26 Nisan 2014 Cumartesi

SA652/ KY5-PT17: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 2/7: Elif

Kiziroğlu Mustafa Bey


-7-
İki üç gün Elif’ten köşe bucak kaçan Kiziroğlu pes etmişti. Hem bir arada olup hem de uzak kalmaya çalışmak olmuyordu. Bu davranış yarenlerinin hele de Hüsam Dayı’nın gözünden elbet kaçmamış kınadığını da ima yollu belirtiyordu her fırsatta. Küheylanı suvarırken Hüsam Dayı yanında bitivermiş yaptığının yanlışlığını açık açık söylemişti bu kere.

“Yaptığın yanlış.. nereye kadar kaçacaksın? Kız kardaşının günahı ne?” dediğinde, şaşırmış gibi yaparak,  “Dayı ben ne diye kaçayım kız kardeşimden..” demişti. Hüsam Dayı başını sallayıp “Ne diyeyim.. dağ başında genç bir kız.. anasını kaybetmiş gelip kardaşına sığınmış.. daha ne diyeyim.. ben dediğimi dedim işte!” deyip gitmişti.

Doğru söylüyordu. Elif’in suçu günahı neydi? Hoş bir günahı suçu olmadığını biliyordu kardeşinin. Görmese de serpilip geliştiğini biliyordu. Küheylan suyunu içmiş, başını kaldırıp Kiziroğlu’na bakıyordu. “Ne duruyoruz?” dercesineydi.

Yular elinde ne yapacağını düşünüp duran Kiziroğlu küheylanın kişnemesiyle kendine geldi. Elif’i görmeye karar verdi. Eh artık köye dönmeliydi kız. İmam Nuri’nin yanına yerleştirecekti. Kısmeti çıkana kadar bakarlardı. Kendi gözü kulağı üstünde olacaktı elbet. Sahipsiz değildi Elif.

Kiziroğlu Elif’i ocakta kahve pişirirken buldu. Müşfik bir sesle “Canın kahve mi çekti Elif’im?” diye sordu. Elif kahve taşmasın diye cezveyi ocaktan kaldırıp abisine döndü. “Yok ağam.. sana yapıyordum, yemekten sonra canı çekmiştir, dedim.” “Bari çokça yapsaydın da birlikte içseydik..” “Öyle yaptım ağam..” diye cevapladı kız gülerek.

Kahvelerinden sessizlik içinde birer yudum aldılar. İkisi de söze nasıl başlayacaklarını bilemiyorlardı. Elif abisinin iki üç gündür kendinden uzak durduğunun farkındaydı. Sebebini anlamıyordu. Bir saygısızlık mı etmişti? Gönlünü mü kırmıştı? Düşünüp taşınıyor yapıp ettiklerini gözlerinin önünde canlandırıyor hiçbir şey bulamıyordu. Bir süre sonra ikisi aynı anda birbirlerine hitap ettiler.

“Ne diyecektin Elif?”

“Önce sen söyle ağam.. su küçüğün söz büyüğün!”

 “Haklısın balım.. su küçüğün söz büyüğün.. ben de büyüğün olarak söylüyorum.. ne diyeceğini ne bakalım?”
Elif bakışlarını abisinin gözlerine dikti:

 “Bir sıkıntın var gibi abi.. iki üç gündür beni gördüğünde yolunu değiştirir oldun..” Kiziroğlu’nun ellerine sarıldı, “Bir kusur mu işledim ağam.. gönlünü mü kırdım? Öyle ise beni affet.. senden başka kimim var? Sen de arkanı dönersen ben ne yaparım?”

Kiziroğlu kız kardeşine kendisine doğru çekip sarıldı. Göğsüne bastırdı.

 “O nasıl söz benim balım.. sana sırtımı döner miyim? Bak şimdi bu sözlerinle kırdın gönlümü..”

Ayrıldılar. Bir birlerine baktılar. “Ee.. öyle ise?” diyordu bakışlarıyla Elif.  Kiziroğlu yutkundu. Dudaklarını ısırdı. Nasıl söyleyecekti? Derin bir nefes alıp verdi.

“Elif’im büyüdün artık.. serpilip geliştin. Bu dağ başları genç bir kıza göre değil..”

Elif sözün nereye varacağını görmüş gözlerinde yaşlar belirmişti.

“Yoo ağam beni buradan gönderme.. öldür daha iyi.. belki elim kılıç tutmaz ok atmaz, ama başka işlere yatkındır elim.. bak işte kahveni yaparım.. kaç gündür buradayım ne yüküm oldu ki? Yemeğini yaparım, bulaşığını yuyarım.. beni gönderme ağam.. yalvarırım” dedi.

Kiziroğlu kardeşini teselli etmek için başını kaldırdı. Gözyaşlarını sildi gülerek:

“Benim balım ben seni bir yere göndermiyorum ki.. köyde evimiz barkımız ocağımız tütmesin mi? Bunu mu istersin.. ben birkaç haftaya dünya evine gireceğim yengeni bu dağ başında tutmayacağım elbet.. evimizin ocağı tütecek.. sen yengene göz kulak olacaksın..” dedi.

Elif ağlamamaya çalıştı:

“O güne kadar burada yanında kalayım ağam!”

“Nuri amca sana göz kulak olacak.. bak aklımı karıştırdın.. ben köy işini iş diye görmüyordum bile.. sen kendin yarın öbür gün ‘ben sıkıldım köye gidiyorum’ dersin diye geçirirdim içimden..”

Sözü burada kesip Elif’e baktı. Elif yaşlı gözlerle abisine baktı. Meraklanmıştı:

“Başka şey mi? Başka ne diyecektin ki?” diyebildi.

 Kiziroğlu kızardığını hissetti.

“Dedim ya.. büyüyüp geliştin, serpildin.. yani demem o ki..” sustu.

 Kız:

 “Evet demem o ki..”

“Hani diyorum gönlünde biri varsa.. taliplerin çıkacaktır.. eğer varsa biri!”

