“Eski
geleneklere bağlı uşaklık psikolojisi artık nefretle anılıyor.”
“Yalnız
bir kelebekti ömrü dolduğu gün, doğduğu gibi gidecekti.”
Öylesine
dolandı dilime bu cümle ve yazdım. Her şeyden uzakta kalabilmek bazen,
gözlerin, kalabalıkların içinde iken. Ve görmek; ihaneti çırılçıplak görmek.
İhanete uğramış olanın yüzündeki hüznü görmek ve sonra, ihaneti görenlerin
çoğaldığı günü görmek. İşte o an hissedersin, fark edersin heyecanla; insanların
ön belleklerine depoladıkları bilgilerden daha fazlası asıl bellekte bütün
ihtişamıyla duruyor.
İhaneti
görenler teker teker bir araya geliyorlar ve koşa koşa, gülen gözleriyle
ihanete maruz kalmış olana doğru yürüyorlar. Ona bakıyorlar, onunla beraber
onun şarkısını söylüyorlar, alkışlıyorlar, soğukta onu dinlemek için
toplaşıyorlar ve bayraklar sallıyorlar.
Bakıyorsun
onun yüzüne… Huzur dolu, acıyla terbiye edilmiş bir tebessüm doluşmuş yüzüne… Bir
sağa yürüyor, bir sola, sevgi selinin sardığı bir ruhla. Kendisini
alkışlayanları alkışlıyor, elini kalbine götürüyor sık sık.
Benimse
aklıma başka bir şey geliyor. Bayraklar, güllerle dolu ekranda kayan görüntüsü
bana başka bir şey hatırlatıyor. Gelecekte sanıyorum kendimi ve onu gitmiş
görüyorum dünyadan… Arkasından bu görüntüleri izlermiş gibi oluyorum. Özal’ın
öldüğü günlerde gördüklerim gibi. Ekranlarda kolajlar, kronolojik akış. İçimi
derin ve geniş bir hüzün kaplıyor. “Allah sana uzun ve hayırlı bir ömür versin.”
diyorum.
Osmaniye’deki
miting sona erdiğinde, Başbakan Erdoğan gözüme böyle görünmüştü. Merhamet,
merhamet, merhamet. Bu millet kendisine hizmet edene, ihanete uğradığı günden
bu yana merhametle yaklaştı. Ona, “Hırsız” dediler, hiç sıkılmadan, utanmadan. Fethullah
Gülen’in kurduğu dev ağ herkesi sarmıştı. Fethullah Gülen ve talebeleri düne
kadar birlikte çalıştıkları Erdoğan’ı sırtından hançerlemişlerdi.
2011’e
kadar, hatta HSYK, yargı ve emniyetteki, TÜBİTAK’taki yapılanmada şu anda büyük
bir atama faaliyeti, kadro yenilenmesi olduğuna göre, 2014’e kadar, ‘alnı secde
gören şakirdlere’ güvenmenin bedelini ödüyordu Erdoğan, “Aldanmışız.” diyordu.
Bu yapı her gün yeni bir ses kaydıyla, montajlarla, dublajlarla ortaya çıkıyor,
akla hayale gelmedik bir biçimde, çıldırmış bir halde saldırıyor, saldırıyordu.
CHP, MHP
ve diğerlerinin, hiç sıkılmadan düne kadar bir kaşık suda boğmak istedikleri cemaatin
yönettiği bir koroda şarkı söylüyor olmaları felaketti. Kasetlerle dizayn edilen
iki partiden başka bir şey beklenemezdi ama yine de belki diye bekliyordu
insan.
Fethullah
Gülen, bugün Türkiye’nin istikrarına kastediyor, bütünlüğüne kastediyor. Senaryosuna
kadar her şeyine müdahale ettiği STV
dizisi Şefkat Tepe'nin Kordon Celil'i Ertuğrul Şakar "STV'nin yayınları
milli birlik ve beraberliğimize zarar veriyor diyor ve noterden çektiği
ihtarname ile STV'nin Erdoğan'ı hedef alan yayınları yüzünden diziden
ayrıldığını söylüyor.
