“Tanrısal
gücünü kaybetmek istemeyenler susmayı seçiyorlar, herkes hep birlikte
kirlenene ve kapkaranlık olana kadar.”
Ankara,
başka bir ruha sahip. ‘Başkent Ruhu’ diyorum ben buna. O ruha İstanbul’un
derinliklerinde de rastlayabilirsiniz. Berlin, Roma, Londra,Washington ve Paris’te de bu
ruh var; ancak Moskova kadar benzemez Ankara’ya. Atina’dan alır köklerini.
Tanrılara yakın olmakla ilişkili bir şey bu. Pagan kültürlerin panteonlara
yakın hizmetkârlarının ruhudur bu ruhu şekillendiren ruh. -Sinsidir;
hissettirmeden bütün dinî referansları içten içe çökertebilir, sırf bu yüzden iyi
incelenmelidir.-
Ankara’ya
İstanbul’dan bütün ihtişamıyla transfer edilen ve gökten inmeyen ilkelerle
desteklenerek daha da güçlenen bu tanrısal ruh, Ankara’nın bütün ara sokaklarına
kadar incelerek, katmanlaşarak yayılmış durumda. Bir ara sokakta,
büyükelçilerin makam araçlarına rastlayabilirsiniz mesela. Bir strateji
enstitüsündeki beyin fırtınasına katılmak için gelmişlerdir ve bu şehrin
sokaklarında bu sıradan bir olaydır, kimse umursamaz.
Herkes bir şekilde iktidarın eklemlerine ilişkilenmiştir ve bu eklemlerde gezinen parmakları çıplak gözle görmektedir; hangi stratejinin, hangi söylemin, hangi eylemin nelere yol açacağını bilmektedir; sokaklar bu yüzden tehlikesizdir.
Büyük
bir otokontrol baskısı vardır bu şehrin sakinlerinde, çünkü herhangi bir zaaf,
herhangi bir fısıltı kariyer basamaklarının aleyhinde patlayan bir bombaya
dönüşebilir. Herkes birilerini tanımaktadır ve herkes birileri ile akrabadır, ülkenin
geri kalan şehirlerinde büyük birer sır olan her şey Ankara’nın oturma
odalarında gündelik bilgidir. Ankara’da sıradan bir bürokratı tanıdığını
söyleyerek çevre üreten Anadolu insanına, Ankara’nın tanrısal ruhu bu yüzden cazip
geliyor.
Çevre
üreten ayrıcalık, devletin, basit bir bürokrat tarafından çözülebilecek, ancak
asla çözülmeyen sıradan kurumsal görevlerinden birinin çözümünden besleniyor ve
iktidar böylece Anadolu’ya sorun çözen tanrısal gücün devredilmesi ile
yayılıyor. Zaten seçimler de yerelden başkente uzanan bu alışılageldikliğin
değiştirilmesini sağlıyor. Başkaca bir şey değişmiyor; ruh ve yöntem asla
rahatsız edilmiyor, kişiler değişiyor. Geride bir devrin tanrı katında
bulunanların bitmek tükenmek bilmeyen hatıraları ve avuntuları kalıyor.
Ankara
doygun ve tecrübeli, ama cazibesini yitirmemiş yaşlı Atina fahişelerine
benziyor yaşlandıkça. İstanbul’un iki bin yıllık ustalığına çok kısa bir sürede
yaklaşmış gibi; toy delikanlıları baştan çıkarmasını çok iyi biliyor. Deneyimsiz
iktidar partilerinin idealist kabuğunu tırnaklıyor önce, uzun boyalı
tırnaklarıyla. Sonra apış arasına uzatıyor usta dokunuşlarını. Bütün direniş
noktalarını tek tek ele geçirdikten sonra, arabaların, son model ve en lüks evlerin
altın kaplama olabileceğinden bahsediyor. “Yapabilirsin!” diyor, “Emredince her
şeyi yapabilirsin.”
İdeoloji,
seks, para ve hırs araçlarıyla soyulduktan sonra zaten geriye kalan şey ne ise
o da en yakın seçimde çöp kutularına atılıyor. Başkent ruhu çöpe atılmış
cesetten hızla uzaklaşıp yeni iktidarların taze bedenine doğru usul usul
yaklaşıyor ve her zamanki yöntemlerle yerleşiyor; Tanrısal katta olan biten her
şey dinî referansların ve ideolojilerin kabukları kırılıp masumiyetleri
zedelenene kadar döngü sürüyor.
İnsan,
tanrılaşma güdülerine kurban oluyor her zaman, bu hiç değişmiyor.
Ankara
caddelerinde ilerlerken birbirine uzak ve birbirine yakın olmanın dayanılmaz
baskısını hissediyorsunuz her şeyin. Şehirlerarası yolculuk yapar gibi
okullarına giden çocuklar ve gençler dolduruyor sabahların soğuk nefeslerini.
