Çağdaş ulaşım araçlarının teknoloji ve konfor donanımının artması, enerji iletim hatlarının kazandırdığı derinlik ve ekonomik hareketliliklerin akış trafiğindeki yoğunluk kaymaları İpek Yolu’nun işlevsel niteliklerinin yeniden canlandırılmasını gerekli kılıyor. Türkiye akrabalıklarını ve tarihî bağlarını temel alarak dünyanın gelecek yüzyıllarını yönetebilecek bir güç koordinasyonu sağlayabilir. Bu fırsat kaçırılmamalıdır.
Sonsuz Ark, 17.03.2014
“Türk entegrasyonu, entelektüel altyapı, etkin yapılar ve uygun şekilde eğitilmiş ve motive edilmiş yerli ve uluslar arası bürokrasi tarafından desteklenmelidir.”
Türkiye önümüzdeki Haziran ayının (2014) başında, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’nin içinde bulunduğu hükümetler arası bir organizasyon olan Türk Konseyi Zirvesinin dördüncüsüne ev sahipliği yapacak. Devlet başkanları İlham Aliyev, Nursultan Nazarbayev, Almazbek Atambayev ve Abdullah Gül, ülkeler arası meselelere yönelik çok yönlü işbirliği ve daha geniş ölçekte bölgesel kapsamla ilgili meseleler üzerinde görüşecekler.
Konseyin 2009’da kurulmasından bu yana kurumsallaşma anlamında hatırı sayılır bir ilerleme sağlanmasına rağmen güçlü, enerjik ve sürdürülebilir bir politik ittifak için daha yoğun bir çaba ve zaman gerekiyor.
Arkaplan:
Modern Türk milletleri kökenlerini, orta çağlarda ve modern zamanlarda Merkez Avrasya anakarasına hükmetmiş tarihi Türk halklarına, devletlerine ve imparatorluklarına dayandırmaktadır. Avrasya ve Kuzey Afrika’daki Türk hâkimiyeti, muhtemelen hepsi Türk hanedanları tarafından yönetilmiş olan Osmanlı, Safevi, Babür ve Memluk İmparatorluklarının Eski Dünya’ya hükmettiği 16.yy.da doruk noktasına ulaşmıştır.
Bununla birlikte Türk halkları ve devletleri nadiren birleşmişler ve Merkez Asya ve diğer bölgelerde sürekli çatışma halinde bulunmuşlardır. Sonuçta Türkler bölünmüş, bölgeleri parçalanarak sınır imparatorlukların topraklarına dâhil olmuştur.
1991 senesinde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Avrasya’nın kalbinde beş bağımsız Türk cumhuriyeti ortaya çıkmıştır. Zaten var olan Türkiye Cumhuriyeti ile beraber bağımsız Türk devletlerinin sayısı altı olmuştur.
Tarihin kendisine sağladığı eşsiz bir fırsatla bölgede öne çıkan Türkiye, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal yönetiminde, yeni cumhuriyetlerle öncelikle yatırım ve eğitim girişimlerine yönelik bağlarını güçlendirmek için hızlı bir şekilde harekete geçti.
O zaman sıkça dile getirilen “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası” sloganı veya “21.yy.ın Türklerin yüzyılı olacağı” iddiası bölgede bulunan diğer aktörleri kızdırmakla kalmadı aynı zamanda onları yeni bağımsız devletlere karşı daha dikkatli davranmaya sevk etti.
2009 yılında gerçekleştirilen, Türkçe Konuşan Devlet Başkanları Dokuzuncu Zirvesi’nde, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye, Türk birliğine yönelik daimi bir yapı olan, Türkçe Konuşan Devletler İşbirliği Konseyi’nin kurulması hakkında Nahçıvan Anlaşmasını imzaladılar. Geriye kalan iki ülke olan Türkmenistan ve Özbekistan, entegrasyon sürecinden çıkarak Nahçıvan Anlaşmasını imzalamamayı tercih etmiştir.
