“Abdulhamid’e
ilk darbe indirildiğinde Said Nursi neredeydi?”
Nasıl yazmalı? Düş kırıklıklarının mor renginde hüzün kavuran Başbakan Erdoğan’ın ‘kandırıldık’ dediği andaki sesi, koyu bir hançer ağrısının iniltilerini taşıyor. Gök mavi, su berrak. Gün geçtikçe serpilen büyüyen bir örnek var ortada. Tüm soruların açıkça cevaplanmaya başladığı, Başbakan’ın devletin düzgün işleyişinden emin olmayı beklediği kahredici bir sessizlik. Devletin derinliklerine sinmiş ‘paralel devlet unsurları’ndan arınmadan hamle yapamayan bir başbakan olmak, dünyanın en zor işlerinden biri olmalı.
II.
Abdulhamid, Resne’de ve daha sonra da Ohri’de, iki yüzbaşının, Niyazi ile Eyüp Sabri’nin üstlendiği rolün sembolik olduğunu elbette biliyordu. Firzovik’teki Arnavut
hoşnutsuzluğunu bahane eden, bu hoşnutsuzluğu manipüle ederek padişaha karşı
bir ayaklanmaya dönüştüren akıl, Selanik ve Manastır’daki mason mahfillerinde,
İtalyan localarında, Alman, İngiliz, Fransız, Rus ve Avusturya saraylarında,
Mürzsteg’de, Reval’de, Kahire’de pişirildi.
II. Abdulhamid’in yapılan anlaşmaları, görüşmeleri ‘jurnal’ klasörlerinde görmemiş olduğunu düşünemeyiz. 2. Ordu’yu kime kaptırdığını biliyordu, kendi kurduğu harp okullarında yetişen mektepli subayların kimin kuklaları olduğunu da biliyordu. Suyun akışına gitmeye karar verdiğinde 30 yıldır tatilde olan meclis üyelerini Yıldız Sarayı’nda menüsünü kendi elleriyle hazırladığı yemekte ağırladığında yine de bir umudu vardı.
Maalesef,
Mithat Paşa’nın İngilizlerle organize olarak kurduğu bürokratik vesayeti,
Almanlara fırsat tanıyarak def etmesi onu hazin sona hızla yaklaştırmıştı. Başka
seçeneği yoktu belki. Ama son tahlilde 24 Temmuz 1908’de Almanlarca İngilizlere
sempatisi olduğu iddia edilen Said Paşa’yı Sadrazamlığa atadığında, maksadı Almanlara
bir ders vermekti. Ama olmadı, Almanlar bir sene dolmadan 31 Mart hadisesi ile
onu tahtından indirdiler. İTC'liler özel mücevherlerini talan ettiler, bankalardaki
kişisel servetini ailesi ile tehdit ederek gasp ettiler ve onu kötülüğün
merkezi Selanik’te Alatini Köşkünde 3 yıl esir ederek aşağıladılar.
Sonra, İttihat
Terakki liderleri Talat ve Enver, koca imparatorluğu Almanlara taşeron olarak
ikram ettiler; hemen ardından milyonlarca Osmanlı evladını Almanlar için kurban
verdiler. Bu ikisi ve ortakları İstanbul’dan kaçtıklarında geride son nefesini
veren bir imparatorluk vardı.
Şu
sıralar 19. ve 20. Yüzyıl tarihini
irdeliyorum, hatıralardan yerli yabancı kaynaklardan. II. Abdulhamid’in
çaresizliğini iyi görmüş Başbakan Erdoğan, ‘kandırıldık’ dediğinde sesinde II.
Abdulhamid’in hüznü ve çaresizliği yoktu; güçlü bir liderin kararlı, ancak dost
ihanetine uğramış bir kırıklığı vardı. Ordu Başbakan’ın sevk ve idaresine
itiraz etmiyordu, hazine tamtakır değildi; ancak adalet ve emniyet kurumları,
devletin sır küpleri İTC’nin sızdığı tekniklerle olmasa da, bizzat Başbakan’ın ‘alnı
secdeye değmiş kişilere duyduğu güven’ dolayısıyla ‘paralel’ bir devlet işleyişi doğacak kadar
kontrolden çıkmıştı.
