26 Şubat 2014 Çarşamba

SA568/AŞ38: Olimpos’un Uşakları, Kahve Bilinci, Kriptolar, Günahlar, Suçlar ve Fahişeler

“Biz generalden yarıtanrılar gördük, başbakanlardan da, cumhurbaşkanlarından da… Ve hep bildik, kahvedekiler de bildiler; o yarıtanrıları yöneten başka tanrılar vardı.”


Ergenekonun nasıl çalıştığını, Susurluğu, Gladio’yu, suikastleri, darbeleri ve darbelerin öncesindeki terörü biz hep yıllar sonra öğrendik. İşler olup biterdi, birkaç gazeteci ‘kahraman’ ya da ‘araştırmacı gazeteci-televizyoncu’ payesiyle kendisine sızdırılan çorbalaştırılmış bilgileri yazar, izlettirir geçerdi; biz de bu çıkar çatışmalarından kırıntılar alır, üzerinde tartışırdık.

Güzel günlerdi diyemeyeceğim bu iğrenç zamanlarda olanlar için, ama en azından sindire sindire ilerleyen bir akış vardı. Hamle yapılır, beklenir, karşı hamle aylar sonra gelince de hemen yazılır, çizilir ve dar bir hareket alanında birileri çok bilgili gibi görünür, hepimizi aydınlatırlardı. En akıl almaz şeyleri utanmadan sindirirdik açıkçası ve susardık. Korkardık. Bir şey söyleyeceğimiz zaman elli olasılığı dikkate alır, süze süze konuşurduk.

Buradaki biz, her katmanda teker teker yaşayan Türkiye toplumuydu. En rahat olanlar kahvedekilerdi. Bazı tipler aklına geleni sallar, küfrü basar, geçer giderdi. Bedelini de ödemezdi; o öyledir, diye kahvedekilerce sindirilirdi.  Yani kahveler; herkesin herkesi bildiği ve herkesin herkesi bile bile içlerine kabul ettirdiği yerlerdi.  DHKP-C, PKK buralarda, okey, iskambil masalarında insanlara yedirildi. Tepkiler kahvelerde ölçüldü, terbiye edildi. Ceketin kabarık arka kısmı, hafif kaydırılmış ön taraf, kabzası görünen tabancaların mekânıydı. Kahvede terbiye edilen tepki mahallede hızla yayılır ve öğrenilmiş çaresizlikle toplum sindirilirdi ve böylece planlı her hareket Türkiye geneline yayıldığında istenen ortam hazırlanmış olurdu. Her haber televizyonda ya da radyo da, gazete de çıkmazdı.

Bugün internet, her yeri kahve hâline getirdi. Küfürler aynı kaldı, ama tehditler değişti. İllegal ya da legal maskelerle elde edilmiş sesli, görüntülü, sesli ve görüntülü kayıtlar kabzası ve kabarıklığı gösterilen birer tabanca kabzası gibi.

Tehdit edilenler sıradan insanlar değil; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, Genelkurmay Başkanı, Siyasi Parti Genel başkanları, milletvekilleri, bürokratlar, işadamları,  akademisyenler, gazeteciler, düşünürler, yazarlar, sanatçılar, fahişeler kurulan networkta elde edilen verilerin depolanmasıyla sürekli tehdit altında. Ve biz bunu an an öğreniyoruz; belki gelecekte interaktif yöntemlerle bu tür tehditleri de canlı canlı izleyeceğiz, dinleyeceğiz.

Tarihin en eski bilgi kaynakları fahişelerin ağızlarıdır, bir de para ile meşgul olanlar ve siyasetle her daim haşir neşir olanlar. Bilgi gezerken ayakçılar kullanılır ve para, makam, göreli itibar ve güç kazanılırdı. Bu durum insanlık tarihindeki en büyük teknolojik sörf sürerken de değişmedi. İnsan en aşağılık yerinden kazanç elde etmekten hiç vazgeçmedi; insanlık araçlara uyum sağladı ve sinmeyi, sindirilmeyi yeni yöntem ve tekniklerle daima yaşamak üzere kendini hazırladı.

Benim midemi bulandıran, bu utanç verici gerçekliğin bugün her anımızı ifsad etmesi, başka türlü düşünemez hâle gelmemiz. Savunmalar, açıklamalar, saldırılar; kayıtlar, montajlar beni varlıklarıyla rahatsız ediyor. İnsanların kahvedeki bilinçle tartışıyor olmaları ve bu düzeyde iklimlendirilmiş atmosferlerde yaşamak zorunda kalmaları beni kahrediyor.

Bana göre Fethullah Gülen ve cemaati, geçmişin benzer hamlelerinden biri artık. Tüm iyi niyetlerimizi içimizden söküp atarken canımız acısa da, ne ona ne de ona kulluk eden kişilere zerre kadar merhamet duymuyoruz. Hele hele Gülen’in ve cemaatin göz önündeki tiplerinin kullandıkları saldırgan, aşağılayan, küstah ve hakaret eden, hatta küfreden utanmaz dilin kahvedeki sefil dilden daha da aşağılara indiğini görünce merhametim daha değerli şeylere kayıyor.