Bu kez Elif utanmış başını önüne eğmişti. “Daha neler?” diyebildi güçlükle. Kiziroğlu sıkılganlığı üzerinden atmış rahatlamıştı. “Demek hepsi bu söze bağlıymış” diye geçirdi içinden. Kızın başın tekrar kaldırıp gözlerinin içine baktı.

“Bunda utanılacak, sıkılacak bir şey yok Elif’im. Sevmek, sevdalanmak insan için en güzel şey.. hani talibin çıkarsa bir cevabım olsun diye sorarım..”

Kız gözlerini abisinden kaçırıp, “Bir talibim mi var.. yoksa aklında biri mi var bilmem ağam.. ama gönlümde kimse yoktur..” dedi. Alelacele ayağa kalktı kahve fincanlarını tepsiye koyup hızla damdan dışarı çıktı. Yüzü al al olmuştu.

Kiziroğlu bir süre oturduğu yerde aklındakileri tartıp durdu. Kararını verdi. Kimseye sezdirmeden küheylana atlayıp Kizir Köyü’ne doğru yola çıktı. Köyün imamı Nuri Dayı ile görüşüp kız kardeşini emanet edecekti. Sonra da Değirmenci Yusuf’tan özür dileyecek hem de dilinin altındaki baklayı çıkarttıracaktı. Yalnız başına köye gidişine başta Hüsam dayı olmak üzere bütün yarenler kızacak sitem edeceklerdi.

“Olsun hiç değilse şamata olur!” dedi içinden. Su uyuyup düşman uyumasa da hasımlarının hiç biri aklını peynir ekmekle yemiş de değildi. Şimdi her biri köşelerine pusmuş kıpırdamadan kendilerine gelmeyi bekliyorlardır, diye düşünüyordu Kiziroğlu. Belki biraz biraz Muhayyerler hareket içinde olabilirlerdi. “Onları da kan tutmuştur he Küheylan!” At binicisinin sözlerin anlamışçasına kişnedi. Kiziroğlu yelesini okşadı atın, “Sen bir tanesin Küheylan!” dedi. “Sen bir tanesin!”

Akşamın alacakaranlığında köye girdi Kiziroğlu. Hemen hemen herkes evindeydi. Birkaç kişi akşam namazı için camiye doğru birlikte yürüyorlar, fısıldaşarak konuşuyorlardı. Kiziroğlu selam verip hızla geçti yanlarından. Yaşlılar süvariyi tanımışlardı.

“Bu oğlan hep deliydi. Hala deli.. tedbirsizliği yiğitlik belliyor!” dedi biri diğerine. Öteki de “Evet.. haklısın.. ama kimde mecal kaldı ki?” önceki başını hayır anlamında sallayıp, “Öyle deme.. değirmenden az ilerdeki düzlükte güya beş on davar otaran zeballah gibi birilerini gördüm.. sanırım dört-beş kişi kadar varlar..Sarı Fuat’ın itleri olduğuna bahse girerim.”

“Dört beş kişi.. Kiziroğlu.. Sarı Fuat’ın aklı olsa ordu gönderirdi!” dedi.

Kiziroğlu caminin hemen yanındaki evin arka tarafına geçip atından indi. Bahçe kapısından içeri girip alçak bir sesle “Nuri Dayı.. Nuri Dayı!” seslendi.

İmam abdestini almış idare ışığında Kur’an okuyordu. Hanımı da hemen yanı başındaydı. Sesin sahibini tanımışlardı. Birbirlerine baktılar. İmam, kitabı hanımına uzatıp ayağa kalktı. Bahçeye doğru yürüdü. Bahçe kapısını açınca Kiziroğlu ile karşı karşıya kaldılar. İmam başkaları da var mı diye etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu.

“Deli oğlan!” diye fısıldadı. Bir adım daha atıp Kiziroğlu’nu kucakladı. “Yalnız geldin he mi? Sen hiç akıllanmayacaksın!”

İmam konuğunu içeri davet etti. Kiziroğlu:

 “Burası iyidir hocam..”

“Hayırdır ne oldu? Hem de yalnız başına! Unuttun düğüne giderken başına gelenleri!”
Kiziroğlu güldü.

“Hocam çok kalmayacağım. Elif.. Elif’i size emanet etmeyi düşünürüm.. dağlar genç kızlara göre değil.. birkaç zaman siz de kalsa olur mu?”

“Elbette oğlum.. Elif bizim de kızımız sayılır. Gönlünü ferah tut. Hem bizim kanayaklıya arkadaş olur. İçeri geçseydin.. namazdan sonra konuşur dertleşirdik!”

“Yok hocam..” dedi Kiziroğlu “Uzun durmayacağım.. ben yarın senin yeğeninle Elif’i gönderirim. Şimdi müsaadenle. Anamın kabrine de uğrayacağım..”

İmam:

“Kabristanı boş ver oğlum.. sonra gidersin.”

Kiziroğlu merakla, “Neden hocam.. hayırdır..” diye sordu.

İmam:

“Karanlıkta mezarlıklar tekin olmaz.. hem kerih görülmüştür.. beni dinle.. bir gün gündüz vakti gelirsin.. birlikte gideriz.. ben de bir yasin okurum hem rahmetliye!” dedi.

“Peki hocam.. nasıl istersen!” diye cevapladı. Bir anlam verememişti imamın dediklerine. Madem karanlıkta mezar ziyareti kerih idi.. öyle ise kendisi de gündüz gelirdi. Vedalaştılar.

Kiziroğlu bahçeden çıkarken İmam, “Oğlum dikkatli ol.. etraf çapulcu kaynıyor!” dedi.

Kiziroğlu neşeli, “Daha iyi ya hocam.. kılıcımızı parlatırız!” atına atlayıp kayıplara karıştı.

“Ah bu deli oğlan!” diye mırıldandı İmam, rüzgâr gibi giden küheylanın ardından bakarak.

