Kiziroğlu Mustafa Bey
-5-
Şehrinaz
bir biçimde Doğan’a ulaşmış, cuma “Huzur”a çıkıldığında hanımı Aysema ile
birlikte Kiziroğlu’na kaçmayı düşündüklerini, bu kaçışa Kiziroğlu’nun rızası
olur mu olmaz mı? diye cumaya kadar haber beklediğini anlatmıştı. Doğan
kendisine ulaştırılan bilgiyi Kiziroğluna iletmiş fakat olumlu-olumsuz bir
cevap alamamıştı. Gerçi cumaya daha iki gün vardı var olmasına ama hanımların
ona göre de hazırlığı olacaktı.
Kiziroğlu
Aysema’nın teklifini alınca hem sevinmiş hem de şaşırmıştı. birdenbire hem de
böyle bir zamanda. Başına gelenlerden habersiz olmasına imkân yoktu.
“Sen ne
dersin Hüsam Dayı?” diye sordu Kiziroğlu. Hüsam Dayı başını iki yana sallayıp
düşünceli düşünceli konuştu:
“Ne
yalan söyleyeyim ben de şaşırdım.. hani tamam sen sözlün olduğunu ilan ettin.
Kabul ederse dedin. O dediğin zaman böyle bir teklif gelseydi anlardım. Aradan
aylar geçmiş birden bire.. hoş bir şekilde seni kabul ettiğini öğrendik senin
ilanının ardından ama.. ne bileyim.. bunu hiç ama hiç beklemiyordum desem yalan
olmaz.. hele Değirmenci Yusuf bir gelsin. Bir de onunla konuşalım.”
“Yakın
zamanda gelir mi?”
“Haber
verdim. Bir zahmet hemen gelsin, dedim. Neredeyse gelirler. Şehmuz’u
gönderdim!” dedi.
Kiziroğlu:
“İyi
akıl etmişsin Dayı. Şehmuz’u yollamakla iyi etmişsin. İhtiyar bu tepelere
tırmanamaz.. bizimkinin epey bir yardımı olur! Gördün mü şu Aysema’nın
yaptığını dayı.. iki ayağımızı bir pabuca soktu. Ben diyorum ki hani
yaralandığımı öğrenmiş merak etmiştir.. ondan böyle bir şeye kalkışmıştır.
Hazır bir fırsatta yakalamıştır bizim bilmediğimiz.. yani ben böyle
düşünüyorum.. ama durum ortada he dayı?”
“Aynen
öyle oğul.. aynen öyle! Dur bakalım.. aceleye gerek yok!”
“Acele
ettiğimiz yok be dayı..” deyip sustu Kiziroğlu.
Şehmuz’un,
“Buradan Yusuf baba” sevecen sesi duyuldu. “Geldiler işte..” dedi Hüsam dayı
ayağa kalktı. Peşinden Kiziroğlu da kalkıp Değirmenci Yusuf’u karşılamaya
çıktılar. Değirmenci nefes nefese kalmıştı. Karşılamaya gelenlere bakıp eğildi.
İki eliyle dizlerine yaslandı.
Başını
kaldırmadan:
“Öldüm valla ağalar.. epey yaşlanmışız..”
dedi.
Kiziroğlu
hemen yanına vardı doğrulmasına yardım etti:
“Ya baba
kusura bakma.. biz gidelim dedim de.. Hüsam Dayı ‘Yusuf biraz da hareket
etsin.. dönmeyen taş gibi kilitlenip kalacak!’ diye mani oldu.” dedi ve
Şehmuz’a göz kırptı. Gülüştüler.
Hüsam Dayı,
“Zevzeklenmeyin de dama getirin soluklansın adam!” karşılığını verdi. Yusuf
gülen gözlerle Kiziroğlu’na baktı.
“Hüsam Ağa
haklı elbet. Hareket etmiş olsaydık aha böyle dizimiz dermansız olur muydu?”
