“Kirli
beyazlar kahır içinde; içki kadehleri bir doluyor, bir boşalıyor.”
Saatlerimizi ileri almayı unutmadık.
Tahtakale
Kaset Tüccarları’nın ‘Turp’un Büyüğü’, ‘Heybedeki Turp’, diyerek taksim taksim yaptıkları
algısal bombardımanda zihnimize psikolojik harekât bombaları boca etmelerine alıştık,
maksadın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın devrilmesi olduğuna da artık kâni olduk.
Her bombardımanda
mitingler daha da kalabalıklaştılar; tekerlekli sandalyede ameliyat ertelemiş
yaşlı başlı insanlar gördük. Yani; artık fark etmeyen de fark etti, Başbakan
Erdoğan’ın niçin devrilmek istendiğini. Dünya Erdoğan deyice Türkiye’yi
hatırlıyor, Halk Erdoğan deyince Türkiye’yi. Yani hedeflerinde Türkiye var,
Erdoğan değil.
Herkes merakla 30 Mart akşamını ya da 31 Mart pazartesi gününü bekliyor ya, ben beklemiyorum. Biliyorum çünkü neler olacağını. Keramet kanallarımız henüz inşa edilmedi inisiyatik inşaatla, ama herkes benim gibi bu aralar; feraset damarlarımız dopdolu akıyor, yağmur gibi bereket veriyor zihnimize. Bombardıman vız geliyor. Biraz uykularımız dağınık hepsi o kadar, nedense hepimiz 80 öncesini ya da 90 sonrasını görüyoruz kâbuslarımızda.
Yatsıya gidenin
yolunu kesip sağcı mısın, solcu musun diye sordukları 80 öncesinin tüm
günahları artık yeni ittifakla yıkanmış sanki. CHP-MHP cepheleşmesinin
öldürdüğü gencecik insanların çocukları kasetleri duymuyor bile; gözlerini
dikmişler CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun MHP’lilere ait Bozkurt işaretini eliyle
yaptığı fotoğraflara. CHP, Ankara’ya da eski bir MHP’liyi, belediye başkan
adayı olarak gösterdi.
Şu sıralar
birileri, müntesiplerinin yemeden içmeden biriktirip sermayesini oluşturdukları
bankayı Katarlı bir şirkete satmak zorunda kalmanın kahrında... Başbakan
Erdoğan’ı devirmeye kalktıklarını, üstelik hem İsrail, hem Amerika, hem
İngiliz, hem Alman kokulu hamlelerle CHP, MHP, BBP ve BDP ile aynı safta yer
alarak bu işi yaptıklarını herkes biliyor. Bu saldırının karşısında olanlar da biliyor,
yanında olanlar da. Hesap açık yani… Peki, sürpriz ne?
Sürpriz 31 Mart’ta havaların mükemmel olacağı
gerçeği.
Yani Psikolojik
harekât ters tepti. Erdoğan’ı samimiyetle eleştiren de artık eleştirmiyor. İşinde
gücünde olan insanlar bu saldırı timlerini görünce Erdoğan’ın Türkiye olarak
tanımlandığını fark edince, saldırıları istiklal harbi mantığı ile savmaya
karar veriyorlar. Hatta siyasetle ilgilenmeyenler bile, Türkiye’ye iki kez çağ
atlattıklarını düşündükleri Erdoğan’ı korumak için koşturup duruyorlar. Çünkü
yaşıyorlar, yaşadıklarına şahitler. Birilerinin ihmal ettiği bu… Yaşadıklarına
şahit olanlar asla aldatılamazlar.
Şimdi
Düzce’de kaset piyasasını daha derinlere taşıyor Erdoğan: “Kasetler nerede,
Unkapanı’nda, Tahtakale’de”
25 Mart’ta
kaos olacaktı. Twitter’da ağlıyor birileri, videoyu yüklüyoruz, hemen siliniyor…
Oysa yalan. Yükledikleri diğer kasetler, videolar yerli yerinde duruyor çünkü.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun katlini Erdoğan’a yıkacaklardı, başaramadılar.
