“Narkoz
verildikten sonra benim her şeyi duyacağım, hissedeceğim, ama konuşamayacağım
için bunu ifade edemeyeceğim gibi dehşet bir endişe kaplamıştı içimi.”
Bir gün
önceden her şeyi hazırlamayı başardım, ütüler tamam, Afak ve Atila için yemek
tamam, komşularıma yapacakları şeyler söylendi, hastane çantam hazır… Ama ben
hazır mıyım bilmiyorum, ne olacağını gerçekten bilmiyorum…
Atila
hayat yolunda artık makas değiştirdiğimi söylemişti ve haklıydı. Tam bir yolda
iken makas değiştirip bambaşka bir yola sapmıştım. Bu yol, bu manzara hiç
geride bıraktığım yola benzemiyordu ve aslında bu yolda nereye varırım; onu da
bilmiyordum.
Kanser
psikolojisinde insanlar ilk olarak “Neden ben?” diye sorarlarmış. Bense bunu
hiç sormadım. Bana göre oldukça meşakkatli bir hayatım olmuştu, derin
üzüntülerim, kırgınlıklarım vs. Ama “Neden ben?” sorusu hiç mi hiç aklıma
gelmemişti. Netice olarak bu Aziz ve Celil olan Allah katından gelen bir şeydi
ve o soruyu sormak caiz değildi diye inanıyorum.
“Neden
ben?” demedim ama “Ne için ben?” sorusunu durmadan sordum kendime. “Ne için
ben? Kanser olmamdan Allah’ın C.C muradı neydi? Ne yapmalıydım şimdi?”
Hayatımdaki
bu yeni yol bana ve ilişkide olduğum insanlara ne getirecekti? İşte bunları
soruyordum kendime.
Tam da
bu sorularla boğuşurken geldi Profesör Dr. Mehmet Yaşar Kandemir Hocamdan
mesaj. Ondan ameliyata gireceğim için dua etmesini rica etmiştim. O da bana şu
satırları göndermişti: “Allah C.C sevdiği kulları kendisine daha yakın olsun
diye kimi zaman hastalık ya da başka bir musibetle birazcık itekler, kendisine
daha yakın olsun diye. Başına gelen şey aslında senin için bir rahmettir. Şimdi
senin çevrende sana gıptayla bakan rahmet melekleri dolaşıyor. Bunu için
müteşekkir olmalısın ve hepimiz için da etmelisin çünkü senin duan şimdi
hepimizinkinden daha makbuldür sevgili kızım...”
Başka
söze gerek yoktu! Benim dua etmem lazımdı, bunun için bulunmaz bir fırsat yakalamıştım.
O güne dek her namazımdan sonra dua ettiğim otuz kişi vardı. Hepsinin tek tek
ismini sayıyor ve Allah’tan onlara hem sağlık, şifa hem de huzur ve bereket diliyordum.
Şimdi bu sayıyı artırmanın ve çok daha fazla insan için dua etmemin tam
zamanıydı. Ben de öyle yaptım, hâlâ da buna devam ediyorum.
Çiçeklerimle
helalleşiyorum…
Sağ
kolumu epey uzun bir süre kullanamayacaktım, peki çiçeklerim ne olacaktı? Onlarla kim benim gibi ilgilenip konuşacaktı.
Bilmiyordum, ama o güzeller güzeli sardunyalar, biberiyeler, lavantalar, cam
güzelleri, fesleğenler, mine çiçekleri ve aynı sefalarlalarımızla helalleşmenin
zamanı gelmişti.
Hepsinin
yapraklarına tek tek dokunup helallik istedim. Son zamanlarda durmadan bir
hastane- doktor koşuşturması içinde onların suyunu unuttuğum olmuştu, sonra
birden gecenin bir yarısı hatırlayınca telaşla kalkıp sularını veriyordum.
Onların da düzenleri daha şimdiden değişmişti anlayacağınız.