Ara çıkarımlar:
Türk Konseyi’nin nihai amacı, üye ülkeler arasında politik, ekonomik ve kültürel sahaları kapsayan geniş çaplı bir işbirliği sağlamaktır. Bu anlamda uluslar arası organizasyon, Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi (TURKPA), Uluslar arası Türk Kültürü Organizasyonu (TURKSOY) ve Türk Akademisi gibi otonom işbirliği mekanizmaları için bir çeşit şemsiye vazifesi görmektedir.
Ortak tarihi, dilbilimsel ve kültürel mirası onurlandırmanın ötesinde, ittifaka dâhil olan Türk Konseyi üyesi ülkelerin her birinin gerçekçi amaçları vardır. Altta yatan en önemli amaç, üyelerin pozisyonunun, Avrasya’daki jeopolitik ilişkilere yönelik birleşik çabanın bir nesnesi değil öznesi konumuna gelmesini desteklemek ve bunu sürdürmektir.
AK Parti hükümeti Türk dışişleri politikasının başlıca hedefi Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya’da yer alan komşuları ile olan bağlarını yeniden yapılandırmak olmasına rağmen, öncelikler listesinde Türk cumhuriyetleri ile ilişkilerin güçlendirilmesi önemli bir yere sahiptir.
1990’lardaki faydacı ve gerçekçi tavır yerini ilk on yılda romantik ve hayli coşkulu beklentilere bırakmıştır. Ülkenin jeostratejik konumu, tarihi tecrübeleri ve yakın bölge ile geniş ölçekli kültürel etkileşimleri noktasındaki avantajına yönelik olarak, Türk cumhuriyetleri ve genelde merkezi Avrasya, Türk dış politikasının esas hedefi olacaktır.
Türk Konseyi kurulması görevi oybirliği ile Kazak Başkan Nursultan Nazarbayev’e verilmiştir. Nazarbayev aynı zamanda 1992’den beri bütün Türk zirvelerine katılan tek Devlet Başkanıdır. Bir zamanlar Slav olmayan Sovyet cumhuriyetleri içerisinde en çok Ruslaşmış olan ve değişik güçler ve jeopolitik çıkarlar arasında denge kurmaya çalışan Kazakistan’ın bu tavrı şaşırtıcı değildir.
Kazakistan’ın yürüttüğü çok yönlü dış politika, ulusunun ekonomik çıkarlarına hizmet ederken başka bir ülke ile önemli bir gerilim yaşamasına engel olmuştur. Türk faktörü ve Türk Konseyi çerçevesinde yürütülen çok yönlü işbirliği, Kazakistan’ın dış politikasına önemli bir boyut kazandırırken manevra için ilave bir alan kazandırmıştır.
Başkan Nazarbayev’in, Rusya güdümlü Avrasya projesi kapsamında ‘Türk Birliği’ hakkında yaptığı konuşma, çok yönlü diplomasinin faaliyette olduğunun göstergesidir.
Nazarbayev’in Ekim 2012’de Türkiye’ye yaptığı resmi ziyarette, Kazakların bütün Türklerin anavatanında yaşadığını ve son Kazak Hanı’nın öldürülmesinden sonra Kazakistan’ın önce Rus İmparatorluğu’nun ve daha sonrada Sovyetler Birliği’nin bir kolonisi haline geldiğini söylemesi tartışma yaratmıştır. Bu tür retoriğe diğer bir örnek de 2013’de gerçekleşen Yüksek Avrasya Ekonomik Konseyi’nde, Nazarbayev’in “Rusya’nın Sovyetler Birliğini yeniden inşa edeceği yönündeki spekülasyonları durdurmak adına” Türkiye’nin Gümrük Birliğine dâhil edilmesini önermesidir.
Azerbaycan ve Kırgızistan’a yönelik değişimler de söz konusudur. Türkiye Azerbaycan’ın en önemli stratejik partneri konumuna yerleşmiştir ve ülkenin zorlu çevresel konumu ve Dağlık Karabağ sorunu göz önüne alındığında, diğer Türk cumhuriyetleri ile bağların güçlendirilmesi faydalı görünmektedir.
