Kiziroğlu Mustafa Bey
-7-
İki üç
gün Elif’ten köşe bucak kaçan Kiziroğlu pes etmişti. Hem bir arada olup hem de
uzak kalmaya çalışmak olmuyordu. Bu davranış yarenlerinin hele de Hüsam Dayı’nın
gözünden elbet kaçmamış kınadığını da ima yollu belirtiyordu her fırsatta.
Küheylanı suvarırken Hüsam Dayı yanında bitivermiş yaptığının yanlışlığını açık
açık söylemişti bu kere.
“Yaptığın
yanlış.. nereye kadar kaçacaksın? Kız kardaşının günahı ne?” dediğinde,
şaşırmış gibi yaparak, “Dayı ben ne diye
kaçayım kız kardeşimden..” demişti. Hüsam Dayı başını sallayıp “Ne diyeyim..
dağ başında genç bir kız.. anasını kaybetmiş gelip kardaşına sığınmış.. daha ne
diyeyim.. ben dediğimi dedim işte!” deyip gitmişti.
Doğru
söylüyordu. Elif’in suçu günahı neydi? Hoş bir günahı suçu olmadığını biliyordu
kardeşinin. Görmese de serpilip geliştiğini biliyordu. Küheylan suyunu içmiş,
başını kaldırıp Kiziroğlu’na bakıyordu. “Ne duruyoruz?” dercesineydi.
Yular
elinde ne yapacağını düşünüp duran Kiziroğlu küheylanın kişnemesiyle kendine
geldi. Elif’i görmeye karar verdi. Eh artık köye dönmeliydi kız. İmam Nuri’nin
yanına yerleştirecekti. Kısmeti çıkana kadar bakarlardı. Kendi gözü kulağı
üstünde olacaktı elbet. Sahipsiz değildi Elif.
Kiziroğlu
Elif’i ocakta kahve pişirirken buldu. Müşfik bir sesle “Canın kahve mi çekti
Elif’im?” diye sordu. Elif kahve taşmasın diye cezveyi ocaktan kaldırıp abisine
döndü. “Yok ağam.. sana yapıyordum, yemekten sonra canı çekmiştir, dedim.”
“Bari çokça yapsaydın da birlikte içseydik..” “Öyle yaptım ağam..” diye
cevapladı kız gülerek.
Kahvelerinden
sessizlik içinde birer yudum aldılar. İkisi de söze nasıl başlayacaklarını
bilemiyorlardı. Elif abisinin iki üç gündür kendinden uzak durduğunun farkındaydı.
Sebebini anlamıyordu. Bir saygısızlık mı etmişti? Gönlünü mü kırmıştı? Düşünüp
taşınıyor yapıp ettiklerini gözlerinin önünde canlandırıyor hiçbir şey
bulamıyordu. Bir süre sonra ikisi aynı anda birbirlerine hitap ettiler.
“Ne
diyecektin Elif?”
“Önce
sen söyle ağam.. su küçüğün söz büyüğün!”
“Haklısın balım.. su küçüğün söz büyüğün.. ben
de büyüğün olarak söylüyorum.. ne diyeceğini ne bakalım?”
Elif
bakışlarını abisinin gözlerine dikti:
“Bir sıkıntın var gibi abi.. iki üç gündür
beni gördüğünde yolunu değiştirir oldun..” Kiziroğlu’nun ellerine sarıldı, “Bir
kusur mu işledim ağam.. gönlünü mü kırdım? Öyle ise beni affet.. senden başka
kimim var? Sen de arkanı dönersen ben ne yaparım?”
Kiziroğlu
kız kardeşine kendisine doğru çekip sarıldı. Göğsüne bastırdı.
“O nasıl söz benim balım.. sana sırtımı döner
miyim? Bak şimdi bu sözlerinle kırdın gönlümü..”
Ayrıldılar.
Bir birlerine baktılar. “Ee.. öyle ise?” diyordu bakışlarıyla Elif. Kiziroğlu yutkundu. Dudaklarını ısırdı. Nasıl
söyleyecekti? Derin bir nefes alıp verdi.
“Elif’im
büyüdün artık.. serpilip geliştin. Bu dağ başları genç bir kıza göre değil..”
Elif
sözün nereye varacağını görmüş gözlerinde yaşlar belirmişti.
“Yoo ağam beni buradan gönderme.. öldür daha
iyi.. belki elim kılıç tutmaz ok atmaz, ama başka işlere yatkındır elim.. bak
işte kahveni yaparım.. kaç gündür buradayım ne yüküm oldu ki? Yemeğini yaparım,
bulaşığını yuyarım.. beni gönderme ağam.. yalvarırım” dedi.
Kiziroğlu
kardeşini teselli etmek için başını kaldırdı. Gözyaşlarını sildi gülerek:
“Benim
balım ben seni bir yere göndermiyorum ki.. köyde evimiz barkımız ocağımız
tütmesin mi? Bunu mu istersin.. ben birkaç haftaya dünya evine gireceğim
yengeni bu dağ başında tutmayacağım elbet.. evimizin ocağı tütecek.. sen
yengene göz kulak olacaksın..” dedi.
Elif
ağlamamaya çalıştı:
“O güne
kadar burada yanında kalayım ağam!”
“Nuri
amca sana göz kulak olacak.. bak aklımı karıştırdın.. ben köy işini iş diye
görmüyordum bile.. sen kendin yarın öbür gün ‘ben sıkıldım köye gidiyorum’
dersin diye geçirirdim içimden..”
Sözü
burada kesip Elif’e baktı. Elif yaşlı gözlerle abisine baktı. Meraklanmıştı:
“Başka
şey mi? Başka ne diyecektin ki?” diyebildi.
Kiziroğlu kızardığını hissetti.
“Dedim
ya.. büyüyüp geliştin, serpildin.. yani demem o ki..” sustu.
Kız:
“Evet demem o ki..”
“Hani
diyorum gönlünde biri varsa.. taliplerin çıkacaktır.. eğer varsa biri!”
