“Ülkelerin
artık global finans savaşları ile ilhak edildiği aşikar. Ülkelerin yaşadığı
finansal krizler de bazen uygulanan bir ceza hükmünde hatta.”
Küresel
finans savaşında Barclays'ın bu sektörde ne kadar stratejik bir konumda
olduğunu idrak etmemiz, olayları analiz etmemizi daha da kolaylaştıracak.
Barclays, Londra merkezli Avrupa, Kuzey
Amerika, Ortadoğu, Latin Amerika, Avustralya, Asya ve Afrika'da bulunan altmışa
yakın ülkede üç asırdır banka ve finans sektöründe faaliyet gösteren, dünyanın
önde gelenleri listesine girmiş finans grubu ve şirketidir.
Grubun
Barclays Bankası’nın İngiltere’nin en büyük bankaları arasında olduğunu, konumundan
ziyade nerdeyse tüm iş alanlarında da faaliyet gösterdiğini belirtmek
gerekiyor. Barclays, tüm küresel pazarlama varlık sınıfları (Faiz oranları,
hisse senedi, döviz, altın,vb) arasında kantitatif (nicel) modellerin
araştırılması, geliştirilmesi ve uygulamasından da sorumludur. Ayrıca
fiyatlandırma ve risk yönetimi konularında çözümler bulan; Londra, Paris,
Singapur, Hong Kong, Tokyo, New York' ta global şirketlerine hibrid ürünler
üreten işletmelerin tutarlılıklarını sağlayan bir şirkettir.
Son
yıllarda araştırmalar sonucunda, kamuoyunda, haberlerde, yayınlanan makalelerde
ve hatta siyasette irdelenen, sık sık dile getirilen "Faiz
Lobisi"nden kastedilen lobinin İngiliz finans devleri olduğu ve bu
devlerin arkasında bulunan (kendi gündemimizden aşina olduğumuz gibi
)"seçilmişlik sanrısı" yaşayan "elit/seçilmiş" aileler
isimleriyle vurgulanmıştı.
İşte
içinde Barclays'ın ilk sıralarda bulunduğu finans devleri:
Barclays
plc, Capital Group Companies Inc, FMR Corporation, AXA, State Street
Corporation, JP Morgan Chase & Co, Legal & General Group plc, Vanguard
Group Inc, UBS AG, Merrill Lynch & Co Inc, Wellington Management Co LLP,
Deutsche Bank AG, Franklin Resources Inc, Credit Suisse Group, Walton
Enterprises LLC, Bank of New York Mellon Corp, Natixis, Goldman Sachs Group
Inc, T Rowe Price Group Inc, Legg Mason Inc, Morgan Stanley, Mitsubishi UFJ
Financial Group Inc, Northern Trust Corporation, Société Generale, Bank of
America Corporation...
Ünlü
İngiliz Bankası Barclays, kamuoyunda adını 2008/2009 yıllarında yaşanan, kredi
krizi olarak başlayıp tüm dünyayı etkileyen küresel finans krizi sonrasında
yaşanan spekülatif olaylar çerçevesinde duyurdu.
Mortgage kredilerinin
yapısının bozulması, faiz yapısının uyumsuzlaşması, konut fiyatlarındaki balon
artışlar, menkul kıymetlerin fonlanmasında yaşanan sıkışıklık, kredi türev
piyasalarının genişlemesi ve kredi derecelendirme sürecindeki bilinçli
oluşturulmuş sorunlar sebebiyle meydana gelen kriz ABD'de başlayarak hemen
hemen her ülkeyi etkisi altına aldı.
Hatta
FED’in eski Başkanı Alan Greenspan, "Bu 50 yılda, hatta muhtemelen
yüzyılda bir yaşanabilecek olay. ABD’nin bir ekonomik durgunluğa girmeden
kurtulma ihtimali yüzde 50’nin altında, krizin daha da devam etmesini
bekliyorum" açıklamasıyla sonraki yıllarda dünya piyasasını bekleyen zor
günleri işaret etmişti.
Buz
dağının görünen kısmında krizin en büyük etkileri 38 bankayı ve şirketleri
iflasa sürükleyen ABD bankalarında ve şirketlerinde görülmüştü. ABD’de George
Bush yönetimi, zor durumdaki şirketleri iflastan kurtarmak için Kongre’ye 700
milyar dolarlık bir paket önerdi.
O
yıllarda Bush yönetimi taslak bir plan ile iki yıl içinde, herhangi bir mali
kuruluşun ödenemeyen borçlarının devralınması için hükümete geniş yetki
verilmesini öngören, 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran’dan bu yana olan en
büyük mali kurtarma planı hazırlamıştı . Elbette krizin ABD’ye toplam maliyeti
öngörülenden yüksek bir rakama, yaklaşık 1.8 trilyon dolara ulaştı. Yani, 2008
finansal krizindeki kurtarmalar yine kısır döngü içinde dev şirketlere fayda
sağladı.
