarat ve Güvenlik Müdürlerini yanına çağırarak, irticai oluşumlar hakkında ellerinde ne kadar bilgi olduğunu sordu. O görüşmeye giden 3 emniyetçi de cemaatçiydi. Bu görüşmeyi cemaate aktardılar. Daha sonra, Başsavcı İlhan Cihaner, emniyetten özellikle Fetullah Gülen grubuna yönelik operasyon konusunda olumlu yaklaşım alamayınca İl Jandarma Komutanlığı’nı bu konuda görevlendirdi. Cemaatin bu durumu öğrenmesi üzerine İstihbarat Dairesi ve Erzurum DGM’den yardım alınarak Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve diğer kamu görevlilerine operasyon yapıldı. (Yunus Dolar, ifadesinde bu gelişmeleri Erzincan imamı Kemal adlı kişiden öğrendiğini söylüyor)
FENERBAHÇE OPERASYONU
İstanbul Güvenlik Şube Müdürü olduğum dönemde, Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç ile Fenerbahçe operasyonu ile ilgili sohbet yaptık. Kendisine Fenerbahçeli bir Başbakanı, Fenerbahçe’ye operasyon konusunda nasıl ikna ettiniz diye sordum. O da bana gülerek ‘Mutlu Ekizoğlu’nun (Dönemin Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı. Şu anda firar) ikna edemeyeceği kimse yok’ dedi. O görüşmeden ve zaman içindeki edindiğim izlenim Fenerbahçe Kulübüne operasyonun, Genelkurmay Başkanları’nın belirlenmesindeki rolünü kırmak için tasarlandığını değerlendirdim.
TALİMAT FETULLAH GÜLEN KAYNAKLI
Ankara’dayken Erzurum Lisesinde beraber cemaat evlerine gittiğimiz ve cemaatin yönlendirmesi ile GATA’yı kazanan ve halen GATA üroloji bölümünde Tabip Albay olan Emin Aydur bana, “Hocaefendiyi neden kızdırdınız, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u emniyet olarak neden tutuklatmadınız?” şeklinde bir şey söyledi. Ben de, “Nasıl yani?” dedim. O da Fetullah Gülen’in emniyet hizmetine bu yönde bir talep ilettiğini, aradan geçen belli bir sürede gerçekleşmeyince bu sefer sitemkar bir mesaj daha gönderdiğini söyledi. Ben de, “Haberim yok” dedim. Aradan belli bir süre geçtikten sonra Genekurmay Başkanımız tutuklanınca kastedilen konunun bu olduğunu ve talimatın Fetullah Gülen kaynaklı olduğunu anladım. Gecikme süresi olarak kastedilen zaman dilimi içerisinde hem delillerin üretildiği hem de cemaate yakın basın yayın organları aracılığı ile kamuoyunun hazırlandığını değerlendirdim.
DİYARBAKIR’DAKİ KUMPASI MÜDÜRÜN VİCDANI ENGELLEDİ
Diyarbakır Terörle Mücadele Müdürü olan cemaat mensubu Sedat Selim Ay, Diyarbakır’da KCK Türkiye meclisine operasyon yapmaya başladığında, Diyarbakır İstihbarat Şubesi’nin bu operasyona sıcak bakmadığını kendisinin de Diyarbakır Kaçakçılık Şubesi’nden destek alarak KCK Türkiye meclisine ilk operasyon çalışmasını yaptı. Operasyonu başlatacağı esnada Diyarbakır İstihbarat Şubesi’ndeki cemaatçi müdürlerin kendisine, “Madem operasyonu yapıyorsun, İstihbarat Daire Başkanlığı’nın Ergenekonla PKK’yı iritbatlandıracak bir silah bir kroki ve bombanın hedef adreslere konularak daha sonra aramalarda bulunup tutanaklara geçirilmesini böylece Ergenekon yapılanması ile PKK’nın birlikte hareket ettiği ve krokinin de Başbakanımıza (O dönem Recep Tayyip Erdoğan) suikast içerikli olacağı fikrinin kamuoyuna lanse edileceği” şeklinde bir telkinde bulunulduğunu fakat kendisinin bunu red ettiğini söyledi. Daha sonra İstihbarat Dairesi’ne çağrılarak aynı telkini Daire Başkan Yardımcısı Recep Güven’in de aralarında bulunduğu cemaatçiler tarafından ısrar edilince kabul etmiş. Krokiyi, silah ve bombayı alarak karayolu ile Diyarbakır’a gittiğini, operasyon günü uygun adreslere bu materyallerin konulup tutanaklara da orada bulunmuş gibi geçirildiğini, fakat vicdani muhasebesinin aşamayarak ilgili adres ve adreslerde arama yapıp o materyalleri tutanağa geçiren ekiplerle toplantı yapmış. Bu 3 materyalin bu operasyonun ana mantığı ile uyuşmadığından yeni bir tutanak tutularak bu 3 materyalin çıkartılmasını istemiş. Riskli bir durum olduğundan kendisine güvenip güvenmediklerini sorduğunda cemaate mensup alt rütbeliler odayı terk etmiş, sadece 2 polis memuru kalmış ve “Biz size güveniyoruz nasıl isterseniz o şekilde tutanak tutarız” demiş. Bunun ardından 3 materyali çıkartarak yeni bir tutanak tutup çalışmalarına vicdani ölçüsünde devam etmiş. Bu olaydan sonra ise cemaat tarafından hedefe koyulmuş. İstanbul Emniyetine ataması yapıldığında, Ergenekon vb operasyonların yapıldığı birimlerde çalışmaması için gayret gösterilmiş. Hüseyin Çapkın’ın kendisini Terörden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı atamasından sonra cemaatçilerin bundan çok rahatsız olduğunu, bu esnada Taraf Gazetesi’nin kendisi hakkında tecavüzcü ve işkenceci müdür olarak Türkiye’de az rastlanır bir tavırla 20 gün boyunca haber yaptığını kendisi bana söyledi.”