Bu kez
Elif utanmış başını önüne eğmişti. “Daha neler?” diyebildi güçlükle. Kiziroğlu
sıkılganlığı üzerinden atmış rahatlamıştı. “Demek hepsi bu söze bağlıymış” diye
geçirdi içinden. Kızın başın tekrar kaldırıp gözlerinin içine baktı.
“Bunda
utanılacak, sıkılacak bir şey yok Elif’im. Sevmek, sevdalanmak insan için en
güzel şey.. hani talibin çıkarsa bir cevabım olsun diye sorarım..”
Kız
gözlerini abisinden kaçırıp, “Bir talibim mi var.. yoksa aklında biri mi var
bilmem ağam.. ama gönlümde kimse yoktur..” dedi. Alelacele ayağa kalktı kahve
fincanlarını tepsiye koyup hızla damdan dışarı çıktı. Yüzü al al olmuştu.
Kiziroğlu
bir süre oturduğu yerde aklındakileri tartıp durdu. Kararını verdi. Kimseye
sezdirmeden küheylana atlayıp Kizir Köyü’ne doğru yola çıktı. Köyün imamı Nuri
Dayı ile görüşüp kız kardeşini emanet edecekti. Sonra da Değirmenci Yusuf’tan
özür dileyecek hem de dilinin altındaki baklayı çıkarttıracaktı. Yalnız başına
köye gidişine başta Hüsam dayı olmak üzere bütün yarenler kızacak sitem
edeceklerdi.
“Olsun
hiç değilse şamata olur!” dedi içinden. Su uyuyup düşman uyumasa da
hasımlarının hiç biri aklını peynir ekmekle yemiş de değildi. Şimdi her biri
köşelerine pusmuş kıpırdamadan kendilerine gelmeyi bekliyorlardır, diye
düşünüyordu Kiziroğlu. Belki biraz biraz Muhayyerler hareket içinde
olabilirlerdi. “Onları da kan tutmuştur he Küheylan!” At binicisinin sözlerin
anlamışçasına kişnedi. Kiziroğlu yelesini okşadı atın, “Sen bir tanesin
Küheylan!” dedi. “Sen bir tanesin!”
Akşamın
alacakaranlığında köye girdi Kiziroğlu. Hemen hemen herkes evindeydi. Birkaç
kişi akşam namazı için camiye doğru birlikte yürüyorlar, fısıldaşarak
konuşuyorlardı. Kiziroğlu selam verip hızla geçti yanlarından. Yaşlılar
süvariyi tanımışlardı.
“Bu
oğlan hep deliydi. Hala deli.. tedbirsizliği yiğitlik belliyor!” dedi biri
diğerine. Öteki de “Evet.. haklısın.. ama kimde mecal kaldı ki?” önceki başını
hayır anlamında sallayıp, “Öyle deme.. değirmenden az ilerdeki düzlükte güya
beş on davar otaran zeballah gibi birilerini gördüm.. sanırım dört-beş kişi
kadar varlar..Sarı Fuat’ın itleri olduğuna bahse girerim.”
“Dört
beş kişi.. Kiziroğlu.. Sarı Fuat’ın aklı olsa ordu gönderirdi!” dedi.
Kiziroğlu
caminin hemen yanındaki evin arka tarafına geçip atından indi. Bahçe kapısından
içeri girip alçak bir sesle “Nuri Dayı.. Nuri Dayı!” seslendi.
İmam abdestini
almış idare ışığında Kur’an okuyordu. Hanımı da hemen yanı başındaydı. Sesin
sahibini tanımışlardı. Birbirlerine baktılar. İmam, kitabı hanımına uzatıp
ayağa kalktı. Bahçeye doğru yürüdü. Bahçe kapısını açınca Kiziroğlu ile karşı
karşıya kaldılar. İmam başkaları da var mı diye etrafına bakındı. Kimsecikler
yoktu.
“Deli
oğlan!” diye fısıldadı. Bir adım daha atıp Kiziroğlu’nu kucakladı. “Yalnız
geldin he mi? Sen hiç akıllanmayacaksın!”
İmam
konuğunu içeri davet etti. Kiziroğlu:
“Burası iyidir hocam..”
“Hayırdır
ne oldu? Hem de yalnız başına! Unuttun düğüne giderken başına gelenleri!”
Kiziroğlu
güldü.
“Hocam
çok kalmayacağım. Elif.. Elif’i size emanet etmeyi düşünürüm.. dağlar genç
kızlara göre değil.. birkaç zaman siz de kalsa olur mu?”
“Elbette
oğlum.. Elif bizim de kızımız sayılır. Gönlünü ferah tut. Hem bizim kanayaklıya
arkadaş olur. İçeri geçseydin.. namazdan sonra konuşur dertleşirdik!”
“Yok
hocam..” dedi Kiziroğlu “Uzun durmayacağım.. ben yarın senin yeğeninle Elif’i
gönderirim. Şimdi müsaadenle. Anamın kabrine de uğrayacağım..”
İmam:
“Kabristanı
boş ver oğlum.. sonra gidersin.”
Kiziroğlu
merakla, “Neden hocam.. hayırdır..” diye sordu.
İmam:
“Karanlıkta
mezarlıklar tekin olmaz.. hem kerih görülmüştür.. beni dinle.. bir gün gündüz
vakti gelirsin.. birlikte gideriz.. ben de bir yasin okurum hem rahmetliye!”
dedi.
“Peki
hocam.. nasıl istersen!” diye cevapladı. Bir anlam verememişti imamın
dediklerine. Madem karanlıkta mezar ziyareti kerih idi.. öyle ise kendisi de
gündüz gelirdi. Vedalaştılar.
Kiziroğlu
bahçeden çıkarken İmam, “Oğlum dikkatli ol.. etraf çapulcu kaynıyor!” dedi.
Kiziroğlu
neşeli, “Daha iyi ya hocam.. kılıcımızı parlatırız!” atına atlayıp kayıplara
karıştı.
“Ah bu
deli oğlan!” diye mırıldandı İmam, rüzgâr gibi giden küheylanın ardından
bakarak.
