12 Nisan 2014 Cumartesi

SA631/ KY5-PT16: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 2/6: Ecinnili Rıfat Bey

Kiziroğlu Mustafa Bey


-6-
Rıfat Bey, Kiziroğlu ve avanelerinin Ermiş Köyü’ne su getirdiğini iki gün sonra duymuştu. Eşkıyanın elini kolunu sallayarak düze inip bir de köylüyle elbirliği yapıp günlerce çalışması onu çileden çıkarmıştı. Çopur’u çağırıp “Bire namert.. bire it soyu.. seni Subaşı niye yaptık? Ha niye yaptık?” diye haşlamıştı. Çopur ne diyeceğini şaşırmıştı; kabahati büyüktü büyük olmasına, ama bütün suç kendisinde değildi ki. Oğlunun peşinden bir an bile ayrılmamasını Bey’in kendisi söylemişti. Her yerde olamazdı ya! “Beyim Şeref beyimizi demiştiniz!” diyebilmişti güçlükle.

Rıfat Bey daha bir celallenmişti Çopur’un karşılık vermeye yeltenişine. Ağız dolusu küfürler ederek yürümüştü üzerine. Misliyle karşılık veriyordu içinden Çopur da. Rıfat Bey subaşının dudaklarının kıpır kıpır olduğunu fark edince suratına okkalı bir tokat atmıştı. Bu hali biliyordu. Babası ile durumları belirmişti gözünde. Babası da tıpkı kendisi gibi birden parlar ağzına geleni söylerdi Rıfat’a. Rıfat ta karşılık verirdi içinden. Fakat içinden verdiği karşılıkları dudakları tekrar ederdi.

“Demek benim dediklerimi bana dersin ha! Seni it soyu! Macit denen it bir keresinde seni tavsiye etmişti de gülmüştüm. Gülmüştüm, ama ne bileyim ki zamansız geberecek o it de. O olsa eşkıyayı böylesine savunmasız yakaladığında affeder miydi sanırsın? Ha.. çoktan hepsini der dest eder önümde falakaya yatırır sonra da sallandırırdı. Sen ne yaptın? Şeref miş.. ulan bütün bir alay Şeref’in peşine mi takıldınız? Memleketi hepten sahipsiz bıraktınız! Yıkıl karşımdan deyyus..”

Turab elleri bağlı başı önünde yanlarına sokuldu.

“Beyim Sarı Fuat ile merhum Hamza ağanın mahdumlar Musa destur isterler!” dedi.

Rıfat Bey, “Has odaya al o iti.. birazdan gelirim!” dedi öfkeyle. Turab zangır zangır titreyen Çopur’a alelacele bir bakış fırlatıp “Baş üstüne!” dedi geri geri çıktı. Gözden kayboldu. Rıfat Bey Çopur’un kulağından tutup çekti.

“Bak bu son.. anlıyor musun bu son! Şimdi Kizir köyünü gözetleteceksin. Sabahtan sabaha kadar sen mi nöbet tutarsın başkalarına mı tutturursun bilemem.. ama günün her saati gözlenecek köy. Bakarsın Ermiş’ten sonra kendi köyüne de su getirmeye kalkar eşkıya.. kazma kürek çalışırken tepelerine bineceksin. Anladın mı?”

Ses vermedi Çopur. Rıfat Bey subaşını sarsarak “Anladın mı? Diye soruyum kelbin oğlu. Cevap versene!” dedi. Çopur güçlükle, “Emrin başım üstüne beyim!” dedi. Dudaklarının kıpırdamasına engel olup “Sen de kelb oğlu kelbsin!” dedi içinden. Bey Çopur’a arkasını dönüp konağa doğru yürüdü.

Çopur sinirinden, çaresizliğinden tir titriyordu. Kendini dar attı talimgâha. Birkaç asker aylak aylak kerevetlere oturmuş şakalaşıp gülüyorlardı. Kendisini görünce toparlanır gibi yaptılar. Çopur onlara doğru bir iki adım atıp vazgeçti. Geldiği yönden ahırlara doğru yürüdü. Rahmetli Macit’te beyden azar işitince soluğu seyis piç Serdar’ın yanında alırdı. Serdar’ın odasında her daim insanı sakinleştirecek enfes şaraplar olurdu. Ve Serdar paylaşmasını severdi. Hem iyi bir dinleyiciydi de. Sessiz sedasız oturur konuğunu dinler, başını sallamakla yetinirdi. Gidilecek sığınılacak en iyi yer şuan onun mekanıydı.

