Kiziroğlu Mustafa Bey
-8-
Aysema
Kiziroğlu’ndan aldığı haberle yerinde duramaz olmuştu. “Günler hep böyle uzun
muydu?” diye soruyordu kendi kendine. Şehrinaz, “Aa.. ben gitmek isteyeceğim de
o istemeyecek.. haftaya atacak.. e tabi bulmuş senin gibi safı.. kuyu kazarken
yaralı değil beyimiz ama iş kız kaçırmaya geldi mi yaralı! Ben olsam al dağını
başına çal, derim bir daha da adını anmam!” sözleriyle kızdırmaya uğraşmıştı
Aysema’yı. Aysema dudaklarını şişirip “Haklısın kız!” demişti. “Allahın dağlısı
işte..” gülüşmüş birbirlerine sarılmışlardı.
Şehrinaz zaman zaman acımıyor değildi Aysema’ya. Nasıl bir kumpas kurulduğundan bihaber bu yüreği tertemiz kız kendisini affeder miydi? Sevmişti Aysema’yı. Bey konaklarında büyümüş şımarık küstah veliahtlardan öylesine farklı biriydi ki.
“Yazık..” diyordu
içinden. İşin içinde tehdit olmamış olsa para pul için bu tertemiz insanı
yaralamaya gönlü el vermezdi. Ana-babasını bu sırtlanların elinden Kiziroğlu da
kurtaramazdı. Kendisi yüzünden onlara yapacakları işkenceyi düşündükçe dizleri
tutmaz oluyordu Şehrinaz’ın.
“Ya Şehmuz!” diye
iç geçiriyordu. Şehmuz ne yapabilirdi. Elinden bir şey gelseydi kendisini Rıfat
itinin konağına hizmetçi olarak girmesine izin verir miydi? Kendisi dağa
çıkacağına Şehrinaz’ı alıp kaçsaydı ya! O zaman ailesi de tehlike altında
olmazdı. Eşkıya kızlarını dağa kaldırmış, diye ağlaşır dururlardı. Oysa şimdi
bir ateşin içindeydiler. Kendisine verilen görevi yerine getirmediğinde o ateş
onları sarıp sarmalayacaktı.
“Ah Aysema.. ah
nolurdu azıcık fesat olsaydın.. azıcık zalim olsaydın.. küstah olsaydın..
aşağılasaydın, kamçılasaydın.. intikamımı aldım derdim! Beni böyle çaresiz
yapmaya ne hakkınız var?” diye düşüncelere dalmıştı. Gözlerini sımsıkı kapayan
eller derin düşüncelerden sıyırıp çıkarmıştı Şehrinaz’ı.
“Ne o günler
yaklaştıkça korkmaya mı başladın Şehrinaz Hanım?”
Aysema’ydı bu.
“Korktum ya Hanımım!”
Aysema hemen açtı
ellerini. Şehrinaz’ın verdiği durgun karşılık şaşırtmıştı. Hemen karşısına
geçti. Oturdu. Ellerini avuçları içine aldı. Bakışlarını gözlerine dikti.
Boşluğa bakar gibiydi Şehrinaz. Ağlamamıştı ağlamamasına ama üzüntülü olduğu
belliydi.
“Neyin var
Şehrinaz’ım?” diye sordu merakla.
Şehrinaz bir an
her şeyi itiraf etmeyi geçirdi aklından. Ne kadar rol yaparsa yapsın artık
kaldıramıyordu. “Uyan benim saf arkadaşım.. saf ne saftiriğin saftiriği
arkadaşım.. iyice etrafına bak bir..” sözü dudaklarından döküldü dökülecekti
kasaba meydanında ceza direğine bağlanmış sırtlarında kamçılar patlayan
ana-babasının siluetleri belirmişti.
Silkindi,
“Kendine gel be kızım.. kendine gel! Seni kim düşündü ki sen bu saflar şahını
düşünesin!” diye geçirdi içinden. Gerçek yüzünü örten maskeyi yeniden taktı
sahte bir gülüşle:
“Aman sen de
hanımım.. sen demiyor muydun ben vazgeçtim diye..” dedi.
Aysema somurttu:
“Yine benimle
eğlenmeye başladın.. hani hanımım demek yoktu. Hani sen benim ben senin
sırdaşındı.. hani kardeştik.. böyle kavilleşmemiş miydik?”