Asık suratlar, devinimsiz duygular birikiyor önceki dünlerden. Ritmik işler,
ilişkiler ve gecelerin karanlıklarında evlerine koşuşturanlarla, evlerinden
kaçanların gündüze bıraktıkları kokuları duyuyorsunuz. Birkaç iyi insanın
ellerinde bir avunma aracı olarak masumiyet yorgun, bıkkın ve tarihe karışmış
kadar antik.
Herkes herkesi
tanıyor, hiç tanışmasa bile. Çünkü neyin nasıl işlediğini çok biliyor. Sıradan
bir kişiye dokunduğunuzda onun hangi küresel ağlarla ilişkide olabileceğinden
emin olamıyorsunuz. Gerçeğin sizi ilgilendiren kısmını fısıldıyorlar
kulaklarınıza, hepsi o kadar; daha fazlası daha başkalarının bilgisi dâhilinde
çünkü.
Anadolu,
Ankara’nın Ruhu’nu kendi çıkarları zedelenince merak ediyor. Eğer iktidar
gücünü elinde bulunduran kişiler, Başbakan, Cumhurbaşkanı, bakan, milletvekilleri
ya da bürokratlar yaşlı fahişenin ustaca hamlelerinden bunalmışlarsa,
tıkanmışsa bütün damarlar, patlayıveriyorlar, Ankara’nın sınırlarını zorluyorlar,
Anadolu’ya şikâyet ediyorlar her şeyi; ya da Anadolu’ya kaçıyorlar. Yeterince kirlenmemiş,
ideolojisinden ve dinî referanslarından tam olarak sıyrılmamış olanlar yeniden
Anadolu’nun fikrine muhtaç oluyorlar. Denetim ve onay istiyorlar.
Ankara’da
iki tür insan var her zaman; iktidara yakın olanlar ve iktidara yakın olamayanlar.
Fikrin, dinîn, ideolojinin çok zaman önemi yok. Çünkü seksin, paranın ve hırsın
her insan için yaşanabilir gerçek ve hazır özellikleri var. Ütopik merasimlere ise
yer ve zaman yok.
Ritüeller
şehri Ankara. Ve fısıltılar ve dedikodular. Geçmiş iktidarların yorgun hikâyecileri
gelecek iktidarların fal bakıcıları olarak hiç susmaksızın konuşuyorlar. Haklılar
veya değiller; umursayan yok. Bir şey var öyle, değiştirilemeyeceğine toptan
inanılmış bir şey; seks, para ve hırs tuzağına herkes her an kapılabilir.
Gerçek iktidara
yakın olana ait ise, gerçeğin kırık kollarını iktidara uzak olanlar
görebiliyorlar ve söylüyorlar, ama sadece iktidara olan uzaklıkları sabitken
böyle bu. Yakınlaştıkça sessizlik artıyor. Gerçeğin sağlam kalan diğer
kemiklerini de onlar kırıyorlar. Tanrısal gücünü kaybetmek istemeyenler,
susmayı seçiyorlar, herkes hep birlikte kirlenene ve kapkaranlık olana kadar.
Sırlar
işte o zaman birer tehdit aracına dönüşüyor; herkesin bildiği sırlar bunlar.
Anadolu bu sırlarla aydınlatılmak isteniyor güya. Tuzaklar sırlara sarılıyor,
sırlar çıkarlara. Vatan ve ihanet kavramları gelişigüzel cümlelere
sokuşturuluyor. Oysa asıl vatana ihanet, vatanı çözümsüzlük doğuran sırlarla
tehdit etmek. Bu sırları üretmek.
Çözüm…
derin, uzun bir sessizlik. Çözüm için enerji tüketenlerin çaresizliği,
bıkkınlığı doluyor çözümün bıraktığı boşluğa. Ankara’nın gözlerindeki
umutsuzluğun sebebi bu galiba. Asık suratların üreteçleri de bu derin ve uzun
sessizlikte saklı. Çocuktan ebeveyne, oradan iktidarın tepelerine kadar uzanan
yol ‘Ne yaparsan yap bir gün bozulacak’ diye düşünen umutsuzlarla dolu.
Ankara Nisan’ın
ilk günlerinde, soğuk kış günlerindeki gibi rahatsız ediciydi.
Sabah’ın
dondurucu ayazında yüzüm ve ellerim donarken, montumun altında terliyor
oluşumla ilgili bir şey bu muhtemelen. Tezatlarla dolu bu şehrin coğrafyasının
da kabahati var. İstanbul nasıl yazın ortasında ansızın gelen sağanakla
insanını iliklerine kadar ıslatacak kadar güvensizse, Ankara da benim gibi taşradan
gelenleri kendi ritmik alışkanlıklarıyla hasta edecek kadar güvensiz.
Gerçeğe yakın olmak için başkentlerden uzak kalmak gerek ya da başkentleri her on yılda bir baştan sona değiştirmek. Başka türlü gerçek temalı şarkılar söylemek mümkün değil.
Seçkin
Deniz , 06.04.2014, Sonsuz Ark, Gezi Notları