Bir görüşme esnasındayken Erol Demirhan bir ara dışarı çıkıp gelerek TEM müdürü Yurt Atayün’e hitaben, “Ağabey şimdi abiler söyledi, Kandil, Fırat Haber Ajansı aracılığı ile Vatan Gazetesi’nde çalışan Çağdaş Ulus isimli bir gazeteciden Vatan Caddesi’ndeki Fetullahçı polislerin isim listesini istemişler. Bu gazetecinin acele tutuklanması gerekiyor” dedi ve oradan ayrıldılar. Kısa bir süre sonra da adı geçen gazetecinin terör örgütüne yardım yataklıktan tutuklandığını duydum.
HEDEFTEKİ GAZETECİLER
2010 yılında şark görevim biterek İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne tayinim çıktı. Bayrampaşa İlçe Emniyet Müdürü olarak göreve başladım. Polis Kolejinden beri cemaatin içerisinde olan devrem Erol Demirhan (O dönem İstanbul İstihbarat Şube Müdürü) benim komiser yardımcılığı dönemimden beri tanıştığım ve polis muhabirleri olan gazeteciler Nihat Uludağ (Habertürk), Toygun Atilla (Hürriyet) ve Milliyet gazetesi muhabiri olan Erdal soyadını hatılayamadığım (O dönem Milliyet muhabiri Erdal Kılınç) şahısların Ergenekon operasyonları ile ilgili olumsuz haberler yaptıkları için görüşmememi bu şahısların kendilerinin hedefleri konumunda olduğunu söyleyince operasyonlarla ilgili kuşkularım iyice arttı.”
*** Güncel Haber, İlker Başbuğ: FETÖ, TSK'ya 1980'de sızdı, Habertürk, 03.07.2019 - 21:04
Güncelleme: 04.07.2019 - 06:19
26. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ Habertürk'te Didem Arslan Yılmaz'ın sorularını yanıtladı. FETÖ'nün 1980 askeri darbesinden sonra TSK'ya sızdığını ifade eden Başbuğ, Ergenekon'da düğmeye 17 Haziran 2007 tarihinde basıldığını söyledi. Derin devletle ilgili bir soru üzerine Başbuğ, "Kastedilen şuysa, her devlette bir ortak akıl vardır. Devletin kurumları vardır. Bir devleti yıkmak istiyorsanız kurumları yıkın. Güvenlik açısından aldığınızda Türkiye'de Genelkurmay, Dışişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı önemlidir. Bir noktada kurumların bir araya gelerek ortak akıl ve çözümler üretmesi. Derin devlet buysa tamam doğru. Şimdi ABD devletin ana gücünü nereden alıyor? Kurumlardan alıyor. Derin devletten kasıt buysa evet vardı" diye yanıtladı...
Başbuğ Habertürk'te soruları yanıtladı
Ergenekon davasında 12 yıl sonra karar verildi. Davanın bir kumpas olduğu bütün yönleriyle ortaya çıktı. Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, başlangıcından günümüze yaşanan Ergenekon ve Balyoz sürecini Habertürk'ten Didem Arslan Yılmaz'a anlattı.
Başbuğ, FETÖ'nün TSK içindeki yapılanmasını Kayseri soruşturmasıyla açığa çıktığını anlatarak şöyle konuştu: Erzincan Cumhuriyet Savcısı olan İlhan Cihaner, kendisine gelen bilgiler çerçevesinde 23 Şubat 2009'da başlattığı soruşturmalar kapsamında ilk gözaltılar oluyor. Soruşturmanın odağında İsmailağa Cemaati var. Soruşturma ilerledikçe İlhan Cihaner bu olayın içinde FETÖ ile ilgili bazı bilgi ve bulgulara ulaşacak. İsmailağa üzerinden başlayan olay FETÖ cemaatine gitmeye başlıyor. Olay burada kopuyor. FETÖ'ye gitmeye başladığı anda Erzurum'daki özel yetkili savcı Osman Şanal, biraz evvel dediğim gibi, 'bu silahlı örgüttür, senin yetkili alanına girmez, benim alanıma girer' deyip Mart 2009'da dosyayı alacak. Burada FETÖ'ye giden bir hareketle karşı karşıyayız. 10 Mart 2009'da Erzurum, Osman Şanal dosyayı alacak. Bundan 1 hafta evvel bizim Kayseri'de Hava Kuvvetleri Savcılığı'nın götürdüğü soruşturma var. Kayseri soruşturması bilgisi bana geldiğinde. 3-4 astsubay var, ışık evlerinde yetiştiklerini ve FETÖ ile bağlantılı olduğu ifadesini verdiler. Dedik ki 'Bir taraftan yakalıyoruz'. Özellikle Kara Kuvvetleri Komutanı iken FETÖ'nün ne kadar tehdit olduğunun farkındaydık. FETÖ'nün TSK için ne kadar hayati tehdit olduğunun farkındayız. Ama somut deliller lazım. Ama Kayseri olayında yakaladık, bir yere gidiyoruz diye sevindik.
