“Çevrenizdeki
her yaştan çocuktan biyolojik olarak hiçbir farkı olmayan fetus, kutsallık
atfedilen 'anne' şefkatini, merhametini ve fedakarlığını, annenin vücudundan
ayrılınca mı hak etmeye başlar?”
Dünya Kürtaj Haritası, 2012.
(Kürtaja onay veren ülkeler yeşil, kesinlikle yasaklayan ülkeler kırmızı renktedir, diğer renkler kısmen onay veren ülkeleri göstermektedir.)
(Kürtaja onay veren ülkeler yeşil, kesinlikle yasaklayan ülkeler kırmızı renktedir, diğer renkler kısmen onay veren ülkeleri göstermektedir.)
Hazırlanan
kürtaj istatistikleri, yaşam alanlarının hemen hemen tamamını ilgilendiren ve
etkileyen kürtaj sorununun sadece toplumumuzun değil, dünyanın büyük bir sorunu
olduğunu gösteriyor.
Türkiye'de
gerçekleşen rahim tahliyesi sayısının 2009'da 60 bin 140, 2010'da 58 bin 186,
2011'de 69 bin 364 olduğu açıklanmıştı. BM'ye bağlı olarak faaliyette bulunan
"Alan Guttmacher Enstitüsü" tarafından yayınlanan çok yakın tarihli
olmayan verilere göre, Dünya’da her yıl 210 milyon kadın hamile kalıyor.
Bunların içindeki 80 milyonluk istenmeyen hamileliklerin 60 milyonu kürtajla
sonuçlanıyor. Her yıl dünyada doğuma bağlı olarak vuku bulan 600 bin ölümden
200 bini kürtaj masasında meydana geliyor.
Dünyada
çeşitli gerekçelerle hamileliğine son veren kadınların sayısı her yıl biraz
daha artarken, tartışmalara yeni boyutlar ve yeni gerekçeler ekleniyor.
Gerçekte
Kürtaj sorunu hem savunan hem de şiddetle karşı çıkan iki grup içinde ceninin
'canlı' olarak algısındaki farklılıkla başlıyor. Türkiye’de de dünyada olduğu
gibi ceninin birey olup olmadığına dair somut kriter olmaması, fetusun
kişiliğin başlaması kıstasına ilişkilendirilmesinin bir sonucu olarak çıkar
karşımıza. Zira hiç kimse ne kendi vicdanına ne de topluma 'katil' olduğu
algısını vermek istemez.
Kürtaj
sorunu, psikolojik, sosyolojik, ekonomik, siyasi, hukuki ve tıp etiği
alanlarında tartışılırken onaylanabilirliği veya onaylanamazlığı konusu her
alanda çeşitlilik gösterir. Bu tartışmalarda net bir metot hatası mevcuttur.
Konu elbette her yönüyle tartışılabilir olsa da, hamileliğe son verme işleminin
sadece bir fikir değil eylem olması dolayısıyla, ilk açıklığa kavuşturulması
gereken husus anne hayatını tehdit etmemesi şartı dışında gerçekleştirilen
kürtajın ahlaki boyutu olmalıdır.
Oysa bu
kıyımın özgürlük alanı olduğunu ve yasallığını savunan, kendini ahkâm makamında
görme gafletine düşen her insan /düşünür/ aydın/bilim adamı, elde edilen
bilimsel verilere kendi değer ve önyargılarını da karıştırması sonucu olayın
vehâmetinden çok kavram kargaşası kısmının ön plana çıkmasına sebebiyet
veriyor.
İster
tıp etiği ilkeleri, ister bu ilkelerin oluşturulmasında yararlanan ahlak
kuramları ile irdeleyin, konuyu hangi yönüyle ele alırsanız alın, sonuç
değişmiyor. Kimsenin herhangi bir canlıyı öldürme hakkı yoktur. Cenin canlıdır
ve kimsenin cenini öldürme hakkı olmadığı gibi aksine yaşama hakkını koruması,
savunması gerekir.
