“Uzlaşı ve
diyalog, nefret söylemi falan, hepsi hikâye… Kaymak, tılsım niyetine kullanılıyor.”
Ortalık
sakinleşmeyecek 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar; bunu biliyorduk.
Bilmemiz için ellerinden gelen her şeyi yaptılar zaten. Açık açık söylediler 25
Mart’ta: “Türkiye Ağustos’a kadar böyle gergin olacak. Ağustos’ta Tayyip Erdoğan
Çankaya’ya çıkamayacak. Abdullah Gül de o görevde kalamayacak.”
“Bu
kâhin, müneccimbaşı ya da çağdaş deyimlerle bu astrolog ya da füturist kim?”
diye değil, “Bu planlamacı, dayatmacı kim?” diye sorun bence. Düşüncenin söyleniş biçiminden tutun, seçeneksiz
kesinliğe kadar, her şeye hükümlerin ‘cak’lı çıkışına dikkatle bakın; başka
türlüsü olmayacak(!), yani. Maksat bir, Erdoğan’ı Çankaya’ya çıkarmamak; maksat
iki, diledikleri ismi Çankaya’ya çıkarmak.
Diledikleri
isim kim peki? O da belli.
Ortalığı
gerenler yabancı değil, “Türkiye Ağustos’a kadar böyle gergin olacak!”
diyenler, tabi buradaki ‘yabancı’, ‘el’ anlamında değil, tanıdık
anlamında. Tanıdık, ama nedense medya,
Rota Haber’den Ahmet Memiş ve Umut Yavuz’a konuşan Halit Esendir’i ve verdiği
röportajı irdelemedi, irdelediyse de ben göremedim. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, hükümete ayar
vermeye kalktığı konuşmasını yapmamıştı daha. Halit Esendir, şöyle demişti seçimlerden
5 gün önce, 25 Mart’ta: “Çankaya’ya Haşim Kılıç çıkacak!” ve devam etmişti:
“Türkiye Ağustos’a kadar böyle gergin olacak. Ağustos’ta Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkamayacak. Abdullah Gül de o görevde kalamayacak. Abdullah Gül, HSYK kanununu, İnternet yasasını ve Dershane düzenlemesini veto etseydi Cumhurbaşkanlığını garantilemişti. Ama yanıldı. Meral Akşener veya Haşim Kılıç. Sanıyorum devlet aklı Türkiye’de Çankaya’da adaleti sağlayacak düzgün bir adam istiyor. Herkese hakperest davranacak bir adam istiyorlar. O da Haşim Kılıç gibi görünüyor. Yani devlet aklı Çankaya’da bir AK Partili yerine böyle bir adamı görmek istiyor. Herkese hakperest davranacak bir adam istiyorlar. O da Haşim Kılıç gibi görünüyor. Yani devlet aklı Çankaya’da bir AK Partili yerine böyle bir adamı görmek istiyor… Bütün yargı camiası Haşim Kılıç’a destek verecek. Cemaat de destek verecek. CHP destek verecek. MHP de destek verecek. Yüzde 90 Haşim Kılıç Çankaya’ya çıkacaktır. O yasaları iptal etmezse, bunu yapmazsa Meral Akşener olacak gibi görünüyor.”
Halit
Esendir’in hangi güçle, hangi yetkiyle, hangi sıfatla bunları söylediğini
düşünmek isteyenlere, biraz da 1001 gece masallarını okumalarını öneririm, vakitleri
kalırsa da Yunan ve Roma Mitolojisi’ni, mesela Herkül’ü.
Halit
Bey’in ne düşündüğünü, ne istediğini çok iyi bildiği ‘Devlet Aklı’, hangi
devletin aklı bilmiyorum ama… HSYK ve İnternet düzenlemeleri ne için yapılmıştı?
17Aralık Suikastının yargıdaki vektörel gücünü kısıtlamak ve suikastın diğer
ayağı olan sosyal medyadaki ‘linç etme, itibarsızlaştırma girişimlerini ve haksız
saldırı alanını tıkamak’ için.
Dershane
düzenlemesini ‘saldırı’ nedeni olarak, temel kaldıraç olarak kullanan akıl, onu
da esasa dahil ediyor. Cumhurbaşkanı Gül, bu düzenlemeleri veto etseydi,
Cumhurbaşkanı olarak devam edecekti, öyle mi? Onayladığı için de gözden düştü.
Kimin gözünden düştü, milletin mi? Milletse henüz konuşmadı. O halde kimin?
İptal
için anayasa mahkemesine götürülecek olan bu düzenlemeler mahkeme kararıyla
iptal edilirse, başkan olarak Haşim Kılıç cumhurbaşkanı adayı yapılarak
ödüllendirilecek, demek değil mi bu? O da iptal etmezse alternatif aday da
MHP’li vekil Meral Akşener.
“Bütün
yargı camiası Haşim Kılıç’a destek verecek. Cemaat de destek verecek. CHP
destek verecek. MHP de destek verecek” diyor Halit Esendir; CHP ve MHP ile
ittifakı anladık -tabi bu arada ‘cemaat’ bir baskı grubu olarak söylemin içine
dâhil ediliyor ve ‘Mitolojik Kutsal İttifak’ şablon olarak itiraf ediliyor- da
bütün yargı camiasını şaibeli hale getiren bu beyan, aynı zamanda o camiayı da
eleştirilerin hedefi haline getirmiş olmuyor mu?