Başbuğ'un açıklamalarından satır başları:
Aslında komplonun ana hedefi TSK. TSK ana hedef olmakla beraber bugün net anlaşılıyor ki, aslında komplolar sürecinin ana hedefinde Atatürk ve Cumhuriyet var. Komplolar 2007 yılında başlıyor, 2014 yılına kadar sürüyor. Bunun bir de yargılama süreci var. İlk gözaltı sürecinden başlatırsak 12 yıl geçmiş. Bugün komplolar çerçevesinde yapılan davalara baktığımızda, hemen hemen hepsinin sonuçlandığını, suçlanan herkesin beraat ettiğini görüyoruz. Pazartesi de Ergenekon davasıyla ilgili olarak mahkemenin kararı netleşti. Bu süreçte komplolardan tam neticelenmeyen sadece Balyoz davasındaki 7 kişinin durumu var. Onların dosyası da Yargıtay'da ilgili dairede yıllardır bekliyor. Temenni ederiz ki o dava da bir an önce beraatla neticelenir ve böylece komploların tümü sonuçlanmış olur.
"GURURUNA YEDİREMEYİP İNTİHAR EDENLER NE OLACAK?"
2007'den bugüne kadarki sürece baktığımızda beraatla sonuçlandı, çeşitli davalar bitti. Bu süreçte hayatlarını kaybeden arkadaşlarımız var. Asker sivil. Türkan Saylan hastaydı belki de ölümünü hızlandırdılar. İlhan Selçuk hasta değildi, belki de Selçuk üzüntüler ve karşılaştığı durumlar karşısında, hatta geçenlerde birisi 'ben artık yaşamak istemiyorum' demişti. Ali Tatar var. Gencecik bir öğretmen, deniz subayımız. Dayanamadı, gururuna yediremedi intihar etti. Abdülkerim Kırca var. Jandarma subayıdır, terörle mücadelede benim yanımda da görev yapan birisi. Alay komutanı iken PKK'lılarla mücadele ederken maalesef yürüyemez hale geldi. Emekli oldu. Ben onu MGK Genel Sekreterliği'ne aldım, sandalyesiyle geliyordu. PKK karşısında kahramanca mücadele eden Abdülkerim Kırca suçlandı. Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından şeref madalyasıyla ödüllendirdi. Gururuna yediremedi, intihar etti.
"HAYATINI KAYBEDENLERE NEDEN OLANLAR CEZASINI GÖRMELİ"
Muzaffer Tekin. Silivri'de hastalandı, kanser oldu. Onurlu bir çocuk. Kaşif Kozinoğlu var. Cem Aziz Çakmak var amiral. Murat Özenak var. Kuddusi Okur var. Şimdi ne olacak? Bu komploları işleyen insanlar aslında bir insanlık suçu işlemişler. Kaç kişinin hayatına malolmuşlar. Özürle bu ölen insanları geri mi getireceğiz? Gereken cezaları görmeliler. Bir noktada şehit olan bu değerli arkadaşlarımız asker sivil bunları ben şehit olarak görüyorum. Bunların acısında özür dilemek hafif kalır. Hayatını kaybedenlere neden olanlar mutlaka cezasını görmeli.
"GÜLEN TERÖR ÖRGÜTÜ 80'DEN SONRA TSK'YA SIZMAYA BAŞLAMIŞ"
Gerek Ergenekon'dan Çıkış kitabımızda gerek daha önceki kitaplarımız var. Bu komplolar 2007'de başlatırsak, 2014'e kadar sürecek olan komplolarda temel amaç ne idi? Kimin açısından? Tabii ki Fetullah Gülen Terör Örgütü açısından, dış güçler açısından, siyasi iktidar açısından bakacağız. Bence temel nokta Fetullah Gülen örgütü TSK'ya sızmaya başlıyor mu? Başlıyor. Esas ağırlıklı olarak karşımıza çıkan yıl 1980 ve sonrası. İlginç, askeri darbeden sonra. Demek ki 2008'den sonra hızlandığını görüyorsunuz. Askerlerin burada rolü olabilir sivil iktidarı da unutmayalım. Turgut Özal'ın da burada Fetullah Gülen cemaatinin büyümesinde rolü var. Gülen cemaatının sızdırdığı kişiler silahlı kuvvetlerde alt, küçük rütbelerde. 15 Temmuz'da daha ziyade albay, tuğgeneral seviyesinde. Silahlı kuvvetlerin komuta kademesindeki üstünü ele geçirmek burada amaç.