Kiziroğlu
imamın sözleriyle meraklanmıştı. Ortalıkta çapulcular olduğu için kabristana
gitmemesini tembihlemişti. Demek tahmininde yanılmıştı. Hasımları köşelerin
pusmamışlar kendini bekliyorlardı. İmamın sözlerinden bu çıkıyordu.
“Eh küheylan
artık mezarlığa gitmek bize farz oldu.. birileri olmalı orda! Kerih merih
hikâye!” mezarlığa yaklaşınca atından indi. Küheylan kulaklarını dikmiş,
burnunu havaya kaldırmış etrafta birilerinin olup olmadığını anlamaya
çalışıyordu.
Atını
girişin önünde bırakıp kendisi güney tarafından mezarlığa girdi. Söğüt
ağaçlarını siper alarak etrafı kolaçan etti. Anasının mezarı hemen girişin
sağında babasının mezarı yanındaydı. Birileri pusu kurduysa o mezarlığın hemen
yanındaki iri ceviz ağacını kendilerine sütre yaparlardı.
Sürünerek
yaklaştı. Her tarafı iyice bir yokladı. Şu an kimse yoktu. Daha önce
birilerinin olduğuna dair bir iz de yoktu. İmam yersiz bir şüphe içinde
olmalıydı. Ana-babasının mezarlığı başına geldi. Elindeki kılıcı kınına soktu.
Ellerini kaldırıp Fatiha okuyup dua etti. Ellerini yüzüne sürüp mezarların her
ikisini de okşadı. “Öcünüzü alınacak..” dedi dişleri gıcırdatarak. Giriş
kapısından çıkıp küheylanın yanına vardı. Küheylan dört bir tarafı koklamayı
bırakmış başını sallıyordu ha bire. Atının yanına vardı. Başını okşadı sırtına
atlayıp değirmene doğru sürdü.
Temkini
elden bırakmamıştı Kiziroğlu. İmam boşuna konuşmamıştı elbet. Çapulcular
dediyse birileri olmalıydı. Mezarlıkta kendini beklememişlerse başka bir yerde
beklemediklerine delil değildi bu. Kesin birileri vardı. Suyu nerdeyse damla
damla akan derenin içine sürdü atı. Dereden gidecekti değirmene. Su az da olsa
karanlıkta sessizliği bozan sese sahipti. Dereden gelenden ise düz yoldan gelen
bir atlıyı fark etmek daha kolaydı, bir bekleyen ya da bekleyenler var ise
onlara bu kolaylığı sağlamayacaktı.
Gökyüzünde
ay kayıptı. Tek tük yıldızlar yanıp sönüyordu. Küheylan dereden gidişlerinin
nedenini kavramışçasına dikkatle yürüyor, elden geldiğince çakıllardan uzak
yumuşak çamurlara atıyordu adımlarını.
Değirmenin
silueti belirdiğinde Kiziroğlu rahatlamıştı. Etrafta kimsecikler yoktu. Dereden
tam çıkmak üzereydi ki küheylan zınk diye olduğu yerde durdu. Daha bir
sessizleşti. Kiziroğlu etrafa bakındı. Sanki on beş yirmi adım ötede ağaçların
dibinde bir şeyler hareket etmişti. Yavaşça attan indi.
Solundaki
ağaçlıklara doğru yavaş adımlarla yürüdü. Küheylan da sessizce kendisini takip
etti. Bir süre oldukları yerde beklediler. O hareket eden her ne ise onlar da
kendilerini fark etmiş olabilirler miydi? Bunu ancak bir süre bekleyerek
anlayabilirdi. Gökyüzünde ay ışığı olmaması kendi lehineydi.
“Demek
çakallar ava çıkmış he!” diye geçirdi içinden. Karaltı kıpırdamıyordu. Kılıcını
kınından sıyırıp ağır adımlarla o yöne doğru yürüdü. Epey yaklaştı. İki ağaca
sırtlarını vermiş iki kişi karşılıklı oturuyorlardı. Seslerini duyabilecek
kadar yaklaştı. Kendisini fark edememişlerdi. Adamlar fısıltıyla
konuşuyorlardı.
“Bir atı
dereden niye sürsün ki biri! Senin gevşekliğin yüzünden ayaklarımı da ıslattım
ha!” diye konuştu biri. Öteki biraz daha üst perdeden “Boncukların mı döküldü..
kurur gider ne var.. ama sanki biri geliyordu..” diye cevapladı ayakları
ıslanan adamı. “Ağanın ki de iş.. o beyden zılgıt yedi.. acısını bizden
çıkarıyor.. madem çok istiyorsun Kiziroğlu’nu yolla bizi dağa.. bak bakalım el
mi yaman bey mi?”
Öteki güldü:
“Sen Kiziroğlu’nu bilmiyorsun! Ne yaman bir
savaşçıdır.. sana nanay!”
“Abartıyorsunuz..
ben Köroğlu denen namlı eşkıyaya diz çökertmiş burnunu yere sürtmüş adamım..
Kiziroğlu kim oluyor?”
“Deme
ya.. Köroğlu’yla mı kapıştın?”
“Evet..
yalnız kıstırdım.. tabi tanımıyorum kendisini.. kahve içiyordu bir dere
kenarında.. aha bu dere gibi bir dere. Gerçi oranın suyu bunun en az yüz
misliydi!”
“Buranın da suyu pek yamandı.. Sarı Fuat edip
nedip değiştirdi.. yaman ağa şu bizim Fuat ha! E sonra!”
“Sonrası
ne olacak.. kahve içiyordu. Bana da ikram etti.. bilseydim içmezdim..”
“Niye ki?”
“Dur anlatam.. kahve ikram etti..
içtim. Sonra birbirimizi yokladık. Ben kim olduğunu anlayınca fırladım ayağa
bire eşkıya çek kılıcını dedim. O da çekti kılıcını.. yalan yok.. iyi
silahşordu. Neyse bir süre sonra nefesi kesildi, ben bir kesme oyunuyla
kılıcını yere düşürdüm. Sonra da kılıcı boynuna dayadım. O da bana ‘kahvem boğazında
kalsın!” dedi. Öyle deyince durdum. Eh yiğitliğin şanındandır.. malum bir
fincan kahvenin kırk yıllık hatırı vardır. Bağışladım. Kahvesini içmeseydik
böyle olmazdı..”