Yavaşça
doğruldu. Ellerini beline destek yaptı. Geri kaykıldı. “Valla her bir yanım
tutuldu.” dedi. Dama doğru yürüdüler. Hüsam dayı kapıyı açıp içeri buyur etti.
Şöminenin cılız ateşiyle aydınlıktı dam. Şöminenin hemen yanında büyükçe bir
semaver kaynıyordu.
Değirmenci
Yusuf’u baş köşeye oturttular. Hüsam Dayı hemen Yusuf’un yanına oturdu.
Kiziroğlu ile Şehmuz da iki yaşlı adamın karşısına geçip diz çöktüler.
“Aç mısın?” diye sordu Hüsam dayı. “Bizim
zevzekler konuk karşılamayı bilmezler.. konuk aç mıdır, susuz mudur, yorgun
mudur.. akıllarının ucundan bile geçmez!”
Yusuf
babacan bir sesle,
“Etme Hüsam Dayı.. sen de ben de biliriz ki
her insanın her halinden anlayan terbiyeli edepli er kişidir hem Kiziroğlu hem
yarenleri.. böyle çokça üzerlerine varırsan benim gibi ipullah keçeküllah bir
başına kalır gözlerini ağartıp durursun karanlıkta!” karşılığını verdi.
“Aman
Yusuf Baba o nasıl söz..” diye atıldı Kiziroğlu. “Biz kimin kimsen saymaz
mısın? Senin birer evladın değil miyiz? Valla gücendim!” dedi.
Hüsam Dayı
ve Şehmuz da sözlerini onayladılar Kiziroğlu’nun.
“Yanına
gitmedik diye sitem ediyor aklınca.. görmez misin Kiziroğlu’nun omzundaki
sargıyı.. uzun yolculuklar için henüz erken..” Değirmenci Yusuf “Yav.. ne
sitemi kimseye kinayeli bir şey dediğimiz yok.. Damadım olacak hayırsız gelip
değirmende durmuyor.. onu anlatmak istedim. Sanki sancak da iki hasır örmekle
başı göğe erecek!”
Hüsam
sağ elini kaldırıp yavaşça Yusuf’un sol dizine koydu.
“Şimdi
olmadı Yusuf Ağa.. şimdi olmadı. Kızını düğünle alayla verdin Doğan yiğidine.
Doğan köyden sancak’a göçmedi ki.. yedi ceddi sancaktaydı. O da sancakta doğup
büyümüştü. Ne diye verdin o vakit kızı? Ha kaçıp giden oğluna yangınlığını
diyorsan o başka!”
Yusuf
kaşlarını çattı:
“Şehmuz o semaver boşuna mı yanar.. siz
içmeyecekseniz de hele bana bir bardak çay doldur içim yandı!” diyerek konuyu
değiştirme yoluna gitti. Sitemli bakışlarla bir an gözlerinin içine baktı Hüsam
dayının. “Ne diye yaramı deşersin be boşboğaz!” der gibiydi. Namert oğlu “Baba
destur versen de Hicaz’a gitsem!” demiş evlad-ı iyalini de alıp kendi deyimiyle
“dönmezin esfel-i safiline” gitmişti.
Doğruysa
o insafsız Mısır’a gidip yerleşmişti. Dönmeyeceğini anlayan hanımı Asiye
yataklara düşmüş inleye inleye can vermişti. “Bilesin ulan hayırsız ananın
katili sensin!” diye kaç kez uyur uykusundan fırlamış düş gördüğünü anlayıp
koca adam inleye inleye ağlamıştı.
Şehmuz
demli bir bardak çayı değirmenciye uzattı. Yerine oturdu. Bir süre sustular.
Yusuf sımsıcak çaydan bir iki yudum aldı. Bardağı yarılamıştı.