Kiziroğlu imamın sözleriyle meraklanmıştı. Ortalıkta çapulcular olduğu için kabristana gitmemesini tembihlemişti. Demek tahmininde yanılmıştı. Hasımları köşelerin pusmamışlar kendini bekliyorlardı. İmamın sözlerinden bu çıkıyordu.

“Eh küheylan artık mezarlığa gitmek bize farz oldu.. birileri olmalı orda! Kerih merih hikâye!” mezarlığa yaklaşınca atından indi. Küheylan kulaklarını dikmiş, burnunu havaya kaldırmış etrafta birilerinin olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.

Atını girişin önünde bırakıp kendisi güney tarafından mezarlığa girdi. Söğüt ağaçlarını siper alarak etrafı kolaçan etti. Anasının mezarı hemen girişin sağında babasının mezarı yanındaydı. Birileri pusu kurduysa o mezarlığın hemen yanındaki iri ceviz ağacını kendilerine sütre yaparlardı.

Sürünerek yaklaştı. Her tarafı iyice bir yokladı. Şu an kimse yoktu. Daha önce birilerinin olduğuna dair bir iz de yoktu. İmam yersiz bir şüphe içinde olmalıydı. Ana-babasının mezarlığı başına geldi. Elindeki kılıcı kınına soktu. Ellerini kaldırıp Fatiha okuyup dua etti. Ellerini yüzüne sürüp mezarların her ikisini de okşadı. “Öcünüzü alınacak..” dedi dişleri gıcırdatarak. Giriş kapısından çıkıp küheylanın yanına vardı. Küheylan dört bir tarafı koklamayı bırakmış başını sallıyordu ha bire. Atının yanına vardı. Başını okşadı sırtına atlayıp değirmene doğru sürdü.

Temkini elden bırakmamıştı Kiziroğlu. İmam boşuna konuşmamıştı elbet. Çapulcular dediyse birileri olmalıydı. Mezarlıkta kendini beklememişlerse başka bir yerde beklemediklerine delil değildi bu. Kesin birileri vardı. Suyu nerdeyse damla damla akan derenin içine sürdü atı. Dereden gidecekti değirmene. Su az da olsa karanlıkta sessizliği bozan sese sahipti. Dereden gelenden ise düz yoldan gelen bir atlıyı fark etmek daha kolaydı, bir bekleyen ya da bekleyenler var ise onlara bu kolaylığı sağlamayacaktı.

Gökyüzünde ay kayıptı. Tek tük yıldızlar yanıp sönüyordu. Küheylan dereden gidişlerinin nedenini kavramışçasına dikkatle yürüyor, elden geldiğince çakıllardan uzak yumuşak çamurlara atıyordu adımlarını.
Değirmenin silueti belirdiğinde Kiziroğlu rahatlamıştı. Etrafta kimsecikler yoktu. Dereden tam çıkmak üzereydi ki küheylan zınk diye olduğu yerde durdu. Daha bir sessizleşti. Kiziroğlu etrafa bakındı. Sanki on beş yirmi adım ötede ağaçların dibinde bir şeyler hareket etmişti. Yavaşça attan indi.

Solundaki ağaçlıklara doğru yavaş adımlarla yürüdü. Küheylan da sessizce kendisini takip etti. Bir süre oldukları yerde beklediler. O hareket eden her ne ise onlar da kendilerini fark etmiş olabilirler miydi? Bunu ancak bir süre bekleyerek anlayabilirdi. Gökyüzünde ay ışığı olmaması kendi lehineydi.

“Demek çakallar ava çıkmış he!” diye geçirdi içinden. Karaltı kıpırdamıyordu. Kılıcını kınından sıyırıp ağır adımlarla o yöne doğru yürüdü. Epey yaklaştı. İki ağaca sırtlarını vermiş iki kişi karşılıklı oturuyorlardı. Seslerini duyabilecek kadar yaklaştı. Kendisini fark edememişlerdi. Adamlar fısıltıyla konuşuyorlardı.

“Bir atı dereden niye sürsün ki biri! Senin gevşekliğin yüzünden ayaklarımı da ıslattım ha!” diye konuştu biri. Öteki biraz daha üst perdeden “Boncukların mı döküldü.. kurur gider ne var.. ama sanki biri geliyordu..” diye cevapladı ayakları ıslanan adamı. “Ağanın ki de iş.. o beyden zılgıt yedi.. acısını bizden çıkarıyor.. madem çok istiyorsun Kiziroğlu’nu yolla bizi dağa.. bak bakalım el mi yaman bey mi?” 

Öteki güldü:

“Sen Kiziroğlu’nu bilmiyorsun! Ne yaman bir savaşçıdır.. sana nanay!”

“Abartıyorsunuz.. ben Köroğlu denen namlı eşkıyaya diz çökertmiş burnunu yere sürtmüş adamım.. Kiziroğlu kim oluyor?”

“Deme ya.. Köroğlu’yla mı kapıştın?”

“Evet.. yalnız kıstırdım.. tabi tanımıyorum kendisini.. kahve içiyordu bir dere kenarında.. aha bu dere gibi bir dere. Gerçi oranın suyu bunun en az yüz misliydi!”

 “Buranın da suyu pek yamandı.. Sarı Fuat edip nedip değiştirdi.. yaman ağa şu bizim Fuat ha! E sonra!”

“Sonrası ne olacak.. kahve içiyordu. Bana da ikram etti.. bilseydim içmezdim..”

 “Niye ki?” 

“Dur anlatam.. kahve ikram etti.. içtim. Sonra birbirimizi yokladık. Ben kim olduğunu anlayınca fırladım ayağa bire eşkıya çek kılıcını dedim. O da çekti kılıcını.. yalan yok.. iyi silahşordu. Neyse bir süre sonra nefesi kesildi, ben bir kesme oyunuyla kılıcını yere düşürdüm. Sonra da kılıcı boynuna dayadım. O da bana ‘kahvem boğazında kalsın!” dedi. Öyle deyince durdum. Eh yiğitliğin şanındandır.. malum bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı vardır. Bağışladım. Kahvesini içmeseydik böyle olmazdı..”