“Valla..”
dedi öteki “Ben Köroğlu möroğlu bilmem.. ama Kiziroğlu yaman bir savaşçıdır.
Kılıcı öyle bir savurur ki.. nereden geldiğini göremezsin.. kimseye benzemez!”
Köroğlu’nu
yendiğini söyleyen adam ayağa fırladı:
“Siz ne
korkak adamlarsınız yav.. bilek yok sizde.. kırk Kiziroğlu bir Köroğlu etmez!”
dedi ve “Ağa şöyle şöyle diye tembihlemese Kiziroğlu denen eşkıyayı dövüşe
çağırırdım o da görürdü dünyanın dört bucağını!” sürdürdü sözlerini.
Kiziroğlu
kuvvetlice bir nara atıp yalın kılıç ortaya çıktı:
“Behey gafil işte karşında Kiziroğlu yap
hamleni!” dedi.
İki adam
neye uğradıklarını şaşırmışlardı. İkisi birden kılıçlarına sarıldılar Kiziroğlu,
Köroğlu’nu yendiğini söyleyen adamı sonraya bırakıp ilk hamleyi ötekine yaptı.
Adamın kılıcı havaya fırlamış, şaşkınlıktan kılıcına bakarken boynuna yediği
kılıçla kellesi bir tarafa bedeni bir tarafa düşmüştü.
Köroğlu’nu
yendiğini söyleyen adam ne yapacağını hepten şaşırmış tir tir titriyordu. Hemen
elindeki kılıcı yere fırlatıp diz çöktü:
“Ağam bağışla.. ben ettim sen etme!” diye
yalvarmaya başladı.
Kiziroğlu
ayaklarına sarılıp köpek gibi yaltaklanan bu adam karşısında daha da
öfkelenmişti. Omzuna bir tekme vurup sırt üstü yere yatırdı.
“Kalk
ulan it soyu.. kalk erkek gibi kılıcı eline al.. bir kesme oyunuyla kılıcımı
yer düşür hadi!” diye haykırdı.
Adam
ellerini başına götürmüş daha kuvvetlice ağlamaya başlamıştı.
“Ağam
ben buraların yabancısıyım.. yeni girdim Fuat denen ağanın yanına.. çobanlıktan
öte bir şey bilmem.. o söylediklerim yalandı. Vallahi billah yalandı. Köroğlu
canımı bağışlamıştı. Ben ona kahve ikram etmiştim.. onun bana söylediğini
söylediğim sözleri ben ona söylemiştim.. ağam sen de ondan aşağı kalır yiğit
değilsin ya.. bağışla benim bu pis canımı!”
Kiziroğlu
havaya kaldırdığı kılıcını ağır ağır yere indirdi. Yerde bir solucan gibi
kıvranan adam tiksintiyle baktı. Değmezdi bu itin pis kanıyla kılıcını
kirletmeye.
“Başkaları
da var mı?” diye sordu. Adam Kiziroğlu’nun kılıcı indirdiğini görünce
rahatlamıştı. Yavaş yavaş doğrulup dizleri üstünde durdu. “Değirmenin az
aşağısında beş altı kişi daha var. Onlar bu yöreden.. ağanın adamları. Arada
bir de Çopur adlı biri gelir.. subaşı mıymış ne! İki üç askerle gelir fazla
kalmaz. Akşamları hiç kalmaz!”
“Pılını
pırtını toplayıp defolacaksın buralardan. Karşıma bir daha çıkarsan ya da
buralarda bir daha görürsem yalvarmana yakarmana bakmam o iğrenç kelleni
bedeninden koparırım! Şimdi fırla!” dedi.
Adam
zorlukla doğruldu var gücüyle koşmaya başladı. Düşe kalka koşuyor ardına bile
bakmıyordu. “Yalancı pehlivan!” diye mırıldandı Kiziroğlu gülerek.
Kiziroğlu
atını bıraktığı yere gitti. Gelen giden var mı diye bir süre bekledi. Canını
bağışladığı namerdin ötekilere gidip haber verecek mecali olmadığını biliyordu.
Çatlayana kadar koşardı o melun! Ya bu Köroğlu kimdi? Neyin nesiydi? Eşkıya
demişti ya çapulcu belki kendisi gibi biriydi. Zulme başkaldırmış bir yiğit
olabilirdi. Ya da beylerin tazılığını yapan sıradan bir eşkıya da olabilirdi.
Bunu öğrenmeliydi. Adamın canını içirdiği bir fincan kahveye bağışladığına göre
boş adam biri olmadığı da belliydi. Büyüklerin kulağı kesik olurdu, bunu
büyüklerine sorup öğrenmeliydi. “Köroğlu ha!” diye mırıldandı. Namını
işitmediğine ya da buralara kadar gelmediğine göre yenilerde ortaya çıkmış
olmalıydı.
Atına
atlayıp değirmene doğru sürdü. Allah vere de Yusuf Baba orada olaydı ve şu Elif’ine
talip kişiyi öğrenebileydi. Değirmenin öte tarafında bekleyen beş kişiyi sonra
ziyaret ederdi nasılsa.
Değirmenci
Yusuf içerdeydi. Dışarı sızan idare ışığından belli oluyordu. Atından inip
usulca sokuldu kapıya kadar. İçeriyi dinledi. Her hangi bir ses yoktu. “Yalnız
olmalı baba!” diye düşündü. kapıyı tıklattı “Yusuf Baba benim!”
Yusuf hemen fırladı kerevetten. Kulaklarına
inanamamıştı. Hemen kapıyı araladı. İnanılır gibi değildi. “Yalnız mısın.. sen
çıldırdın mı Kiziroğlu?” diye terslendi. Kiziroğlu aralık kapıdan içeri
süzüldü. Gülerek “Ya baba kapına bir tanrı misafiri geldi.. buyur etmek yok
mu?” dedi. İhtiyar adam ne diyeceğini şaşırmıştı. “Hele dur hem yalnız hem de
yaya mı geldin buralara?” diye sordu.