Her an
ahlaksızca ve hukuksuzca elde edildiği gün geçtikçe netleşen, montajlarla, dublajlarla
manipüle edilen kayıtlar ve çözümlemeler STV ve SHaber ekranlarında dönüp
duruyor. Sosyal medya “Başçalan’ gibi ahlaksızca hitaplarla dolu.
İnsanlar
sorguluyorlar ve cemaat mensupları ile tartışıyorlar. Ayrışma son hız sürüyor,
çünkü yayınlar durmuyor. Habercilik bitmiş, kendi sebep oldukları felaket yavaş
yavaş cemaatin üstüne çöküyor, yine durmuyorlar, görmüyorlar. Her merhamet
bakışına ‘ahmak, aldanmış, yandaş’ kibri ile sataşıp iyice çirkinleşiyorlar.
Doğal
olarak herkes sorguluyor ve geçmişi deşiyor; anlamaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan ve yardımcısı Bülent Arınç, şantaja
uğradıklarını itiraf ediyorlar. Şantajları gün gün okuduk GYV başkanı Mustafa
Yeşil’den, Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı’dan ve
diğerlerinden, gazeteleri bu ibretlik son uyarılarla dolu. İnternet siteleri de
ses kayıtlarıyla. Eğer tehditlerin içeriği bu kayıtlar değilse, başka ne olabilirdi ki? Başbakan'a kasteden başka ne var?
Şantaja
boyun eğmeyen iktidar partisi vekillerini, bakanlarını, başbakanını kendilerince
aşağılıyorlar, ama halk her şeyi görüyor ve soruyor. 11 yıl boyunca hırsız
olmayan, nasıl oluyor da şimdi hırsız oluyor?
Bürokrasinin tüm etkili noktalarına gelirken de görmediniz mi her şeyi?
Görüp seslenmediyseniz suça ortak değil misiniz? Ortada suç yoksa ya da suç var
da suçlunun sırtından sıçrayarak Başbakan’a saldırmanızın nedeni devleti sizin
ellerine terk etmemesi mi? O yüzden mi suç icat ediyorsunuz?
Geride kalan
her yargılama, tutuklama, tahliye, sorgulama, dinleme yeniden elden
geçiriliyor. 7000 kişilik hukuk dışı dinleme listesi çıkıyor ortaya… ‘Selam Örgütü’ gazeteciler, yazarlar,
sıradan insanlardan, başbakandan oluşuyor, hep İsrail’in 2010’da Mavi Marmara’da
tutukladığı İHH başkanına sorduğu ‘Selam Örgütü’ çıkıyor ortaya. Tüm yollar İsrail çıkarlarına çıkıyor.
Mit, İran düşmanlığı, Suriye’ye giden yardım tırları, İHH’ya baskın; hepsi İsrail
için. Aktif olan kim? Elbette bu operasyonları savunan ve artık biz değiliz demeyen cemaat.
17
Aralık suikastından üç gün önce 14 Aralık 2013 Cumartesi günü okuduğum haber, ABD'nin
Louisiana eyaletinde, Gülen Hareketi'ne bağlı olduğu öne sürülen bir okula FBI
tarafından baskın düzenlendiğinden bahsediliyordu. Amerikan yerel basınında
çıkan haberlere göre, Baton Rouge kentindeki "Kenilworth Science &
Technology" isimli 'charter' okuluna akşamüstü saatlerinde düzenlenen
operasyonun nedenini açıklamayan FBI, baskının kamu güvenliğiyle ilgili olmadığını
belirtmekle yetinmişti. Olay yerinden bildiren Louisiana merkezli WAFB
televizyonu muhabiri, FBI ajanlarının okuldan çok sayıda koli çıkardığını ve
bunları bir minibüse yüklediğini ifade etti. Operasyonda FBI ajanlarına, yerel
emniyet görevlileri de yardımcı olmuştu.
FBI daha
önce de Gülen Hareketi'ne bağlı bazı okullarla ilgili inceleme başlatmıştı.