“Valla..” dedi öteki “Ben Köroğlu möroğlu bilmem.. ama Kiziroğlu yaman bir savaşçıdır. Kılıcı öyle bir savurur ki.. nereden geldiğini göremezsin.. kimseye benzemez!”

Köroğlu’nu yendiğini söyleyen adam ayağa fırladı:

“Siz ne korkak adamlarsınız yav.. bilek yok sizde.. kırk Kiziroğlu bir Köroğlu etmez!” dedi ve “Ağa şöyle şöyle diye tembihlemese Kiziroğlu denen eşkıyayı dövüşe çağırırdım o da görürdü dünyanın dört bucağını!” sürdürdü sözlerini.

Kiziroğlu kuvvetlice bir nara atıp yalın kılıç ortaya çıktı:

“Behey gafil işte karşında Kiziroğlu yap hamleni!” dedi.

İki adam neye uğradıklarını şaşırmışlardı. İkisi birden kılıçlarına sarıldılar Kiziroğlu, Köroğlu’nu yendiğini söyleyen adamı sonraya bırakıp ilk hamleyi ötekine yaptı. Adamın kılıcı havaya fırlamış, şaşkınlıktan kılıcına bakarken boynuna yediği kılıçla kellesi bir tarafa bedeni bir tarafa düşmüştü.

Köroğlu’nu yendiğini söyleyen adam ne yapacağını hepten şaşırmış tir tir titriyordu. Hemen elindeki kılıcı yere fırlatıp diz çöktü:

 “Ağam bağışla.. ben ettim sen etme!” diye yalvarmaya başladı.

Kiziroğlu ayaklarına sarılıp köpek gibi yaltaklanan bu adam karşısında daha da öfkelenmişti. Omzuna bir tekme vurup sırt üstü yere yatırdı.

“Kalk ulan it soyu.. kalk erkek gibi kılıcı eline al.. bir kesme oyunuyla kılıcımı yer düşür hadi!” diye haykırdı.
Adam ellerini başına götürmüş daha kuvvetlice ağlamaya başlamıştı.

“Ağam ben buraların yabancısıyım.. yeni girdim Fuat denen ağanın yanına.. çobanlıktan öte bir şey bilmem.. o söylediklerim yalandı. Vallahi billah yalandı. Köroğlu canımı bağışlamıştı. Ben ona kahve ikram etmiştim.. onun bana söylediğini söylediğim sözleri ben ona söylemiştim.. ağam sen de ondan aşağı kalır yiğit değilsin ya.. bağışla benim bu pis canımı!”

Kiziroğlu havaya kaldırdığı kılıcını ağır ağır yere indirdi. Yerde bir solucan gibi kıvranan adam tiksintiyle baktı. Değmezdi bu itin pis kanıyla kılıcını kirletmeye.

“Başkaları da var mı?” diye sordu. Adam Kiziroğlu’nun kılıcı indirdiğini görünce rahatlamıştı. Yavaş yavaş doğrulup dizleri üstünde durdu. “Değirmenin az aşağısında beş altı kişi daha var. Onlar bu yöreden.. ağanın adamları. Arada bir de Çopur adlı biri gelir.. subaşı mıymış ne! İki üç askerle gelir fazla kalmaz. Akşamları hiç kalmaz!”

“Pılını pırtını toplayıp defolacaksın buralardan. Karşıma bir daha çıkarsan ya da buralarda bir daha görürsem yalvarmana yakarmana bakmam o iğrenç kelleni bedeninden koparırım! Şimdi fırla!” dedi.

Adam zorlukla doğruldu var gücüyle koşmaya başladı. Düşe kalka koşuyor ardına bile bakmıyordu. “Yalancı pehlivan!” diye mırıldandı Kiziroğlu gülerek.

Kiziroğlu atını bıraktığı yere gitti. Gelen giden var mı diye bir süre bekledi. Canını bağışladığı namerdin ötekilere gidip haber verecek mecali olmadığını biliyordu. Çatlayana kadar koşardı o melun! Ya bu Köroğlu kimdi? Neyin nesiydi? Eşkıya demişti ya çapulcu belki kendisi gibi biriydi. Zulme başkaldırmış bir yiğit olabilirdi. Ya da beylerin tazılığını yapan sıradan bir eşkıya da olabilirdi. Bunu öğrenmeliydi. Adamın canını içirdiği bir fincan kahveye bağışladığına göre boş adam biri olmadığı da belliydi. Büyüklerin kulağı kesik olurdu, bunu büyüklerine sorup öğrenmeliydi. “Köroğlu ha!” diye mırıldandı. Namını işitmediğine ya da buralara kadar gelmediğine göre yenilerde ortaya çıkmış olmalıydı.

Atına atlayıp değirmene doğru sürdü. Allah vere de Yusuf Baba orada olaydı ve şu Elif’ine talip kişiyi öğrenebileydi. Değirmenin öte tarafında bekleyen beş kişiyi sonra ziyaret ederdi nasılsa.

Değirmenci Yusuf içerdeydi. Dışarı sızan idare ışığından belli oluyordu. Atından inip usulca sokuldu kapıya kadar. İçeriyi dinledi. Her hangi bir ses yoktu. “Yalnız olmalı baba!” diye düşündü. kapıyı tıklattı “Yusuf Baba benim!”

 Yusuf hemen fırladı kerevetten. Kulaklarına inanamamıştı. Hemen kapıyı araladı. İnanılır gibi değildi. “Yalnız mısın.. sen çıldırdın mı Kiziroğlu?” diye terslendi. Kiziroğlu aralık kapıdan içeri süzüldü. Gülerek “Ya baba kapına bir tanrı misafiri geldi.. buyur etmek yok mu?” dedi. İhtiyar adam ne diyeceğini şaşırmıştı. “Hele dur hem yalnız hem de yaya mı geldin buralara?” diye sordu.