Yani sen
Erdoğan’a karşı kurduğun ittifakın hedeflerini açık açık söylüyorsun ve
Erdoğan’ın seni ve ittifakını, ittifakın içindeki ‘Bütün Yargı’yı eleştirmesini
‘nefret ve kin söylemi’ olarak tanımlıyorsun. Bu dürüstçe bir mücadele değil ve
sen asla haklı sayılmazsın.
Sen,
ayrıca bir başbakan da olan bir siyasî parti genel başkanını açıkça hedef
yapıyorsun ve her türlü eleştiri sınırını aşan saldırılarla yıpratıyorsun,
seninki nefret ve kin söylemi olmuyor, ayrıştırmak olmuyor, ama o kendisini
savunmak için itiraf ettiğin bu ittifakı eleştirince kin ve nefret söylemi ile
suçlanıyor, öyle mi? Bu gerçekten dürüstlükle açıklanabilecek bir şey değil. Sen
de hazmedeceksin kurduğun ittifakın hedefindeki isim seni eleştirince. Bu
ittifaktaki herkes siyaset yapıyor ve siyasetin doğası gereği eleştirilmeyi de
göze alacak, sıkışınca ‘nefret-kin söylemi’ perdesinin arkasına saklanmayacak.
Peki, Halit
Esendir’in sıfatsız, makamsız, yetkisiz ve güçsüz (!) bir yerden söylediklerine
hiçbir şekilde karşı çıkmayan, bu röportaja dair tepki vermeyen, geçen sürede yerel
mahkemenin kişilerin itibarını koruyan kararı gereği verdiği Twitter yasağı
kararını kaldırmış olan Haşim Kılıç ne zaman konuştu?
Yargıyı
doğrudan etkilemeyi amaçlayan Twitter ve Youtube yayınlarının hangi hukukî
kıstasa sığdığını sorgulamayan Haşim Kılıç, itibar cellatlığına, masumiyet
karinesinin ihlaline karşı eleştiri getirmek bir yana susmuştu, günü gelince de
Twitter yasağını, AYM’nin müdahalesinin hukuka
aykırılığını bir tüzük değişikliği yaparak, kaldırtmıştı. Durduk yere, kendini
ilk derece mahkemesi yerine koymasının nedeni neydi Anayasa Mahkemesi’nin?
Anayasa Mahkemesi, 11 Nisan 2014'de kamuoyuna duyurmadığı gizli gündemle Cumhurbaşkanı Gül'ün onayladığı, HSYK Kanunu'nda, CHP'nin iptali için yaptığı başvuruyu yenilemesinden sonra karar verdi. Adalet Bakanı'na tanınan yetkilerden bazılarını iptal etti. Buna göre Bakan, HSYK üyelerinin hangi dairede görev yapacağını belirleyemeyecekti.
HSYK Kanunu'nda yapılan değişiklikle, üyelerin, Kurul'un hangi dairesinde görev yapacaklarını belirleme yetkisi Adalet Bakanı'na tanınmıştı. Aynı maddede, dairelerin başkanlarının kendi üyeleri arasından belirlenecek iki aday arasından HSYK Genel Kurulu'nca seçilmesine ilişkin düzenleme yer alıyordu. AYM bu düzenlemeyi iptal etti. AYM, "HSYK Teftiş Kurulu Başkanı ve başkan yardımcılarının Adalet Bakanı tarafından atanması", "Kurul müfettişlerinin Birinci Daire tarafından önerilip HSYK Genel Kurulu'nca atanmaları" ve tetkik hâkimlerinin belirlenmesine ilişkin hükümleri Anayasa'ya aykırı buldu. Mevcut düzenlemede, Adalet Bakanı'nın HSYK Teftiş Kurulu Başkanı ve başkan yardımcılarına yasada sayılanların dışında görev verilmesi de yer alıyordu. Bu düzenleme, hukuk devleti ilkesine aykırı bulundu.
AYM, Hükümetin savunma refleksiyle yaptığı hamleyi savuşturmuştu.
CHP, 17 Nisan'da İnternet Yasası’nın iptali için AYM’ye başvurdu.
CHP'nin dershanelerin kapatılmasını da sağlayan Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapan Kanunu iptal başvurusunu da gündeme alarak14 Mayıs günü görüşeceğini açıkladı.
Anayasa Mahkemesi, 11 Nisan 2014'de kamuoyuna duyurmadığı gizli gündemle Cumhurbaşkanı Gül'ün onayladığı, HSYK Kanunu'nda, CHP'nin iptali için yaptığı başvuruyu yenilemesinden sonra karar verdi. Adalet Bakanı'na tanınan yetkilerden bazılarını iptal etti. Buna göre Bakan, HSYK üyelerinin hangi dairede görev yapacağını belirleyemeyecekti.
HSYK Kanunu'nda yapılan değişiklikle, üyelerin, Kurul'un hangi dairesinde görev yapacaklarını belirleme yetkisi Adalet Bakanı'na tanınmıştı. Aynı maddede, dairelerin başkanlarının kendi üyeleri arasından belirlenecek iki aday arasından HSYK Genel Kurulu'nca seçilmesine ilişkin düzenleme yer alıyordu. AYM bu düzenlemeyi iptal etti. AYM, "HSYK Teftiş Kurulu Başkanı ve başkan yardımcılarının Adalet Bakanı tarafından atanması", "Kurul müfettişlerinin Birinci Daire tarafından önerilip HSYK Genel Kurulu'nca atanmaları" ve tetkik hâkimlerinin belirlenmesine ilişkin hükümleri Anayasa'ya aykırı buldu. Mevcut düzenlemede, Adalet Bakanı'nın HSYK Teftiş Kurulu Başkanı ve başkan yardımcılarına yasada sayılanların dışında görev verilmesi de yer alıyordu. Bu düzenleme, hukuk devleti ilkesine aykırı bulundu.
