“Allah’ım
ben hakikaten kanserim ve burada tedavi olacağım…”
Audrey Hepburn
Atila verdiğimiz kararın ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladığını söyledi. Sonra sevgili Şerife’yi aradım. Çünkü Şerife durmadan Bilgin Sait adındaki doktor arkadaşları ile görüştüklerinden ve onun hemen Hacettepe Hastanesine gelmemi istediğinden bahsediyordu.
Benim
için Hacettepe’ye gitmek o kadar zor bir şeydi ki; daha önce o hastanenin Onkoloji
servisinde bulunmuştum. Atila’nın kuzeni orada kemoterapi almıştı. Tekrar o
günler gözümde canlanıyordu; kalabalık salonlarda saatlerce beklemek, doktorun
ağzından bir kelime alabilmek için peşi sıra koşar adım yürümek ve hiçbir şey
öğrenememek vs. ameliyat olup bu dertten kurtulmalı başka da hiçbir hastaneye
gitmemeliydim.
Tam
olarak bunu düşünüyordum işte.
Şerife o güne dek ısrar ediyor ama çaresizce benim reddetmeme boyun eğiyordu. Şimdi ise “bitkisel tıp” maceramdan sonra fikrimi değiştirmiştim. Şerife’den hemen Hacettepe’deki doktor arkadaşlarını aramasını ve bana bir medikal onkologdan randevu almasını rica ettim.
Canım
Şerife’m hemen işe koyuldu. Geç saatlerde ertesi gün öğlen 12 için randevunun
ayarlandığını söyledi çok sevindim ne de olsa süreç başladığından beri bir onkologla
görüşmemiştim.
Ertesi
gün tahlillerimi de yanıma alıp yola koyulmadan önce ağabeyimi aradım, ona son
derece özgüvenli bir ses tonuyla bir haber vereceğimi ama üzülmemesini çünkü
her şeyin kontrol altında olduğunu söyledim. Ağabeyim çok çok üzüldü. Atila ve
Afak’ın haberi olup olmadığını sordu. Daha sonra o gün, uzun süre telefonunun
kapattığını öğrenim Figen’den. Üzüntüsünden kimse ile konuşamamış.
Atila
ile Hacettepe Onkolojinin önünde buluştuk. Sonra Gökhan’la Şerife’nin arkadaşı
randevuyu ayarlayan Doktor Bilgin Sait’i aradım. Medikal Onkoloji Bölümünde
Doktor Kadri Bey’in odasının önüne geçmemizi kendisinin de hemen geleceğini
söyledi.
Onkoloji
servisinde bu kez ziyaret için değil hasta olduğum için bulunuyordum.
Allah’ım
ben hakikaten kanserim ve burada tedavi olacağım…
İnanamıyordum…
Ellerinde tahlil ve tetkikler dolu hastalar ve hasta yakınları sanki ağır çekim
bir film karesinde önemden geçiyordu. Kulaklarım uğuldamaya başlamıştı yine...
Biz
doktorun odasını kapısında beklerken Doktor Bilgin Sait’te geldi. Aman Allah’ım
ne kadar şirin bir çocuk; güler yüzlü, pozitif enerji dolu bir doktor. Öğrenciyken
benim yazılarımı okuduğunu ‘Kayıp Topraklar’ kitabımı da çıkar çıkmaz aldığını
ve hatta Kosova için kendilerinin de böyle bir kitap yazmaları gerektiğini
söyledi çok sevindim.
Daha
sonra Doktor Kadri Bey'in Ginius statüsünde ve dünya çapında bir profesör
olduğunu anlattı bize. Ben “Buradan hep cenazeler çıkıyor değil mi?” diye saçma
sapan bir sorduğumda bütün güler yüzlülüğü ile, “Yoo, burası çok iyi bir yer.”
dedi.
Doktorumuz
geldiğinde beraber kendi odasının yanındaki odaya geçtik. Onkolog Kadri Bey son
derece güler yüzlüydü ve birçok doktorda görmeye alışık olmadığımız insanî bir
yanı vardı, bunu karşısındakine hemen hissettiriyordu.
Önce
biraz sohbet etti. Atila’nın Gürcü olduğunu öğrendiğinde hemen onu bir başka
Gürcü ile tanıştırmak için telefonuna sarıldı. Atila böyle şeylerden hiç haz
etmez biliyordum, ama burada farklı bir durum söz konusuydu ve itiraz şansı
bence yoktu. İtiraz da etmedi zaten. Konuşmayı kısa kesti yine de. Karşıdaki
Bey’in işi varmış anlaşılan.
Bu arada
bana ailemde kanser vakası olup olmadığını sordu, gülümsedim; büyük halam
yıllar önce göğüs kanserinden, küçük halam sekiz ay önce rahim kanserinden vefa
etmişti. Ayrıca anneannem, dedem, dayım, amcam ve bir kuzenim de kanserden
vefat etmişti. Babam da kanser tedavisi görüyordu. Liste epey uzundu
anlayacağınız... Hepsi not edildi.
Kadri
Bey benim hemen ameliyat olmamı ve ameliyattan on gün sonra da kendisine
gelmemi söyledi. Bir takım testler daha yapılacakmış.
Kadri
Bey de çok güler yüzlü bir doktor. Dâhi olduğu o kadar belli ki, bir o kadar da
mütevazı. Ona hemen güveniverdim. İlk ameliyatımı kimin yaptığını sordu,
Süleyman Bey deyince çok isabetli bir karar verdiğimizi, Süleyman Bey’le doktorasını
birlikte yaptıklarını ve çok iyi bir doktor olduğunu ona güvenmemi söyledi. Çok
sevindim.
Kadri
Bey’in yanından çıktığımızda koridorda sevinçten ne yapacağımızı şaşırmıştık
Atila ile.
Bilgin’de
en az bizim kadar sevinçliydi. Hızlı hızlı yürürken Bilgin “Ben koşsam ayıp
olur mu?” diye sordu.
Bizim
yüzümüzden gecikmişti ama bunu o âna kadar en ufak bir şekilde belli etmemişti.
Kalbim onun için de minnet hissiyle dolmuştu şimdi. Allah’ım bütün bu güzel
insanların üzerine huzur ve bereket yağdır diye dua ettim. Atila ile yürüyorduk
güya ama aslında sevinçten uçuyor gibiydik.
Yemek
için bir lokantada oturduk, Fevziye ile telefonda konuşurken çantamın
olmadığını fark ettim. Hemen hastaneye döndük çantam o odada öylece bizi
bekliyordu. Sevinçten o koca çantayı almayı bile unutmuştuk işte…
Neşe Kutlutaş, 18.03.2014, Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi, 22.02.2012)