Hüsam Dayı
üzüntülü bir sesle:
“Bağışla be Yusuf Ağam.. dediğin gibi
boşboğazlık ettik.. hay dilimi eşek arıları soksa.. bazen dostlar arasında
kendimi kaybediyorum..” dizini sıktı Yusuf’un. Yusuf şefkatle dayının eline
vurdu. “Boş ver be Hüsam ağa.. yaşlandık.. alınır olduk her sözden.. biz asıl
meseleye gelelim.. Aysema’yı epeydir tetkik ederim. Sorup soruştururum.” dedi
Bakışlarını
Kiziroğlu’na dikti:
“Kızın
gönlü ağamıza vardır. Bu kesin. Hatta ağamızın pusuya düştüğü düğünde o da
vardı. Ve oğlumuza vermek üzere hazırladığı bir nameden de haberim oldu. Belki
o gece kaçacaktı. Ama olmadı. Ancak Şehrinaz işi bozuyor. Turab Şehrinaz’a
dikkat edin dedi. Döngel Murat’ın hanesine sığınmadan önce Şehrinaz’ı bey
Döngel Murat ile görüşürken çağırmış.”
Üç adam
pür dikkat kesilmiş Yusuf’un anlattıklarını dinliyorlardı. Adeta soluk bile
almıyorlardı.
“Deme!”
diye kuşkulu bir sesle çıkış yaptı Hüsam Dayı. “Ne konuşmuşlar Turab duymamış
mı?” değirmenci başını salladı “Birkaç zamandır bey ve konukları oldukça
sakınarak konuşur olmuşlar. Şehrinaz’ı hizmet için mi çağırmışlar, bir vazife
mi vermişler belli değil. Turab öyle dedi. günahını almayayım ama dikkat etmek
gerek. Döngel’in olduğu yerde insan iki kere değil bin iki kere dikkatli olmalı
diye de ihtiyatın elzemliğini birkaç kez tekrar etti.”
Kiziroğlu
sol elini çenesine götürdü. Avucunun içine aldı. Şehmuz hayretten iri iri
açılmış gözlerle kendisine baktı.
Kiziroğlu:
“Bir
kadına nasıl bir vazife verecekler ki? Ne yani kılıç kuşanıp otağımızı mı
basacak? Uyur uykumuzda bir hançer çekip göğsümüzü mü yaracak?” dedi düşünceli
bir sesle. Şehmuz başıyla onayladı bu sözleri. Hüsam Dayı hayır, anlamında
sallıyordu başını.
“Değil..
namertliğin ölçüsü, aleti bir değildir ki.. ben Turab’ın sözlerine kulak
verelim derim. Peki Yusuf ağa Turab Aysema kızımız için ne der?” diye sordu.
“Aysema ağamıza tutkundur. Burası kesin. Eğer bir oyun var ise bu oyunda Aysema
sadece araçtır. Kullanılacaktır. Ve fakat farkında olmayacak.. Döngel’in her
zamanki taktiği.. o ne hinoğlu hindir!”
Hüsam Dayı,
“Tüh..” dedi. Kiziroğlu’na dönüp “Sen de tam adamını buldun.. tam gönül
kaptırılacak biri..”
Kiziroğlu
daldığı düşüncelerden sıyrıldı:
“Etme be
dayı.. sen demez misin, sen bize öğretmez misin babaların günahını evlatlar,
evlatların günahını babalar çekemez.. diye.. şimdi böyle mi oldu?”
Yusuf
başıyla evetledi Kiziroğlu’nu:
“Kiziroğlu doğru der.. evet döngeller
geyiklerin geyiği şeytanların büyüğüdür ama rahmetli hanımı, Aysema’nın anası
Gülbahar hanımın soyu sopu tertemizdir. Adil ve hakkaniyetli insanlardı
Haşıloğulları. Hala da öyledirler. Döngellerin şerrinden kurtulmak için de
buralardan uzaklara göçmüşlerdir. O günde anlamadım bugün de anlamam..
Haşıloğulları Gülbaharı bu iblise niye verdiler? Niye kurban ettiler? Ben
rahmetli Gülbahar hanıma hep bir kurban gözüyle baktım.. Aysema da anasının
kızıdır. Turab kefil olduğu gibi ben dahi kefil olurum. Aysema masumdur. Ve bir
kumpas kurulmuşsa da ondan bihaberdir, derim.”