Şehrinaz içinden kendine lanetler savurdu. Ah
bir çare yok mu diye düşündü. Yoktu. Çaresizlik bütün aşılmazlarıyla
karşısındaydı. “Hem kadın başımızda işimiz ne dağ başlarında? Madem seni sever,
sana gönül vermiştir insin dağdan.. adam gibi otursun köyünde!” içtenlikle
söylemişti bu sözleri.
Aysema:
“Sanki burada
yaşamıyorsun.. olan bitenden bihaber bir yabancı gibi konuşuyorsun. Kiziroğlu
bundan kelli dağdan inebilir mi? Bir kere kan girdi araya. Kiziroğlu anasını
kaybetti, Bey bibi oğlunu. Uzaktan ta olsa akrabası değil mi kanını soracaktır
elbet!”
Aysema doğru
söylüyordu. İnsanı maskara eden kavgalardan olmayacaktı bu kere.
“Haklısın
kardeş!” dedi Şehrinaz.
Eski Şehrinaz
oluvermişti hemen. “Ah benim canım!” deyip birbirlerine sarıldılar. Aysema
arkadaşının kulağına “Hamamcıya söyledin mi?” diye fısıldadı. Şehrinaz biraz
geri çekilip hiçbir şeyden zerre kuşkusu olmayan arkadaşını sevecen bakışlarla süzdü.
“Söyledim elbet!
Cuma günü millet huzurdayken biz hamamın arka kapısından bizi bekleyen yaylı
arabaya atladık mı soluğu değirmende alırız. Oradan ver elini eşkıyanın inine!”
Son sözlerini
gülerek söylemişti. Aysema Şehrinaz’ın omuzuna hafifçe vurarak “Seni domuz!”
diye cevapladı. Şehrinaz canı yanmış gibi yapıp “Aman el el değil eşkıya
gürzü!” diyerek kıkırdadı.
İki sırdaş
konuşurken Murat kulak misafiri olmuş, Şehrinaz’ın sözleriyle işkillenmişti.
“Su koyuverecek bu kancık!” diye geçirdi içinden. Konuşmalarını bitirip
sarıldıkları anda içeri girdi. Genç kızlar bir birlerinden ayrıldılar. Şehrinaz
kuşku ile baktı ağanın yüzüne. İnsanın içini oyan o bakışlarda bir şeyler
yakalamaya çalıştı. Nafileydi. Öylesine ustaydı ki gerçek yüzünü saklamada.
“O bizim çifte
kumrular da buradaymış.. ben de size bakınıyordum.”
Şehrinaz başını
eğmişti. Aysema sevinçle koşup babasının boynuna sarıldı.
“Ah baba öyle
mutluyum ki.. Şehrinaz’ı iyi ki kabul ettin eve.. can yoldaşım oldu!”
Murat kızının
sırtını sıvazladı, güldü.
“Kızım..” dedi.
“Ananın yadigârı enfiye kutumu bulamıyorum. Senin haberin var mı? Gözüne çarptı
mı?”
“Konuk odasının
pencere pervazında gördüydüm baba!”
“İyi.. Şehrinaz
bir soluk alıp gelir misin?” dedi.
Kızı hemen atıldı,
“Ben ondan daha hızlıyım baba!” diyerek koşar adım aşağı inen merdivenlere
doğru gitti. Şehrinaz ağanın kendisiyle konuşmak istediğini anlamıştı. Daha
sabah kahvesini götürdüğünde adamın elindeydi enfiye kutusu. Ve yeri zaten
konuk odasının pencere pervazıydı. “Kurnaz tilki!” diye geçirdi içinden.
Murat, Aysema’nın
gözden kaybolmasıyla Şehrinaz’ın sol kolunu yakaladı. Pazusunu var gücüyle
sıktı. Şehrinaz bağırmamak için zor tuttu kendini. Gözleri yaşarmıştı.
“Bana bak
kancık.. ayağını denk al! Atanı ananı düşün! Hani olur da bir oyun oynamaya
kalkarsan inan o ikisinin de derisini diri diri yüzer hediye diye gönderirim..”
dedi.
Kız yutkunarak:
“Beyim hiç merak
etmeyin.. eğer deminki konuşmalar içinse bu ikaz ben hanımım ile böyle konuşa
konuşa işledim. Kuşkulanmasın diye..” dedi.