AYM, Hükümetin savunma refleksiyle yaptığı hamleyi savuşturmuştu.
CHP, 17 Nisan'da İnternet Yasası’nın iptali için AYM’ye başvurdu.
CHP'nin dershanelerin kapatılmasını da sağlayan Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapan Kanunu iptal başvurusunu da gündeme alarak14 Mayıs günü görüşeceğini açıkladı.
CHP Halit Esendir'in önemsediği üç düzenlemeyi de iptal ettirmek için AYM'ye başvurmuş, AYM 'de şimdilik üç başvurudan birini kabul etmişti. Diğer ikisi için farklı sonuç çıkacağını da kimse düşünmüyor...
Haşim
Kılıç, AYM’nin 52. Kuruluş yıldönümü olan 25 Nisan 2014’te, yani Halit
Esendir’in röportajından tam bir ay sonra, Halit Esendir’le paralel içeriğe
sahip o meşhur siyasî konuşmasında, onun söylediklerine ek yaparak, cemaate
yönelik ‘paralel yapı’ suçlamalarına da karşı çıkarak, twitter yasağını
sağlayan mahkeme kararını tüm hukukî süreçler sona ermeden kaldıran AYM
kararını da savunarak, şöyle dedi:
“Daha önceki yıllarda yaptığım konuşmaların
bir bölümünde aynen şunları dile getirmiştim. Yargı, milletin iradesine tuzak
kurulacak yer değildir ve olmamalıdır. Son dönemde yargı, bu konuyla ilgili
olarak “paralel devlet” ya da “çete”
diye nitelendirilen çok vahim, çok ciddi ve çok ağır bir suçlamayla karşı
karşıyadır. Bu suçlama üzerinde yapışık kaldığı sürece yargının ayakta kalması
mümkün değildir. Bugün itibariyle bırakınız ceza davalarını, en basit alacak
davasına ilişkin kararlar bile tartışmaya açılmış ve yargıya olan güven ağır
yara almıştır. Başta yargı ve yürütme organları olmak üzere herkes bu
iddialarla ilgili bilgi, belge ve delilleri zaman geçirmeden ortaya koymak
zorundadır. Gerek yargıda, gerekse yürütme organı içinde var olduğu iddia
edilen bu kişilerin başka illere tayin edilerek ya da yerlerini değiştirerek
sorunu çözmenin anlamsızlığı açıktır.”
“Söz
konusu iddiaların yargı kurumlarında psikolojik travma yarattığı, delil, bilgi
ve belgeye dayanmayan ihbar mektuplarının hüküm icra ettiği, hâkim ve savcılar
arasında önemli ayrışma ve bölünmelere sebep olduğu hepimizin saklayamayacağı
gerçeklerdir. Bu ayrışma ve bölünmenin hukuk devletinin, hukuk güvenliğinin ve
adaletin sonunu getireceğini yargıda yaşadığımız olaylar açıkça göstermektedir.”
“Tekrar
etmek gerekirse, yargının bu iç ağrısı ile yaşaması asla mümkün değildir. İddia
edilen kayıt dışı yapılanma yargı mensupları arasında korku, endişe ve
gelecekle ilgili belirsizliklerin doğmasına, aralarında olması gereken mesleki
ilişkinin çok olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır.”
“Görevi,
maddi gerçekleri ortaya çıkarmak olan yargının karşı karşıya kaldığı bu
iddianın adı “vicdan yolsuzluğu”dur. Bunun için yapılması gereken açıktır.
Hukuk devletine yakışan yöntemler uygulanmak suretiyle gerçekliğinin ispat
edilmesi halinde, faillerine bir saniye bile beklenmeden gerekli yaptırımlar
uygulanmalıdır. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının vazgeçilmez unsuru olan
“özgür vicdanlı” hâkim ve savcılarımızın ayakta kalması için buna mecburuz.
Demokratik hukuk devletlerinde, tehdit ederek, korkutarak sorunların
çözüldüğüne ilişkin örnekler bulamazsınız.”
“Hukuk
devletinde mahkemeler, emir ve talimatla çalışmadığı gibi, dostluk ve düşmanlık
duyguları ile de yönlendirilemez. Mahkemeler verdikleri kararların sonuçlarının
doğurduğu üzüntü ve sevinçlerle de ilgilenmez.
Bu duyguları gayet doğal kabul eder. Ancak, verilen kararlardan hukuk
dışı sonuçlar çıkararak, Mahkeme mensuplarını itibarsızlaştırma gayretleri iyi
niyetle izah edilemez. İnternet sitesine idari kararla getirilen yasağın daha
ilk dakikasında siteye başka yollardan ulaşılmak suretiyle etkisiz ve sonuçsuz
bırakılabilmesi gösterilen orantısız tepkiyle örtüşmüyor.”
“2010 yılındaki anayasa değişikliğine kadar,
Anayasa Mahkemesi’nin özgürlük, demokrasi,
laiklik ve sosyal hukuk devleti konularındaki sınırlayıcı ve daraltıcı
anlayışından mağdur olanların bugün,
bireylerin hak ve özgürlük alanını genişleten, önündeki engelleri
kaldıran, evrensel standartları hayata
geçiren bir anlayışa dönüşmüş olan Mahkeme kararlarından rahatsızlık
duymalarını yaşadıkları garip bir çelişki olarak görüyoruz. Bizler adil olmayı
kutsal bir görev kabul eden bir medeniyetin mensupları olarak, gücün ve
şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız. Dün hak
ihlaline uğrayanların nasıl yanında yer alınmışsa, bugün de kimliği, kişiliği,
gücü ve rütbesi ne olursa olsun, hak ihlaline sebep olan herkesin karşısına,
aynı adalet gömleğiyle çıkmaya devam edeceğiz.
