13 Mart 2014 Perşembe

SA590/AŞ40: Başbakan Tarihi Eksik Okuyor

“Abdulhamid’e ilk darbe indirildiğinde Said Nursi neredeydi?”


Nasıl yazmalı? Düş kırıklıklarının mor renginde hüzün kavuran Başbakan Erdoğan’ın ‘kandırıldık’ dediği andaki sesi, koyu bir hançer ağrısının iniltilerini taşıyor. Gök mavi, su berrak. Gün geçtikçe serpilen büyüyen bir örnek var ortada. Tüm soruların açıkça cevaplanmaya başladığı, Başbakan’ın devletin düzgün işleyişinden emin olmayı beklediği kahredici bir sessizlik. Devletin derinliklerine sinmiş ‘paralel devlet unsurları’ndan arınmadan hamle yapamayan bir başbakan olmak, dünyanın en zor işlerinden biri olmalı.


II. Abdulhamid, Resne’de ve daha sonra da Ohri’de, iki yüzbaşının, Niyazi ile Eyüp Sabri’nin üstlendiği rolün sembolik olduğunu elbette biliyordu. Firzovik’teki Arnavut hoşnutsuzluğunu bahane eden, bu hoşnutsuzluğu manipüle ederek padişaha karşı bir ayaklanmaya dönüştüren akıl, Selanik ve Manastır’daki mason mahfillerinde, İtalyan localarında, Alman, İngiliz, Fransız, Rus ve Avusturya saraylarında, Mürzsteg’de, Reval’de, Kahire’de pişirildi.

II. Abdulhamid’in yapılan anlaşmaları, görüşmeleri ‘jurnal’ klasörlerinde görmemiş olduğunu düşünemeyiz. 2. Ordu’yu kime kaptırdığını biliyordu, kendi kurduğu harp okullarında yetişen mektepli subayların kimin kuklaları olduğunu da biliyordu. Suyun akışına gitmeye karar verdiğinde 30 yıldır tatilde olan meclis üyelerini Yıldız Sarayı’nda menüsünü kendi elleriyle hazırladığı yemekte ağırladığında yine de bir umudu vardı.


Maalesef, Mithat Paşa’nın İngilizlerle organize olarak kurduğu bürokratik vesayeti, Almanlara fırsat tanıyarak def etmesi onu hazin sona hızla yaklaştırmıştı. Başka seçeneği yoktu belki. Ama son tahlilde 24 Temmuz 1908’de Almanlarca İngilizlere sempatisi olduğu iddia edilen Said Paşa’yı Sadrazamlığa atadığında, maksadı Almanlara bir ders vermekti. Ama olmadı, Almanlar bir sene dolmadan 31 Mart hadisesi ile onu tahtından indirdiler. İTC'liler özel mücevherlerini talan ettiler, bankalardaki kişisel servetini ailesi ile tehdit ederek gasp ettiler ve onu kötülüğün merkezi Selanik’te Alatini Köşkünde 3 yıl esir ederek aşağıladılar.

Sonra, İttihat Terakki liderleri Talat ve Enver, koca imparatorluğu Almanlara taşeron olarak ikram ettiler; hemen ardından milyonlarca Osmanlı evladını Almanlar için kurban verdiler. Bu ikisi ve ortakları İstanbul’dan kaçtıklarında geride son nefesini veren bir imparatorluk vardı.

Şu sıralar 19. ve 20. Yüzyıl tarihini irdeliyorum, hatıralardan yerli yabancı kaynaklardan. II. Abdulhamid’in çaresizliğini iyi görmüş Başbakan Erdoğan, ‘kandırıldık’ dediğinde sesinde II. Abdulhamid’in hüznü ve çaresizliği yoktu; güçlü bir liderin kararlı, ancak dost ihanetine uğramış bir kırıklığı vardı. Ordu Başbakan’ın sevk ve idaresine itiraz etmiyordu, hazine tamtakır değildi; ancak adalet ve emniyet kurumları, devletin sır küpleri İTC’nin sızdığı tekniklerle olmasa da, bizzat Başbakan’ın ‘alnı secdeye değmiş kişilere duyduğu güven’ dolayısıyla ‘paralel’ bir devlet işleyişi doğacak kadar kontrolden çıkmıştı. 

Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet, emniyet ve HSYK, TÜBİTAK, TİB, MİT, BDDK dâhil hemen her kritik nitelikteki kurumda kadrolaşan yapı tarafından Başbakan Erdoğan’ın yasadışı bir şekilde dinlenmesi, soruşturulması ve hatta ailesinden hareketle tutuklanmasına kadar gidecek olan bir çizgide hedefe konması, bana hep II. Abdulhamid’i hatırlatıyor. Bu yüzden onun 3 yıllık Alatini Köşkü’nde yaşadığı tutsaklıkta düşündüklerini bilmek isterdim.