"SONUÇTA TSK'NIN ETKİNLİĞİNİN, SESİNİN KESİLMESİ"
Burada önemli olan TSK'daki kilit görevlere kendi adamlarını getirebilmek. Onların boşaltılması lazım ki, oraların doldurulması lazım. Fetullah Gülen açısından makro hedef bu; kendi elemanlarını üst kademelere getirebilmek. Siyasi iktidtar da FETÖ'nün bu maksadını anlayamadı. Siyasi iktidar da bu süreçte, hatırlayın o yıllarda Türkiye-AB ilişkileri devam ediyor, askeri vesayet, TSK'nın etkinliği vs. Bu açıdan bakar iseniz tabii ki silahlı kuvvetlerin etkinliğinin azaltılması, yani bir dönem özellikle Genelkurmay Başkanlığı karargahı önemli konularda silahlı kuvvetlerin görüşlerini ifade ediyordu. Bazen belki gereksiz olan bazı şeyler olmuş mudur? Neticede ortada askeri vesayet kavramı var. Askeri vesayetten kastedilen TSK'nın kendi alanına giren, ülkenin güvenlik alanındaki etkinliğinin kırılması, TSK'nın sesinin kesilmesi. Sonuçta da bunun gerçekleştiğini görüyorsunuz.
"TSK'NIN SİCİLİ BU BAKIMDAN ZAYIF, VUKUATLI"
1960'lardan başlıyoruz, bu işin milâdını 1960 alırsanız, 2010'a kadar 50 yıllık süreç var. Bu süreçte askeri darbeler oldu mu? Oldu. Siyasete direk müdahale oldu mu? Oldu. 1971 12 Mart muhtırası, 1980. Bunlar siyasete TSK'nın direk müdahaleleri. Biz bunlarla ilgili görüşlerimizi açık seçik kitaplarımızda yazdık. Askeri müdahaleler Türkiye'de demokrasiyi zayıflatmıştır. Bugün yaşadığımız sorunlara ana neden oluşturmuştur. TSK'nın sicili bu bakımdan zayıf, vukuatlı.
"SİYASAL İKTİDAR BEĞENMEZSE SİZİ GÖREVİNİZDEN ALIR"
TSK anayasal bir kurum. TSK'nın görev, yetki ve sorumlulukları anayasa ve yasalarla çizilmiş. Bir kere bu sınırlar içinde olmanız lazım. Aksini düşünmek demokrasilerde mümkün değil. TSK'nın elbette ülkenin kendi yetki ve sorumlulukları alanına giren konular, ki bunlar özellikle güvenlik konularıdır. Görüşleri ve önerileri, teklifleri olması doğal, doğalın da ötesi vazifesi. Bunu elbette ilk önce resmi makamlarla, resmi toplantılar kanalıyla TSK'nın görüşünü ilgili makamlara anlatacaktır. Son karar elbette siyasi otoriteye aittir. Güvenlik konularıyla ilgili ABD Genelkurmay Başkanlığı, İngiltere'de olduğu gibi elbette Türkiye'de tek yetkili makam Genelkurmay Başkanlığı'dır. Görüş ve önerinizi siyasi makamlara arz edeceksiniz. Kabul eder veya etmez. Elbette onların sorumluluğu. Ama konu önemliyse, ülkenin güvenliği açısından, sizin bunu kamuoyuyla paylaşmak göreviniz var. Siyasi iktidar sizin açıklamanızdan rahatsız olabilir, beğenmeyebilir, yasalar çerçevesinde sizi görevinizden alır.
"ÇÖZÜM SÜRECİNDE DÜŞÜNCELERİMİZİ KAMUOUYLA PAYLAŞSAYDIK"
Türkiye çözüm süreci yaşadı. TSK endişelerini siyasi makamlara ilettti. Sonra neler yaşadı Türkiye? Bu konudaki endişelerini uygun bir lisanla kamuoyuyla paylaşsa idi bazı konuların düzeltilmesinde acaba etken olabilir miydi?