Mağdurlara dönüp bakıyorum. Kayıtlarla şantaj yapıp aşağılamaya çalıştıkları mağdurlara dikkat kesiliyorum  Belki de özel hayatlarında günahları ile yüzleşme zamanı kollayan kişilerin ellerinden bu fırsatı alıp onları toplum içinde itibarsızlaştıranlara öfke ile bakıyorum.. Mağdurların işledikleri günahlar, suçlar bu kadar büyük sefaletin içinde bana daha çok suç, daha çok günah gibi görünmüyor. Çünkü merhamet nazarı daha baskın geliyor; teşhir edilmiş bu insanların işledikleri suçtan ve günahtan daha ağır bir ceza ile hem de yargılamadan mahkûm etmek ve tamamen bitirmek gibi büyük bir suikasti, suçu, cinayeti yargılamayı daha öne almak istiyorum.

Başbakan en güvenlikli telefon diye TÜBİTAK’ın ürettiği kriptolu telefonla görüşüyor ve bu telefon dinleniyor. Bu telefonun verildiği tepedeki devlet erkini kullanan herkes aynı şekilde dinleniyor. Birileri telefonun silikon aparatına ya da parçasına yerleştirilen bir böcekle, devletin bütün sırlarını öğreniyor ve devlete şantaj yapıyor. Bunu yapan cemaat mi? Çok da önemli değil. Yayın organlarında bu yayınlara sahip çıkıp sürekli gündemde tutan ve paranoyakça, hiç dinlenmeksizin üstelik haberleri çarpıtarak izleyicilerine aktaran cemaat medyası bu sorunun cevabını netleştiriyor. Ama bana göre önemli olan yapan değil, yaptıran.

Cemaat medyasının sahiplendiği ses kayıtları hangi ahlaka, hangi dine, hangi psikolojik ya da sosyolojik kritere sığıyor, bilmiyorum. Cemaat medyasından ayrılan Ahmet Taşgetiren, gün gün analiz yapıyor, bence bunlar yeterli kurguyu anlamak için. İdeolojik patolojiye dönüşme adabından bile yoksun bu gerçek karşımızda apaçık bir şekilde duruyor.

Kahvelerde olanları da ayıklayıp duruyorum şu sıralar. Kahveler, kahve bilinci, kullanılan dil, şantaj türleri ve sindirme yöntemleri gerçekten daha asil kalıyor bu sefil, rezil fotoğrafta. En azından kahvede nâmı bilinen birinin fahişesine bile kimse yan bakmaz; ondan haber çarpmak gibi bir alçaklığa tevessül etmez. Fahişesi olan adamın karısına bile kimse gidip durumu ihbar etmez.

Fahişeyle iş tutmak eskiden hem suçtu, hem günahtı. Şimdi sadece günah; kimse suç olarak görmüyor. Ama ne hikmetse, fahişeyle irtibatı olan kimseler, yasalar karşısında suç işlemedikleri halde, herhangi bir platformda aşağılanıp yok edilebiliyorlar.

Yani her kes günah çukurundaki ayağından yakalanıyor;  bu doğru. Doğru ama yasalar günahları değil suçları yargılıyor. Bir şekilde yine dinin bahşettiği kıstasları kullanarak sefil bir mücadele sürdürülüyor. Bu mücadeleyi sürdürenler de güzelim dinimizi, İslâm’ı kullanıp insanları aldatarak çocuklarımızı devşirenler.

İnsanları günah çukuruna sürüklüyorlar, sürüklerken kaydediyorlar, günah çukuruna girmiş bir halde iken haberdar edip tehdit ediyor ve şantajla dilediklerini yaptırıyorlar. Günah çukurunun asıl dibinde kendilerinin pisliğe bulaşmış ayaklarını görmekten de acizler.

Bu meselede… Kim kimdir, kim kim değildir; artık herkes görüyor. Ben, legal ya da illegal hangi tür yöntemler ve yollarla elde edilmiş olursa olsun, tüm kayıtları insanların tanrılaşması adına kullandıklarını düşünüyorum.

Biz generalden yarıtanrılar gördük, başbakanlardan da, cumhurbaşkanlarından da… Ve hep bildik, kahvedekiler de bildiler; o yarıtanrıları yöneten başka tanrılar vardı. Hepsi, her beraber Allah’a karşı Firavun olma iddiasındaydılar.

Sorar mısınız bilmem, bence Başbakan Erdoğan bir yarıtanrı değil, yarıtanrı iddiasında bir gâfil de değil; bu yüzden Olimpos’un tanrılarının hedefinde. Ha Herkül, ha Perseus; hepsi Olimpos’un uşakları…

Tarih, şimdi, yaşanırken yazılıyor ve ben de yazıyorum, bunu hem şimdi görüyorsunuz hem de gelecekte görecekler. Kendi alın terim ve internetin verdiği bilgilerle, hiç kimseden bana özel olarak sızdırılmamış olan bilgilerle yazıyorum ve zerre kadar menfaat temin etmiyorum.

Biliyorsunuz değil mi?

Biraz ahlak hatırlatmak istiyorum, biraz din… biraz da günah çukurunun dibindekileri uyarmak...



Arif Şahin, 26.02.2014, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 38




Seçkin Deniz Twitter Akışı