Cumhurbaşkanlığı,
Başbakanlık, Adalet, emniyet ve HSYK, TÜBİTAK, TİB, MİT, BDDK dâhil hemen her
kritik nitelikteki kurumda kadrolaşan yapı tarafından Başbakan Erdoğan’ın yasadışı
bir şekilde dinlenmesi, soruşturulması ve hatta ailesinden hareketle
tutuklanmasına kadar gidecek olan bir çizgide hedefe konması, bana hep II.
Abdulhamid’i hatırlatıyor. Bu yüzden onun 3 yıllık Alatini Köşkü’nde yaşadığı tutsaklıkta
düşündüklerini bilmek isterdim.
II. Abdulhamid’e
‘Yıldız Baykuşu’ diyen Mehmet Akif, II. Abdulhamid’i yıkmak için Selanik’e
gidip Emanuel Karasu ve İTC yetkilileriyle görüşen Said Nursi düşüyor aklıma. Cemaatin
‘Diktatör’ dedikleri Erdoğan’ın tarihî selefi Abdulhamid’e yüklenen günah da ‘istibdad’, yani diktatörlük idi…
İnternet’e
düşen ses kayıtlarından doğu ve güneydoğuda silahların yeniden patlamasını arzu
edenleri gördük. Cemaat medyasının Ergenekoncu medya ile işbirliğini,
alıntılarını gördük,-mesela Zaman, Samanyoluhaber, BugünTV internet siteleri
sıklıkla Cumhuriyet’ten alıntı yapıyorlar-. Televizyonlarında dönen fragmanlar Başbakan’a
aşkın bir şekilde ‘Hırsız’ diyorlar.
Cemaate ait Cihan Haber Ajansı Kahire
temsilcisi Cumali Önal Twitter’daki hesabından
başbakanın ses kayıtlarını yayınlayan ‘Başçalan’ adlı hesaplarda kullanılan
sıfatı kullanarak ‘Başçalan’ diyor.“MİT’iyle,
Emniyetiyle, yargısıyla her şeyi kontrol etmiş bir Başçalan Hocaefendi’ye
mahalle kabadayısı gibi yüreğin varsa geri dön diyor.”
Başbakan’a
Mısırlı darbeci gazetecilerle yaptığı sohbette ilk kez ‘diktatör’ diyen de aynı
şahıstı.
Said Nursi’nin
Teşkilat-ı Mahsusa macerası bilindik, kesin bir ayrıntı; Başbakan Erdoğan’ın Fethullah
Gülen’i eleştirirken Said Nursi’yi öne çıkarmasını bu sebeple çok anlamsız
buluyorum. Said Nursi, eğer ihanet diye telakki edeceksek II. Abdulhamid’e
ihanet eden ve onun tahttan indirilmesine hizmet eden bir isim.
Bugün Fethullah
Gülen hakkında da iddialar aynı. Halefi olacak kadar yakın olduğu, öğrencisi
Latif Erdoğan’ın, F. Gülen’in ‘Yahudi bir CIA ajanına düzenli bir şekilde rapor
verdiğini’ iddia etmesi, FBI ajanı Sibel Edmonds’un açıklamaları Fethullah
Gülen tarafından yalanlanmadı. Oysa hepimiz biliyoruz; hemen hemen her konuda fikir beyan
eden, sanatçı, edebiyatçı kimselere sürekli taziye mesajları yayınlayan Gülen,
kendisi için hayatî derecede önemli bu iddialar karşısında sessiz kaldı.
Başbakan’ın 12 Mart 2014’te 24TV’de katıldığı
canlı yayında Mustafa Karaalioğlu’na, paralel yapıyı kastederken “Neden
korkuyorsun, açıkça örgüt desene!” diye sorduğu soru hepimizi düşündürüyor. Bu
bir korku mu? Başbakan bunu neden korku diye tanımlıyor?