"SİLİVRİ'DE BİLE SAVUNMA YAPMADIM BENİM TARZIM DEĞİL"
2008-2010 dönemi FETÖ tarafından yapılan, planlanan, icra edilenlerin en yoğun olduğu dönem. Zor dönem. Yönetilmesi kolay bir dönem değil. Anlamakta zorlandığınız bir olayı yönetmenin ne kadar zor olduğunu kabul edin. Bazı eksiklikler, noksanlar, hatalar olmuş mudur, gayet tabii. Önemli olan hakikaten ilk önce bu özellikle 2008-2010 sürecindeki olayları anlamak lazım? Amaç nedir, ne yapılmak istendi? Bu fevkalade önemli bir nokta. Çok açık konuşuyorum, amacım savunma yapmak falan değil. Neyin savunmasını yapacağım? Silivri'de savunma yapmadım. Savunma yapmak benimsediğim hareket tarzım değil. Eleştiri yapanlar bilgiye dayalı eleştiri yapıyorsa saygı duyarız. Ama hiçbir bilgiye dayanmayan, yani bir şeyi bilmeden bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar. O tip eleştirileri de ciddiye alma durumunda değilim. Özelikle 2008-2010 dönemindeki amaçlarını söyledim. Komuta kademesindeki önemli noktaları ele geçirmek. Bu dönemi anlamak bile zor.
"ERGENEKON DÜĞMESİNE 17 HAZİRAN 2007'DE BASILDI"
FETÖ'nün ilk denemesi Şemdinli soruşturması, 2005. Hedefte Kara Kuvvetleri Komutanı vardır. Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanı olmasını engellemek. Bazı üst rütbeli subay ve generaller de var hedefte. Siyasi iktidarın bu davaya gerekli desteği vermemesi neticesinde sonuç alınamadı, bir şey yapamadılar. Şemdinli'den sonra 2006 yılında Danıştay cinayeti var 17 Mayıs'ta. Olayların başlaması 19 Ocak 2007 Hrant Dink cinayetiyle başlıyor. Amaç bu cinayetle TSK arasında bağlantı kurabilmek. İşi TSK üzerine yıkmak. Malatya'daki menfur cinayet, Danıştay, Ergenekon'la TSK üzerine yıkmak istemediler mi? Hrant Dink 19 Ocak 2007'de öldürülecek. Onun akabinde Emniyet Başbakan'ın önüne Ergenekon şemasını koyacak. Hrant Dink, Ergenekon bağlantısını göstermeye çalıştılar. Daha sonra 12 Haziran 2007 Ümraniye'deki el bombalarının bulunması. 22 Temmuz'da genel seçim var. 27 Temmuz 2007'de Ergenekon düğmesine basılıyor.
"KOMPLOLARIN VE İDDİALARIN ASKERİ KANADI OLMASI LAZIMDI"
1 Temmuz 2008'de Şener Eruygur ve Hurşit Tolon tutuklanacak. FETÖ olayları tırmandırarak götürüyor. Bu önemli bir olay. Ben 30 Ağustos'ta görevi aldım. İlk yaptığımız iş 3 Eylül 2008'de Hurşit Tolon ve Şener Eruygur'u TSK adına yattıkları cezaevinde ziyaret etmek oldu. Bir taraftan Ergenekon giderken, önemli olan FETÖ bu davaları bir darbe zemini hazırlamak ve darbe olayını gerçekleştirmek olarak planladıkları için, bu iddialarını, komplolarının bir askeri kanadın, bacağın olması lazım. Burası fevkalade önemli. Bir taraftan Ergenekon giderken dava, tutuklama, gözaltılar. Burada esas önemli olan Ergenekon devam ederken Erzincan olayı çok önemli. Kamuoyu Erzincan olayını pek bilmiyor.
"KAYSERİ SORUŞTURMASINDA BİZ FETÖ OLAYINI YAKALAMIŞTIK"
Erzincan Cumhuriyet Savcısı olan İlhan Cihaner, kendisine gelen bilgiler çerçevesinde 23 Şubat 2009'da başlattığı soruşturmalar kapsamında ilk gözaltılar oluyor. Soruşturmanın odağında İsmailağa Cemaati var. Soruşturma ilerledikçe İlhan Cihaner bu olayın içinde FETÖ ile ilgili bazı bilgi ve bulgulara ulaşacak. İsmailağa üzerinden başlayan olay FETÖ cemaatine gitmeye başlıyor. Olay burada kopuyor. FETÖ'ye gitmeye başladığı anda Erzurum'daki özel yetkili savcı Osman Şanal, biraz evvel dediğim gibi, 'bu silahlı örgüttür, senin yetkili alanına girmez, benim alanıma girer' deyip Mart 2009'da dosyayı alacak. Burada FETÖ'ye giden bir hareketle karşı karşıyayız. 10 Mart 2009'da Erzurum, Osman Şanal dosyayı alacak. Bundan 1 hafta evvel bizim Kayseri'de Hava Kuvvetleri Savcılığı'nın götürdüğü soruşturma var. Kayseri soruşturması bilgisi bana geldiğinde. 3-4 astsubay var, ışık evlerinde yetiştiklerini ve FETÖ ile bağlantılı olduğu ifadesini verdiler. Dedik ki 'Bir taraftan yakalıyoruz'. Özellikle Kara Kuvvetleri Komutanı iken FETÖ'nün ne kadar tehdit olduğunun farkındaydık. FETÖ'nün TSK için ne kadar hayati tehdit olduğunun farkındayız. Ama somut deliller lazım. Ama Kayseri olayında yakaladık, bir yere gidiyoruz diye sevindik.