“La
Şehmuz herkes tek tek mi çay isteyecek.. sakilik yapamayacaksan başkasını
çağıram.. doldursan ya bardakları.. bak Yusuf ustanın bardağı da boşaldı.
Maşallah adamın ağzında teneke var sanırsın!” dedi yapmacık bir kızgınlıkla.
Şehmuz
başını sallayıp semavere yöneldi. Yusuf usta gülerek, “Hüsam dayı taktın bu
akşam bana ya.. hayırlısı bakalım..”dedi
Hüsam Dayı:
“Daraldım
da ondan Yusuf Ustam.. daraldı içim.. evet ben de güvenirim Haşıloğulları..
insan silahını avradını başkasına emanet etmez amma ben her şeyi mi emanet
ederim hem de gözümü kırpmadan.. ama gel gör ki işin içinde Döngeller var..
senin de dediğin gibi geyiklerin geyiği şeytanların büyüğüdür onlar. Valla
günahları boyunlarına ama onların kendileri gölgelerinden gölgeleri
kendilerinden sakınır.. böyledir. Eh Turab’ın çekincesi de ortada.. Tamam
Aysema kızımızdan yana bir kaygımız yok. Ama Haşıloğullarının saflığı da
dillere destandır. Etrafında ne olup bittiğini anlayıncaya kadar ay bacayı
geçer.. bir de Şehrinaz var. Yusuf usta Rıfat iti Şehrinaz’ı niye vermiştir
Döngellere?”
Yusuf Usta:
“Turab’ın dediğine bakılırsa Şeref’in dağa
kaldırılması yüzünden olmuş.. epey kişinin canını yakmış bey. Şehrinaz’ı da
oğluna yüz vermemekle suçlamış. Zindana atmaya kalkışmış. Döngel iti de kızının
hizmeti için istemiş. Ederini de vermiş.”
“Bütün
bunlar milletin gözünde olmuş elbet öyle mi?” diye kuşkuyla sordu Kiziroğlu.
“Evet..” dedi Yusuf usta.
“Gizli
kapaklı olması için bir sebep yok. Turab da epey azar işitip dayak yemiş. Yaşlı
başlı adam. Az kalsın kalpten gidiyormuş. Bütün bildiklerim bu kadar. Karar
sizin.. geç olmadan Aysema’ya bir haber vermeli derim ben!”
“Vermeli
ya..” diye karşılık verdi Hüsam Dayı.
Söz
Kiziroğlu’ndaydı artık:
“Tamam..
bu gece bir haber gönderelim.. Şehmuz Mehmet Ali burada mı?”
Şehmuz:
“Beli ağam.. buradadır. Elif bacının
yanındaydı.”
Elif
adını duyan Yusuf Usta elinde olmadan “Elif kızımızda mı burada?” diye sordu
şaşkınlıkla.
“Evet..”
dedi Kiziroğlu “Anam rahmetli olunca yanıma aldım.. hoş buralar bir kıza göre
değil ama birkaç gün yanımda kalsın istedim. Köye dönecek ama. Mehmet Ali’lerin
yanında kalacak. Şehmuz sen hele çağır gelsin bakalım.”
Şehmuz
hemen fırladı yerinden. Kapıyı açınca serin bir rüzgar damın içini yaladı.
İçerdekileri hafif bir titreme tuttu. Yusuf, “Kiziroğlu’nu bir yoklasam mı?”
diye düşünüyordu. Hoş elçilik yapacak durumda değildi. Hem Zülfikâr çok da açık
etmemişti. “Elif desem be desem!” sözü her şeyi açıklıyor olsa da, herhangi bir
inkâr durumunda aksini iddia etmek de kolay olmazdı.
“Elif
kızımız artık erlik çağındadır.. böyle dağ başında..” diye düşüncesini belirtti
Yusuf Usta.