Mahalle baskısı ile yargı mensuplarının görüş, düşünce ve kararlarının
etki altına alınma çabaları, adaletin kutsallığına inanmış olanlar için geçerli
değildir.”
“Son
yıllarda birey ve toplum olarak, yaşanan sorunlarla ilgili en masum çözüm
önerilerini, düşünce ve görüşleri derhal siyasi bir süzgeçten geçirdikten sonra
kabul veya reddeder hale geldik. Bu yaklaşım toplumun aşırı siyasallaşmasına,
kutuplaşmasına ve kaygı verici bir gerilimin yaşanmasına yol açıyor. Yaşanan
gerilim insanlarımızı taraf olmaya zorlamakta, söylenenler yanlış da olsa,
taraf olmanın güçlendirdiği inatçılıkla düşünceler savunulmaya çalışılmaktadır.
Sorunlara veya önerilen çözümlere tepkisel tavırlarla meydan okumak, taraftar
bağlılığını güçlendirmekte ise de insanların bir araya gelme, diyalog ve
uzlaşma iradelerini zayıflatmaktadır. Diyalog ve uzlaşma zeminini
kaybettiğimizden dolayı, farklı olanların doğruları ile zenginleşemiyoruz.
Başkalarının haklarına sahip çıkmak bir insanlık erdemidir. Katılmasak da,
hakkı ihlal edilenlerin yükünü paylaşmak, onurlu insan olma refleksinin doğal
bir sonucudur. Demokratik ülkelerin gücünün yasaklara değil, özgürlüklere
dayalı olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.”
“Yaşanan
gerilimlere kim sebep olursa olsun, bu ortamda gelişen kin ve nefret söyleminin
farklı düşünce ve inanç sahipleri arasında “duygusal bir kopuş”a yol açtığı
açıktır. Kalp ve gönül dünyasını ilgilendiren bu duygulardaki ayrışmaların,
birlikte yaşama irademiz üzerinde olumsuz sonuçlar doğuracağını söylemek yanlış
olmayacaktır. Bu olumsuz sonuçlar siyaset, kültür, inanç, sanat, spor ve buna
benzer etkinliklerde, farklı kesimlerin bir arada yaşamaları için gerekli olan
“buluşma alanlarını” yok etmektedir.”
“Kin ve
nefret söyleminin, korkuyla buluştuğu böyle bir noktada, insanlarımızı iç
dünyalarına hapsedilmiş inançlar ve beyinlerinden dışarı çıkaramadıkları
düşüncelerle baş başa bırakıyoruz. Oysa, çoğulcu ve katılımcı demokratik
sistem, “farklılıkların sesli yaşaması” gerektiği çağrısını yapıyor.
Yüzyıllardır biriktirdiğimiz köklü kültür yapımız ve oluşan inanç dünyamız,
demokrasinin tam da bu çağrısıyla örtüştüğünü söylüyor. Sahip olduğumuz bu
sevgi ve hoşgörü kültürünün lojistik desteğine ihtiyacımız vardır.”
Haşim
Kılıç’ın çok uzun bir konuşması var, tamamı AYM’nin internet sitesinde,
doğrudan başbakanı hedef alan bir siyasî metin olduğu hususunda hukuktan
anlayan hiç kimsenin bir itirazı yok, ben bu konuşmanın Halit Esendir’le
ilgisini kanıtlayan kısmını alıntıladım. Cemaat medyasının köşe yazılarından,
manşetlerinden aşina olduğumuz söylem neredeyse tıpkıbasım bir formatta Haşim
Kılıç’ın konuşma metninin hem çerçevesini hem de içeriğini oluşturuyor.
Keşke
Haşim Kılıç aşağıya alıntıladığım şu iki paragrafta kastettiği ve tanık
olduklarını söylediği ‘farklı renkte yeni bir vesayet sistemi’nden detaylıca
bahsetseydi bize. Haşim Kılıç özgürlük, hak gibi parlak sözcükleri kullanırken söylevinde,
bu müphem tanıklığı ortaya bırakıp gitme hakkına ve ahlakına sahip olmamalı
kanaatimce. Bu hangi vesayet?
İktidar Partisi’nin yasama ve yürütme gücüne vesayet deniyorsa, bu milletin vesayetidir, yargı zaten bunun için vardır, millet adına karar verir ve buna kastedilen mana da vesayet denmez. Burada kastedilen vesayet milleti temsil etmek gibi herhangi bir sıfatı haiz olmayan Halit Esendir’e “Çankaya’ya Haşim Kılıç çıkacak!” deme cesaretini veren vesayet olabilir ancak. Haşim Kılıç göz önünde olan ve inkâr edilemeyecek kadar bağıran bu vesayeti örtmek adına başka bir vesayet tanıklığını icat ederken, herkesi ölü kadar duyarsız ve akılsız sanıyor.