Serdar avluda siyah tüyleri pırıl pırıl parlayan Rıfat Bey’in gözdesi fındığı tımar etmekteydi. At oldukça sakindi. Serdar arada bir kulağına bir şeyler fısıldıyordu atın. At ta Serdar’ı cevaplarcasına arada bir başını sallıyordu. Fındık bir an huysuzlanır gibi olup kişnedi arka ayaklarını kaldırıp çifte attı. Serdar “Dur oğlum.. dur deli oğlum!” diyerek sakinleştirmeye çalıştı. Atın huysuzlanmasına neden olan şeyi aramak için etrafa bakındı. Suratı asık, bakışları öfkeli burnundan soluyan Çopur’u gördü.

“Sen de bu itin ne gudubet biri olduğunu biliyorsun demek.” diye fısıldadı atın kulağına.

Fındık başını yukarı dikti. Gemini Serdar’ın elinden kurtarmak istercesine geri geri gitti. Seyis güç bela atı teskin edip alelacele atı yerine götürüp kendisini bekleyen öfkeli adamın yanına geldi.

Çopur sırıtarak:

 “Ne o atta efendisi gibi tersinden kalkmış he Serdar ağa!” dedi.

 Serdar sahte bir gülüşle karşılık verdi:

 “Hayırdır Ağam?..”

Çopur Serdar’ın yanına gelip elini omzuna koydu, adamı kaldığı yere doğru adeta sürüklercesine götürdü.

“Sorma ya Serdar ağam.. sorma. Bana söylenen sözler bir köpeğe söylense hırsından kudururdu. Ama işte emir kulu olunca sineye çekiyorsun! İnsanın içini ısıtacak gönlünü alacak bir şeylerin vardır diye kapına geldim. Rahmetli Macit ağam senden sitayişle söz ederdi. ‘Bunaldın mı, derdi, hiç başka kapı arama. Serdar karda borada sığınılacak tek yerdir. Çölde vaha deryalarda mersadır.”

Serdar mahcup bir tavırla, “Allah rahmet eylesin Macit Ağam severdi beni.. iltifat etmiş.. Allah rahmet etsin!”dedi.

“Allah rahmet etsin!” diye tekrarladı Çopur. Karşılıklı oturuyorlardı koşumların, eyerlerin muhafaza edildiği yerde. Kapının hemen sağında pencere kenarında epey yıpranmış bir masa iki adet te sandalye vardı.
“Buyur otur ağam!” dedi Serdar sandalyeleri gösterip, “Pek rahat değil ama.. Rahmetliyle burada oturup avluda kendi başlarına gezinen atları seyrederdik!” dedi sevecen bir sesle.

Çopur çökercesine oturdu sandalyelerden birine. Elini tozlu masaya vurup “Kuru masada oturup aval aval bakmıyordunuz her hal!” dedi gülerek. Serdar adamın ne istediğini anlamıştı. “Olur mu öyle ağa! Şimdi boğazımızı ıslatacak bir şeyler buluruz.” diyerek tahta bölmenin arkasına doğru yürüdü. Bir kapağın açılıp kapandığını duydu Çopur. Biraz biraz kendine gelmişti. Hafiften bir melodi mırıldanıyor, sağ eliyle de masaya vurarak mırıldandığı melodiye ritim tutuyordu.

Sabırsızlanmıştı. “Nerede kaldın la Serdar?” diye seslendi.

Serdar, “temiz maşrapa bakıyorum ağam!” diye cevapladı.

“Boş ver temizi pisi.. al gel yav.. dilim damağıma yapıştı.”

Serdar iki maşrapa bir elinde bir elinde nemli testi Çopur’un yanına geldi. Maşrapaları masaya bırakıp doldurdu. Dolan ilk bardağı büyük bir açlıkla kapıp bir yudumda içti Çopur. Maşrapayı sertçe masaya vurup “Doldur be meyhaneci..” dedi. Serdar hemen boşalan maşrapayı doldurdu. Çopur onu da hemen bir yudum da içip Serdar’a uzattı. Serdar güldü.