Onların
yapraklarına dokunurken hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum. Baharda
topraklarını değiştirmek yanlarına yeni kardeşler eklemek için iyileşecek
miydim acaba? Acaba baharı görebilecek miydim? Acaba, acaba, acaba...
Akşam
her şeyi hazırlamıştım sanırım. Evet, belli bir saatten sonra yemek yenmeyecek
ve sabah erkenden ameliyata girecektim. Uyumam lazımdı, ama uyuyamıyordum. Yine
kalbim sıkışıyordu, yine olduğum yerden kalkıp alabildiğine koşmak istiyordum.
Bu arada
annemi aramam gerektiğini hatırladım, ona binamızın telefon sisteminin birkaç
gün devre dışı kalacağını, yeni bir sistem kurulacağını o yüzden bize
ulaşamayacaklarını söyledim. “Yöneticimiz çok iyi durmadan yenilikler yapıyor!”
dedim bir de; o da inandı. “Allah Jale’den razı olsun (Jale aynı zamanda site
yöneticimizdi bizim) keşke bizim yöneticimiz de öyle gayretli olsa. Ah annem
ah, bir bilsen kızının neyle mücadele ettiğini, bir dakika beklemez gelirdin
biliyorum. Ama bunu sana söyleyemezdim. O an yapamazdım bunu… Hakkını helal et.
Sabahı
nasıl ettiğimizi bilmiyorum, sabah ezanını duyduğumda içimin ürperdiğini
hissettim. Bir idam mahkûmu da sehpaya giderken herhalde benim hissettiklerime
benzer şeyler hissetmiştir. Ne olacağını tam olarak bilemediğim mecburi bir
yolculuğa çıkıyordum… Belki de Allah’ın C.C bana armağanı yuvamı ve
sevdiklerimi bir daha asla göremeyecektim. Kuvvetim giderek azalıyordu.
Tedirgin bir şekilde hazırlandım, Afak’ın okula gitmesi gerekiyordu, kapıda ona
sarılıp öptüm. El salladım, sonra dönüp bir kez daha öptüm, kesin son görüşümdü
bu.
Merdivenden
inerken ona gülümsemeye çalışarak tekrar el salladım. Beni böyle hatırlamasını
istiyordum… O da buruk bir şekilde el salladı bana; kalbimden bir parça kopmuş
ve onun yanında kalmıştı, canım oğlum…
Jale
gece yanımda kalmak için bütün hazırlıklarını tamamlamıştı, Fevziye, Zekiye ve
Nisa’da yanımda kalmak istiyordu. Hepsinden bu işi kendi aralarında
halletmelerini rica ettim. Kimsenin küsüp kırılmasını istemiyordum, ayarlama
yapacak gücüm de yoktu. Hepsi öyle içtendi ki ama…
Jale ve
Atila ile birlikte çıktık. Hastaneye ulaştığımızda Fevziye, Şerife, Nisa ve
canım kardeşim Zeynep de oradaydılar. Zeynep İstanbul’dan dostlarını ziyaret
etmek için gelmişti Ankara’ya, kısmette ameliyatımda yanımda olması da varmış.
Zeynep;
ilk gördüğünüzde kalbinizin bir köşesine hemen gelip yerleşen bir melek-insan.
Gerçekten öyle; kardeşim gibi seviyorum onu ve arkadaşı Elif'i. Öyle ki
"gel abla" deseler hiç sorgusuz sualsiz onlarla birlikte dünyanın
öbür ucuna gidebilirim... İkisini de çok ama çok seviyorum... Sevdiğimizi
söylememiz lazım birbirimize, ben de onları çok sevdiğimi söylüyorum şimdi;
buna bir daha fırsat bulur muyum bilemem...