İktidar Partisi’nin yasama ve yürütme gücüne vesayet deniyorsa, bu milletin vesayetidir, yargı zaten bunun için vardır, millet adına karar verir ve buna kastedilen mana da vesayet denmez. Burada kastedilen vesayet milleti temsil etmek gibi herhangi bir sıfatı haiz olmayan Halit Esendir’e “Çankaya’ya Haşim Kılıç çıkacak!” deme cesaretini veren vesayet olabilir ancak. Haşim Kılıç göz önünde olan ve inkâr edilemeyecek kadar bağıran bu vesayeti örtmek adına başka bir vesayet tanıklığını icat ederken, herkesi ölü kadar duyarsız ve akılsız sanıyor.
Haşim
Kılıç, hepimizin tarafı olacağı takım elbiseli vesayet karşıtlığını masamızın
üstüne koyarken, rampadan iniş için hazırlık yapıyordu:
“Esasen
vesayet altındaki bir yargıdan hukuk güvenliğini sağlaması da beklenemez. Böyle
bir sistem yönetenlerin güvenliğini sağlarken, ötekilere de ancak, korku,
endişe ve umutsuzluk verebilir. Korkunun ve endişenin hakim olduğu iklimlerde
de özgür vicdanlar üretilemez. Herkese
bildik gelen bir sözle yeniden tekrarlamak gerekirse, hukuk güvenliği
insanların güvercin ürkekliği içinde yaşamadığı korkusuz bir ortamın varlığı
olarak da tanımlanabilir.”
Dedikten
sonra da rampadan aşağı hızla bıraktı kendisini; bence intihar etti:
“2010
yılında yapılan Anayasa değişikliği ile yargı organları üzerinde oluşan
vesayetçi anlayışların ortadan kaldırılması için cesaretli adımlar atıldı. Bu
adımlar toplumda büyük karşılık da gördü. Söz konusu vesayetçi yönetimlerin
görevlerinin sona ermesi ile büyük bir boşluk doğdu. Bu boşluğun, toplumun her
kesimini kucaklayan, hoşgörülü, özgürlükçü, çoğulcu, adil ve evrensel değerleri
yansıtan tercihlerle doldurulması gerekirken, ne yazık ki bunu
gerçekleştiremedik. Bu kez, farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin
oluşmasına tanık olduk. Kimse bu yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya
çalışmasın. Tarih olanları kaydediyor. Bunları konuşmak, gerçekleri itiraf
etmek ve cesaretle çözüm yolları bulmak zorundayız.”
Ben
Haşim Kılıç’ın gerçekleri itiraf etmesini bekliyorum hâlâ. Çözüm yolları bulmak
için kendisinin de önerdiği diyalog yolunu kullanmasını bekliyorum, galiba
beklemeye de devam edeceğim. Zira misafirlerine nezaketi aşan bir dille yaptığı
şeye diyalog değil, monolog denir; kullandığı dil ve yöntemle, uygulamalarıyla
şikayetçi olduğu “buluşma alanlarının yok edilişine” kendisi bizzat ve hiç
şüpheye yer bırakmayacak şekilde en büyük katkıyı yapıyor.
Haşim
Kılıç’ın diline sirayet eden şiddeti ve öfkeyi, Halit Esendir’in legal hiçbir
çerçeveye sığmayan açıklamalarında da görüyoruz. Uzlaşı ve diyalog, nefret
söylemi falan, hepsi hikâye… Kaymak, tılsım niyetine falan kullanılıyor.
Başbakan Erdoğan’a söyledikleri hiçbir sosyal ya da dinî kaideye, ahlakî norma
uymuyor.
Röportajda
Başbakan Erdoğan’dan bahsederken Halit Esendir’de hiç nefret dili yok(!):
“Çünkü
dengesi yok! Muvazeneli değil. İlaç tedavisi görüyor. Her kanser hastasının
ilaç tedavisi süresince tavırları bu şekilde değişebilir. Tayyip bey şu anda ne
dediğini bilmiyor.”
“Bu şu
anda bir paranoyaya dönüşmüş durumdadır. Tayyip Erdoğan’ı bu psikolojiye sokan
tamamen ilaçlardır. Tayyip beyin bu davranışları mantıkla izah edilemez.”
“Bu
ülkede ancak hainler, kötü niyetliler, din düşmanları bu okullara karşı
olabilir.”
“Adam
kendinde değil ki!”
Halit
Esendir kim? Bir öğretmen, kimya öğretmeni. MEB’de 2 yıl Kimya Öğretmenliği
yaptıktan sonra istifa ederek İzmir Özel Akyazılı ve Yamanlar Koleji’nin kuran
ve işleten, 1988–2003 yılları arasında Zaman Gazetesi’nde sırasıyla Genel
Koordinatör, Dağıtım ve Yayın Koordinatörü, Genel Yayın Yönetmeni, Dış
Baskılardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı, Başdanışman ve Pakistan-Afganistan
temsilcisi, STV’de 2 yıl süren Medya ve
Toplum ile Medya Dünyası programlarının yapımcısı ve sunucusu, Cihan Haber
Ajansı ve Aksiyon Dergisinin kurucusu, Basın Konseyi Vakfının da kurucu üyesi.
Bu
vasıfları edinmesinden kaynaklanan bir güç değil Halit Esendir’in
pervasızlığının altında yatan güç. Güya eleştirdiği, yani hakaret edip
aşağıladığı, hastalığı ile ilgili akıl almaz sözler söylediği kişi ise yirmi
iki milyon seçmenden oy almış bir Başbakan. Ama söyledikleri gücünü öğretmenlik
terbiyesinden ve gücünden almıyor.