"FETULLAH GÜLEN'İ SÖYLEMEYORUM AMA HERKES ANLIYOR"
2003-2005 Genelkurmay İkinci Başkanlığı dönemim. TSK'da Fetullah Gülen'le ilgili ilk defa canlı yayında basın toplantısında açık olarak söyleyen benim. 26 Ocak 2005'de. Birisi '2003 yılında davaların ertelenmesine ilişkin bir yasa çıktı. Son dönemde Fetullah Gülen irtica, terör öncelikli tehdit demiştiniz. Bu konuda ne diyorsunuz?' diyor. Ben de, '2003 yılında davalar ertelendi, bir yasa çıktı. Burada iddianamede Fetullah Gülen'le ilgili öne sürülen suçlamaya dikkat edelim' diyorum. Laik devlet yapısını değiştirerek, yerine dini kurallara dayalı devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup, bu amaç doğrusunda faaliyette bulunmak... İddianamede yer alan suçlama 2016'a karşımıza çıkıyor. Harp Akademeleri konuşmasında direk olarak Fetullah Gülen ismini zikretmiyoruz. Prensip olarak isimlerden ziyade kurumsal isimleri söylemeyi tercih ederiz. Ben orada Fetullah Gülen ismini söylemiyorum ama ertesi günü bütün gazetelerde herkes 'komutan PKK sorununu çok iyi anlattı, Kürt vatandaşlarımızla ilgili çok sıcak mesajlar verdi, ama bir tek Fetullah Gülen cemaatini hedef aldı' dediler. Kırılma noktası 14 Nisan 2009 Harp Akademeleri konuşması. Ergenekon ve özellikle Erzincan olayı devam ediyor. Ne diyoruz; bu cemaatler hedeflerine ulaşmada kendileri için en büyük engel olarak TSK'yı görmektedirler. Her fırsattan istifade ederek destekleyicilerin de yardımıyla TSK aleyhinde faaliyette bulunmaktadırlar. Hukuk devleti kapsamında TSK'nın tepkisiz ve etksiz kalacağını düşünmek en büyük yanılgı olur diyorum... Eylem olarak ne yapabilirim ben?
"BEN MİT'TEN TSK'DA FETULLAHÇI İSİM İSTEDİM POLİS LİSTESİ VERİLDİ"
MİT Yasası'na göre MİT Müsteşarı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı'nın isteklerini yapmakla mükellef. Bana bu konuda MİT yardımcı olacak. MİT Müsteşarı'nı çağırdım. Fetullah Gülen cemaatiyle ilgili olarak somut bilgilere ihtiyacımız var. İsim istiyorum. Benim için önemli olan şu, TSK'da kim Fetullah Gülen? Bana ismen verin bunu dedim. Hakkım mı? Hakkım. Peki alabildim mi? Biz Emre Taner'le iyi çalıştık o ayrı konu. Bana sadece isim bazında polislerin isimlerini verdi. Fetullah Gülen'le bağlantılı olduğu isimler. Başka kaynaklarla da teyit ettik. O isim listesini sayın Başbakana verdim. Bana TSK'da Ahmet, Mehmet, Hüseyin Fetullah Gülencidir diye bir isim verildi mi? Verilmedi.
"TERÖRLE MÜCADELE EDEN TEMİZÖZ'E SORUŞTURMA AÇILDI"
Sayın İlhan Cihaner Erzurum'da Fetullah Cemaatine dokundu elinden dosya alındı. Biz Kayseri'de soruşturmada Fetullah Gülen'in kuyruğunu yakaladık, dedik ki 'tamam'. Bu olay devam ederken, Cemal Temizöz olayı çıktı. Kayseri'de Jandarma Alay Komutanı. Temizöz 90'lı yıllarda Cizre'de. Diyarbakır'da özel yetkili savcılık onu ifade vermeye çağırdı. Terörle mücadelede yıllarca mücadele eden subayımız. Cizre'de 90'lı yıllarda asılsız ihbarlar üzerine soruşturma açılmış, Diyarbakır'a ifade vermeye çalışıyor. Biz terörle mücadele içindeyiz. Beraat ettiler, ayrı bir konu.
"DERİN DEVLETTEN KASIT BUYSA EVET VARDI"
TSK'ya 1962'de subay olarak katıldım, 2010'da emekli oldum. 48 yıl subay olarak hizmetim var. Bir gün ben şu derin devleti görmedim. Bir Genelkurmay Başkanı olarak derin devleti görmeyecek miyim? Ben görmezsem kim görecek? Kastedilen şuysa, her devlette bir ortak akıl vardır. Devletin kurumları vardır. Bir devleti yıkmak istiyorsanız kurumları yıkın. Güvenlik açısından aldığınızda Türkiye'de Genelkurmay, Dışişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı önemlidir. Güvenlik konuları Genelkurmay 2. Başkanı Dışişleri Müsteşarı, MİT Müsteşarı gelirdi, konuları tartışırdık. Bir noktada kurumların biraraya gelerek ortak akıl ve çözümler üretmesi. Ondan sonra da ilgili makamlara aktarıyorduk. Derin devlet buysa tamam doğru. Şimdi ABD devletin ana gücünü nereden alıyor? Kurumlardan alıyor. Derin devletten kasıt buysa evet vardı.