II. Abdulhamid’e ‘Yıldız Baykuşu’ diyen Mehmet Akif, II. Abdulhamid’i yıkmak için Selanik’e gidip Emanuel Karasu ve İTC yetkilileriyle görüşen Said Nursi düşüyor aklıma. Cemaatin ‘Diktatör’ dedikleri Erdoğan’ın tarihî selefi Abdulhamid’e yüklenen günah da ‘istibdad’, yani diktatörlük idi… 

İnternet’e düşen ses kayıtlarından doğu ve güneydoğuda silahların yeniden patlamasını arzu edenleri gördük. Cemaat medyasının Ergenekoncu medya ile işbirliğini, alıntılarını gördük,-mesela Zaman, Samanyoluhaber, BugünTV internet siteleri sıklıkla Cumhuriyet’ten alıntı yapıyorlar-. Televizyonlarında dönen fragmanlar Başbakan’a aşkın bir şekilde ‘Hırsız’ diyorlar.

Cemaate ait Cihan Haber Ajansı Kahire temsilcisi  Cumali Önal Twitter’daki hesabından başbakanın ses kayıtlarını yayınlayan ‘Başçalan’ adlı hesaplarda kullanılan sıfatı kullanarak ‘Başçalan’ diyor.“MİT’iyle, Emniyetiyle, yargısıyla her şeyi kontrol etmiş bir Başçalan Hocaefendi’ye mahalle kabadayısı gibi yüreğin varsa geri dön diyor.” 

Başbakan’a Mısırlı darbeci gazetecilerle yaptığı sohbette ilk kez ‘diktatör’ diyen de aynı şahıstı.

Said Nursi’nin Teşkilat-ı Mahsusa macerası bilindik, kesin bir ayrıntı; Başbakan Erdoğan’ın Fethullah Gülen’i eleştirirken Said Nursi’yi öne çıkarmasını bu sebeple çok anlamsız buluyorum. Said Nursi, eğer ihanet diye telakki edeceksek II. Abdulhamid’e ihanet eden ve onun tahttan indirilmesine hizmet eden bir isim.

Bugün Fethullah Gülen hakkında da iddialar aynı. Halefi olacak kadar yakın olduğu, öğrencisi Latif Erdoğan’ın, F. Gülen’in ‘Yahudi bir CIA ajanına düzenli bir şekilde rapor verdiğini’ iddia etmesi, FBI ajanı Sibel Edmonds’un açıklamaları Fethullah Gülen tarafından yalanlanmadı. Oysa hepimiz  biliyoruz; hemen hemen her konuda fikir beyan eden, sanatçı, edebiyatçı kimselere sürekli taziye mesajları yayınlayan Gülen, kendisi için hayatî derecede önemli bu iddialar karşısında sessiz kaldı.

Başbakan’ın 12 Mart 2014’te 24TV’de katıldığı canlı yayında Mustafa Karaalioğlu’na, paralel yapıyı kastederken “Neden korkuyorsun, açıkça örgüt desene!” diye sorduğu soru hepimizi düşündürüyor. Bu bir korku mu? Başbakan bunu neden korku diye tanımlıyor? 

Alatini Köşkü’nün dili olsaydı keşke. Bahçesinden Abdulhamid’e kurşun sıkan nankör subay karşısında vakarını koruyan bir duvar mı vardı sadece? 

Gezi Terörü’nde polisin her tarafı yakan, yıkan eylemcilere müdahalesi esnasında başından yaralanan gencecik bir insanın komadan çıkamaması ve ölmesi sonucu bir taziye yayınladı Fethullah Gülen; kendisi için söylenen onca şeye cevap vermemişti; bu kez cenazeyi bahane ederek kızıl bayraklarla, devrimci cephe önlükleriyle ulusal bir ayaklanmaya dönüştüren illegal örgütlerle, CHP ve HDP ile aynı yere düşen ve taziye tarihine geçen ‘alevi’ vurgusuyla herkesi şaşkına çeviren bir mesaj yayınlamıştı.

"Sağduyu ve uzlaşıyla örgülenmesi gereken devlet aklının öfke ve kine mağlub olduğu zor günler geçirmekteyiz. Bu nefret atmosferi, toplumun muhtaç olduğu sevgi, sükunet ve birbirini anlama çabasını ortadan kaldırmakta; yukarıdan aşağıya doğru çatışmacı bir üslubu telkin etmektedir. Bir AVM inadıyla başlayan hadiseler teskin edileceğine kutuplaştırıcı bir dille körüklenmiş ve bugüne kadar birçok gencimizin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. 15 yaşındaki küçük Berkin Elvan, bu atmosferin son kurbanı. Elvan ailesine ve yakınlarına başsağlığı diler, bugüne kadar pek çok acıyla dağidâr olmuş ama temkin ve teyakkuzunu korumayı başarmış alevi kardeşlerimize sabrı cemil niyaz ederim." 