Murat, “Ben bilmem..
söylediklerimi aklından çıkarma..” diyerek kızın kolunu bıraktı. Aysema’nın
ayak sesleri iyice yaklaşmıştı. Elinde enfiye kutusu gülerek yanlarına geldi.
“Buyur baba..”
Murat güya
şaşırmıştı.
“Hay Allah ben
niye görmedim? İhtiyarlık! Kocadım gayri!” dedi.
Aysema sevgiyle,
“Daha neler baba.. ellisinde insan daha bir gençleşirmiş diye duydum!” dedi.
Murat elini sallayıp yürüdü gitti. Aysema, Şehrinaz’a müşfik bakışlarla
bakıyor, “Bu kıza bakmaya doyamıyorum!” diye geçiriyordu içinden.
“Üç gün kaldı he..”
dedi heyecanla. Şehrinaz başını sallamakla yetindi.
Sarı Fuat dolu
dizgin Döngel Murat’ın konağına varıp destur istedi. Hizmetçi “Ağam harada bir
taya bakıyor, buyurun biz haber verelim!” deyip konuk odasına aldı Sar Fuat’ı.
Murat Ağa’nın konuk
odası oldukça sade döşeliydi. Odaya tabanı tamamen kaplayan göz alıcı bir İran
halısı seriliydi. Üç beş kaz tüyü yer minderi minderlerin üzerinde duvar
yastıkları, pencere kenarında ibrişim bir örtü ile kaplı sedir vardı. Sedirin
önünde sediri ortalayan sedef kakmalı sehpa oldukça göz alıcıydı.
Sarı Fuat elinde
bir name, odayı fır dönüyordu. Gözleri çakmak çakmaktı. Bir iki adım atıp
duruyor, ayağını sertçe yumuşacık halıya vuruyordu. Döngel Murat soluk soluğa
odaya girdi. Pencereden dışarı bakan Fuat döndü.
“Ah Murat ağam..
ah Murat ağa..” acıklı bir sesle elindeki nameyi göstererek, “Bana eşkıyanın
yaptığını görüyor musun?” dedi.
Murat Ağa
kendisine uzatılan nameyi aldı. Okumadan, “Ağam hele şöyle geç buyur” diyerek
adamı sedire oturttu. Sarı Fuat kah kalkıp kah oturuyor, “Olur mu be ağa.. bu
olur mu?” diyordu. Murat nameyi okudu.
Eşkıya, Sarıdan
ramazana kadar on bin altın akçe istiyordu. Adam deliye dönmekte haklıydı. Eğer
istenilen miktarı vermez ise soyunu sopunu kurutacaklarını, aleme ibret olsun
diye bacaklarından asacakları yazıyordu.
“Vay namert
uğrular!” dedi mektubu okuyup bitirince. Sarı yine ayağa kalkmıştı.
“Otur hele Fuat
ağa.. otur bir sakinleş.. bir hal çaresi bulunur!” deyip adamı sakinleştirmeye
çalıştı Murat. Oturduğu yerde kıpır kıpırdı Fuat. Dizlerini dövüyor “Ya bu
olacak iş mi? Ben de o kadar akçe ne gezer. Hem de altın! Çiftimi çubuğumu
satsam yine istediklerini veremem. Hay elim kırılsaydı da o beş bin gümüş
akçeyi vermeseydim!”
“Beyle görüştün
mü?” diye sordu Murat.
Fuat başını iki
yana sallayıp, “Görüştüm elbet.. görüştüm.. yapacak bir şeyim yok dedi.. madem
yapacak bir şeyin yok ne diye beylik sürersin!” karşılığını verdi.
“Benim yapacağım
bir şey var mı Fuat Ağa!”
“Bilmem.. senden
bir akıl almaya geldim. Benim aklıma gelen çiftimi çubuğumu satıp buralardan
gitmek. Ahir ömrümüzde gurbette yaşamak varmış.. yazgıma küsüp gideceğim
buralardan.. hele bir akıl ver.. ne yapayım Murat Ağa!”
Murat bir süre
eli çenesinde düşünür gibi yaptı.
“Buradaki
eşkıyadan kaçarsın oradakine yakalanırsın.. kaçmak olmaz ağa!”