Kiziroğlu
yan bir bakış fırlattı Yusuf Usta’ya.
“Burada
emniyettedir. Hiçbir yarenim kimsenin namusuna yan gözle bakmamıştır, bakmaz
da.” karşılığını verdi. Hüsam Dayı da karıştı söze, “Şükür içimizde uçkur
düşkünü bir Allahın kulu yoktur. Olmayacaktır da!”
Yusuf Usta
hemen toparlandı:
“Haşa ben o maksatla söylemedim. Her bir
yarenine ben dahi kefilimdir bu hususta. Hani belki bir isteyeni falan vardır..
ne bileyim!” dedi.
Kiziroğlu:
“İsteyeni
olup-olmadığını duymadık. Aklımızda olanı da kendisine sormadık henüz. Daha
anamızın kırkı çıkmadı.” dedi kızgınlıkla.
“Tüh
dilimi eşek arıları soksun!” diye geçirdi içinden değirmenci.
Kapı
sertçe açıldı, Şehmuz ile Mehmet Ali içeri girdiler.
Kiziroğlu:
“Gel
Mehmet Ali’m gel.. şimdi vakit kaybetmeden sancak’a gidiyorsun.. Yusuf Ustanın
damadı Doğan’ı bulup ona Aysema’ya iletilmek üzere, “Kiziroğlu ‘yarasının henüz
tam iyileşmediğinden bu Cuma değil de haftaya Cuma buyurup gelsinler, dedi’
diyorsun. Fırla aslanım.”
Mehmet
Ali “Baş üstüne ağam!” deyip koşarak fırladı dışarı. Yusuf Usta kalkar gibi
yapıp “Eh ağalar epey geç oldu. Ben dahi yola düşem..” dedi.
Hüsam Dayı
eline sarılıp gerisin geri oturttu adamı:
“Ne dersin sen Yusuf Usta.. bu gece bizim
konuğumuzsun. Merak etme döşeğimiz neyimiz vardır. Oturduğumuz yer gibi sert
olmayacaktır yatacağın yer! Öyle değil mi Kiziroğlu?”
Kiziroğlu
son konuşmalardan biraz canı sıkılmış gibiydi. Değirmencinin yaşı yaşına denk
olsa başka türlü konuşurdu, ama işte büyüğüydü. Ata dostuydu. Gönlünü kırmak
olmazdı. Lakin toy birinin sözlerinden farklı değildi değirmencinin. Daha kız
kardeşinin gözündeki yaş kurumamıştı bile. Kaç gün oluyordu anası öleli. Yeri
mi şimdi dünürcülüğün? Yok yaşı gelmişti de.. yok erlik olmuştu da.. gören
duyan da kız kardeşinin yaşının çoktan geçtiğini sanırdı. Öfkesini içine
bastırarak “Elbette Hüsam dayı.. ata yadigârlarımız için yumuşak döşeklerimiz
vardır!” bir cevap beklemeden kapıya
yöneldi “Biraz hava alayım.. bunaldım!” dedi dışarı çıktı. Arkasından kapıyı
usulca örttü. Yusuf’un Hüsam dayıya fısıltıyla “ İhtiyarlık insanı boşboğaz
yapıyor değil mi Hüsam ağa?” dediğini duyar gibi oldu.
Kiziroğlu,
tepkisinin her ne kadar annesinin birkaç gün önceki ölümünden ötürü olduğunu
kendi kendine söylese de kız kardeşinin yuvadan uçacak kanatlara eriştiği
gerçeğiyle yüzleşmişti değirmencinin sözleriyle. Kendisine acı veren işte bu
gerçekti. Kız kardeşi bir gün yuvadan uçacaktı, o günün de eli kulağındaydı.
Değirmenci bu gerçeği ifşa etmiş, yüzleşmesine vesile olmuştu o kadar. Daha ne
kadar görmezlikten gelebilirdi ki? Kız kardeşi büyümüş, serpilip güzelleşmişti.