Alatini Köşkü’nün dili olsaydı keşke. Bahçesinden Abdulhamid’e kurşun sıkan nankör subay karşısında vakarını koruyan bir duvar mı vardı sadece?
Alatini Köşkü’nün dili olsaydı keşke. Bahçesinden Abdulhamid’e kurşun sıkan nankör subay karşısında vakarını koruyan bir duvar mı vardı sadece?
Gezi Terörü’nde
polisin her tarafı yakan, yıkan eylemcilere müdahalesi esnasında başından
yaralanan gencecik bir insanın komadan çıkamaması ve ölmesi sonucu bir taziye yayınladı
Fethullah Gülen; kendisi için söylenen onca şeye cevap vermemişti; bu kez
cenazeyi bahane ederek kızıl bayraklarla, devrimci cephe önlükleriyle ulusal
bir ayaklanmaya dönüştüren illegal örgütlerle, CHP ve HDP ile aynı yere düşen
ve taziye tarihine geçen ‘alevi’ vurgusuyla herkesi şaşkına çeviren bir mesaj yayınlamıştı.
"Sağduyu
ve uzlaşıyla örgülenmesi gereken devlet aklının öfke ve kine mağlub olduğu zor
günler geçirmekteyiz. Bu nefret atmosferi, toplumun muhtaç olduğu sevgi,
sükunet ve birbirini anlama çabasını ortadan kaldırmakta; yukarıdan aşağıya
doğru çatışmacı bir üslubu telkin etmektedir. Bir AVM inadıyla başlayan
hadiseler teskin edileceğine kutuplaştırıcı bir dille körüklenmiş ve bugüne
kadar birçok gencimizin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. 15 yaşındaki
küçük Berkin Elvan, bu atmosferin son kurbanı. Elvan ailesine ve yakınlarına
başsağlığı diler, bugüne kadar pek çok acıyla dağidâr olmuş ama temkin ve
teyakkuzunu korumayı başarmış alevi kardeşlerimize sabrı cemil niyaz
ederim."
Devlet
aklının öfke ve kine mağlup olduğunu iddia ediyordu Gülen. Aklım durmuştu tabi.
Devleti kilitleyen, başbakanı her türlü iftira ile, ahlak dışı kayıtlarla,
montajlarla, dublajlarla kesinkes itibarsızlaştırmayı ve iktidardan indirmeyi
hedefleyen bir yapının, paralel yapının aklı, neye mağlup olmuştu ki?
Öfke ve
kin duygusundan başka bir şey üretmeyen SHaber, Samanyoluhaber, STV, Bugün, Kanaltürk
gibi televizyonlar, Zaman, Bugün gibi gazeteler, Aksiyon gibi dergiler kime
bağlı?
Gezi Terörü’ne
destek verenler aynı medya organları değil miydi?
Kronik Erdoğan düşmanı Financial Times'e makale yazan Fethullah Gülen, 'Ülkede askeri vesayetin yerini AK Parti vesayetinin aldığını' söylüyor, Türkiye’nin kendisine gelmesi için demokratik ve sivil bir anayasanın şart olduğunu' iddia ediyordu. Başbakan Erdoğan'ı hedef aldığı açıkça belli olan makalenin cümlelerinden birkaçı şöyleydi:
"Maalesef son dönemde hükümetin yürütme erki içindeki küçük bir hizip, ülkenin geleceğini rehin almış durumda. Türk halkının demokratik mülahazalarla Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) verdiği desteğin yitirilmesi yanında Avrupa Birliği’ne girme fırsatı da tehlikeye girmiştir."
Abdulhamid’i
tahttan indirenler kimlerdi?
Alatini
Köşkü’nde Abdulhamid’e kurşun sıkan zavallı, kime hizmet ediyordu?