“Ağam biraz hızlı gitmiyor musun?”

Çopur adamın gülüşünü sert bakışlarla karşıladı.

“Doldur be saki.. doldur!”

Sonra,

“cefâ-yi tâli’-i nâ-sâz-kârı benden sor
Aman aman sitem-i rüzgârı benden sor.”

Beyitini okudu. Üçüncü maşrapayı ağır ağır içmeye koyuldu. Serdar kendi içeceğinden daha bir yudum bile almamıştı. Ayakta durup mahzun mahzun Çopur’a bakıyordu. Çopur Serdar’ın elinden tutup oturttu.

“İç be Serdar’ım.. iç gözümün nuru! Düşüp ümide neler çektiğimi ben bilirim. Belâ-yi kemşekeş-i intizârı benden sor.. sor Serdarım.. yok sorma.. de Serdarım.. ha işte aradığım buydu.. sor Serdarım.. yok sor değil.. söyle! Evet Serdarım söyle.. reva mıdır bu yapılan? Sen beysin.. senin bir ağırlığın bir itibarın var.. hem dahi beni subaşı yapmışsın.. benim yoksa bile makamımın bir itibarı var.. onca insanın duyacağı bir mekânda ana-avrat sövülür mü? Bıçkınlar gibi, soysuz sopsuzlar gibi en ağıza alınmayacak, katı açılmamış küfürler savurulur mu? Sen söyle Serdar’ım.. yapılır mı bu? Ulan beysen beyliğini bil!”

Sustu. Serdar’ın yüzüne baktı. Son söz biraz ağır mı kaçmıştı? Serdar’ın yüzünde en ufacık bir şaşkınlık yoktu.

“Şarabın da amma keskinmiş!” dedi ağzını yayarak. “Haksız mıyım? Sen söyle haksız mıyım sitemimde?”
Yaltaklanıyordu Çopur. Macit de beyden zaman zaman azar işitir küfürlere boğulurdu, ama bu gudubet gibi kendini kaybetmezdi. Bey’in arkasından böylesine pervasız sözler söylemezdi. Bir ağırlığı vardı rahmetlinin. O makamın sahibi değildi bu adam. Soy sop olarak nidüğü belirsiz biriydi bunlar. Bey yanlış yapmıştı.
“Bu yanlışın bedelini ağır öder ya bey!” diye geçirdi içinden Serdar.

Beşinci kadehten sonra ağlamaya başlamıştı Çopur. Sarsıla sarsıla ağlıyordu. Serdar’ın yakasından tutup “Bana ne dedi biliyor musun Serdar ağa.. bey bana ne dedi biliyor musun.. karın karnındaki çocuğun gö.. la havle.. yav bu edilecek küfür mü?”

Bütün gücüyle masaya indirdi yumruğunu. Az kalsın testi düşecekti masadan. Serdar hemen atılıp tuttu testiyi. Bey gerçekten çizgiyi aşmış, diye düşünüyordu. Böylesi bir sövgüyü kimse hakketmezdi. Hele ki makam verdiğin biri.

“Bana oğlu olacak musibetin peşinden ayrılma dedi. gölgesi ol, ayağını bastığı toprak ol! Asla gözden kaçırma.. bir an bile olsa peşinden ayrılmak yok! Helada, hamamda meyhanede nerede olursa olsun yalnız bırakma.. fakat kendisine de fark ettirme bu hali.. nasıl olacaksa.. ben de dediği gibi yaptım..”
Başını iyice Serdar’a yaklaştırıp sağ elinin şehadet parmağını göğsüne vurarak:

“Aynen dediği gibi yaptım ha.. aynen! Gölgesi oldum.. ayağını bastığı toprak oldum. O kuş beyinli ayyaş farkıma bile varamadı. Ben oğlunun kuyruğu olmuşken eşkıya düze inmiş köyün birine su getirmiş.. ben ne bileyim eşkıya ne zaman ne yapacak.. ya oğlun ya eşkıya.. yahu Serdar bizim rahmetli Macit bu işlerin altından nasıl kalkardı ya.. aklım almıyor.. hele söyle.. hep benimle değildi ki.. yok.. hep benimleydi Macit’in biri. Bir başka Macit Şeref denen ayyaşla idi.. bir başkası kadı’nın peşinde.. yav kaç Macit vardı be Serdar’ım susma hele söyle!” dedi.