2008
küresel krizi süresince tüm finansal veriler bozulurken, Libor oranlarının
düşük kalması bazı gazetecileri ve akademisyenleri harekete geçirdi. 29 Mart
2008 tarihinde Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan bir makalede finansal
piyasalardaki genel eğilimin aksine Libor oranlarının çok düşük olduğu ileri
sürüldü.
Araştırmacılar
Rosa Abrantes-Metz, Michael Kraten, Albert Metz ve Gim Seow gazetedeki haber
çerçevesinde Libor’daki gelişmeleri iktisadi açıdan analiz etti ve akademik bir
makale yayımladı. Makalede, açık bir manipülasyon olduğu iddiası somut olarak
delillendirilemese de, bankaların borç verme faizleri konusundaki tahminlerinde
bir takım anormallikler bulunduğu net olarak gözler önüne serildi.
Açılan
soruşturmalar sonrası 2012 Yılında Barclays başta olmak üzere bazı dev
bankaların beş yıldır bir danışıklı dövüş halinde uluslararası piyasalarda
borçlanma maliyetlerini belirleyen Londra Bankalar Arası Faiz Haddi’ni (LIBOR)
manipüle ettikleri “LIBOR Skandalı” olarak gündeme geldi.
Hemen
ardından İngiliz Yatırım Bankası Barclays, Genel Müdür Bob Diamond’ın,
sonrasında da devam eden çekirdek kadronun sırayla görevinden ayrıldığını
açıkladı. Az sonra dünya piyasalarına bomba gibi düşen bir açıklama daha yaparak Barclays’in İngiltere Merkez
Bankası faiz oranlarının manipüle edilmesine çanak tuttuğunu iddia etti; yani kendisini ihbar etti ve topu merkez bankasına attı.
Nitekim
kanun gereği İngiltere’deki büyük yatırım bankaları, hangi faiz oranıyla kredi
kullandıklarını İngiltere Merkez Bankası’na rapor etmek zorundalar. Bu iddianın
ardından ABD Federal Mevduat Sigorta Kurumu (FDIC) Barclays'ın da aralarında
bulunduğu 21 Bankaya libor faiz oranlarını yapay olarak düşük tuttukları ve
Amerikan Düzenleyici makamlarının 2008 krizinde el koyduğu 38 bankanın zarar
etmesine yol açtıkları iddiasıyla dava açtı. FDIC adı geçen bankalara ilave
olarak LIBOR düzenlemesinden sorumlu İngiliz Bankalar Birliği'nden de şikayetçi
oldu.
Bu
gerçekler gün yüzüne çıkıncaya dek sistemin güvenirliliği yüzünden
manipülasyonu edilemeyeceği düşünülen LIBOR faizinin tanımını revize etmekte
yarar var.
LIBOR
faizi Londra'da önde gelen yirmiye yakın bankanın interbank piyasasında
birbirlerine ABD doları üzerinden borç verme işlemlerinde uyguladıkları faiz
oranıdır. British Bankers Association (BBA) 1984 yılında Londra’da yerleşik
bankaların birbirleri arasındaki faiz swapları üzerindeki faiz oranlarını
standart hale getirmek istedi ve 1986 yılında birçok menkul kıymetin
ticaretinde faiz oranlarını sabitlemek için etmek amacıyla Libor’u yürürlüğe
koydu.
İşleyişi
şu şekildedir: Likitide sağlayıcıları yerel yönetimlere, bankalara, mortgage
servislerine yüksek faizle kredi sattıktan sonra Libor oranını yapay olarak
düşürürler. Ardından piyasadan ucuz faizle verilen borçların karşılığını
toplar. Başka bir deyişle kreditörlerin değişken faizle yaptığı anlaşmaların
faiz farkı risksiz olarak kreditörlerin cebine gider.
Yıllık
tahmini swap anlaşmalarının tutarı yaklaşık 300-500 milyar ABD doları
civarındadır. Şimdi faiz swapı satan bankaların cebine giren
"risksiz" kazancın hesabını yapmaya çalışın... İnanılmaz değil mi?
Barclays
adının karıştığı bu manipülasyon skandalı sonrası ABD ve İngiliz yetkililere
465 milyon dolar rekor ceza ödemesiyle şimdilik tarihe geçti. Yaşanan bu
skandalla AB Komisyonu Rekabet sorumlusu Avrupalı regülatörlerin kendi
soruşturmalarını ayrıca yürüttüklerini ve bankacılık sektöründe inanılmaz
değişiklikler yaşanacağının sinyallerini verse de skandalın esas kaybedenleri,
sistem tarafından yol, köprü ve okul gibi kamu yatırımları için satılan bonolar
üzerindeki sabit faiz oranının vadeli faiz oranı takasıyla düşeceği inandırılan
bölgesel yönetimler, hastaneler ve üniversiteler gibi kurumlar...
Devam
eden davalar ve soruşturmalarda küresel bir mortgage krizinden fayda sağlayan
bu manipülasyonun cezası tekel ve üçüncü şahıs davaları hariç 22 milyar doları
bulacağı tahmin edilse de bu cebe indirilen "haksız" kazanç
karşısında çölde bir avuç kum toplamaya eşdeğer gibi. Tarafsız Ekonomistler de
" Seçilmişler(!) " tarafından kurulan bu sistemin, yolsuzluğu
engelleyemeyeceği gibi yönetimleri daha verimli yatırımlara evriltemeyeceği
savında hemfikir.