O saf yürüyüşler yerini salınmalara çoktan bırakmıştı.
Kendisi
yanaklarındaki alı fark etmemiş gibi yapsa da birileri çoktan farkına varmıştı
elbet. Fark edilmeyecek biri değildi Elif. Endamı, bakışları kim bilir kaç kişinin
yüreğini hoplatmıştı, hoplatıyordu. İşte o yüreği hoplayanlardan biri de bir
şekilde değirmenciye faş etmişti halini.
Ama
kıyamazdı işte Elif’ine. “Daha çocuk bile sayılır?” diye geçirdi içinden
kendisini inandırmaya çalışarak. Bir hüzün çökmüştü omuzlarına. İçindeki sızıyı
yarasına hamletse de bu sızının kaynağının yüzleştiği gerçek olduğunu da
seziyordu. “Demek kuş uçmaya hazır!” diyebildi fısıltıyla. Etrafına bakındı.
Halini bir gören olsun istemiyordu. Gözleri de mi dolmuştu? Kiziroğlu ağlar mıydı?
Anasının
ölümüne bile göz yaşı dökmedi sanırdı gören. Oysa ne yaşlar akıtmıştı içinin en
derinlerine. O gözyaşları dışa taşsa sel olur dağı taşı önüne katardı katmasına
ama bu daha bir hüzünlendirmiş, daha bir yakmıştı canını.
“Elif’ime
kıyamam!” dedi dudaklarını ısırarak.
Elif’i kötü sözü, kem bakışı kaldıramazdı. El oğlu onun o müşfik
yüreğinden geçenleri anlayabilir miydi? “Mahcup yüzlüm!” deyip bağrına bastığı
ata yadigârı ana emanetini kimselere yakıştıramıyordu. Yakıştıramadığını
biliyordu. Ve fakat bunu kendine bile itiraf edemiyordu işte.
Kaçıp
gitmek isteği belirdi içinden. Bu dağları, bu mekânı her şeyi yüzüstü bırakıp
kaçmayı istedi bir an. Kendine öfkelendi, bu istekten ötürü utanca boğuldu.
“Hey
gidi zavallı Kiziroğlu..” dedi içinden “Hey
gidi zavallı.. onca mazlum, onca dertli senden derman beklerken senin
neyin derdindesin.. sevinmen gerekirken hem de.. bir yuva kuracak kardeşin
var.. yüzüne bakılacak, yüzüne bakıldığında insanın içini açacak bir kız
kardeşin var bu seni sevindireceği yerde üzüntüye boğuyor he öyle mi?” diye
hayıflandı. Böylesi bir şey için allak-bullak olmanın alemi var mıydı? Hem
yakışır mıydı? Hiç yakışık alır mıydı? Toyluğun şahıydı bu hal!
Az
ilerdeki kayalıklara sallanarak yürüdü. Kol küreğinin az altına, kalbinin yakınına
saplanan okun acısını şimdi şimdi duyuyor gibiydi. İri bir taşın üzerine
oturdu. Başını gökyüzüne kaldırıp baktı. “Hayır!” sözcüğü içinde büyüdü büyüdü
dışarı taşacak raddeye geldi. Derin bir nefes alıp “Of!” diye çıkardı ağzından.
“Hayır!” sözcüğü “ Of!” nidasına dönüşmüştü.
“Elif
ha!” dedi fısıltıyla. Gidip değirmencinin yakasına yapışsa ve sorsa “Sana
Elif’ten kim söz etti?” diye. Büyüğüymüş, ata dostuymuş hiç birinin aklına
getirmese.. sertçe ayaklarının altındaki taş parçalarına vurdu. Bir iki taş
parçası gecenin sessizliğini yararak yardan aşağıya yuvarlandı. Kuşağından
tabakasını çıkarıp bir cigara sardı. Kavla yakıp derin derin birkaç nefes çekti
sigarasından.