Güçlükle konuşuyordu Çopur. Ağzından çıkan sözcükler yarım yamalaktı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Boşalan maşrapayı ha bire doldurması için uzatıyordu. Artık vermese miydi? Bu adam ayıkken çekilmezdi sarhoşken hiç çekilmez olurdu herhalde.

“Çattık!” diye geçirdi Serdar içinden. Beye lazım olsa hepten hapı yutardı serseri. Çopur’a kızmasına kızıyordu ama bir yandan da acıyordu. Beyi bilirdi Serdar. Babasına ne ağza alınmaz sözler söylerdi. Bir köşeye siner bey o sözleri söylerken “Allah’ım beyin canını al!” derdi için için. Babası gizlide iki göz iki çeşme ağlardı. Demek atlara bu yüzden kendisini getirmek istemezdi babası. Beyin iğrençliği, küfürbazlığı yüzünden babasının, “Hayır oğlum!” demesi.

Çopur’un daha yeni yeni işittiklerini o çocukluğunda çokça duymuştu. “piç” lakabı da o günlerden miras kalmıştı. “Piçini de al defol karşımdan!”, “Piçin nerede?” Bey denen bu adi adamda adı hiç yoktu. Adı olmamıştı. Kaç kez “Kaçıp gidelim buralardan baba!” demişti, babası gözyaşlarını silerken. Gidecek nere vardı ki?

Çopur sızmıştı. Başı masaya, elindeki yarı dolu maşrapa yere düşmüştü. Serdar yerinden kalktı. Çopur’u belinden tutup ayağa kaldırdı. Tahta bölmenin arkasına doğru ağır adımlarla yürütmeye başladı.

“Doldur be saki..” diye söyleniyordu Çopur.

“Tamam ağam.. hele sen biraz dinlen.. doldururum!” adamı şekerleme yaptığı şilteye yatırıp ortalığı topladı. “Bey sorarsa bir haber aldı alelacele onu takibe gitti deriz!” diye düşünüyordu.

Rahmetli Macit de gelirdi sık sık olmasa da. O da dertleşirdi. Ama bu gudubet kadar dayanıksız değildi. O da söylenirdi. Şikâyet eder, zaman zaman, “Bak Serdar’ım deme ki demedi.. bir gün çeker giderim buralardan.. bey o zaman anlar neyin ne olduğunu? O zaman döver dizlerini.. ben ne yaptım? Der döver dizlerini. Bak demedi deme.. Sevenin yok neyine güvenirsin be adam! Korku bir yere kadar.. kedi bile sıkıştığında suratına atlar sıkıştıranın.. bak Serdar kendimi övmek için demiyorum ha.. ben olmasam bir aydan fazla yaşatmazlar bu beyi. Bey oldu ama babasının yerini dolduramadı Rıfat.. dolduramadı. Çapı müsait değil.. aha işte dedim, diyorum.. çapı müsait değil!”

“Sanki babasının çapı müsaitti de!” derdi içinden Serdar.. başını sallamakla yetinirdi Macit’e. “Yazık oldu adama!” diye iç geçirdi. Çopur horul horul horlamaya başlamıştı.

Rıfat Bey has odaya girdiğinde Sarı Fuat’ı Hamza’nın Musa’yı teskine çalışırken buldu. Yüzüne yapmacık bir hüzün kondurup Musa’ya doğru yöneldi. Sarılıp “Vah benim öksüz yeğenim!” dedi. Musa da sarıldı Bey’e. “Dayı..” dedi. sustu.

Babası Hamza’nın “Sakın ola Rıfat’a yakınımızmış gibi davranmayın.. itin teki hazzetmez bizi!” sözlerini hatırladı. Sarf ettiği “Dayı!” sözcüğünden ötürü büyük bir pişmanlığa kapıldı. Rıfat Bey sinirlendiğini belli etmeden, konuklarına yer gösterip oturttu.

“Kusura bakma evladım.. taziyeye gelmeyi çok istedim ama.. işte devlet işleri. Beylik adamın iki ayağının bir pabuca sığdırma ameliyesidir. Çoluğunmuş, çocuğunmuş, akrabayı taalluk muş dinlemez. Nasılsın evladım?”
Musa başı önünde ellerini bağlamış, “Daha iyice Beyim..” diyebilmişti. “Anan nasıl.. kardeşlerin?” “Hepsi ömrünüze duacıdırlar Beyim..”