Şefkat,
merhamet ve fedakarlık göstermek insan olmanın gereğidir. Bir anne kendisinin
bir parçası olan cenine bu duyguları besleyerek onun maksimum yararını
sağlamalıdır. Gebelik sürecinde annenin yaşayacağı fizyolojik, psikolojik
sıkıntılar, ne olursa olsun gebeliğe son vermekle gerçekleşen 'ölüm' gerçeği
karşısında kıyaslanamayacak kadar kısmî hatta keyfi kalır.
Kadının
maruz kaldığı tecavüz sonucu oluşan hamilelik veya çocuğun özürlü olması
gibi öne sürülen gerekçeler de kürtajın ahlaki boyutuyla incelendiğinde, zarar
vermeme ilkesine göre sonucu değiştirmez. Bu durum farklı bir sorundur.
Devletin bu konuda toplum çıkarlarının gözetilmesi için ekonomik kaygıları giderici adımlar atması,
hem çocuğun hem annenin mağdur edilmesini önleyici sosyal ve psikolojik
yardımlar yapması gerekir. Zira cenin tüm etkenlerin haricindedir ve masumdur.
Kürtajı
savunanların ortaya attıkları gerekçeler " ilk bakışta" kürtajın onaylanabilir olduğu konusunda bir algı oluşturabilir; ancak oluşabilecek
"geçici" süreli kötü problemler yaşam hakkına müdahale edilmesine
izin veremez. Özellikle kürtajın geçerliliğini savunan düşünce ve bilim insanları
var ise, onların da bu konuda akademik eğitimlerini sorgulamaları gerekir. Zira
tıp etiği, özerklik (mutlak özgürlük olarak ele alınmalıdır), yaşam hakkı ve
yasallık ilkeleri ile değerlendirilmesi halinde, kürtajın savunulamayacağı
hükmünde fikir birliği kaçınılmaz bir sonuçtur.
Kürtajı
diğer boyutlarıyla irdeleyelim.
İnsanlar
tarafından daha adlandırılırken birey olmaktan dışlanan "cenin", belirli bir gelişim süreci sonrası
insan/birey/evlat olduğu algısı kazındırılır zihinlere... Halbuki biyolojik
bulgular ceninin döllenme anından itibaren canlılık kazandığını göstermiştir.
Kadın bedeninde de bu ilk bağın kurulmasından itibaren annelik hormonu salgılanmaya
başlar. Operasyon vücuttaaki hormonel dengeleri alt üst etmekle kalmayıp, anne
adayının ruh sağlığını da bozar.
Nitekim
psikiyatristlerin yüzde 95'i kürtajın bir travmaya sebep olduğu, duygusal ve
fizyolojik olarak bu acıyı aslında tek başına yaşayan kadının operasyon sonrası
büyük bir yıkıma uğradığı konusunda ortak genel görüşe sahiptir.
Zamanla
içten içe bu eylemi neden yaptığını sorgulamaya başlayan kadın, bir canlıyı yok
etmenin hem ruhunda hem bedeninde açtığı görünür/görünmez yaralar sebebiyle
psikolojik sorunların/ buhranların/ pençesine düşüyor. Bu trajedinin, geniş
zamanlı etkileri düşünüldüğünde, kadını içten içe çürüttüğünü, kadının
toplumdaki yerinde ve rolünde dönülemez değişimlere sebep olduğunu görürüz.
Bunun sonucu olarak da toplumun mihenk taşı 'aile' olgusunun yozlaşmasıyla
başlayan ve her yönüyle çürüyen bireylerden oluşan toplum gerçeği çıkar
karşımıza.
Kürtajın
fizyolojik riskleri de azımsanamayacak kadar tehlikelidir. Bu riskler:
1)
Fallop tüplerinin enfekte olması.
2)
Fallop tüplerinin tıkanarak ya da yapışarak kısırlığa neden olması.