Kiziroğlu,
Yusuf Baba’nın elini öpüp alnına koydu. İhtiyarla birlikte kerevete yürüdüler.
Yan yana oturdular.
“Yok be
baba onca yol yaya aşılır mı bu acele günlerde.. küheylanı arka barakaya
çektim. Uslu uslu beni bekler..”
“Ee..
hangi rüzgâr attı seni böyle.. köyü gözetleyen bir sürü çapulcu var..
Muhayyerler dersen başka bir bela.. babalarının cendeğini arıyorlar.. sen de
yaralı halde.. sen çıldırmışsın Kiziroğlu! Ben taze çay demleyeyim!”
Yusuf Baba
ayağa kalktığında Kiziroğlu ihtiyarı oturttu.
“Otur baba.. kalsın çay.. borcun olsun..
iade-i ziyaret için geldim.. madem gözetleyenler var.. ocağı harlandırırsan
misafirini merak edip başımızı ağrıtmaya kalkarlar..”
“Doğru
dersin.. yine de ocağın üstünde demlik.. çok da soğumamıştır, birer bardak
içeriz.. he.. ikram edecek başka bir şeyim yok!”
“Tasalandığın
şeye bak baba.. senden evvelki gece için özür dilemeye geldim. Hoş sıcağı
sıcağına gelseydim daha iyiydi. Ama su işi çıktı. Yoksa hemen geliyordum.”
İhtiyar
Kiziroğlu’nun sırtını sıvazladı:
“Ah evladım su işini çok iyi akıl ettin..
valla heveslenmedim değil.. ben de bir iki kürek toprak atardım hoş.. ama
olmadı. Kısmet.. ha bu arada özür dilenecek bir şey de yok.. o gece ben de
boşboğazlık ettim. Ananızı daha yeni defnetmişsiniz.. dediğin gibi daha kızın
gözyaşları kurumamış.. sen haklıydın.. hoş gör bu ihtiyarı.”
“Değil
baba.. hakkın vardı.. kabul edemedim büyüdüğünü.. oysa serpilip gelişti her
insan gibi. Ve vakti de geldi. Hem dağ narinler için hiç de uygun değil. Dedin
ya.. vakti geldi. Ben o vakti görmezden geliyordum. Hoş elbet ere varıp bir
yuva kuracaktır. Bundan daha akla yatkın ne var.. da benim aklıma yatmamıştı..”
Yusuf Baba sağ elini adamın dizine koydu:
“Şimdi
yatmış gibi konuşursun..”
“Haklısın..
hoş hep aklımda vardı.. aklımda büyüsün de, diye vardı. Ben Şehmuz’a uygun
görürdüm. Ama gördüm ki ne Elif Şehmuz’un farkında ne Şehmuz Elif’in farkında.
Elif Şehmuz’u ağası gibi görüyor, Şehmuz da kız kardeşi gibi seviyor. Ve dahi
Şehmuz’un gönlü nasıl desem..”
“De hele!”
diye merakla sordu Yusuf Baba.
“Şehmuz’un
gönlü Şehrinaz’dadır baba!”
“Nee!”
diye elinde olmadan bir çığlık attı.
Kiziroğlu
ihtiyarı sarsıp, “Aman baba yavaş.. nettin ya!” dedi.
Yusuf Baba
sağ elini yumruk yapıp dizine vurdu.
“Adamın
aklını başından alıyorsunuz.. daha o gece Şehrinaz’ın bir kumpas içinde
olabileceği ihtimalinden söz ettik. Tehlikelidir, dedik. Öyle haber aldık diye
belirttik.. şimdi kalkıp..”
“Haklısın
baba. Şehmuz Şehrinaz’ı dağa çıkmadan evvel bilmiş. Görmüş sevmiş.. doğru ise
kız dahi ona vurgunmuş.. gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş darb-ı
meseli gerçek değilse kızın gönlü hala bizim yiğittedir. Amma dediğin gibi..
tehlikeli olduğuna dair haberler de var. Hem Şehmuz hem be naçar kaldık..”
“Sana bunu Şehmuz mu anlattı?”
“Senin o
akşam söylediklerinden sonra Şehmuz’a bir durgunluk çökmüştü. Sıkıştırdım,
yalvardım yakardım.. o da daha fazla dayanamayıp anlattı. Ben Şehmuz’a kefil
olur musun? diye sordum, kendime bile kefil olmam Kiziroğlu, dedi.. ama eğer
bir kumpasın içindeyse kendi ellerimle sıkarım gırtlağını deyince.. sence ne edelim Baba?”
Değirmenci
Yusuf en az Hüsam Dayı kadar dobra dobur konuşan bir insandı. Lafını
esirgemezdi. Doğruyu yanlıştan ayırmada mahirdi.
“Bak a
Kiziroğlu.. yiğidi yiğit yapan sevdasıdır. Şehmuz yiğit biridir. O kendisine
kefil olmasa bile ben onun her şeyine kefil olurum. Onu senin yanına katan da
benim. Yoksa o da kendi başına dağlara çıkıp Rıfat itine isyan bayrağı
açacaktı. Ben dedim ona, var git ya Kiziroğlu sana baş eğip yoldaş olsun ya sen
Kiziroğlu’na baş eğ ölüme dahi gönderse gözünü kırpmadan git, dedim. Bölük
pörçük olup ne diye zayıf kalasınız? Beni kırmadı varıp yanına geldi. Önünde
baş eğdi. Elini tuttu. Her bir şeyine kefil olurum. Amma gel gelelim iş gönül
işi oldu mu.. işin içine kadın girdi mi.. işte o vakit gözleri dört açacaksın.
Şehmuz’un birine gönül verdiğini aha şimdi senden duydum. Şehrinaz’ı
görmüşlüğüm bile yok. Turab’ın söylemesinden sonra sorup soruşturdum. Susuz’un
garibanlarından imiş.. hırlı mıdır
hırsız mıdır, arlı mıdır arsız mıdır bilemem.. Turab’ın dediklerinden başka bildiğim
bir şey yok.. ama dedim ya işin içine gönül girdi mi, kadın girdi mi.. orada
gözleri dört açacaksın.. ne tahtı sancağı kadın fırtınası hak ile yeksan
etmiştir.. ne yiğitlerin başını öne eğdirmiştir..”