Fuat yeniden
fırladı ayağa:
“Doğru dersin..
doğru dersin de tedbir nedir? Köyü gözetlemeye birkaç adam göndermiştim..
adamları bir birine bağlayıp bana postaladılar.. kalıbına tükürdüğümün biri de
soluğunu nerede aldı bilmem.. bir tavşandan daha hızlı kaçtı şerefsiz. Dünya
kadar da para vermiştim. Kalıbına tükürdüğümün kalıbını gören de adam sanırdı.
Yani senin anlayacağın ne kendi adamlarım başa çıktı tek adamla ne yeni
tuttuğum itler.. yedi adam tek adamın hakkından gelememiş. Kiziroğlu tek köye
gelmiş. Önce kalabalık dediler azıcık kötek atınca bülbül gibi şakıdılar..
itiraf ettiler.. düşün Murat ağa yedi adam bir adamla başa çıkamıyor.. durup
nasıl savaşacağım ki.. en iyisi çekip payitahta gitmek.. hoş orda da eşkıya
yolumu kesecek değil.. ya da Erzurum Beylerbeyliği’ne yerleşirim!”
Gitmeyi aklına
koymuştu demek Sarı Fuat. Bu korku Fuat’a elindeki avucundakileri yok pahasına
sattırır mıydı? Gücüne güç katacak yeni bir fırsat daha karşısına çıkmış
gibiydi. Ağzını yoklamaya karar verdi Fuat’ın.
“Bak Fuat Ağam
ben gitme desem de gitmene taraftar olmasam da anlıyorum ki aklına yer etmiş..
çiftini çubuğunu bağını bahçeni kime emanet edip gidebilirsin ki?”
“Emanet değil..
satarım..”
“İyi de bütün bir köy halkı bütün bir aile
razı mı bu fikre..”
Sarı Fuat:
“Ben çoluk çocuğu
alıp gideceğim.. köylünün hepsi soyumdan değil ya.. bakma sarılar diye
anıldıklarına.. ben bir çiftliği, bir de on beş yirmi dönümlük ektiğim yeri
satmayı düşünüyorum!”
“Vay iblis.. tüm
köy olmadıktan sonra kim alır.. yarın kalkar hak iddia edersin.. az uyanık
değilsin ha!” diye geçirdi içinden Murat.
“Anladım..
temelli gitmeyi düşünmüyorsun.. ama ben derim ki çiftlikte ekip biçtiğin yer de
sen de kalsın.. gel oraları da satma. Ramazana daha çok var.. nerden baksan
altı yedi ay var.. bu arada şu selin yatağını değiştirdiği çayı eski yatağına
çevir böylece köylünün şikâyeti ortadan kalkar bakarsın eşkıya da insafa gelip
isteklerinden vazgeçer..”
“Suyu mu?
Delirdin mi ağa.. ben nasıl yaparım!”
Murat adamın
çakmak çakmak olan gözlerine buz gibi bakışlarını dikti:
“Etme ağa..
Ferhat dağ delip su getirmiş.. sen suyun yolunu kesen iki kaya parçasını mı
kıramayacaksın?” dedi imalı bir biçimde, “Biz birbirimizi biliriz.. gücümüz
neye yeter biliriz değil mi?”
Sarı Fuat
sakinleşir gibiydi. Sinirleri yavaş yavaş gevşedi. Sedire oturdu.
“Bu tedbir işe
yarar mı dersin?” dedi usulca. “Bence yarar.. duyduğum kadarıyla köylü bir
maşrapa su için dünyanın yolunu teper olmuş.. köy Kiziroğlu’nun köy,ü köylüler
akrabası değil mi? Selin ellerinden aldığı suyu sen onlara alicenaplık yapıp
iade ediyorsun.. valla dillere destan bile olursun Fuat Ağa!”
Fuat hemen ayağa
fırladı. Gözlerinin içi gülüyordu. Kurtulduğuna yüzde yüz emin olarak:
“Eh akıl akıldan
üstündür dememişler boşuna.. hay sen aklınla bin yaşa Murat Ağam.. iki gecedir
gözüme uyku girmemişti ağam.. ben artık gideyim!” dedi.
Murat da ayağa
kalktı:
“E bir şeyler
ikram etseydim..” dedi yarım ağız.
Fuat, adama
sarılıp veda etti:
“Yok.. yok..
hemen gideyim de şu kayaları kırmaya başlayalım!” dedi sevinçle.
Puran Tilmiz, 07.05.2014, Sonsuz Ark,
Konuk Yazarlar
128