Kiziroğlu, Yusuf Baba’nın elini öpüp alnına koydu. İhtiyarla birlikte kerevete yürüdüler. Yan yana oturdular.

“Yok be baba onca yol yaya aşılır mı bu acele günlerde.. küheylanı arka barakaya çektim. Uslu uslu beni bekler..”

“Ee.. hangi rüzgâr attı seni böyle.. köyü gözetleyen bir sürü çapulcu var.. Muhayyerler dersen başka bir bela.. babalarının cendeğini arıyorlar.. sen de yaralı halde.. sen çıldırmışsın Kiziroğlu! Ben taze çay demleyeyim!”

Yusuf Baba ayağa kalktığında Kiziroğlu ihtiyarı oturttu.

 “Otur baba.. kalsın çay.. borcun olsun.. iade-i ziyaret için geldim.. madem gözetleyenler var.. ocağı harlandırırsan misafirini merak edip başımızı ağrıtmaya kalkarlar..”

“Doğru dersin.. yine de ocağın üstünde demlik.. çok da soğumamıştır, birer bardak içeriz.. he.. ikram edecek başka bir şeyim yok!”

“Tasalandığın şeye bak baba.. senden evvelki gece için özür dilemeye geldim. Hoş sıcağı sıcağına gelseydim daha iyiydi. Ama su işi çıktı. Yoksa hemen geliyordum.”

İhtiyar Kiziroğlu’nun sırtını sıvazladı:

“Ah evladım su işini çok iyi akıl ettin.. valla heveslenmedim değil.. ben de bir iki kürek toprak atardım hoş.. ama olmadı. Kısmet.. ha bu arada özür dilenecek bir şey de yok.. o gece ben de boşboğazlık ettim. Ananızı daha yeni defnetmişsiniz.. dediğin gibi daha kızın gözyaşları kurumamış.. sen haklıydın.. hoş gör bu ihtiyarı.”

“Değil baba.. hakkın vardı.. kabul edemedim büyüdüğünü.. oysa serpilip gelişti her insan gibi. Ve vakti de geldi. Hem dağ narinler için hiç de uygun değil. Dedin ya.. vakti geldi. Ben o vakti görmezden geliyordum. Hoş elbet ere varıp bir yuva kuracaktır. Bundan daha akla yatkın ne var.. da benim aklıma yatmamıştı..”

Yusuf Baba sağ elini adamın dizine koydu:

“Şimdi yatmış gibi konuşursun..”

“Haklısın.. hoş hep aklımda vardı.. aklımda büyüsün de, diye vardı. Ben Şehmuz’a uygun görürdüm. Ama gördüm ki ne Elif Şehmuz’un farkında ne Şehmuz Elif’in farkında. Elif Şehmuz’u ağası gibi görüyor, Şehmuz da kız kardeşi gibi seviyor. Ve dahi Şehmuz’un gönlü nasıl desem..”

“De hele!” diye merakla sordu Yusuf Baba.

“Şehmuz’un gönlü Şehrinaz’dadır baba!”

“Nee!” diye elinde olmadan bir çığlık attı.

Kiziroğlu ihtiyarı sarsıp, “Aman baba yavaş.. nettin ya!” dedi.

Yusuf Baba sağ elini yumruk yapıp dizine vurdu.

“Adamın aklını başından alıyorsunuz.. daha o gece Şehrinaz’ın bir kumpas içinde olabileceği ihtimalinden söz ettik. Tehlikelidir, dedik. Öyle haber aldık diye belirttik.. şimdi kalkıp..”

“Haklısın baba. Şehmuz Şehrinaz’ı dağa çıkmadan evvel bilmiş. Görmüş sevmiş.. doğru ise kız dahi ona vurgunmuş.. gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş darb-ı meseli gerçek değilse kızın gönlü hala bizim yiğittedir. Amma dediğin gibi.. tehlikeli olduğuna dair haberler de var. Hem Şehmuz hem be naçar kaldık..”

 “Sana bunu Şehmuz mu anlattı?”

“Senin o akşam söylediklerinden sonra Şehmuz’a bir durgunluk çökmüştü. Sıkıştırdım, yalvardım yakardım.. o da daha fazla dayanamayıp anlattı. Ben Şehmuz’a kefil olur musun? diye sordum, kendime bile kefil olmam Kiziroğlu, dedi.. ama eğer bir kumpasın içindeyse kendi ellerimle sıkarım gırtlağını deyince.. sence ne edelim Baba?”

Değirmenci Yusuf en az Hüsam Dayı kadar dobra dobur konuşan bir insandı. Lafını esirgemezdi. Doğruyu yanlıştan ayırmada mahirdi.

“Bak a Kiziroğlu.. yiğidi yiğit yapan sevdasıdır. Şehmuz yiğit biridir. O kendisine kefil olmasa bile ben onun her şeyine kefil olurum. Onu senin yanına katan da benim. Yoksa o da kendi başına dağlara çıkıp Rıfat itine isyan bayrağı açacaktı. Ben dedim ona, var git ya Kiziroğlu sana baş eğip yoldaş olsun ya sen Kiziroğlu’na baş eğ ölüme dahi gönderse gözünü kırpmadan git, dedim. Bölük pörçük olup ne diye zayıf kalasınız? Beni kırmadı varıp yanına geldi. Önünde baş eğdi. Elini tuttu. Her bir şeyine kefil olurum. Amma gel gelelim iş gönül işi oldu mu.. işin içine kadın girdi mi.. işte o vakit gözleri dört açacaksın. Şehmuz’un birine gönül verdiğini aha şimdi senden duydum. Şehrinaz’ı görmüşlüğüm bile yok. Turab’ın söylemesinden sonra sorup soruşturdum. Susuz’un garibanlarından imiş..  hırlı mıdır hırsız mıdır, arlı mıdır arsız mıdır bilemem.. Turab’ın dediklerinden başka bildiğim bir şey yok.. ama dedim ya işin içine gönül girdi mi, kadın girdi mi.. orada gözleri dört açacaksın.. ne tahtı sancağı kadın fırtınası hak ile yeksan etmiştir.. ne yiğitlerin başını öne eğdirmiştir..”

