“Doğru sözlü olmayı
doğuştan getirmiştik biz. Allah bizi öyle yaratmıştı. Bunu koruduğumuzda
yalancıları yeniyorduk…”
Büyüklere güvenimi ilk ne zaman kaybettiğimi hatırlamıyorum. Galiba bu tedrici bir şekilde olmuştu. Önce dedikodulardaki ikiyüzlülüğü görmüştüm, sonra bile bile yanlışı sessizce kabullenmelerini. Yalan söylemeyi sevmezdim, ki çocuk aklımla birkaç kez denesem de başaramamıştım yalan söylemeyi; daha doğrusu söylediğim yalan değildi, sadece gerçeğin söylemek istemediğim yerlerini söylememiştim; ama doğrusunu eksiksiz anlatmadığımı biliyordum. Hep herkes yalan söylediğimi biliyormuş hissine kapıldığım için epeyce stres yaşamıştım o dönemlerde.
Büyüdükçe, yalanın
boyutlarını, renklerini gördükçe insanlardan iğrenmeye başladım. Direndim. Ben direndikçe
yalnız kalmaya başladım. Evet; çocuklar yalan söylemeyi büyüklerinden öğreniyor.
Artık buna eminim. Korkudan yalan söylemekle başlıyor bu iğrenç hikâye. Sonrası
da çıkar meselesi işte, herkesin bildiği.
Yetişkinler dünyasına
ne zaman gireceğini merakla ve sabırla bekler mi bir çocuk? Ben bekledim. Artık
büyümüş desinler diye yapılan çocukça ve ergence şeylerden bahsetmiyorum. 12-13
yaşımda başlamıştım bu tuzlu serüveni izlemeye. Günler yavaş yavaş geçti. Hiç
geçmeyecekmiş gibi uzundu yıllar. 18’e varınca yetişkin oluyorduk ya. Resmî sınır
buydu. 18’e varmadan 18’den kat kat büyük olanları izliyor, tahlil ediyordum.
Çoğunun davranışları yaşlarıyla orantısızdı. Gözlemler, tahlil eder ve bir yere
koyardım. Elerdim insanları.
Şahit olduğum kadarı
ile ben küçükken babam yalan söylemezdi, annem de. Bu çok önemli diye
düşünüyorum. Anneler ve babaların en büyük ödevi de bu.
En son zaman hangi zamandı bilmiyorum, ama her şeyi hep bir çocuk olarak izlediğimi hatırlıyorum. Şimdi de öyle. Koyduğum sınırların içine herkes giremiyordu. Yalancılar giremiyordu, işten kaytaranlar gidemiyordu, benciller giremiyordu, hainler giremiyordu, yerine ve duruma göre çıkarını kollayan giremiyordu. Namazlarını alelacele kılanlar hiç giremiyordu. Para hırsıyla cimriliğin zirvelerinde dolaşanlardan uzaktım.
Yalnız kaldım tabi
sonuçta. Bir arkadaşım vardı üniversitedeyken. Kıvranır dururdu insanların bu
tutumlarından rahatsız olduğu için. Kaçamazdı, dost edinirdi, yayılırdı ve her
seferinde yıkılmış bir şekilde içine çekilirdi. Onu tahrip olmuş zihniyle baş
başa bırakmamak için çok çalıştım, güçlü kalması için çok emek verdim. Ama o
artık zihinsel olarak bu dünyadan kopmuştu. Şimdi, 20 yıldır akıl sağlığı
tedavisi gören orta yaşta bir adam.
Yine düşünüyorum; insana
güvenimi ilk ne zaman kaybettim diye. Gerçekten hatırlamıyorum belirli bir zamanı.
Adım adım gerçekleşmiş bir şeydi bu. Adem’in hırsını ve kimse kusura bakmasın bencilce
ihtiraslarını, yani ölümsüz olma hevesine yenilişini öğrendiğim zaman hiçbirimizin
bundan emin olamayacağımızı da anlamıştım. Gönderilen peygamberleri öldürmeye
çalışan da insandı, gönderilen peygamberlerin öldürülmesini engellemek için
canını veren de. Bu iki insanı ayıran en önemli özellik bence güvenilir
olmaktı.
Hayatı hep yalancıların
galip gelme, yenme, yalan söylememek için direnenlerin mağlup olmama, yenilmeme
mücadelesi olarak gördüm. Fakat tuhaf bulduğum şey kendime ait olandı. Yalancıları
yenmeye çalışmak gibi bir davranış gelişmişti bende. Sanki bütün doğruları
biliyormuşum gibi. Öyle değildi, ama.