Ahmet
Memiş ve Umut Yavuz, Halit Esendir’i şöyle tanımlıyorlar: “Biz de bu soruların
hepsini Gülen'in "Biz cemaati iki deli, bir veli ile kurduk" dediği 3
isimden biri olan Halit Esendir'e yönelttik. Cemaatin 3 kurucusundan biri ve
aynı zamanda Fethullah Gülen'e en yakın isimlerden olan Halit Esendir,
yönelttiğimiz sorulara herkesi çok şaşırtacak cevaplar verdi.”
Ve
öğreniyoruz ki Halit Esendir’deki
Cumhurbaşkanı belirleme gücünün kaynağı Sızıntı Dergisi’nin Mayıs 2014
sayısının başyazısının sahibi Fethullah Gülen:
“Her
yanda yürekler tıpkı kamış kalemler gibi cızır cızır.. ve cızırdayan bu
kalemler, kan rengindeki mürekkepleriyle tarihin en kirli sayfalarından birine
ne utandıran notlar düşüyor: Her tarafta toz-duman, her bucakta kan, irin ve
gözyaşı. Gövdeler canlara kalkan, canlar yaşama heyecanı ve ölüm hafakanıyla
tir tir.. ezenler kan kokusu almış köpekbalıkları gibi av peşinde; her
gördüğüne saldırıyor ve herkese diş gösteriyor. Mazlumlar-mağdurlar ise,
sürekli şaşkınlık içinde ve beyhude eforların yorgunu. Her yanda kurt
ulumaları, çakal sesleri; bu seslere açık sinelerde ise çaresizlik iniltileri.
Hayattan kâm almak şöyle dursun, dört bir yandan gelip ruhlara çarpan acı
haberlerle yığınlar sürekli tedirginlik içinde. Umumî atmosfer bugünkü
insanların yüzleri gibi simsiyah; hâdiseler de tıpkı onların kafaları gibi hep
sisli-dumanlı.. ne yaşamanın hakkı verilebiliyor, ne de hayat kendi
derinlikleriyle duyulabiliyor.. sürekli emel, elem arası gel-gitler yaşanıyor,
insanlar da her ân ayrı bir acı ve ızdırapla ölüp ölüp diriliyorlar.”
Fethullah
Gülen’in gözündeki köpekbalıklarını görmeyi çok isterdim. Ayrıca ona söylemek isterdim,
kan renginde mürekkep üreten fabrikalar en çok cemaat medyasında çalışıyor, en
çok cızır cızırdayan kan kırmızı yazılar da orada… Halit Esendir’in dilinden
hiç de farklı olmayan ağzından kan damlayan bir dil bu.
Kurt
ulumaları, çakal sesleri nerede, nasıl; hep savunmada kalanlar için pek de sır
değil. Gülen’in kastettiği İktidar Partisi ve Başbakan Erdoğan ise, parti seri istifalar
engellenerek dağılmaktan zor kurtuldu, Başbakan Erdoğan’da devleti ve hükümeti
koruyabilmek için kanun üstüne kanun çıkardı.
Kim
saldırgan, kim mağdur bu durumda? Bugün hiçbir siyasî risk almamış olan ve
hiçbir seçimde temsil yetkisi verilmemiş olan Halit Esendir, Başbakan Erdoğan’ın
cumhurbaşkanı olamayacağını, onun yerine atayacakları Cumhurbaşkanı’nın ismini
söyleyebiliyor, ama mağdur cemaat, bu nasıl oluyor? Bir cemaat Cumhurbaşkanının
kim olacağını tayin ederken daha ne kadar siyaset yapabilir?
Halit Esendir’in
bahse konu röportajda hiçbir şeyi gizli tutmaya niyeti yok. Cemaati açıkça
sahipleniyor, iddiaların muhatabı olduklarını kabul ediyor ve Gülen’le cemaat
arasındaki ilişkiyi bütün boyutları ile ortaya koyarak Başbakan Erdoğan’ı
yargılayıp ona akıl veriyor:
“Tayyip
Bey bir siyasi olarak ve oy ihtiyacı içindeki bir lider olarak yapması gereken
şuydu; Diyelim ki 17 Aralık operasyonunu camia yaptı. İftira attı diyelim. Şunu
demesi lazımdı. "Bizim Hocaefendi’ye ve cemaate saygımız sonsuz ama bunun
içinde yetişen ve cemaatçi görünen bazıları bürokraside bize komplo kurdu. 50
tane savcı, 300 tane polis müdürü, 20 tane de imamla görüşmüşler.
Görüştüklerini tespit ettik, kaydını da bulduk. Hepsini açığa alıyoruz. İçeri
atıyoruz." Yapılması gereken buydu. "Camiaya da saygımız sonsuzdur.
Hocaefendi de bunlara dikkat etsin" denilebilirdi.”
Oysa
baştan sona Ak Parti’yi, Başbakan Erdoğan’ı ve devleti yönetmeyi hedeflemiş
olan bir zihniyet var ortada. İşte inceliyoruz, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın içinde
bulunduğu durum ortada. Bir cemaatin kurucu isimlerinden biri Anayasa Mahkemesi
Başkanı’nın Cumhurbaşkanı olacağını söylüyor ve Bütün yargı camiasının, CHP,
MHP ve cemaatin onu destekleyeceğini söylüyor.