Değirmenci Yusuf sustu, sözlerinin muhatabınca hazmedilmesini bekliyordu sanki.

 Kiziroğlu:

“Yani Baba.. gelmesine mani mi olayım?”

“Ben olsam..” dedi Değirmenci, söyleyeceklerini tartıyor gibiydi, “Ben olsam ikisini de o dağa götürmezdim..”

Kiziroğlu metanetini kaybedip ayağa kalktı:

 “Çocuklar babalarının günahını çeksin öyle mi dersin Baba?” 

“Yine şirazeden çıktı deli oğlan!” diye geçirdi içinden Değirmenci.. “Yanlış anladın a oğul.. siz ben değilsiniz.. ben de siz değilim.. insan ihtiyarlayınca tedbir her şeyin önüne geçiyor. Dağın gencecik kanayaklılara göre olmadığını sen dahi kabul ettin, biraz önce söyledin.. sizin yaşlarda olsam ben de sizin gibi hevesli olurdum.. bunu çekinmeden söylerim.. yerken içerken giyinirken hep tetikte olmanız gerekecek.. benim kızlara bir şey söylediğim yok.. daha doğrusu Aysema için bir çekincem yok. Oğul unutma ki uyku Allahsıza kadar barınak iken kalleş için, namert için kolladığı fırsatın ayağına gelişidir. Hep tetikte olmak canınızı sıkmayacak mı? Bir uğraş vermedeyiz.. hem de yaman bir uğraş, bunun arasında bir gözü arkada olmak insanın gücünü bölmez mi? Ben buna dikkat çekerim.. ha Aysema ille de gelecekse varsın Şehrinaz da gelsin.. ama uyanıklığı göze alacaksınız.. ben bunu derim.. varsa bir yanlışım bildiğiniz gibi yapın!”

“Peki baba!” diye cevapladı ciğerlerine derince çektiği nefesi dışarı vererek. Yeniden oturdu ihtiyarın yanına. Şehmuz’un durumunu asıl konu için bir girizgah olarak tasarlamıştı. Oysa her şeyi sarıp sarmalayan bir şey olup çıkmıştı. Sevecenliği, neşesi uçup gitmişti. Şimdi nasıl soracaktı Elif’e bir talip var mı yok mu? Ne diyecekti bu ihtiyar “Ulan bu uğraş içinde düştünüz karı-kızın derdine!” demese şaşardı. Hüsam Dayı sözcüğü sözcüğüne böyle derdi de Değirmenci cesaret eder miydi acaba? Değirmenci biraz daha temkinli, biraz daha kılı kırk yaran cinstendi.

“Bir şey daha vardı Baba.. bize misafir olduğun o gece Elif için söylediklerin.. dediğin gibi aklıma yattı yatmasına da benim aklımdaki senin de öğrendiğin gibi olacak bir iş değil.. senin haberini verdiğin talip kimdir neyin nesidir?” “Huh!” diyerek bitirdi sözlerini.

Değirmenci sözü uzatmadan, “Kesin değil.. yani açıkça istemiş değil. Vakti var.. dediydi.. Elif desem be desem.. yar ismini desem olmaz düşer dillere dillere.. dedi durdu. O yüzden günahını almayı istemem. Belki ben yanlış anladım!”

“Daha ne deseymiş baba.. elif desem be desem.. hele sen şu aşığın adını bağışla.. kimin nesidir? Soyu sopu nedir? İn midir cin midir?”

“Alaybeyi Zülfikâr!” diye cevap verdi Değirmenci. “Kötü biri değildir. Soyu sopu temiz insanlardır. Adil insanlardır. Devlette böyleleri de olmasa garibanın işi hepten haraptır.. bilmem sen ne dersin Kiziroğlu?”
Kiziroğlu ayağa kalktı. Biraz gezindi. İhtiyar da peşi sıra onunlaydı. “Bilirim soyu sopu temiz, adil insanlardır.. hiç tahmin etmemiştim. Köyün etrafında çokça dolaşmasını beyin emri sanırdım. Beni arıyormuş gibi yaptığını.. meğer Elif’i ararmış.”

“Ben bir şey söyleyeyim mi Kiziroğlu.. belki inanmayacaksın ama sanki o da bunun farkında değilmiş.. ben öyle sezdim.”

Kiziroğlu şaşırmıştı “Nasıl yani?” dedi şaşkınlıkla.

“Sanki içinde büyüyen sevda ağacından haberi yokmuş gibiydi. Bir anda yüzleşmişti. Bana öyle geldi. Birkaç güne kadar onun da bu sevdadan haberi yoktu bence! Ayaklarının onu buraya getirme sebebini o bile bilmiyordu öyle sanıyorum!”

Kiziroğlu kapıya yöneldi. Kapının önünde durdu. Değirmenciye döndü.

“Her ne ise.. Alaybeyini görürsen de ki Elif’in anasının kırkı çıkmadan düğünümüz neyimiz olmayacak. Ben Elif’in düşüncesini öğrenirim. Eğer Elif olur derse kendisine haber gönderirim gelip kızı benden istesin. Yok Elif’in rızası olmaz ise bir daha köyün etrafında gezdiğini duymayayım. Aklından çıkarsın Elif’i. Çürük bir diş gibi söküp atsın içinden. O söküp atmaz bir deliliğe kalkışır ise dünyayı başına yıkarım.. böyle bellesin.” dedi ve kapıyı açtı. Bir ayağı içerde bir ayağı dışarıda, “Sahi baba Köroğlu diye birini duydun mu?” diye sordu.

Değirmenci biraz düşünüp “Duydum desem yalan olur.. neyin nesi imiş.. sen nerden duydun!” diye sordu.