Fethullah Gülen'in yaşadığı Pennsylvania eyaletindeki savcıların yürüttüğü
soruşturmada, söz konusu okullardaki öğretmenler, vergi mükellefleri tarafından
finanse edilen maaşlarının büyük bölümünü "Hizmet"e aktarmakla
suçlanıyordu.
"Kenilworth Science & Technology" okulunun Gülen
Hareketi'yle doğrudan bağı bulunmuyor. Ancak okulu idare eden "Pelican
Educational Foundation" isimli vakfın başkan yardımcısı Karen Fontenot
2010 yılında düzenlenen bir konferansta yaptığı konuşmada, Louisiana'daki Gülen
okullarının yönetim kurulunda olduğunu açıklamıştı.
Hep
şantaja mı uğruyor diye merak ediyorduk. FBI baskını muhtemel saldırmazlık (!)
anlaşmasının konuşulduğu günlerde yaşanmıştı. ABD, Gülen’i Türkiye aleyhine
davranmaya mı zorluyordu? ABD Gülen’e şantaj yaptığı için mi, Gülen Erdoğan’a
şantaj yapıyordu? Hepimiz merak ediyor ve Gülen’e bir iyilik zannı daha
yüklüyorduk. Ama, vazo devrilmişti bir
kere…
Bir
Gladyo Projesi: Fetullah Gülen’ diyen FBI çalışanı Sibel Edmonds adında bir
kadın bir videoda görüşlerini yayınlamıştı. Hiç de güvenilir olmayan bu ismin biraz
da operasyonel nedenleri olabileceğini düşündüğüm halde, söylediklerinin bir
kısmı yaşananları açıklamak için kullanılabilir durumdaydı.
“CIA Erdoğan'ı neden hedef aldı?” sorusunun cevabı epey uzun, karışık ve kasıtlı
çarpıtmalarla dolu, ama dikkatimi çeken kısım başkaydı.
“Evet,
bütün bunlar Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Gülen cemaati
AKP'nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi, Erdoğan ve Gül'ün bütün
bürokratları Gülen cemaatinin desteğiyle geldi o noktalara. Ancak burada şuna
dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan
Gülen markası. Yani, "Gülen" markasının arkasına sığınarak iş
yapılıyor ve Gülen de buna müsaade ediyor. 1997'den sonra CIA Gülen'i oyuna
dâhil etti. Türkiye'nin laik kanadına göre Gülen, Türkiye'de şeriat düzeni
kurmak istiyor ve suçlarından dolayı aranıyordu. CIA onu ABD'ye getirdi ve ne
tesadüf ki, CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi. Gülen 15
yıldır ABD'de yaşıyor ve 20-25 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor ve kimse
gerçekten bu paranın nereden geldiğini bilmiyor. Bu Gladyonun A planı idi."
Eğer
Gülen’in ve cemaatin medyadaki isimlerine bakarsak, onların açıklanamaz tavırlarını
açıklayan her teoriyi ciddiye almak zorunda kalacağız. Yine de umuyoruz ki
Gülen, bir proje olmasın, şantaja mahkûm olduğu için bunları yapıyor olsun.
İnsanların
ön belleği artık seçici olmaya başladı, kasetleri, yayınları ciddiye almıyor ve
insanlar hafızalarının derinliklerinden sorular çıkarıp soruyorlar; Asıl hırsız
kim?
İnsanlar
hırsızları iyi tanıyorlar, artık; ön belleklerinden yakalanıp tecavüze
uğrayacak kadar korkak ya da zayıf da değiller.
Modelleme
teknolojisi, sosyolojik alanda artık patinaj yapıyor; CIA ya da her ne ise, kim
ise Türkiye’de kendi hakkını korumaya kararlı bir çoğunluğun karşısında
yalpalıyor; eski geleneklere bağlı uşaklık psikolojisi artık nefretle anılıyor.
Bunu geç
fark edenler kaybedecek, görünen bu. Ama…
O yalnız
kelebek yine gidecek, yine gidecek; ömrü dolduğu gün doğduğu gibi gidecek.
Allah
ondan razı olsun.
Arif Şahin, 03.03.2014, Sonsuz Ark,
Şaşkınların Tarihi 39