Bugün 31
Mart. Fotoğraf şu. Saldırı timleri sus pus. Piyasa rahatlamış durumda. Kirli İttifak
sürünüyor, temiz, dürüst iyi niyetli insanlar umutlarını yüzlerine asmış
geziyorlar.
Kirli beyazlar kahır içinde; içki kadehleri bir doluyor bir boşalıyor.
Onlardan biri 26 Mart 2013'te 'O gün geldi: Olmak ya da olmamak...' başlıklı yazısında şöyle demişti:
"Zurnanın zırt dediği nokta artık geldi. Bu iktidarla, bu başbakanla, bu belediye başkanlarıyla, ülkeyi her gün biraz daha tam bir paranoyanın içine atmaya adeta yemin etmiş bu garip mantık ve bu çıldırtıcı tempoyla devam edebilir miyiz? Yoksa ülkeye gerçekten de nefes aldıracak bir büyük dönüşümün, bir rönesansın, en basitiyle bir durup kendimize gelmenin ve normale dönmenin zamanı gelmedi mi?"
Yüz elli yıllık bir süre yetmemişti kirli beyazlara. Yüz elli yıl yönettikleri devlet büyük bir dönüşümün, bir rönesansın, en basitinden bir durup kendimize gelmenin ve normale dönmenin aracı asla olmamıştı; çünkü kirli beyazların niyeti bu topraklara yabancı bir dönüşümü sağlamaktı, bu toprakların dinini, insanını ve kültürünü aşağılamaktı. Erdoğan bu yüzden seçilmişti, onların ürettiği ceberrut devleti değiştirmeye çalışıyordu, bu yüzden saldırıların arkası kesilmiyordu.
Kirli beyaz zerre kadar edep duygusu kalmamış bir şekilde yazıyordu:
"Başbakan artık tümüyle kendi kişisel gündemini uyguluyor, birçok kişi gibi benim de takip edemediğim söylemini tekrar tekrar yineliyor. Modern bir Don Kişot gibi yeldeğirmenlerine savaş açmış, hep o kendi zihninde beliren düşmanlara çatıp duruyor. Pensilvanya diyor, CHP’nin müdürü diyor, uluslararası komplo diyor. Ağzından ülkenin gerçek gündemi, kitlelerin gerçek derdi, aydınların gerçek kaygıları üzerine, gerçek ekonomi, siyaset veya kent sorunları üzerine tek somut laf duydunuz mu? Hep o kafasında korkunç hayaletlere dönmüş hayali işbirlikçilere, düşsel lobilere, muhayyel Türkiye düşmanlarına veriştirip duruyor."
Hakaret ediyordu kendini kaybetmiş bir şekilde:
"Onu izlerken, sanki sahnede tek kişilik oyun oynayan kötü bir oyuncuyu izler gibiyim. Benzetmek gibi olmasın, sanki Genco Erkal ünlü Bir Delinin Hatıra Defteri’ni oynuyor!.. Bağırıyor, çağırıyor, küfrediyor, yemin ve beddua ediyor. Hasta bir ruhun kendini dışa vurma serencamını, bozulmuş bir moralin çığlıklarını sürekli izliyor ve dinliyoruz."
Ve diğer kirli beyazlara yol gösteriyordu:
"Bizler de Anıtkabir’de geleneksel rekabetlerini unutup birleşen Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaraylılar gibi farklılıklarımızı törpüleyerek, gerçekçiliği gözeterek ve oylarımızı birleştirerek, en olası ve en güçlü partiye ve adaya oy vermeliyiz. Ki bu belayı başımızdan defedebilelim. Yoksa ülke ve rejim elden gidecek ve hepimiz paranoyak olup çıkacağız… Hadi, bir gayret!..."
Kirli beyazlar kahır içinde; içki kadehleri bir doluyor bir boşalıyor.
Onlardan biri 26 Mart 2013'te 'O gün geldi: Olmak ya da olmamak...' başlıklı yazısında şöyle demişti:
"Zurnanın zırt dediği nokta artık geldi. Bu iktidarla, bu başbakanla, bu belediye başkanlarıyla, ülkeyi her gün biraz daha tam bir paranoyanın içine atmaya adeta yemin etmiş bu garip mantık ve bu çıldırtıcı tempoyla devam edebilir miyiz? Yoksa ülkeye gerçekten de nefes aldıracak bir büyük dönüşümün, bir rönesansın, en basitiyle bir durup kendimize gelmenin ve normale dönmenin zamanı gelmedi mi?"