Değirmenci
Yusuf sustu, sözlerinin muhatabınca hazmedilmesini bekliyordu sanki.
Kiziroğlu:
“Yani
Baba.. gelmesine mani mi olayım?”
“Ben
olsam..” dedi Değirmenci, söyleyeceklerini tartıyor gibiydi, “Ben olsam ikisini
de o dağa götürmezdim..”
Kiziroğlu
metanetini kaybedip ayağa kalktı:
“Çocuklar babalarının günahını çeksin öyle mi
dersin Baba?”
“Yine
şirazeden çıktı deli oğlan!” diye geçirdi içinden Değirmenci.. “Yanlış anladın
a oğul.. siz ben değilsiniz.. ben de siz değilim.. insan ihtiyarlayınca tedbir
her şeyin önüne geçiyor. Dağın gencecik kanayaklılara göre olmadığını sen dahi
kabul ettin, biraz önce söyledin.. sizin yaşlarda olsam ben de sizin gibi
hevesli olurdum.. bunu çekinmeden söylerim.. yerken içerken giyinirken hep
tetikte olmanız gerekecek.. benim kızlara bir şey söylediğim yok.. daha doğrusu
Aysema için bir çekincem yok. Oğul unutma ki uyku Allahsıza kadar barınak iken
kalleş için, namert için kolladığı fırsatın ayağına gelişidir. Hep tetikte
olmak canınızı sıkmayacak mı? Bir uğraş vermedeyiz.. hem de yaman bir uğraş, bunun
arasında bir gözü arkada olmak insanın gücünü bölmez mi? Ben buna dikkat
çekerim.. ha Aysema ille de gelecekse varsın Şehrinaz da gelsin.. ama
uyanıklığı göze alacaksınız.. ben bunu derim.. varsa bir yanlışım bildiğiniz
gibi yapın!”
“Peki
baba!” diye cevapladı ciğerlerine derince çektiği nefesi dışarı vererek.
Yeniden oturdu ihtiyarın yanına. Şehmuz’un durumunu asıl konu için bir girizgah
olarak tasarlamıştı. Oysa her şeyi sarıp sarmalayan bir şey olup çıkmıştı.
Sevecenliği, neşesi uçup gitmişti. Şimdi nasıl soracaktı Elif’e bir talip var
mı yok mu? Ne diyecekti bu ihtiyar “Ulan bu uğraş içinde düştünüz karı-kızın
derdine!” demese şaşardı. Hüsam Dayı sözcüğü sözcüğüne böyle derdi de
Değirmenci cesaret eder miydi acaba? Değirmenci biraz daha temkinli, biraz daha
kılı kırk yaran cinstendi.
“Bir şey
daha vardı Baba.. bize misafir olduğun o gece Elif için söylediklerin.. dediğin
gibi aklıma yattı yatmasına da benim aklımdaki senin de öğrendiğin gibi olacak
bir iş değil.. senin haberini verdiğin talip kimdir neyin nesidir?” “Huh!”
diyerek bitirdi sözlerini.
Değirmenci
sözü uzatmadan, “Kesin değil.. yani açıkça istemiş değil. Vakti var.. dediydi..
Elif desem be desem.. yar ismini desem olmaz düşer dillere dillere.. dedi
durdu. O yüzden günahını almayı istemem. Belki ben yanlış anladım!”
“Daha ne deseymiş baba.. elif desem be desem..
hele sen şu aşığın adını bağışla.. kimin nesidir? Soyu sopu nedir? İn midir cin
midir?”
“Alaybeyi
Zülfikâr!” diye cevap verdi Değirmenci. “Kötü biri değildir. Soyu sopu temiz
insanlardır. Adil insanlardır. Devlette böyleleri de olmasa garibanın işi
hepten haraptır.. bilmem sen ne dersin Kiziroğlu?”
Kiziroğlu
ayağa kalktı. Biraz gezindi. İhtiyar da peşi sıra onunlaydı. “Bilirim soyu sopu
temiz, adil insanlardır.. hiç tahmin etmemiştim. Köyün etrafında çokça
dolaşmasını beyin emri sanırdım. Beni arıyormuş gibi yaptığını.. meğer Elif’i
ararmış.”
“Ben bir
şey söyleyeyim mi Kiziroğlu.. belki inanmayacaksın ama sanki o da bunun
farkında değilmiş.. ben öyle sezdim.”
Kiziroğlu
şaşırmıştı “Nasıl yani?” dedi şaşkınlıkla.
“Sanki
içinde büyüyen sevda ağacından haberi yokmuş gibiydi. Bir anda yüzleşmişti.
Bana öyle geldi. Birkaç güne kadar onun da bu sevdadan haberi yoktu bence!
Ayaklarının onu buraya getirme sebebini o bile bilmiyordu öyle sanıyorum!”
Kiziroğlu
kapıya yöneldi. Kapının önünde durdu. Değirmenciye döndü.
“Her ne
ise.. Alaybeyini görürsen de ki Elif’in anasının kırkı çıkmadan düğünümüz
neyimiz olmayacak. Ben Elif’in düşüncesini öğrenirim. Eğer Elif olur derse
kendisine haber gönderirim gelip kızı benden istesin. Yok Elif’in rızası olmaz
ise bir daha köyün etrafında gezdiğini duymayayım. Aklından çıkarsın Elif’i.
Çürük bir diş gibi söküp atsın içinden. O söküp atmaz bir deliliğe kalkışır ise
dünyayı başına yıkarım.. böyle bellesin.” dedi ve kapıyı açtı. Bir ayağı içerde
bir ayağı dışarıda, “Sahi baba Köroğlu diye birini duydun mu?” diye sordu.
Değirmenci
biraz düşünüp “Duydum desem yalan olur.. neyin nesi imiş.. sen nerden duydun!” diye
sordu.
