“Ameliyattan
vazgeçtiğimizi, bitkisel tedaviye başlayacağımızı söyledik. Hepsinin sesinden
tedirginlik okunuyordu.”
Audrey Hepburn
Pazar
günü ameliyat sonrası için, kendime daha önce Optimum’da gördüğüm mavi
iyileştirme battaniyesini almak için, çıkmaya hazırlanırken, aklıma birdenbire
bitkisel tedavi seçeneğini geldi. Ne de olsa yıllardır bu işle meşguldüm ve
bunun için bir şeyler yapabilirdim.
Atila’ya
çıkmadan hemen önce bu fikrimden bahsettim. İçinde bulunduğum durumu en iyi
anlayanların ve sabırla bana yaklaşanların başında geliyordu Atila. Yine
sabırla eğer görüştüğüm insanlar bitkisel tedavi olabilir derse ameliyattan
vazgeçip geçmeyeceğimi sordu. “Hemen vazgeçerim!” dedim. O da elimi çabuk
tutmamı ve gereken görüşmeleri yapmamı istedi.
Alabildiğine koşmak hissini üzerimden atamıyordum, evden hemen çıkmak istiyordum, ama acele ile birkaç telefon açtım. Ulaşmak istediğim insan bu konuda isim yapmış birisiydi; ancak ona ulaşmak sanırım cumhurbaşkanına ulaşmaktan daha güçtü. Birincisi; o insana yardımcı konumdaki insanların hiçbirisi telefonda bana yardımcı olabileceklerine dair umut vermiyorlardı. O insana telefonda ulaşmak bile imkânsız gibiydi. Emira’yı aradık, Ebubekir’i, Hakan’ı aradık, yeter ki bir telefon numarası bulup cevap alalım, diye çırpınmaya başladık.
Telefonumuza
çıkan insanlar tam manasıyla bir makine gibi konuşuyorlardı, ama yine de pes etmedik.
Belki yirmince telefonda istediğimiz isme ulaşmıştık. Şehir dışında bir
konferanstaydı. Durumu izah ettim, asla ameliyat olmamamı ve ameliyata nasıl
ikna ettilerse o şekilde kemoterapi ve radyoterapiye de beni ikna edeceklerini
oysa bu işin birkaç aylık tedavi ile halledilebileceğini söyledi. Ve Ankara’dan
bir isimle birlikte bitkisel ilaç yapan bir firmanın göğüs kanseri kürünü hemen
bugün bulup kullanmaya başlamam gerektiğini söyledi.
Kanserin
iyileşip iyileşmediğini nasıl anlayacağımı sordum. “Ecel Allah’tan gelen bir
şey; biz sizin kaliteli yaşamanızı istiyoruz, sonuçları ölçemeyiz sizin
inanmanız lazım.” dedi.
Telefonu
kapattığımda sevinçten göklere uçtum sanki. Yerimde duramıyor ve zıplıyordum
durmadan. Hemen Fevziş’i, Jale’yi ve ameliyat olacağımı haber verdiğim diğer
arkadaşlarımı aradık. Ameliyattan vazgeçtiğimizi bitkisel tedaviye
başlayacağımızı söyledik. Hepsinin sesinden tedirginlik okunuyordu.
Ferah Abla
bahsettiğim ismi biliyordu ama yine de bu kararımın doğru olup olmadığını
sorgulamam gerektiğini söyledi. Emine,
"Abla belki de doğru yapıyorsun ve bu konuda başkalarına da destek olursun."
diye destekledi her zamanki içtenliği ile.
Fevziye
ve Ebuk hemen geldiler yanlarında Bilgenur da vardı. Buna biraz canım sıkıldı;
çünkü sürecin başından beri arkadaşlarımın çocuklarının hiçbirini görmek
istemiyordum. Ben onların “Neşe Neşe” teyzesiydim, onları çok ama çok seven,
onlara sürprizler yapmaya onlarla eğlenmeye bayılan “Neşe Neşe” teyzeleri. İyi
oluncaya kadar hiçbirini görmek istemediğimi söylemiştim. Onlar benim en temiz
yanımdı, sandıktan çıkan temiz bir sabun kokusuydu hepsi benim için; Ayşe,
Ayşenur, Bilgenur, Fatma, Zeynep, Elif, Miray, Gülce, Elif Fernanda, Firuze.
İyileşinceye kadar görmek istemiyorum demiştim, ama aslında kısa bir zaman sonra
öleceğimi ve ölüme giden sürece onların şahit olmamasını istiyordum.
Bize
geldiğinde Fevziye hiç de sevinmiş görünmüyordu. Bırakın sevinmeyi, yüzünden
dehşet bir tedirginlik okunuyordu. İçimden kızmaya başladım, yahu göğsüm
alınmayacaktı ve tedavi olacaktım, beni hayattan kopma noktasına getirecek bir
ameliyattan kurtulmuştum, niye sevinmiyordu ki?