Yüz elli yıllık bir süre yetmemişti kirli beyazlara. Yüz elli yıl yönettikleri devlet büyük bir dönüşümün, bir rönesansın, en basitinden bir durup kendimize gelmenin ve normale dönmenin aracı asla olmamıştı; çünkü kirli beyazların niyeti bu topraklara yabancı bir dönüşümü sağlamaktı, bu toprakların dinini, insanını ve kültürünü aşağılamaktı. Erdoğan bu yüzden seçilmişti, onların ürettiği ceberrut devleti değiştirmeye çalışıyordu, bu yüzden saldırıların arkası kesilmiyordu.
Kirli beyaz zerre kadar edep duygusu kalmamış bir şekilde yazıyordu:
"Başbakan artık tümüyle kendi kişisel gündemini uyguluyor, birçok kişi gibi benim de takip edemediğim söylemini tekrar tekrar yineliyor. Modern bir Don Kişot gibi yeldeğirmenlerine savaş açmış, hep o kendi zihninde beliren düşmanlara çatıp duruyor. Pensilvanya diyor, CHP’nin müdürü diyor, uluslararası komplo diyor. Ağzından ülkenin gerçek gündemi, kitlelerin gerçek derdi, aydınların gerçek kaygıları üzerine, gerçek ekonomi, siyaset veya kent sorunları üzerine tek somut laf duydunuz mu? Hep o kafasında korkunç hayaletlere dönmüş hayali işbirlikçilere, düşsel lobilere, muhayyel Türkiye düşmanlarına veriştirip duruyor."
Hakaret ediyordu kendini kaybetmiş bir şekilde:
"Onu izlerken, sanki sahnede tek kişilik oyun oynayan kötü bir oyuncuyu izler gibiyim. Benzetmek gibi olmasın, sanki Genco Erkal ünlü Bir Delinin Hatıra Defteri’ni oynuyor!.. Bağırıyor, çağırıyor, küfrediyor, yemin ve beddua ediyor. Hasta bir ruhun kendini dışa vurma serencamını, bozulmuş bir moralin çığlıklarını sürekli izliyor ve dinliyoruz."
Ve diğer kirli beyazlara yol gösteriyordu:
"Bizler de Anıtkabir’de geleneksel rekabetlerini unutup birleşen Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaraylılar gibi farklılıklarımızı törpüleyerek, gerçekçiliği gözeterek ve oylarımızı birleştirerek, en olası ve en güçlü partiye ve adaya oy vermeliyiz. Ki bu belayı başımızdan defedebilelim. Yoksa ülke ve rejim elden gidecek ve hepimiz paranoyak olup çıkacağız… Hadi, bir gayret!..."
Ben
Türkiye’nin enerjisini harap edenleri Allah’a havale ediyorum. Gencecik insanları
kullanıp atanları hiç kimse affetmeyecek. 70-80 arası sağcı-solcu diyerek
kullanıp attılar, 1990-2000 arası Laik-Şeriatçı diyerek. Şimdi ise ‘Ilımlı İslam’
paranoyasına kurban verilen binlerce genç var.
Hayırlı
sonuçları çok oldu bu bombardımanın. Artık cemaat-tarikat denince herkes şöyle
bir detaylıca düşünecek. Suç- günah deyince daha bir titiz bakacak insanlar hem
özel hem kamu işlerinde.
Bir
senede bu milletin sırtındaki bütün cerahat döküldü, daha ne istiyoruz ki? İsteseydik
yapamazdık bunu. Kendi elleriyle yaptılar.
Bugün 31
Mart; hava mükemmel. Endişelenmeyin bugün eski 31 Mart (13 Nisan 1909) değil, yeni 31 Mart 2014. Kirli beyazlar bir kez daha yıkamadılar; Türkiye dimdik ayakta.
Saatlerimizi ileri almayı unutmadık.
Allah’a
şükürler olsun.
Arif Şahin, 26.03.2014, Sonsuz Ark,
Şaşkınların Tarihi 42