Bu yıl
elde edilen verilere göre Barclays düzeltilmiş ilk çeyrek kârı yüzde 5 düşüş
gösterd; 1,79 milyar GBP’den 1,69 milyar GBP seviyesine geriledi. Hissedarlarının
yaşadığı memnuniyetsizlik haberlerini, Yatırım bankasının gelirleri
artırabilmek için istihdam kesintisine gideceği açıklamaları takip etti.
İlk
etapta bankanın yaklaşık 400 şubesinin kapatılacağı, bankanın, ülkenin
indirimli ürünler satan Asda marketlerinde daha küçük birimler kurarak
bankacılık hizmetlerini sürdüreceği ifade edildi.
Banka
geçen yıl açıklanan 3700 kişilik işten çıkarma planını geçen hafta açıklandığı
üzere bu yıl içerisinde 14 bin çalışana, 2016 yılına kadar da 19 bin çalışana çıkaracağını
bildirdi. İşten çıkarmaların Onbini İngiltere şubeleri diğerleri Fransa, İtalya,
İspanya ve Portekiz'den olacak. Yani bedel ödemek adına çanlar bu kez
çalışanlar için çalıyor. Çalışanların dörtte biri işsiz kalacak.
Bitmedi...
Mart ayında gündeme geldiği üzere Barclays ve diğer dört banka bu kez 20 trilyon dolarlık metal borsası için
gösterge olarak kullanılan Londra altın fiyat sabitlemesini manipüle etmekle
suçlanıyor.
ABD’de
altın sabitlemesi yapan 5 bankaya altın fiyatını manipüle ettikleri
suçlamasıyla 20’den fazla dava hazırlanıyor. Bu hafta Salı günü Deutsche Bank
son kez Londra’da altın fiyatı sabitlemesinde yer alacak. Bunca spekülasyonun
ardından Banka 5’li konsorsiyumdan ayrılma kararı aldı. Deutsche Bank’ın yerine
yeni bir banka bulunamadığından sabitleme dört bankayla devam edecek: Barclays,
HSBC, Bank of Nova Scotia ve Société Générale.
Açılan
dâvâların gidişatına göre, negatif veya pozitif anlamda altında olması muhtemel
çok büyük fiyat hareketleri düşünülürse "Faiz Lobisi", yerini
"Altın Lobisi" tabirine bırakabilir.
Bu arada
dünya bültenlerini takip ediyorsanız bilirsiniz, artık "Faiz Lobisi"
Türkiye'de Başbakan tarafından değil, birçok ülkenin ekonomistleri, bilim
adamları tarafından da kullanılıyor artık.
Ülkelerin
artık global finans savaşları ile ilhak edildiği aşikar. Ülkelerin yaşadığı
finansal krizler de bazen uygulanan bir ceza hükmünde hatta. Emin olun;
önümüzdeki günlerde altında gerçekleşecek olumsuz dalgalanmaların bahanesini
kurgulandığı üzere yapay gerekçelere bağlayarak "seçilmişlerin"
çıkarları ekseninde yeni "devralma" işlemlerinin örtülü olarak
yürütülmesini sağlayacak tetikçi ekonomistleri ekranlarımızda izleyecek,
gazetelerin ekonomi sayfalarında okuyacağız.
İdrak
etmek gerekiyor ki; dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleşen olaylar zamanlama
bağlamında tesadüfen gerçekleşmiyor. Olayların kronolojisini ve para akışının
yönünü esas alarak bir inceleme yaptığınızda gerçek resim gözlerinizin önünde
netleşir.
Paranın
seyrini artık modern iktisattaki "görünmez el" de belirlemiyor. Çünkü
içinde olduğumuz ‘Postmodern İktisat’
döneminde, "elit yönetim"in oluşturduğu "piyasa algısı" da
artık matematikten beslenmiyor.
Barclays
hakkında başlatılan yeni soruşturmalar bankanın zor durumda olduğu görüntüsünü
veriyor. Küçülme kararıyla "basit/ perakende banka" olmaya soyunması,
akıllara "Barclays batıyor mu"
sorusunu da getiriyor...
Sanmıyorum...
Neden mi?
Barclays
bir bankadan çok daha fazlasıdır da ondan... Barclays’ın işlem hacmi hemen
hemen İngiltere GDP'sine eşittir. Yani Barclays batarsa İngiltere de batar... İmkansız
mı? Elbette mümkündür; ama bu ihtimal "seçilmişlerin" finansal
ağırlıklarını Kraliçenin arkasına koymaktan vazgeçmesine bağlı...
Umarım
bu son skandal sistemde ciddi adımlar atılmasına katkı sağlar.
Son
olarak, Barclays'ın kimlere ait olduğunu söylememe gerek var mı?
Berrak Şebnem, 11.05.2014, Sonsuz Ark,
Çırak Yazar