Taşıma koridorlarının ve enerji boru hatlarının gelişimine yönelik işbirliği, Azerbaycan’ın Hazar Denizi çevresindeki ilişkilerini güçlendirmek için diğer bir motivasyon faktörüdür. Diğer taraftan Kazakistan, Kırgız Cumhuriyet’in en önemli stratejik partneri haline gelmiştir.
Özbekistan ve Türkmenistan şimdiye kadar Türk Konseyi’ne katılmaktan kaçınmıştır, fakat son tahlilde onlar olmadan Türk entegrasyonu yapbozunun tamamlanmayacağı gayet açıktır.
Son on yılda genç Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını güçlendirdiler ve çok yönlü oyunda değişik derecelerde olmak üzere yeteneklerini artırdılar. Böylece 20 sene öncesine göre çok kutuplu bir yapıya dönüşen Türk coğrafyasının geleceğinde daha zengin bir Türkiye, Kazakistan ve Azerbaycan gözüküyor. Bu durum, birleşmeye yönelik daha sağlam bir zeminin ortaya çıkmasını sağlıyor.
Ülkelerin kritik ve istikrarlı olmayan Merkez Asya, Kafkaslar ve Orta Doğu’da yer alması, çeşitli sorunları da beraberinde getiriyor. Bu ülkeler aynı zamanda farklı güvenlik ittifakları içerisindeler; Türkiye NATO’ya ve Kazakistan ile Kırgızistan ise CSTO VE SCO’ya dâhil. Kazakistan, Rusya ve Belarus ile Gümrük Birliği üyesi iken Türkiye’nin hala AB üyesi olmak için çaba göstermesi işleri daha da karmaşık hale getiriyor.
Sonuç:
1991 senesinde Türk devletlerinin yeniden ortaya çıkışı, Merkezi Avrasya’nın yeniden şekillenmesine neden oldu. Şüphesiz bu ülkeler arasında daimi bir işbirliği mekanizması olarak Türk Konseyi’nin kurulması, Türk entegrasyonunun en önemli mihenk taşıdır.
Bu bütünleşme, duygusal bir nitelik taşıyan pantürkçülükten farklı olarak daha gerçekçi, pragmatik ve ticari bir özellik taşımaktadır. Bütünleşmenin mimarları dış güçlere bu konseyin kendilerine karşı oluşturulmuş olan bir ittifak olmadığına ikna etme zorluğu içindedir.
Fakat pek çok ortak değere sahip olan bu ülkelerin bu tür bir birlikteliği istemesi ve kolektif bir kimlik oluşturması gayet doğaldır. Bu eğilim, tarihteki Türk devletlerinin ilk gönüllü ittifakı olan Türk Konseyi’nin kurucu Genel Sekreteri olan Halil Akıncı’nın sözlerinde organizasyonun varoluş nedeni olarak yerini almaktadır.
İttifakın önemli jeopolitik güce sahip kapsamlı bir birliğe dönüşmesi, en önemlisi ulusal elitlerin sahip olduğu stratejik vizyon ve politik istekler olmak üzere bir dizi faktöre bağlıdır. Avrasya’nın jeostratejik kapsamı kadar, bölgeselleşmenin yükselişi ve daha güçlü bağların oluşturulması yönündeki çağrıları kapsayan küresel tektonik kaymalar göz önünde bulundurulduğunda, işbirliği ve koordinasyonun doğru strateji ve politika konusunda garanti sağlamayacağı görülmektedir.
Türk entegrasyonu, entelektüel altyapı, etkin yapılar ve uygun şekilde eğitilmiş ve motive edilmiş yerli ve uluslar arası bürokrasi tarafından desteklenmelidir.
Alim Bayaliyev, 19/02/2014, CACI Analist
Tamer Güner, Sonsuz Ark, 17.03.2014, Çeviri,
Yazar: Alim Bayaliyev, Türk Konseyinde görevli bir uzmandır.