“Sağ olsunlar var olsunlar.. ha bir sıkıntınız neyiniz olursa çekinmeyin.. bana Hamza’nın yadigârlarısınız! Bir isteğiniz var mı?” söylediklerine kendisi de inanmıyordu. Hayret etmişti bu sözcüklerin ağzından çıkışına. “Babam olsa ‘şimdi bey oldun la it!’ derdi,” diye geçirdi içinden Musa’ya tebessümle bakarken.
Musa istifini bozmadan “Hamdolsun sayenizde bir sıkıntımız yoktur Beyim.. babamın na’şını bulamadık.. zavallı anam bir mezarı olsa, der durur. Beyim bulma imkânı yok mudur?” dedi.

Rıfat Bey bir süre düşündü.

“Valla evladım eşkıya bu.. kim bilsin nereye gömdüler, hangi kuyuya attılar. Akıllarınca bir dava olursa ‘biz kimseyi öldürmedik, öldürmüş olsak hani na’şı.” diyecekler.. ama ben subaşına alaybeyine gerekli emirleri verdim.. bu gün yarın inşallah buluruz. Sen şimdi git anneni kardeşlerini teselli et.. ha her hangi bir delilik yapmaya da kalkışmasın kimse.. bir de onların acısını yaşamayalım!” deyip Musa’yı yolcu etti.

Sarı Fuat kendisini inceden inceye süzen Bey’e baktı. Sıkıldı. Sıkılganlığını örtmek için gülümser gibi yaptı. Rahatsızca kımıldadı oturduğu yerde. Rıfat Bey kuşağından enfiyesini çıkardı. Kapağını açtı. Neden sonra vazgeçip tekrar enfiyeyi kuşağına soktu. Boğazını temizledi.

“Seni niye çağırdığımı merak ediyorsundur Fuat Ağa!” diye konuştu.

Sarı Fuat ağzını açtı. Konuşmadı. Sustu.

“Bak Fuat ağa.. Hamza’nın başına gelenleri gördün. Kendi başına iş yapmaya kalktı canından oldu. Yav ben bey iken fevri davranmıyorum da sen kim oluyorsun? Değil mi Fuat!”

Fuat oturduğu yere iyice sindi. Bey yüksek perdeden konuşuyordu. Bir şey mi duymuştu? İyi ama her hangi bir şeye niyetlendiği, yapmaya koyulduğu yoktu ki? Biri iftira mı etmişti.

Cılız, korkak bir sesle, “Aman beyim biri hakkımda iftira etmiş.. kavilleştiğimizin dışında bir şey aklımın ucundan bile geçmez!” diyebildi. Rıfat eliyle susturdu. Kararlı bir sesle konuşmaya başladı.

“Kimseden bir şey duyduğum yok.. sana sadece tembih etmek için söylüyorum. Aklınızı başınıza toplayın ve nasıl konuştuysak öyle davranın. Başıbozukluk yapıldı mı yılan sokar sokamadı mı yakalanacakken daha derinlere iner bulma fırsatımız olmaz! Sakin olun ki rahatlasınlar, rahatlasınlar ki dışarı çıksınlar.. tabi onlar rahatlayıp dışarı çıktığında biz de uyuyor olmayalım.. maşallah biz uyuyoruz. Yılan ava çıktığında başını ezmeye kalkıyoruz o hazırlıklı oluyor bizi sokuyor.. ama su kenarında avını yutmuş dinlenirken biz ondan daha fazla uyuyoruz..”

Sarı Fuat, Bey’in ne demek istediğini anlamıştı. Bey haklıydı. Kiziroğlu Ermiş köyüne su götürürken bir şeyler yapılabilirdi. Ama gafil avlanmışlardı. Hoş alt edip edemeyecekleri belli değildi ama denenebilirdi. Böylece eşkıyanın kendine olan güvenini de yerinden oynatırlardı. Her yenilgi gerçek bir yenilgi değildi elbet. Oysa meydanı hepten eşkıyaya bırakmışlardı.

“Ne desen haklısın beyim.. emrettiğin gibi uyuduk.” diyebildi.

