“Sana iliklerime kadar öfkelenmiştim, Joan Baez’i vatan haini ilan ettiğinde…”
Ben seni bugün değil
dün sevmemiştim. Sana hiç ama hiç ısınmamıştı yüreğim. Hiç ısınmamıştı, hiç
ısınmayacaktı. Isınmadı da. Ne dün ne bugün.
Şaha karşı tekbirlerle yürüyenlerin yanında değil, şahın yanında durmuştun dün. Dün kolu kırılanların değil, kol kıranların yanında olduğunu sezdirmiştin. Ben kolu kırılanların acısını iliklerime kadar duyarken sen “taş atarsan olacağı budur!” diyecek kadar pervasızdın.
Şaha karşı tekbirlerle yürüyenlerin yanında değil, şahın yanında durmuştun dün. Dün kolu kırılanların değil, kol kıranların yanında olduğunu sezdirmiştin. Ben kolu kırılanların acısını iliklerime kadar duyarken sen “taş atarsan olacağı budur!” diyecek kadar pervasızdın.
Ehl-i dalalet deyip yerden yere vurduklarına karşı, müslümanların başına bomba yağdıranlara “ehl-i kitaptır.. buğzetmeyin” diyecek kadar pervasız ve pişkindin. Dün Bağdat’ta milyonlar ölürken sen Saddam’ın israile attığı kıytırık füze ile ölen yetmişlik kadının vebalinden söz edebiliyordun.
Sen bu pervasızlıkları sergilerken seni nasıl sevebilirdim ki? Ben sana bugün diş bileyen değilim. Dün biledim dişlerimi. Hep bilenmiş dişlerle gezdim. Seni bugün değil dün sevmemiştim. Bugün de artmış değil sevgisizliğim. Öylesine kocaman bir sevgisizlik büyütmüştüm ki içimde.. bundan daha fazlasını büyütemem ki.. sana iliklerime kadar öfkelenmiştim Joan Baez’i vatan haini ilan ettiğinde.
Vietnam’ın kanlı katillerine karşı kendi öz ülkesinde onurlu bir duruş sergileyen o kadın hangi vatanın hainiydi ki? Bu nasıl bir mantıktı? Bu nasıl bir anlayıştı? Bu nasıl bir inancın tezahürüydü, bu hangi hissin aksülameliydi? Bütün bunlar olurken ben seni nasıl sevebilirdim ki?
Sana, yani iki yüzlülüğüne öylesine öfkeliyim ki.. iki yüz mü? Senin kaç yüzün var sayamıyorum ki.
Sayamadım ki.
Sana nasıl ısınabilirdi ki yüreğim? Sana nasıl ısınabilir ki yürekler? Sen hep cellatların yanında durdun. Cellatlar için göz yaşı döktün. Zalimlerin yorgunluklarına ah vah ettin. Zalimlerin tırnakları kırılsa iki göz iki çeşme ağladın.
Rachel Corrie’yi ezen vahşinin yanındaydın. Beyrut kasabına rahmet okuyup ehl-i kıbleye lanetler savurdun.
Bir kerecik bile “Yer ile yeksan olsun!” demedin ocak söndürenlere. John Beaz kadar insanlıktan nasibin yoktu. Rachel kadar adalet duygun hiç olmadı. Hiç olmadı. Hiç olmayacaktı da.
Bugün sana kızan birçoğuna hayret ediyorum.
Dün neredeydiler? Dün yeryüzünde değiller miydi? Tekerlekli sandalyesinde namaz çıkışı şehit edilen yaşlı insanı görmeyen kör gözlerini hiç mi fark etmemişler miydi?
Öfken hep zalime karşı direnenlereydi; bunu hiç mi görmemişlerdi? Hiç mi görmüyorlardı? Sen hiç mazlumdan yana ağlamadın ki.. bunu o gün nasıl görmemişlerdi?
Ben seni bugün değil, dün sevmemiştim. Sevmedim. Sevemezdim. Sevmem de.
Allah için buğzedip Allah için seven biri olmadığını kendi gözyaşların ele vermişti dün. Bugün de ele veriyor.
Dün ne kadar öfkeli idiysem gözyaşlarına, bugün de o kadar öfkeliyim.
Fikri Muhayyer, 14.03.2014, Sonsuz Ark