“Buraya
gelirken bir namert yolumun üstüne çıktı o bir şeyler geveledi. O da bolu
tarafında eşkıyalık yaparmış bizim gibi.. hoş bizim gibi yoksa ağaların
tazıları gibi mi bilmiyorum..”
“Duymadım
Kiziroğlu.. yine de araştırırım.. bir şeyler duyarsam sana iletirim.. bir
aciliyeti var mı?”
“Yok!
Hiçbir aciliyeti yoktur!”
Dışarı
çıktı. Kapıyı yavaşça kapadı. Değirmenin arkasında yöneldi.
“Demek
Zülfikâr he.. gerçekten mert çocuktur.. acep Elif ne der?” diye düşündü.
Kilerden içeri girdi. Küheylan adeta nefesini tutmuş kendisini bekliyordu.
Kiziroğlu’nu görünce sevinçle salladı başını, tatlı sesler çıkardı. Kiziroğlu
atının başını okşadı, “Can yoldaşım.. benim can yoldaşım!” dedi mırıltıyla.
Su
arkını aşıp düzlüğe çıkan Kiziroğlu tuhaf bir manzarayla karşılaştı. Kendisine
doğru üç at geliyordu. Her bir atta sırt sırta yapışık iki kişi vardı. Kılıcını
sıyırıp atların üzerine hücum ettiğinde adamların baygın olduğu ver
birbirlerine bağlı olduğunu gördü. Kulakları sağır eden tanıdık bir nara
işitti. Bu Şehmuz’du:
“Davranma
yakarım!”
Kiziroğlu
küheylanı durdurdu neşeli bir sesle, “İyi davranmıyoruz işte!” diye cevapladı.
Şehmuz sevinçle bağırdı:
“Sen
miydin Kiziroğlu?”
“Benim
ya.. Peşime mi düştün! Bu atlılar da neyin nesi?”
Şehmuz
Kiziroğlu’nun yanına geldi. İki arkadaş birlikte at sürmeye başladılar. Şehmuz:
“Bunlar
ağam..” dedi “Çoban imişler güya.. gel gör ki on beş koyun için fazla
kalabalıktılar. Sarının itleri.. yalnız ikisini bulamadım!”
Kiziroğlu
güldü:
“Aramaya değmez.. biri eşek cennetini
boyladı.. öteki de soluğu Şam’da mı Halep’te mi fizanda mı alır bilemem!”
“Mevzu
açıklık kazanmıştır ağam.. bu çobanları arada sırada Çopur iti de ziyaret
edermiş..”
“Duydum!”
“Sarı’nın vergisini iki katına çıkarmak farz
oldu he ne dersin Kiziroğlu?”
“Doğru dersin. Bir elçi gönderelim.. Hüsam
dayı mı gönderdi kendin mi geldin Şehmuz’um?”
Şehmuz
kıkırdadı.
“Dayı
küplere bindi. Anam açtı ağzını yumdu gözünü.. seni canlı bulup götürürsek
falakaya yatıracak haberin olsun.. kaçsak mı ne dersin?” gülüştüler. Bu iki
süvarinin soylu atları da katıldı gülüşlerine, hafiften kişnediler.
“Doğru
dersin.. benim de aklıma düşmüyor değil bu kaçma işi.. ama neylersin yıkılası
hanede evlad-ü iyal var!”
Koma
vardıklarında Hüsam Dayı’nın öteye beriye koşup öfkeyle emirler yağdırdığını
gördüler.
“Hepiniz
birer serserisiniz.. serserinin büyüğü de baş seçtiğiniz deli!” diyordu.
Şehmuz,
“Ağam bence gözüne görünmeyelim.. sıvışalım!” diye fısıldadı gülerek.
“Gürer
sen hangi cehennemdesin? Çığlık tarafına baktın mı?”
Gürer
süklüm püklüm Hüsam dayının önüne geldi.
“Baktım Dayı.. bir iz yok!”
“İyi..
oh ne ala..” sustu aklına yeni bir şey gelmişçesine, “Hah.. unuttum.. Sancak’a
da birini gönderseydik..” dedi.
“Ben
giderim ağam!” diye karşılık verip hızla yanından ayrıldı Gürer. Atların
bulunduğu bölüme doğru yöneldi. Gözden kaybolmadan Kiziroğlu, “Boş ver be Gürer
ben baktım orada da iz yok deliden!” diye bağırdı gülerek. Gürer olduğu yerde
kaldı.
“Hay
Allah müstahakkını versin..” diyebildi sevindiğini belli etmeden Hüsam Dayı.
Kiziroğlu Şehmuz saklandıkları yerden çıkıp Hüsam Dayı’nın yanına vardılar.
Hüsam dayı rahatlamıştı. Derin bir iç çekti. Avurtlarını şişirdi. İçine çektiği
soluğu dışarı saldı. Dişlerini gıcırdatarak:
“Hadi bir delilik yapıyorsun haber versen ya..
hangi cehennemdeydin?” dedi.
“Nuri
dayıyı görmeye indim. Elif’i onun yanına vereceğim. Bir de anamın kabrini
ziyaret ettim.”
Hüsam Dayı Kiziroğlu’nu omuzlarından tutup
“Seni küçükken döğmediğime pişman ediyorsun beni..” dedi. Gözlerinin içi
gülüyordu. Kiziroğlu öz dayısı Hüsamettin’e sarıldı. Sımsıkı bağrına bastı.
“Keşke dövseydin be dayı..” dedi.
Hüsam
Dayı’nın nefesi kesilecek gibi oldu. Kiziroğlu’nun kolları bir mengene gibi
sarmıştı kendisini.
“Dur
ulan deli oğlan.. dur! Kaburgalarımı kıracaksın!”
Kiziroğlu
dayısının ayaklarını yerden kesip döndüler.
“De hadi
zevzeklenme de indir beni yere!”
Kiziroğlu
denileni yaptı. Elif’i sordu. Elif abisinin kimseye haber vermeden gittiğini
duyması üzerine iki göz iki çeşme ağlamış Hüsam Dayı’dan epey bir zılgıt
yemişti. “Damdan dışarı çıkmak yok!” dedim. “Damdadır!”