“Destur
var mı ağam!” sorusuyla yanında biten yarenin farkına varmıştı. Kafasına üşüşen
karma karışık düşüncelerden sıyrılıp “Sen misin Gürer’im.. gel buyur!” dedi.
Biraz yana çekilip oturduğu taşta Gürer’e yer açtı. Gürer edeplice sokulup
kendisi için açılan yere ilişti. Bir süre konuşmadılar. Kiziroğlu Gürer’e
tabakasını uzattı. Gürer de bir sigara sarıp Kiziroğlu’na katıldı.
“İnsanın
içini bunaltıyor kocamışlar be Gürer’im. Biraz hava alayım dedim. Hava güzel..
gökyüzü berrak.” Sözlerine bir karşılık vermemiş başını sallamakla yetinmişti
Gürer.
Kiziroğlu
merakla “Sıkkın gibisin?” dedi. “Bir terslik mi var?” Öteki “Yok ağam..” diye
cevapladı.
“Bir terslik yok da.. hem bizim köylüler, hem
sizin Kizir’liler su işini sorup dururlar. Bu çayın yeri değişince çok müşkül
duruma düştüler malum. Bir bardak su için neredeyse dünyanın yolunu tepiyorlar..
sen de biliyorsun.. ne zaman şu Sarı itin ümmüğünü sıkıp çayı eski yerine
alacaksınız? Deyip dururlar.. bir şey diyemiyoruz.. Hüsam dayı gelenleri bir
dövmediği kalıyor.. öyle azarlıyor ki.. bilirsin işte. Hani diyor arkadaşlar
eğer ağamız izin verirse biz gidip halledelim.. o iyice bir iyileşene kadar biz
hallederiz. İşte bu minval üzre konuşuyoruz aramızda.”
Kiziroğlu
sol elini Gürer’in omuzuna atıp kendisine çekti. “Haklıdır köylüler.. siz de
haklısınız. Haklı olmasına haklısınız da beni böyle yerimde oturtan kıytırık
okun kıytırık yarası değildir be Gürer’im. İstiyorum ki yılanın başını ezelim.
Kuyruklarla vakit kaybetmeyelim. Yılanın başını bir ezdik mi mecrasını kaybeden
çaylar nehirler de yatağını bulur rençperler ırgatlar da rahat eder. İşte bunun
peşindeyim be Gürer yiğidim. Korktuğumuz pustuğumuz sanılmasın!” dedi.
Gürer
omuzlarını dikleştirip, “Haşa ağam.. korkunun sayende bizim otağımıza
uğramadığını biliriz. Elbet büyüklerimiz neyin ne zaman yapılacağını daha iyi
bilir! Köylüler ha bire sızlanınca bizim de tadımız tuzumuz kalmıyor ağam!”
deyip sustu.
Bir
şeyler söylemeliydi ama söyleyecek bir şey gelmiyordu aklına. Aklı Elif’teydi.
Öfke ile derin derin çekti sigarasından. Havaya savurdu dumanı. Ay ışığında bir
türlü hangi yöne gideceğine karar verememişçesine bir oraya bir buraya dağılan
dumana benzetiyordu kendini şuan.
“Köylüleri
oyalayacak bir şeyler söylesek!” dedi Gürer.
Kiziroğlu
içini çekti, yumuşak babacan bir sesle:
“Böyle bir şey yapsak bir farkımız kalır mı
kınadığımız hasımlarımızdan? Yılan dediğimiz sırtlan dediğimiz Döngellerden
Şehreminlerden Sarılardan Muhayyerlerden daha bilmem hangi itlerden farkımız
kalır mı yiğidim? Biz bir söz verdik mi o söz mutlak yerine gelir! Biz
hasımlarımıza bile oyalayacak söz söylemeyiz bizi biz yapan bu değil mi a yiğit
Gürer’im? Yiğidi yaşatan namıdır namı yaşatan da söylenen sözlerin yerine
getirilmesidir! Öyle değil mi?” dedi.