Siyaset
mühendisliği yapmaya devam ediyor Halit Esendir:
“AK
Parti nereden çıktı ortaya? Refah’ın içinden çıktı. AK Parti’nin içinden de
farklı bir parti ortaya çıkacaktır. Dürüst ve namuslu insanlar ortaya çıkacak
ve diğerleriyle beraber 2015 Haziran’ında Türkiye yepyeni bir partiyle
tanışacak. Genel seçimlerden önce bu yaşanacaktır. Şu anda AK Parti’nin oyları
yüzde 30’a inecek. Oylar o seviyeye inerse kesin içinden ayrılacaklar
olacaktır. Unutmayalım ki bu bir yerel seçim. Genel seçim değil. AK Parti’nin
yerel seçimlerde en fazla aldığı oy yüzde 38,8’dir. En iyi gününde. Ben de
diyorum ki en iyi döneminde oy oranı buysa, Fenerlileri, Beşiktaşlıları
küstürmüş. İkisinin en az 2-3 milyon oyu var. Galatasaray’ı da küstürmüş.
Trabzon çıldırıyor. Cemaati delirtmiş. Bu kadar grubu küstürmüş. Gezi’de de bir
sürü oy kaybetti. AK Parti’ye daha önce oy veren ortada duran bir kesim var.
Onları da korkuttu. Şimdi bu durumdaki bir AK Parti’nin yüzde 35’ten fazla
alması mümkün müdür? Bence mümkün değildir. İstanbul’u kaybedecekler. “
30 Mart
seçimleri geçti gitti, Halit Esendir Erdoğan’ın aldığı %45.5 oyu görünce yanıldığını
görmüştür muhtemelen. “Pennsylvania'daki Beyefendi'yi Unutalım mı?” başlıklı
yazımda seçimi inceledim. Erdoğan oyunu arttırdı, İstanbul ve Ankara’yı
kaybetmedi, Kutsal ittifak istediği hedefe ulaşamadı. Ama demek ki;
Cumhurbaşkanlığı için yeni stratejiler üretilmiş değil, eski strateji kararlılıkla
sürdürülüyor. Nihayetinde Haşim Kılıç seçimden sonra konuştu.
Konuşan
biri daha vardı bu süreçte. 10 Mayıs 2014 Danıştay Günü’nde Danıştay Başkanı Zerrin
Güngör, Halit Bey’in ‘Bütün yargı camiası’ tezini çürüttü: "Yargı
kararlarına ve yargıçlara eleştiri getirilirken, yargı ve yargıçlar idarenin
yandaşı ya da idarenin faaliyetlerine sürekli engel çıkaran bir güç gibi
değerlendirilmemelidir. Yargı sürecinin sağlıklı şekilde işleyebilmesi için bir
taraftan yasama ve yürütme, yasal yetkilerini kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun
kullanmalı, diğer taraftan yargıçlar da uygunsuz müdahalelerden kendilerini
olabildiğince korumalıdır"
Meselenin
cemaat ve Haşim Kılıç ve yargı camiası boyutu böyle, Peki MHP ve CHP boyutu
nasıl?
MHP
Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Halit Esendir’in belirttiği gibi, Haşim Kılıç’a dört
gün sonra destek verdi: “Bizim tuhafımıza giden taraf, Sayın Başkanın doğru
bildiklerini, hukuk devleti üzerinde oynanan oyunları, adaleti yok sayan endişe
verici uygulamaları niçin bu kadar gecikmeyle gündemine aldığıdır.”
CHP
Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Haşim Kılıç’a verdiği desteği belirtmeden
önce 19 Ekim 2010’da yaptığı salvo atışları hatırlatmak istedim. Dört yılda
değişen şeyler birbirine tamamen zıt iki söyleme neden olmuştu. Anayasa
Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, "Değişime karşı çıkan, çağın nabzını
tutamayan, statükonun kibirli mensupları artık halkı ikna edememektedir"
sözüne karşılık , "Sanki Anayasa Mahkemesi AKP’nin Anayasa Mahkemesi gibi
bir görüntü var" diyen CHP Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Tabii, HSYK’da değişti, bir bakıma sırtını
sağlam yere dayadım diye başlayacaksın konuşmaya. Bize hukuk dersi vereceksin,
yemezler, senin hukuk dersine ihtiyacımız yok. Hukuk dersi değil, hukuk
fakültesinde bile okumadın sen. Hukuk fakültesinde okumayan bana hukuk dersi
veremez. Sayın Başkan öyle anlaşılıyor ki hukukun Haliç bölümünde yaşıyor,
kokulara alışkın" demişti.
26 Nisan
2014 günü ise, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve hükümete dönük sert
eleştiriler içeren konuşmasını, “Anayasa Mahkemesi Başkanı hukuku savunmak
zorunda. Hukuka karşı, yine onun tanımıyla, sığ eleştiri yapan kim? Birilerinin
buna yanıt vermesi lazım. Ona yanıtı anamuhalefet partisi genel başkanı
vermemeli. Yargıyı tümüyle siyasal iktidarın arka bahçesi haline getirmek
isteyen bir anlayış var. İsyanın gerekçesi budur. Anayasa Mahkemesi Başkanı
tarafından böyle bir konuşmanın yapılmasının tam zamanıydı. Nedeni ise şu:
Hukuku, hukukun üstünlüğünü unuttuk. Toplum açıkça baskıya alıştırılmaya
çalışılıyor. Siyasi partilerin kendi aralarındaki görüşlerini, yurttaş bir
siyasal çekişme olarak görüyor. Başkanın bu çıkışı çok önemliydi. Siyasetçi
değil hukukçu, hukukun üstünlüğüne, Türkiye’nin saygınlığına günlük, sıcak
politikaya, yargının karıştırılmaması çağrısını yaptı.” diyerek destekledi.