Bildiklerim üzerinden gittiğimde görüyordum; çok fazla bilinmedik doğru yoktu mesela. Yalan söylememek doğruydu, hem bunu bilmek için özel bir yetenek gerekmiyordu. Doğru sözlü olmayı doğuştan getirmiştik biz. Allah bizi öyle yaratmıştı. Bunu koruduğumuzda yalancıları yeniyorduk, yenilmemek için direnmemize gerek kalmıyordu; ben bunu fark etmiştim.
Bildiklerim üzerinden gittiğimde görüyordum; çok fazla bilinmedik doğru yoktu mesela. Yalan söylememek doğruydu, hem bunu bilmek için özel bir yetenek gerekmiyordu. Doğru sözlü olmayı doğuştan getirmiştik biz. Allah bizi öyle yaratmıştı. Bunu koruduğumuzda yalancıları yeniyorduk, yenilmemek için direnmemize gerek kalmıyordu; ben bunu fark etmiştim.
Yıllar geçip
gittiğinde, hani duvar ustasının, ki çalışmıştım birkaç tanesinin yanında, sıra
sıra ördüğü duvarın her sırasında başta şâkülle, sonra iple yaptığı
kontrollerin ona verdiği ‘sağlam duvar örüyorum’ güvenini kazanmak istediğimi anladım.
Ne kadar başarılı oldum bilmiyorum, ama yalan söyleyenlerden hâlâ iğreniyorum.
Şâkül, yerçekimi ile
yükselen duvarın aynı doğrultuda olmasını sağlıyordu, ip de baştaki ve sondaki
tuğlaların hizasında bir sıra duvarın düzgün örülmesine yarıyordu. Hayatımın
şâkül ayarı, doğru söylemekti, ip ayarı da her yaşta yeniden ölçüm yapmak.
İnsanları gözlemeye devam etmek.
İp ayarı, Allah’ın
ipine sarılarak yapılabiliyordu, şâkül ayarı da aklı kullanarak.
Allah'ın gönderdiği kitapları neden bozdu insan? Yalan söylemek için; yalanına doğru diye delil üretmek için.
Duvar tamamlandığında
ömrüm de tamamlanmış olacak. Ördüğüm duvarlardan oluşmuş evimin sağlamlığını öldükten
sonra test etmeyi de beklemiyorum açıkçası… Yaşarken görüyor ve anlıyorsunuz
zaten. Bu kadar yalancının ve yalanın içinde akıl sağlığınızı koruyorsanız
duvarlarınızı sağlam inşa etmişsiniz demektir. Herkes nasılsa yalan söylemediğinize
inanıyor ya. Bu güven verici bir şey aslında. Hem muhtemel yalanlara karşı sizi
daha dirençli kılıyor. Siz bir kez bile yalan söylemeye teşebbüs ettiğinizde
kızarıp bozarıyor ve kendi kendinizin bekçisi oluyorsunuz.
Çocuklarımıza
öğretmemiz gerek; yalan söylemek zorunda değil insan. Gerçekten değil. Yalanlarla
örülmüş bir hayatın yaşarken ne kadar çürük olduğunu herkes biliyorsa, öldükten
sonra o çürük yapıyı test etmeye gerek var mıdır?
Herkes ölene dek neyi,
nasıl söylediğini en iyi bilen ikinci varlık değil mi? İnsan unutsa bile
unutmayan ve bilen Allah varken insan nasıl yalan söylemeye cesaret edebiliyor,
emin olun, yine anlayabilmiş değilim.
Günahsız insan yok,
ama günahını insanoğluna itiraf etmemek için yalan söylemek zorunda değil ki
insan? Neden itiraf edecek k zaten? Allah tövbeyi neden var etmiş? Adem’inkini
neden kabul etmiş?
Yalan tuzlu bir serüven, ömrün son demlerinde vücudun tüm dengelerini bozuyor; yaşlılarda bunu çok net görüyorum. Yapayalnız kalmış yaşlılara sormak istiyorum bunu, ama üzerim diye çekiniyorum.
Yalan söylememek için neden direnmediniz? Yalan söyleyenlerin burnunun uzadığını siz söylediniz bize, her yere uzattığınız burnunuz neden uzun?
Doğa Toprak, 09.03.2014, Sonsuz
Ark