Şekerci
Hanı’ndaki odasının kapısına “Burada her suale cevap verilir, her müşkül
hallolunur; fakat sual sorulmaz” yazısı astıran, 'Gebermiş İstibdadı muhafaza
için şeriat meselesinden geri adım atılmış olduğunu' söyleyen Said Nursi, Abdulhamid’e
ilk darbe indirildiğinde neredeydi?
Said Nursi, Meşrutiyetin 3. gününde, Sultanahmed'de düzenlenen mitingde halka hitaben hürriyeti anlatıyor, Selanik'de Meşrutiyetin İlanı'ndaki kutlamalarda II. Abdülhamit idaresine karşı hürriyet nutukları atıyordu. Fethullah Gülen de Amerika’dan güç zehirlenmesinden bahsediyor, beddua ediyordu.
Said Nursi, Meşrutiyetin 3. gününde, Sultanahmed'de düzenlenen mitingde halka hitaben hürriyeti anlatıyor, Selanik'de Meşrutiyetin İlanı'ndaki kutlamalarda II. Abdülhamit idaresine karşı hürriyet nutukları atıyordu. Fethullah Gülen de Amerika’dan güç zehirlenmesinden bahsediyor, beddua ediyordu.
İkinci
darbe indirildiğinde de yani Abdulhamid tahtan indirildiğinde 31 Mart İsyanını
destekleyen Volkan gazetesi yazarıydı. Ne hikmetse isyan (!) bastırıldığında diğerleri
gibi idam edilmemiş, tuhaf bir şekilde kurtulmuştu. Duruşma sırasında ikna edici(!) bir üslûpla yaptığı savunma sonunda beraat etmişti.
Said Nursi, kendisine Allah’tan inme bir külliyat yazdırıldığını iddia ediyordu, Fethullah Gülen de Latif Erdoğan’a “Allah ile konuştuğunu” söylüyordu.
Said Nursi, kendisine Allah’tan inme bir külliyat yazdırıldığını iddia ediyordu, Fethullah Gülen de Latif Erdoğan’a “Allah ile konuştuğunu” söylüyordu.
Elbette İttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulan, kuruluş tarihi üzerinde bir türlü uzlaşılamayan gizli Teşkilât-ı Mahsusa üyesi oluşunun hiçbir ehemmiyeti yoktu. İlk başkanı olan Hüsamettin (Ertürk) Bey olan Teşkilât-ı Mahsusa'nın kuruluş amacı Türkçe Olimpiyatlarına da benzemiyordu:
"Bu teşkilatın gayesi, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme vasıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktır. Enver Paşa'nın bir yandan Emiri Efendi'nin İttihat ve Terakki programındaki panislamizminden, diğer taraftan da Ziya Gökalp'in pantürkizminden ilham aldığı muhakkaktır."
"Bu teşkilatın gayesi, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme vasıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktır. Enver Paşa'nın bir yandan Emiri Efendi'nin İttihat ve Terakki programındaki panislamizminden, diğer taraftan da Ziya Gökalp'in pantürkizminden ilham aldığı muhakkaktır."
Fethullah Gülen'in kristalize olan iddialara karşı açıklamalarına itibar etmekten asla imtina etmeyeceğim. Ama o açıklamalar bir türlü gelmiyor... Fethullah Gülen'in resmi sayfası 'ndaki başlıklar şöyle:
Gülen'in Financal Times'teki makalesi, Said Nursi'nin Selanik'teki Hürriyet Nutuklarına çok benziyor:
"Fakat temennim odur ki, mevcut sıkıntılar bir fırsat bilinerek Türkiye demokrasisi, hürriyetleri ve hukuku daha ileriye götürülsün. Temel demokratik ilkelere bağlılığımızı yenileyerek ülkede güven ve istikrarı yeniden ikame edebileceğimize ve böylelikle bölgeye ve dünyaya ilham kaynağı olmuş Türkiye misalini tekrar ikame edebileceğimize inancım tamdır.”
Hatırlatayım dedim.
Başbakan tarihi eksik okuyor.
Arif Şahin, 13.03.2014, Sonsuz Ark,
Şaşkınların Tarihi 40