“Buraya gelirken bir namert yolumun üstüne çıktı o bir şeyler geveledi. O da bolu tarafında eşkıyalık yaparmış bizim gibi.. hoş bizim gibi yoksa ağaların tazıları gibi mi bilmiyorum..”

“Duymadım Kiziroğlu.. yine de araştırırım.. bir şeyler duyarsam sana iletirim.. bir aciliyeti var mı?”

“Yok! Hiçbir aciliyeti yoktur!”

Dışarı çıktı. Kapıyı yavaşça kapadı. Değirmenin arkasında yöneldi.

“Demek Zülfikâr he.. gerçekten mert çocuktur.. acep Elif ne der?” diye düşündü. Kilerden içeri girdi. Küheylan adeta nefesini tutmuş kendisini bekliyordu. Kiziroğlu’nu görünce sevinçle salladı başını, tatlı sesler çıkardı. Kiziroğlu atının başını okşadı, “Can yoldaşım.. benim can yoldaşım!” dedi mırıltıyla.

Su arkını aşıp düzlüğe çıkan Kiziroğlu tuhaf bir manzarayla karşılaştı. Kendisine doğru üç at geliyordu. Her bir atta sırt sırta yapışık iki kişi vardı. Kılıcını sıyırıp atların üzerine hücum ettiğinde adamların baygın olduğu ver birbirlerine bağlı olduğunu gördü. Kulakları sağır eden tanıdık bir nara işitti. Bu Şehmuz’du:

“Davranma yakarım!”

Kiziroğlu küheylanı durdurdu neşeli bir sesle, “İyi davranmıyoruz işte!” diye cevapladı. Şehmuz sevinçle bağırdı:

“Sen miydin Kiziroğlu?”

“Benim ya.. Peşime mi düştün! Bu atlılar da neyin nesi?” 

Şehmuz Kiziroğlu’nun yanına geldi. İki arkadaş birlikte at sürmeye başladılar. Şehmuz:

“Bunlar ağam..” dedi “Çoban imişler güya.. gel gör ki on beş koyun için fazla kalabalıktılar. Sarının itleri.. yalnız ikisini bulamadım!”

Kiziroğlu güldü:

 “Aramaya değmez.. biri eşek cennetini boyladı.. öteki de soluğu Şam’da mı Halep’te mi fizanda mı alır bilemem!”

“Mevzu açıklık kazanmıştır ağam.. bu çobanları arada sırada Çopur iti de ziyaret edermiş..”

“Duydum!”

“Sarı’nın vergisini iki katına çıkarmak farz oldu he ne dersin Kiziroğlu?”

“Doğru dersin. Bir elçi gönderelim.. Hüsam dayı mı gönderdi kendin mi geldin Şehmuz’um?”

Şehmuz kıkırdadı.

“Dayı küplere bindi. Anam açtı ağzını yumdu gözünü.. seni canlı bulup götürürsek falakaya yatıracak haberin olsun.. kaçsak mı ne dersin?” gülüştüler. Bu iki süvarinin soylu atları da katıldı gülüşlerine, hafiften kişnediler. 

“Doğru dersin.. benim de aklıma düşmüyor değil bu kaçma işi.. ama neylersin yıkılası hanede evlad-ü iyal var!”

Koma vardıklarında Hüsam Dayı’nın öteye beriye koşup öfkeyle emirler yağdırdığını gördüler.

“Hepiniz birer serserisiniz.. serserinin büyüğü de baş seçtiğiniz deli!” diyordu.

Şehmuz, “Ağam bence gözüne görünmeyelim.. sıvışalım!” diye fısıldadı gülerek.

“Gürer sen hangi cehennemdesin? Çığlık tarafına baktın mı?”

Gürer süklüm püklüm Hüsam dayının önüne geldi.

“Baktım Dayı.. bir iz yok!”

“İyi.. oh ne ala..” sustu aklına yeni bir şey gelmişçesine, “Hah.. unuttum.. Sancak’a da birini gönderseydik..” dedi.

“Ben giderim ağam!” diye karşılık verip hızla yanından ayrıldı Gürer. Atların bulunduğu bölüme doğru yöneldi. Gözden kaybolmadan Kiziroğlu, “Boş ver be Gürer ben baktım orada da iz yok deliden!” diye bağırdı gülerek. Gürer olduğu yerde kaldı.

“Hay Allah müstahakkını versin..” diyebildi sevindiğini belli etmeden Hüsam Dayı. Kiziroğlu Şehmuz saklandıkları yerden çıkıp Hüsam Dayı’nın yanına vardılar. Hüsam dayı rahatlamıştı. Derin bir iç çekti. Avurtlarını şişirdi. İçine çektiği soluğu dışarı saldı. Dişlerini gıcırdatarak:

 “Hadi bir delilik yapıyorsun haber versen ya.. hangi cehennemdeydin?” dedi.

“Nuri dayıyı görmeye indim. Elif’i onun yanına vereceğim. Bir de anamın kabrini ziyaret ettim.”

 Hüsam Dayı Kiziroğlu’nu omuzlarından tutup “Seni küçükken döğmediğime pişman ediyorsun beni..” dedi. Gözlerinin içi gülüyordu. Kiziroğlu öz dayısı Hüsamettin’e sarıldı. Sımsıkı bağrına bastı.

 “Keşke dövseydin be dayı..” dedi.

Hüsam Dayı’nın nefesi kesilecek gibi oldu. Kiziroğlu’nun kolları bir mengene gibi sarmıştı kendisini.

“Dur ulan deli oğlan.. dur! Kaburgalarımı kıracaksın!”

Kiziroğlu dayısının ayaklarını yerden kesip döndüler.

“De hadi zevzeklenme de indir beni yere!”

Kiziroğlu denileni yaptı. Elif’i sordu. Elif abisinin kimseye haber vermeden gittiğini duyması üzerine iki göz iki çeşme ağlamış Hüsam Dayı’dan epey bir zılgıt yemişti. “Damdan dışarı çıkmak yok!” dedim. “Damdadır!”