Hepten suçu üzerine almamak için itiraz yüklü bir çıkış yapmayı da düşündü ama Rıfat’ın hışmına uğramamak için vazgeçti.

“Bak a Fuat ağa.. eşkıyaya baç verirsin.. görmezden gelirim.. hadi bunda haklısın.. yeterince adamımız yok ki koruma verelim, der yaptığına hak veririm. Ama bu durum tekrar etmesin! Bunu sadece kendim için mi isterim? Söyle Fuat ağa eşkıya bir benim beyliğimi mi sarsar? Size bir zararı dokunmaz mı bu adamın? Hem canınız yanar hem beslersiniz.. hem de iş yakalamaya gelince gevşek davranırsınız.. yahut ahmaklık yapılır tıpkı Hamza gibi..”

“Sanki ben baç vermeye bayılıyorum.. bunu ikide bir yüzüme vurup duracaksın he Rıfat efendi!” diye geçirdi içinden.

“Ne yapmamı emrediyorsun Beyim.. ikinci bir fırsat daha karşımıza çıkar mı sence?” dedi içinden geçenleri saklayarak.

Bey evet anlamında başını salladı:

“Niye olmasın! Ben o eşkıyanın kendi köyüne de su getirmek için harekete geçeceğini düşünüyorum.. kizir’i tam bir göz hapsine alalım. Maiyetimdekilerin hepsinin yerine getirmekle mükellef oldukları işler var. Kiziri siz gözleyin. Gözünüzü dört açın! Döngellerin Murat’a da söyledim. Sana da söylüyorum. Gözümüzü dört açalım. Kiziroğlu’nun suyu ısındı muştusunu verebilirim.. yeter ki uyanık olalım. Tamam mı Fuat Ağa?”

Fuat susuyordu.

“Tamam mı?” diye yineledi Rıfat Bey.

“Evet!” dedi kısık bir sesle. Rıfat ayağa kalktı. Sarı Fuat’ta hemen fırladı yerinden. Konuşacak başkaca bir şey kalmamıştı.

“Ben bizim oğlana bir bakacağım..” dedi Rıfat.

Fuat:

“Destur verirseniz ben de gideyim Beyim!”

“Akşam yemeğine bize kal diyeceğim.. çiftlikten merak ederler değil mi?”

Fuat hemen atıldı:

“Buyurduğunuz gibi Beyim.. merak ederler..” birlikte odadan çıktılar.

Fuat, Bey’in konağından çıkınca derin bir nefes almıştı. Rahatlamıştı.

“Ne ecinnili bir adam bu Bey!” diye mırıldandı. “Dengesizin teki.. hem kavilleştiğimizin dışında bir şey yapmayın diyor, hem suyu getiren eşkıyaya niye baskına yapmadın diye suçluyor.. aha bu hal akıllı adam işi mi? Zıvanadan çıkmış besbelli!”

Kahya atını hazır etmiş kendini bekliyordu. Ağasının rengi uçuktu “Bizimki yine fırça yemiş her hal! diye geçirdi içinden. “Bu ağalık ne zor iş be!” diye mırıldandı. Sarı Fuat konuşmadan elini üzengi gibi yapan kahyanın eline bastı. Ata bindi. Kahyanın atına binmesini beklemeden “Deh..” dedi sertçe atı kamçıladı. Atı tırısa kaldırıp çiftlik yönüne sürdü. Kahya da aceleyle ata binip ağasının ardına düştü.

Çiftliğin kapısı önünde Sarı Fuat atını durdurdu. Kâhyanın gelmesini bekledi. Kâhya bir at boyu yaklaştığında:

“Kâhya Kizir Köyü yakınlarına birkaç adam gönder.. şöyle bileklerine sağlam adamlar olsunlar.. dikkat çekmesinler.. davar otaran çobanlarmış gibi.. bakarsın eşkıya oraya da su getirmeye kalkar.. haberimiz olsun! Kiziroğlu bu belli olmaz. Bakarsın tek başına anasının mezarını ziyarete de gelir!” dedi. Atını çiftliğe sürdü.

Kâhya, “Baş üstüne!” deyip atını meraya çevirdi.


<<Önceki               Sonraki>>



 Puran Tilmiz, 12.04.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar





Seçkin Deniz Twitter Akışı