3)
Ektopik gebelik (Fallop tüplerinde gelişen gebelik) olasılığı.
4)
Servikal kanalın biçimini yitirmesi: her kürtajda vajinadan yapılan genişletme
işlemi sırasında kanal gerilir, ilerde eski biçimine dönemez ve kendiliğinden
düşük olasılığını artırır.
5)
Seyrek olarak uterus delinebilir.
Dünya
Sağlık Örgütü'nün açıkladığı bir rapora göre, her gün ortalama 200 - 500 kadın,
uygunsuz şartlarda kürtaj yaptırdığı için hayatını kaybediyor. Üçüncü dünya
ülkelerinde ise bu durum her beş dakikada bir.
Ülkemizde
kürtajın yasal yaş sınırı olan 18'in altında olan "çocuk kadınlar"
muayenehanelerde illegal yollarla kürtaj oluyor. Elbette kayıtları tutulmaması
sebebiyle bunların sayısını bilmek mümkün değil.
Hukuksal
açıdan dünyadaki farklı uygulamalar, uygulanan yasaların zaman/ mekan değişkenlerinden
kaynaklanmakta; bu konuda da temel sorunlar hukukun yararlandığı / beslendiği
ilkelerdeki eksikliklerden dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden hukuki hakların
hepsinin ahlaki ilkelere uygun olduğu söylenemez. Yani kürtaj örneğinde
görüldüğü gibi hukukun size sunduğu her hak ahlaki değildir.
Mevcut
Anayasa, ceninde anne ve babaya ortak hak tanır. Buna karşı çıkan Feminist
bakışıysa “öznesi kadın olan bir konuda kararı kadının vermesi gerekir”
savıyla kadını erkek egemen etiğinden çıkarmak isterken, aynı konuda yanılgı ve
çelişki içine düşmekten kurtulamaz.
Teolojik
boyutuyla incelendiğinde de tüm dinler bu kıyımı yasaklar. Hrıstiyanlık,
Hinduizm, Budizm, Zerdüştilik kürtajı yasaklar. Musevilerin kutsal kitabında da
durum aynıdır. Tevrat'ta evlilik ve çoğalma emredildiğinden çok kadınla
evlilik, kısır kadını boşamak meşrudur.
İslam’da
da cenini herhangi bir döneminde öldürmek, düşürmek, aldırmak cinayettir. Kur'an-ı
Kerim'de "kız çocukların diri diri toprağa gömülerek öldürülmesi",
"haksız olarak bir nefsin öldürülmesini yasaklayan" ayetler bütün
cinayetleri kapsar.
Kürtajı
savunanlara sorulması gereken sorular var.
Çevrenizdeki
her yaştan çocuktan biyolojik olarak hiçbir farkı olmayan fetus, kutsallık
atfedilen 'anne' şefkatini, merhametini ve fedakarlığını, annenin vücudundan
ayrılınca mı hak etmeye başlar?
Bebeğe,
ancak anneden bağımsız yaşamaya başladığı zaman mı "birey/canlı/evlat"
sıfatı verilir?
Onu tüm
tehlikelerden koruma içgüdünüz ve fedâkârlık vasfınız anne vücudundan bağımsız
olması şartıyla mı başlar?
Kürtajı
savunan ve bu yazıyı okuyan özellikle hemcinslerim varsa onlara öneriyorum; lütfen
çevrenizdeki çocuklara dönüp bir bakın...
Bilerek
ve isteyerek katili olmayı savunduğunuz , "fetus/cenin" olarak
adlandırdığınız bebeklerin diğer tüm çocuklar kadar canlı olduğunu bilerek
devam edecek misiniz bu açık cinayeti savunmaya?...
Bu
gerçeğe rağmen yüreğiniz ve vicdanınız katil olmanıza onay verecek mi?...
Berrak Şebnem, 27.04.2014, Sonsuz Ark,
Çırak Yazar