Gürer
utanmıştı. Utancından kıpkırmızı kesilmişti bunu biliyordu. Gönlündeki
Kiziroğlu’nu daha da devleştirmiş söyledikleri.
“Bir
cahillik ettim ağam.. bağışla!” diyebildi güçlükle.
Kiziroğlu
yeniden tek koluyla sardı arkadaşını:
“Sıkma canını.. üzülecek bir şey yok! Sen bir
şeyler yapmamız gerektiğinde haklısın.. bunu söylerken nasıl söyleyeceğini
şaşırdın hepsi bu.. asıl üzülmesi gereken benim.. siz beni rehber bellediniz
ama işte rehberiniz şaşkın. Köylüye rençpere söyleyecek bir çift kelam
bulamıyorum. Nutkum kesildi. Biz yılanın başını ezmenin yollarını arıyoruz,
desek köylü der ki iyi de ben susuzum bana şimdi su lazım! E haklı. Sabredin
demek kolaycılık olur. Ha deyince de yapmayı düşündüğümüz şeyi yapamıyoruz..
gel de çık işin içinden!”
Sigarasından
bir nefes daha çekip ayağının altına attı böcek ezer gibi ezdi izmariti.
Söndürdü.
“Yusuf Usta’yı
yatırdım.” Sözüyle hemen yanı başlarına sokulan Hüsam dayıyı fark ettiler.
Kiziroğlu
gülerek, “Bak gördün mü benim dalgınlığım sana da bulaştı bir ihtiyarın
yanımıza kadar sokulduğunu işitmedik!” dedi. Hüsam Dayı ihtiyar sözüne kızardı
ama bu kez kızmamış bütün sevecenliğiyle:
“Benim geldiğimi
duyacak yiğitleri daha analar doğurmadı. Ben istemedikçe ne yiğitler ne itler
çakallar duyar ayak sesimi?” dedi. “Son sözlerini duydum Kiziroğlu’nun..
düşünmeyi sevmediğiniz için çaresiz kalıyorsunuz.. ben derim ki Gürer’lerin
köyünün su işini sarıya bulaşmadan halledebiliriz. Güneydeki yamacın orada gür
gözeler var. O gözelerden iki bilemedin üç günde köye suyu getirmek çocuk
oyuncağı. Dağda yarenler miskin miskin oturup duruyoruz. O yamaçtan köye kadar
zati eski bir ark vardı. Otlardan kapanmıştır. Elli altmış adam bir de köylüler
katıldık mı iş tamam.. kimse karışmaz, karışmaya da kalkışmaz. Bu arada
Sancak’ın gözüne bile gireriz!” dedi gülerek.
“Hay
aklınla bin yaşa!” diye sevinçle fırladı yerinden Kiziroğlu. “Bak işte bu pek
yaman bir iyilik olur köylüye rençpere.. dediğin gibi kimse de karışmaz..
Sancak’ın gözüne gelince.. gözü çıksın o itin! Tamam Hüsam dayı.. yarın hiç
vakit kaybetmeden iyi kazma kürek bel sallayacak yarenleri alıp doğru Ermiş’e
gidiyoruz. Ne dersin Gürer? Köylüler yardım eder mi?”
“Niye
etmeyeceklermiş.. sızlanmaya gelince varlar da çalışmaya gelince yoklar mı?
Valla koşa koşa gelirler. Gelmezlik edeni de yatırırız falakaya!” diye
cevapladı.
Kiziroğlu
Gürer’e sarılıp “Gördün mü yiğidim.. işte köylüye söyleyecek sözün hasını
bulduk..” dedi.
Hüsam Dayı
“Hadi bu kadar sevinç gösterisi yeter.. madem kazma kürek işi vardır.. şimdi
doğru yataklara..” diyerek çekiştirdi gençleri.
Kiziroğlu
derin bir “Ohh!” çekti. Rahatlamıştı.
Puran Tilmiz, 26.03.2014, Sonsuz Ark,
Konuk Yazarlar