"DEVLET HİÇBİR ZAMAN TERÖR ÖRGÜTÜYLE DİYALOĞA GİRMEZ DEDİM"
PKK sorununu ABD siyasi çözümle çözülmesini istiyor. Peki siyasi çözümle çözülmesine engel olan kim? TSK. Biz o zaman da kabul etmedik, bugün de kabul etmeyiz. Ben emekli bir askerim, ama kabul edemem. Abdulla Öcalan 3 Mart 1993'de diyor ki, "hiçbir demokratik yoldan işbaşına gelmiş iktidar benimle masaya oturamaz, askerlerden hain damgasını yer". İşte derin devletten kastınız buysa bu. Bu derin devletse, bu. ABD bu sorunun siyasi çözümlü olmasını istiyor, çünkü büyük proje. Burada engel kim TSK. Açılım süreci ortada. 4 Haziran 2009'da Washington'da basın toplantısında şunu söylüyorum, "devlet hiçbir zaman terör örgütüyle ne diyalog kurabilir ne de ilişkiye girebilir". Derin devlet buysa derin devlet bu. Bu anlamda derin devlet bu, yoksa faili meçhuller ayrı bir konu.
"ÖZEL YETKİLİ SAVCI ORDU KOMUTANINI İFADE VERMEYE ÇAĞIRDI"
Eylül 2009'da İrtica ile Eylem Planı devreye girdi aynı anda Erzincan'daki olay paralel olarak gitti. Siyasi makamlar şunu çok iyi araştırmalı. Yasa değişikliğini kim getirdi? FETÖ getirdi. Sayın Başbakan'a nasıl anlattılar bunu. Anayasaya aykırı yasa teklifinin bugün sorgulanmaları lazım. 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ifade vermeye çağrılıyor. Kendisi Erzincan'da. Erzurum Özel Yetkili Savcı Osman Şanal, 3. Ordu Komutanı'nı ifade vermeye çağırdı. Elle tutulur suçlamalar yok.
"BİZE SORULUNCA 'HAYIR SAVCIYI SOKMAYIN' DEDİK"
Balyoz'daki senaryo önce Erzincan'da oynanacaktı. Erzurum 3. Ordu Komutanı'nı ifadeye çağırdı. Gönderemezdik, mümkün değildi. 17 Aralık'ta Trabzon'a gittik. Aslında Trabzon'a gidişimizin amacı 3. Ordu Komutanı'nı Erzurum'a ifade vermeye göndermemekti. Bir defa daha ifadeye çağrıldı, tekrar göndermedik. Daha Balyoz başlamadan, Erzincan'da 3. Ordu Karargâhı olayı var. 8 Şubat 2010. Bize bir bilgi geldi Kara Kuvvetleri'nden, Erzurum'daki özel yetkili savcı Osman Şanal, mahkeme kararı olduğunu, bir astsubayın arama yapacağı söylendi. Biz de 'Hayır savcıyı sokmayın' dedik. Osman Şanal nizamiyede bekliyor. Diyorlar ki, 'giremezsiniz'. Emri veren kim diye soruyor. 8 Şubat 2010 altında Osman Şanal'ın imzası olan tutanak. "Kim izin vermiyor?" diye soruyor. Bir arkadaşım o zaman tank çıkarıp engel olsaydı, açık söylüyorum onu alkışlardım.
"FETÖ ERZİNCAN'DA BAŞARILI OLAMAYINCA BALYOZ DEVREYE GİRDİ"
Deniz Kuvvetleri'nin atılım içinde olduğu bir yıl. Büyük projeler var. Deniz Kuvvetleri hakikaten hayati. Dışa bağımlılıktan kurtulan bir Deniz Kuvvetleri görüyorsunuz. Deniz Kuvvetleri'ne Fetullah Gülen'in diğer yerlere göre daha düşük. Mesela Hava Kuvvetleri'nde fazla. Deniz Kuvvetleri'ne en az nüfus edebildiğiniz rakamsal olarak noktalar var. Deniz Kuvvetleri'nin önemli hedef haline geldiğini görüyoruz. Poyrazköy olayı, Kafes Eylem planı, amirallare suikast hep o süreçte yaşanan olaylar. FETÖ Erzincan'da istenilen konulara pek ulaşamadı. Tıkandığı için ellerinde kalan bu açıdan en son silah Balyoz komplosu olarak karşımıza çıktı. 22 Şubat'ta ilk gözaltılar alınıyor. Tutuklamalar başladı. Hatırlayın o Taraf'ın camiler bombalanacak manşeti. Eğitimde 'Allah Allah' dedirten ordu camileri nasıl bombalayacak?