Devlet aklının öfke ve kine mağlup olduğunu iddia ediyordu Gülen. Aklım durmuştu tabi. Devleti kilitleyen, başbakanı her türlü iftira ile, ahlak dışı kayıtlarla, montajlarla, dublajlarla kesinkes itibarsızlaştırmayı ve iktidardan indirmeyi hedefleyen bir yapının, paralel yapının aklı, neye mağlup olmuştu ki?

Öfke ve kin duygusundan başka bir şey üretmeyen SHaber, Samanyoluhaber, STV, Bugün, Kanaltürk gibi televizyonlar, Zaman, Bugün gibi gazeteler, Aksiyon gibi dergiler kime bağlı? 

Gezi Terörü’ne destek verenler aynı medya organları değil miydi?

Kronik Erdoğan düşmanı Financial Times'e makale yazan Fethullah Gülen, 'Ülkede askeri vesayetin yerini AK Parti vesayetinin aldığını' söylüyor, Türkiye’nin kendisine gelmesi için demokratik ve sivil bir anayasanın şart olduğunu' iddia ediyordu. Başbakan Erdoğan'ı hedef aldığı açıkça belli olan makalenin cümlelerinden birkaçı şöyleydi:

"Maalesef son dönemde hükümetin yürütme erki içindeki küçük bir hizip, ülkenin geleceğini rehin almış durumda. Türk halkının demokratik mülahazalarla Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) verdiği desteğin yitirilmesi yanında Avrupa Birliği’ne girme fırsatı da tehlikeye girmiştir."

Abdulhamid’i tahttan indirenler kimlerdi?

Alatini Köşkü’nde Abdulhamid’e kurşun sıkan zavallı, kime hizmet ediyordu?

Şekerci Hanı’ndaki odasının kapısına “Burada her suale cevap verilir, her müşkül hallolunur; fakat sual sorulmaz” yazısı astıran, 'Gebermiş İstibdadı muhafaza için şeriat meselesinden geri adım atılmış olduğunu' söyleyen Said Nursi, Abdulhamid’e ilk darbe indirildiğinde neredeydi?

Said Nursi, Meşrutiyetin 3. gününde, Sultanahmed'de düzenlenen mitingde halka hitaben hürriyeti anlatıyor, Selanik'de Meşrutiyetin İlanı'ndaki kutlamalarda II. Abdülhamit idaresine karşı hürriyet nutukları atıyordu. Fethullah Gülen de Amerika’dan güç zehirlenmesinden bahsediyor, beddua ediyordu

İkinci darbe indirildiğinde de yani Abdulhamid tahtan indirildiğinde 31 Mart İsyanını destekleyen Volkan gazetesi yazarıydı. Ne hikmetse isyan (!) bastırıldığında diğerleri gibi idam edilmemiş, tuhaf bir şekilde kurtulmuştu. Duruşma sırasında ikna edici(!) bir üslûpla yaptığı savunma sonunda beraat etmişti.

Said Nursi, kendisine Allah’tan inme bir külliyat yazdırıldığını iddia ediyordu, Fethullah Gülen de 
Latif Erdoğan’a “Allah ile konuştuğunu” söylüyordu. 

Elbette İttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulan, kuruluş tarihi üzerinde bir türlü uzlaşılamayan gizli Teşkilât-ı Mahsusa üyesi oluşunun hiçbir ehemmiyeti yoktu. İlk başkanı olan Hüsamettin (Ertürk) Bey olan Teşkilât-ı Mahsusa'nın kuruluş amacı Türkçe Olimpiyatlarına da benzemiyordu:

"Bu teşkilatın gayesi, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme vasıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktır. Enver Paşa'nın bir yandan Emiri Efendi'nin İttihat ve Terakki programındaki panislamizminden, diğer taraftan da Ziya Gökalp'in pantürkizminden ilham aldığı muhakkaktır." 

Fethullah Gülen'in kristalize olan iddialara karşı açıklamalarına itibar etmekten asla imtina etmeyeceğim. Ama o açıklamalar bir türlü gelmiyor... Fethullah Gülen'in resmi sayfası 'ndaki başlıklar şöyle:


Gülen'in Financal Times'teki makalesi, Said Nursi'nin Selanik'teki Hürriyet Nutuklarına çok benziyor:

"Fakat temennim odur ki, mevcut sıkıntılar bir fırsat bilinerek Türkiye demokrasisi, hürriyetleri ve hukuku daha ileriye götürülsün. Temel demokratik ilkelere bağlılığımızı yenileyerek ülkede güven ve istikrarı yeniden ikame edebileceğimize ve böylelikle bölgeye ve dünyaya ilham kaynağı olmuş Türkiye misalini tekrar ikame edebileceğimize inancım tamdır.”


Hatırlatayım dedim.

Başbakan tarihi eksik okuyor.



 Arif Şahin, 13.03.2014, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 40





Seçkin Deniz Twitter Akışı