Kiziroğlu
Hüsam Dayı dama girdiler. Elif ayağa fırlayıp Kiziroğlu’nun kollarına atıldı.
Kucaklaştılar. Kız sevinç gözyaşları içindeydi.
“Ağam!”
diyordu ha bire. “İkiniz benden habersiz bu damdan adımını atarsa büyük küçük
dinlemem falakaya yatırırım haberiniz olsun!” dedi Hüsam dayı şaka yollu.
“Ben bir
şeyler hazırlatayım!”
“Dayı!” diye seslendi Kiziroğlu, “Köroğlu diye
birini duydun mu?”
“Yo!” diye
cevapladı Hüsam Dayı. “Sen kimden ne duydun?”
Kiziroğlu
olan biteni anlattı. Hüsam Dayı kırçıl kirli sakalını kaşıdı.
“Ben
duymadım böyle birini. Demek kendine kastedeni bir fincan kahve hatırına
bağışlamış he.. yaman adammış.. sorup soruşturmalı.. bakarsın bey çopurudur..” dedi,
damdan dışarı çıktı.
İki kardeş
biraz dertleştiler. Kiziroğlu kız kardeşine Nuri Hoca’yla konuştuğunu anlattı.
Kendisini bekliyorlardı. Sabah Mehmet Ali ile yola çıkacaktı. Elif somurtmuş
yalvaran bakışlarla bakmıştı abisine. Zorlu bir uğraş vardı önlerinde. Nuri
hocanın yanında emniyette olacağına, böylece gözünün arkada kalmayacağına yarım
yamalak kızı ikna edip dışarı çıktı. Hüsam Dayı’ya Elif’in yanında söylemediği
Zülfikâr meselesini açacaktı. Onun da düşüncesini alacaktı. Ne de olsa ailenin
son büyüğü oydu.
Hüsam Dayı'yı komun girişine yakın bir yerde sırtını bir kayaya vermiş sigara içerken
buldu. Keyifli olduğu her halinden belliydi. Yavaşça yanına sokuldu.
“Gel
Kiziroğlu!” dedi gelenin kim olduğuna dönüp bakmadan. “Senden de hiç bir şey
saklanmıyor be dayı!” diye cevapladı. “Daha yüz okka ekmek yemen lazım evlat!”
Bbirlikte
yere oturdular. “E.. anlat bakalım seni kıvrandıran nedir?” diye sordu Hüsam
dayı. “Dayı Zülfikâr için ne dersin?”
“Mert
çocuktur. Emniyet edilir. Bunları sen de bilirsin neyini sorarsın?”
“Öyle
sanırım ki yeğenin Elif’i ister!”
Hüsam
Dayı güldü:
“Eh bekâr adam.. Elif’in de vakti gelmiştir.
Madem ister gelsin ağasından istesin.. dayısına söz düşerse onun da söyleyecek
bir çift sözü olur elbet!”
“O nasıl söz dayı?” karşılığını verdi Kiziroğlu.
“Hep yarenlik ediyorsun.. elbet söz sende biter. Biz fikrimizi söyleriz. Kararı
sen verirsin.. büyüğümüz sensin dayı! Ortada bir şey de yok.. yani açık açık
olan bir şey yok. Ama olursa uygun mudur? Onu sorarım. Şahsiyetini elbet
bilirim oğlanın!”
“Niye
uygun olmasın? Aslını sorarsan benim aklımdan geçmemiş değil.. birkaç kez
köyde, köyün civarında düşünceli düşünceli dolaşırken görmüştüm. Hatta yoklama
bile çekmiştim. O da farkında değildi.”
Kiziroğlu
heyecanla, “Yusuf Baba da aynını söyledi. Yani farkında olmadığını!”
“Bu
işler böyledir a benim deli yeğenim.. bu işler böyledir. Kişi kendisine bile
itiraf edemez. Atar derinlerine bir süre.. ne zaman ki derinlikleri de ona dar
gelir işte o zaman elinde olmadan alenileşir. Eğer gönül gözü birini görmüş
ise.. bence uygundur!”
“Elif de
uygun görürse haber gönderelim mi?”
Hüsam Dayı
elini kaldırdı, “Hayır..” dedi.. “Şimdi sırası değil.. cengimiz ayyuka
çıkmışken olacak şey değil..”
“Ben de farklı düşünmüyorum.. hatta Yusuf Baba’ya
söyledim. Anamın kırkı çıkmadan düğün dernek kurmak bize haram! dedim.”
“Aferin..
iyi demişsin.. benim aklım Köroğlu denen adamda kaldı . Ula o da senin gibi bir
deliye benziyor.. hani bizim düştüğümüz yola düşmüş olsa ne iyi olur..
yeryüzünde bir tek zalim bırakmazdık.. demek Bolu tarafında he!” dedi iç
geçirerek.
“Öyle
imiş dayı.. birini göndersek mi? Hani o çapulcunun dediği gibi biri ise yani
uğruluk yapıyor ise cezasını biz vermeliyiz. Ne de olsa bizim adımızı
kirletiyor!”
“Haklısın
adımızı temizlemek bize düşer. Ben beylerin çopurlarından olacağına ihtimal
vermiyorum. Birini göndeririz göndermesine ya.. öyle alelade birini yollamak
olmaz.. şu Rıfat’ın defterini bir dürelim de ikimiz gidelim. Er kişi ise yiğit
ise bir kahvesini içeriz. Yok garibanla uğraşıyor ise o vakit te dünyayı başına
yıkarız.”
“Yani
bir ön yoklama yapmayalım, diyorsun!”
“Gerek yok!”
“Peki kadı efendiden bir haber var mı?”
Evet, anlamında
başını salladı Hüsam Dayı:
“Gidişattan
memnun imiş. Daha bugün haberini aldım. Bir bilemedin iki aya kalmaz mahkemeye
çıkarırım, demiş. Huzur’u beylik meydanında yaparım, diye de eklemiş.”
“İnşallah!” dedi Kiziroğlu.
Puran Tilmiz, 26.04.2014, Sonsuz Ark,
Konuk Yazarlar
123