"AYKUT CENGİZ ENGİN TSK'NIN ÖNEMİNE İNANAN BİR SAVCIYDI"
2008-2019 döneminde FETÖ özel yetkili mahkemelere ve savcılara yüzde yüz hakim değildi. Çoğunluk onlardaydı, doğru. O dönemde gerçek hakim ve savcılar da vardı. Bu nüansı unutmayalım. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin. Ben 1. Ordu Komutanlığı'ndan tanıyorum. Aykut Cengiz Engin, silahlı kuvvetlerini bilen, silahlı kuvvetlerin bu ülke için önemini bilen bir isimdi. Biz Balyoz tutuklamalarının gittikçe tırmandığını görünce kendisiyle temas ettik. Aykut Cengiz Engin, Balyoz tutuklamalarına ilk müdahalesini 27 Şubat'ta yaptı. Merkez komutanlıklarına yazdığı yazıda "Ben ve yardımcım onaylamadığı sürece diğer savcıların talimatını yerine getirmeyin". Bu hukuk devletinde tuhaf bir şey değil mi? Mart ayından itibaren Balyoz'dan tutuklananlar tahliye edilmeye başladı. Daha sonra 97 kişi hakkında yakalama kararı alındı. Bunun içinde amiralimiz, generalimiz, subaylarımız var. Ne yapacağız, teslim mi edeceğiz? Açıklama yaptı, gözaltına alınması istenen subayların 78'i muvazzaf, 25 general ve amiral,böyle bir yakalama ve gözaltı sonuçlarını iyi değerlendirmeliyiz. Bunu gerçek bir cumhuriyet savcısı söylüyor. Yakalama kararı veren iki savcıyı başsavcı görevden aldı. Sonra bunları görmeyeceksiniz.
"ASKERİ MAHALLE TUTUKLAMAYA GELENLERİ SOKMAYACAKSINIZ DEDİK"
Köksal Şengün, Ergenekon davasının mahkeme başkanı. Bütün tutuklamalara itiraz etti, şerhler yazdı. Ama ikiye bir. Diğer iki üye FETÖ'cü. Sonra görevden alınacak. Köksal Şengün hastalıkla uğraşıyor. Şeref Akçay diye hakimimiz vardı, o kadar direndi ki. Oktay Kuban var. Bu isimleri hatırlamamız lazım. Kasım İlimoğlu gibi hakiketen doğru insanlar vardı. Son olay 23 Temmuz 2010'da 102 kişi için yine yakalama kararı çıktı. İlk yaptığım şey Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e gittim, "Biz bunları teslim edemeyiz" dedim. Kendisi "İlgileneceğim" dedi. Biz de dedik ki, "bu isimleri tutuklamaya gelen olursa askeri mahalle sokmayacaksınız" dedim.
"1 YIL 9 AYDIR SORUŞTURMA İZNİ VERİLİP VERİLMEYECEĞİ NETLEŞMEDİ"
5 Temmuz 2017'de Anayasa Mahkemesi'ne dosya gitti. 12 Ekim 2017'de dosyayı Başbakanlık'a yolladı Anayasa Mahkemesi. Esasında Yüce Divan olarak. Yasalarımıza, anayasaya göre Genelkurmay Başkanı'nı ancak Yüce Divan yargılar, 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yargılama yetkisi yoktur dedi. Benimle ilgili salt hukuk açısından bir karar yok. 12 Ekim 2017'de Başbakanlık'a gönderdi. Cumhurbaşkanlığı soruşturma izni verirse açılacağı söyledi. 1 yıl 9 aydır bu soruşturma izninin verilip, verilmeyeceği. Biz de bu konuyla ilgili olarak kitabımızda şunu yazdık; eğer bu davalarla bazı kişiler üzerinde baskı oluşturulması düşünülüyorsa bu boşuna bir çabadır. Cezaevinde bile düşünce hürriyetinden vazgeçmeyenlere bir şey yapamazsınız diyorum. Bu soruşturma iznini ana davayla bağlantılı olduğu için beklettik denilebilir. Şimdi dava bitti. Ben sayın Cumhurbaşkanımızla 6 yıl çok yakın çalıştım. 15 Temmuz 2016'dan sonra bir görüşmemiz oldu. 6 yıl içinde beni tanımamışsa söyleyecek bir sözüm yok.
"HİÇBİR KURUM FENERBAHÇE'NİN VERDİĞİ MÜCADELEYİ VERMEDİ"
FETÖ'nün bütün kurumlara sızmak istediğini görüyorsunuz. Spor, futbol kulübü denildiği zaman hakikaten Fenerbahçe'nin yeri daha farklı. Burada amaç Fenerbahçe'yi ele geçirmek. Çok önemli bir güç. İlk denemeyi 2011 Haziran'da yaptılar. Şike olayı ortaya çıktı. Bu ilk denemidir. Fenerbahçe taraftarıyla, yönetimiyle, ki o dönemde Ali Koç da başkan yardımcısı olarak bu süreçte çok önemli rol oynamıştır. Fenerbahçe bu süreçte muhteşem, kurumsal olarak, yönetim ve taraftarıyla muhteşem bir mücadele verdi. Türkiye'de hiçbir kurum Fenerbahçe'nin verdiği direnişi, mücadeleye vermedi.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.