Yetinmedi,
dün hukukçu bile değil dediği Haşim Kılıç’ın söylemini 'Hukuk savunmaya geçti' diyerek yüceltti “Sözde bir diktatörün, diktatör
özentisinin yüzüne hukuk devletinin ne olduğu söylendi. Yargının, iktidarın ya
da egemen güçlerin arka bahçesi olmaması gerektiği söylendi. Türkiye bu noktaya
geldiyse hepimiz oturup düşünelim. Hukuk savunmaya geçtiyse bu ülkede bir
şeyler var. Bu kaygı sadece bir kişinin değil, bütün yargıçların ortak kaygı ve
söylemi. Türkiye bu noktaya gelmişse hepimize düşen yeni ek görevler var
demektir.”
Kutsal İttifak’ın
bir destekçisi daha vardı ve o da birkaç günlük gecikmeyle konuştu. TÜSİAD
Başkanı Muharrem Yılmaz, Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç'ın sözlerini, “Türkiye’de
hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi, yargı bağımsızlığı bakımından eksikliğin
giderilmesi bakımından tespitler” olarak değerlendirdiklerini ifade etti. TÜSİAD hukukun üstünlüğünden bahsediyordu, ne
muhteşem bir andı bu?
Olay çok
boyutlu ve çok vektörlü, daha derinlemesine analiz edilebilecek kadar değerli,
ama bunu ben yapmayacağım. Yapması gerekenler yapacak. Cumhurbaşkanı seçimini siyasî
rakipleriyle birleşip çatı adaylar oluşturarak, geometrik hesaplar üzerinden -
tabi bunun geometri ile alakası yok- değerlendirenlere karşılık, seçilmiş
vekilleriyle istişarelerde bulunan Başbakan Erdoğan’ın demokrasinin eksiksiz
gereklerine uygun davrandığını düşünüyorum.
MHP
Genel Başkanı Devlet, Hürriyet yazarı Şükrü Küçükşahin'e 'köşk' formülünü
çizerek anlatmış: "En büyük üçgeni oluşturacak bir çatı aday olmalı."
gece gündüz üzerinde düşündüğü cumhurbaşkanı adayı için ‘geometrik bir formül’
önermiş. Formülünü çizerek anlatan Bahçeli’nin hedefi, en büyük üçgeni
oluşturacak bir ‘çatı aday’ çıkarmak. Bahçeli, partilerden CHP , SP ve BBP ile
görüşerek bu adaylarına destek isteyeceğini, kendilerinden daha uygun bir ‘çatı
adayı’ çıkarılması halinde ona da destek vereceklerini söylemiş. Böylece
muhalefete ‘ortak aday’ önerisi yapmış olan Bahçeli, “Nazik bir dönem, bunu tek
defaya mahsus öneriyorum” demiş.
Bu çatı
aday Halit Esendir’in söz ettiği iki adaydan biri mi? Haşim Kılıç mı, Meral
Akşener mi? Bu iki isimden biri ‘Çatı Aday’ olursa cemaatin, yani Halit Esendir’in,yani Fethullah Gülen’in 25 Mart’ta
‘cak’larla verdiği haberin cumhurbaşkanı adaylığı ile ilgili ilk bölümünün gerçekleştiğini
ve 30 mart yerel seçimlerde uygulamalı
olarak ortaya çıkan Kutsal ittifak’ın sürdüğünü hep birlikte göreceğiz.
Cumhurbaşkanı
Gül, Haşim Kılıç’ın konuşmasını dinlediği 25 Nisan gününün akşamında Kutsal İttifak’ın
karşı çıktığı MİT Kanununu hemen onaylayarak Halit Esendir’in denkleminden tamamen çıktı.
Başbakan Erdoğan ise Haşim Kılıç’a tepkisini
konuşma sonrası resepsiyona katılmayarak gösterdi ve düşüncelerini birkaç gün
sonra Amerikalı ünlü televizyoncu Charlie Rose'a açıkladı: “Biz Anayasa
Mahkemesi'nin verdiği karara uyarız ama eleştirimizi de yaparız. Öyle kararlar
veriyorlar ki hukuki değil, politik. Yargının kararlarıyla konuşması gerekir.
Ama bir konuşma yaptı, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı
orada. Herkese ders verdi. Benim üzülerek dinlediğim bir konuşmaydı. Bu
konuşmanın altından da Sayın Başkan ömrü boyunca kurtulamayacak.”
Zaman
geçecek ve birçok şeyi bugüne kadar olduğu gibi net bir şekilde göreceğiz. Bu
halk kendi seçtiği kişiler dışında kimsenin vesayet temsilcisi gibi
davranmasına izin vermiyor. Bugün Danıştay Günü’nde 15 dakikalık konuşma
süresini bir saat aşarak Başbakan Erdoğan’a ders vermeye kalkan TBB başkanı Metin Feyzioğlu, Erdoğan’dan aldığı 'Edepsizlik yapıyorsun!' tepkisini de ömür boyu unutamayacak.
Vesayetin
rengini hepimiz görüyoruz ve buna ciddi bir şekilde karşı çıkıyoruz.
Bir de
merak ediyorum. Halit Esendir’in röportajını benden başka kimse okumadı mı?
Bu işten
binlerce lira para kazananlara soruyorum, kazandıklarınız helal mi? Okumadıysanız
ya da okuyup okumazdan geldiyseniz, kimin sahnesinde figüransınız?
Çatı Aday'ı hiç mi merak etmediniz?
Arif Şahin, 10.05.2014, Sonsuz Ark,
Şaşkınların Tarihi 45