Kiziroğlu Hüsam Dayı dama girdiler. Elif ayağa fırlayıp Kiziroğlu’nun kollarına atıldı. Kucaklaştılar. Kız sevinç gözyaşları içindeydi.

“Ağam!” diyordu ha bire. “İkiniz benden habersiz bu damdan adımını atarsa büyük küçük dinlemem falakaya yatırırım haberiniz olsun!” dedi Hüsam dayı şaka yollu.

“Ben bir şeyler hazırlatayım!”

 “Dayı!” diye seslendi Kiziroğlu, “Köroğlu diye birini duydun mu?”

“Yo!” diye cevapladı Hüsam Dayı. “Sen kimden ne duydun?”

Kiziroğlu olan biteni anlattı. Hüsam Dayı kırçıl kirli sakalını kaşıdı.

“Ben duymadım böyle birini. Demek kendine kastedeni bir fincan kahve hatırına bağışlamış he.. yaman adammış.. sorup soruşturmalı.. bakarsın bey çopurudur..” dedi, damdan dışarı çıktı.

İki kardeş biraz dertleştiler. Kiziroğlu kız kardeşine Nuri Hoca’yla konuştuğunu anlattı. Kendisini bekliyorlardı. Sabah Mehmet Ali ile yola çıkacaktı. Elif somurtmuş yalvaran bakışlarla bakmıştı abisine. Zorlu bir uğraş vardı önlerinde. Nuri hocanın yanında emniyette olacağına, böylece gözünün arkada kalmayacağına yarım yamalak kızı ikna edip dışarı çıktı. Hüsam Dayı’ya Elif’in yanında söylemediği Zülfikâr meselesini açacaktı. Onun da düşüncesini alacaktı. Ne de olsa ailenin son büyüğü oydu.

Hüsam Dayı'yı komun girişine yakın bir yerde sırtını bir kayaya vermiş sigara içerken buldu. Keyifli olduğu her halinden belliydi. Yavaşça yanına sokuldu.

“Gel Kiziroğlu!” dedi gelenin kim olduğuna dönüp bakmadan. “Senden de hiç bir şey saklanmıyor be dayı!” diye cevapladı. “Daha yüz okka ekmek yemen lazım evlat!”

Bbirlikte yere oturdular. “E.. anlat bakalım seni kıvrandıran nedir?” diye sordu Hüsam dayı. “Dayı Zülfikâr için ne dersin?”

“Mert çocuktur. Emniyet edilir. Bunları sen de bilirsin neyini sorarsın?”

“Öyle sanırım ki yeğenin Elif’i ister!”

Hüsam Dayı güldü:

 “Eh bekâr adam.. Elif’in de vakti gelmiştir. Madem ister gelsin ağasından istesin.. dayısına söz düşerse onun da söyleyecek bir çift sözü olur elbet!”

 “O nasıl söz dayı?” karşılığını verdi Kiziroğlu. “Hep yarenlik ediyorsun.. elbet söz sende biter. Biz fikrimizi söyleriz. Kararı sen verirsin.. büyüğümüz sensin dayı! Ortada bir şey de yok.. yani açık açık olan bir şey yok. Ama olursa uygun mudur? Onu sorarım. Şahsiyetini elbet bilirim oğlanın!”

“Niye uygun olmasın? Aslını sorarsan benim aklımdan geçmemiş değil.. birkaç kez köyde, köyün civarında düşünceli düşünceli dolaşırken görmüştüm. Hatta yoklama bile çekmiştim. O da farkında değildi.”

Kiziroğlu heyecanla, “Yusuf Baba da aynını söyledi. Yani farkında olmadığını!”

“Bu işler böyledir a benim deli yeğenim.. bu işler böyledir. Kişi kendisine bile itiraf edemez. Atar derinlerine bir süre.. ne zaman ki derinlikleri de ona dar gelir işte o zaman elinde olmadan alenileşir. Eğer gönül gözü birini görmüş ise.. bence uygundur!”

“Elif de uygun görürse haber gönderelim mi?”

Hüsam Dayı elini kaldırdı, “Hayır..” dedi.. “Şimdi sırası değil.. cengimiz ayyuka çıkmışken olacak şey değil..”

“Ben de farklı düşünmüyorum.. hatta Yusuf Baba’ya söyledim. Anamın kırkı çıkmadan düğün dernek kurmak bize haram! dedim.”

“Aferin.. iyi demişsin.. benim aklım Köroğlu denen adamda kaldı . Ula o da senin gibi bir deliye benziyor.. hani bizim düştüğümüz yola düşmüş olsa ne iyi olur.. yeryüzünde bir tek zalim bırakmazdık.. demek Bolu tarafında he!” dedi iç geçirerek.

“Öyle imiş dayı.. birini göndersek mi? Hani o çapulcunun dediği gibi biri ise yani uğruluk yapıyor ise cezasını biz vermeliyiz. Ne de olsa bizim adımızı kirletiyor!”

“Haklısın adımızı temizlemek bize düşer. Ben beylerin çopurlarından olacağına ihtimal vermiyorum. Birini göndeririz göndermesine ya.. öyle alelade birini yollamak olmaz.. şu Rıfat’ın defterini bir dürelim de ikimiz gidelim. Er kişi ise yiğit ise bir kahvesini içeriz. Yok garibanla uğraşıyor ise o vakit te dünyayı başına yıkarız.”

“Yani bir ön yoklama yapmayalım, diyorsun!”

 “Gerek yok!”

 “Peki kadı efendiden bir haber var mı?”

Evet, anlamında başını salladı Hüsam Dayı:

“Gidişattan memnun imiş. Daha bugün haberini aldım. Bir bilemedin iki aya kalmaz mahkemeye çıkarırım, demiş. Huzur’u beylik meydanında yaparım, diye de eklemiş.”

 “İnşallah!” dedi Kiziroğlu.


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 26.04.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar




123

Seçkin Deniz Twitter Akışı