Hâlbuki
onun derdi yalnızca benim iyileşmemdi, onun için tedirgindi ve yanlış bir karar
almamdan korkuyordu ve beni kırmamak için de bir şey söyleyemiyordu… O sırada
Oktay geldi. Oktay benim hem üniversiteden hocam hem de Atila'nın kuzeniydi.
Ertesi gün ameliyat olacağım için geçmiş olsun demeye gelmişti çiçeklerle.
O da
sevinir gibi oldu ama bu durumu doktoruma mutlaka söylemem gerektiğini anlattı
uzun uzun. Herkes otururken ben Fevziye ile telefonda adını verdikleri bitkisel
göğüs kanseri kürünü aramak için aktarları dolaştık, hiçbirinde bulamadık,
internetten bulabileceğimizi söylediler. Eve döndük. İnternetten bulup firmaya
telefon açtık ve gariplikler başladı.
Bize “Bu
kürün tam adı ne?” diye soruyorlardı. Oysa zar zor ulaştığımız isim bize
güvendikleri tek markanın bu olduğunu ve bu firma yetkilileri ile
görüştüğümüzde onların bu kürü bileceklerini söylemişti. Önce “Daha özel bir
ismi var mı?” diye sordular, içime kuşku düşmeye başlamıştı. Sonra “Raporunuzu
şu e-posta adresine yollayın doktorumuz görsün, ora göre size kür hazırlarız.”
dediler.
İş can
sıkıcı olmaya başlamıştı ve benim heyecanımı da giderek sönüyordu. Yine de
verilen e-posta adresine patoloji raporumu yolladık. Bu arada Ankara’da verilen
isme telefon açtım, buz gibi bir ses: “Ben şimdi İstanbul’dan hareket ediyorum,
yarın Ankara’da olurum, siz ben gelinceye kadar vereceğim isimle sülük
tedavisine başlayın.” dedi.
Beş
dakika sonra ise bizi arayıp; benim ilk ulaştığım ismin kendisini aradığını ve
tedaviyi kendisinin yapmasını söylediğini dolayısıyla ertesi gün akşam bizi
beklediğini söyledi. Huzursuzluğum artmaya başlamıştı. Yine kalp sıkışmaları,
yine uçurumun kenarından boşluğa düşme hissi… Bu arada Afak’tan şöyle bir mesaj
geldi: “Sonuna kadar destekliyorum kararında seni. Bence de ameliyat
olmamalısın.” 31 Ekim 2010.
Fevziye
endişeleri ile birlikte evden ayrılırken, Oktay’da istediğim battaniyeyi hediye
alacağını söyleyerek birlikte çıkmamızı önerdi. Fevzişim’i yolcu ettikten sonra
Atila, Oktay ve ben birlikte çıktık.
Battaniyeyi
gördüğüm dükkâna girdiğimizde hayal kırıklığı yaşadım. O battaniye satılmıştı.
Ama aynı mağazanın şubesi Eryaman’da başka şubesi vardı; o mağazaya gittik,
fakat ne yazık ki orada da yoktu. Onun yerine yamalı yatak örtüsü ve yastık
kılıfı beğendim ki, o da iyileşme mavisiydi. Renklere iyileşme mavisi, iyileşme
pembesi gibi adlar veriyordum… Oktay daha pahalı olmasına rağmen hemen o örtüyü
hediye aldı, yemek yiyip aşağı çay içmeye indik. Oktay’a “Doktoruma sen telefon
açar mısın?” diye sordum, reddetti. Doktorumla yalnızca benim muhatap olmam
gerektiğini açıklamaya çalıştı.
Kesinlikle
haklıydı fakat yine de sinirlendim, onun makul ve mantıklı açıklamalarına
tahammül edebilecek durumda değildim ne yazık ki ve doktoru kendim aradım.
Süleyman Hoca’ya alternatif tedaviye nasıl baktığını, ne kadar sonra ameliyat
olursam geç kalmış sayılmayacağını sordum ve ameliyattan vazgeçtiğimi söyledim.
Süleyman
Hoca, “Bir en fazla iki ayı geçirirseniz işimiz çok zorlaşır. Alternatif
tedaviye karşı değilim, hatta kendi yönlendirmemle bu tür tedavi alan
hastalarım var. Ancak sizin durumuzdaki durumumdaki bir hasta için bunu
söylemem imkânsız. Ameliyat şu an tek çaremiz.” dedi. Teşekkür edip kapattım
telefonu.
Atila ve
Oktay’a durumu anlattım tamam daha önümüzde iki ay gibi bir süre vardı ve o
süreyi alternatif tedavi için kullanabilirdik. Ertesi gün de İstanbul’a gitmek
için karar aldık. Ben İstanbul’da görüşeceğimiz bitkisel tedavi uzmanından
randevu aldım.
Neşe Kutlutaş, 05.03.2014, Sonsuz
Ark, (İlk Yayın Tarihi, 22.02.2012)