İşte
böyle; hepsiyle tek tek konuşup aramızda espriler bile yaptık. Bir ara
Fevziye’yi başka bir odaya götürüp vasiyetimi yaptım, ki bu Müslümanlar için
önemli bir şeydi, biliyordum. Çocukların doğum günü için aldığım hediyelerin
yerini söyledim, Atila evlenirse ona yardımcı olmalarını istedim, Afak’ın
sorumluluğunu yüklemek istemediğim için, onun kendi ayakları üzerinde
duracağına inandığımı söyledim. Ama biliyordum, şayet ben ölürsem Fevziye
onunla muhakkak ilgilenirdi.
Ve
nihayet o saat geldi; artık ameliyathaneye giriyordum. Narkoz verildikten sonra
benim her şeyi duyacağım, hissedeceğim, ama konuşamayacağım için bunu ifade
edemeyeceğim gibi dehşet bir endişe kaplamıştı içimi. Öyle olmadı elbette.
Bazen kendi ürettiğimiz sanrılar, gerçek olacakmış gibi gelir, her şeyi Duyan,
Bilen ve Gören Allah’ı ve onun takdirini unutuveririz ya. En çok Allah’ı
hatırlamam gereken ve teslim olmam gereken anda garip bir düşünceye
saplanmıştım. Neyse ki bu kısa sürdü.
Süleyman
Hocamdan ve bütün ekipten ‘Besmele’ çekmelerini rica ettim. Kendimde kalbimden
o an hatırladığım ayetleri okumaya başladım. Narkoz verilmişti, hemen bayıldığımı
sanabilirler diye birkaç şey daha söylemek istediğimi hatırlıyorum…
İlk
gözümü açtığımda hissettiğim şey göğsümdeki dehşetli ağrı ve mide bulantısıydı.
Kusmak istiyor ama kusamıyordum.
Kadri
Hocam patoloji raporu ve diğer tetkikleri inceledikten sonra göğsümün tamamının
alınmasına gerek olmadığını söylemişti. Genel Cerrah Süleyman Hocama tekrar
danıştığımızda o da aynı şeyi tavsiye etti. İlk anlarda çok telaşlı ve tedirgin
olduğum için bana ‘Tamamını alırız!’ demişti; ama sonradan ameliyat günü koruyucu
ameliyata ikna etmek için konuşacağını öğrenecektim.
Yanı
başımdan fısıltı halinde gelen konuşmalar o kadar rahatsız ediciydi ki duyduğum
her ses acımı ve ağrımı kat be kat artırıyordu. Zaman mevhumunu da kaybetmiş
gibiydim. Bir ara “Neşe bak Hakan geldi” demişler ağlamaya başlamışım. Canım
kardeşim benim, üzerimizde o kadar çok emeği var ki, kim bilir kalbim o anda
minnetle neler söylemek istedi de dile getiremediğim için ağladım, hatırlamıyorum.
Bu arada
göğsüm dehşet ağrıyordu, hiç kurşun yememiştim, fakat sanki göğsümden bir
kurşun yemiştim ve doktorlar oyarak o kurşunu çıkarmışlardı oradan. Kurşun
yarası herhalde böyle bir şeydir diye aklımdan geçirmiştim sanırım...
Belki bu
kısmı Zekiye’nin yazması gerekirdi çünkü gerçekten hatırlamıyorum akşama kadar
geçen süreyi. Ama sonradan benimle dalga geçecekler ve gelen herkese “Oku,
okuyun” dediğimi söyleyeceklerdi. Ben öyle deyince herkes elini açıp akıllarına
gelen sureleri okuyorlarmış. Bir arada “İnşirahhh, lavantaaa” demişim. O sarhoş
yalvarması gibi çıkan sesimden benim İnşirah Suresini okumalarını ve Rebul
lavanta kolonyası koklamak istediğimi anlayıp hemen yapmışlar istediğimi.
Böyle
bir rivayet var, ama ben hakikaten hatırlamadığım için bir şey söyleyemem. Eşim
ve dostlarım eğlenmek için hiçbir fırsatı kaçırmadıkları için benimle
eğlendiklerini de düşünmüyor değilim doğrusu:))
Neşe Kutlutaş, 05.05.2014, Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi,
23.02.2012)