13 Mayıs 2014 Salı

SA676/KY9-NK1:5 Ameliyattan Sonra İlk Gece

“Dümdüz bir hayat zaten ne kadar düşünülebilir ki; iniş-çıkışları olmadan, pişmanlık ve tövbeleri olmadan bir hayat…”

“Normal hayat dediğimiz nedir ki, yaşadığımız her şey bizatihi bu hayatın kendisi ve hepsi normal.”

Sanırım akşam üzeriydi, çevremde neler olup bittiğini biraz daha fark ettiğimde. Fakat yine de kopuk kopuk hatırlıyorum o akşam olanları. Şerife’nin karşımda bir sandalyede oturduğunu farklılığını her ortamda hissettiren sevgili kızı Miray’ımızı da odanın ortasında dans ederken hatırlıyorum.

Ferah abla sonra, o da ziyaretime gelmişti ve bir ara, “Biraz dinlen istersen, çok konuşuyorsun!” dedi. Güldük. İnanın ne konuştuğuma dair hiçbir fikrim yok. Fevziye, Zekiye, Jale, Jale’nin kardeşi sevgili Sibel’de odadaydılar.

Zekiye’nin bir ara ayaklarımı ovduğunu hatırlıyorum. Afak aramıştı sanırım onunla ne konuştuğumu da hatırlamıyorum. Ama onun sesini yeniden duymanın kalbimi ferahlattığını hissetmiştim.

Ferah Ablam

Ferah ablamın gelmesi de kalbimi ferahlatmıştı... Dile kolay tam otuz yıldır birbirimize tanıyorduk. Neredeyse çocuk yaşta üniversiteye başlamıştım, 16 yaşında; işte o yaşımda ev arkadaşım Selda'mın ablası olarak tanımıştım onu, ama sonra benim de ablam olmuştu. Hayatımda tanıdığım en iyi insanlardan birisiydi Ferah ablam.

Resmî mesleği eczacılık, ama siz onu bir gün bir fakirin, bir yoksulun evine eşya götürürken, başka bir gün bir hastanın yanında hastanedeki işlerini kotarırken, bir başka gün annesinin ihtiyaçlarını giderirken görürsünüz. Asıl mesleği "iyilik meleği" kısaca.

Daha burada sayamadığım pek çok şeyi yaparken aslında kendisinin sağlığı da o kadar iyi değildir üstelik. Belindeki rahatsızlığı onun sürekli dinlenmesini gerektirecek kadar ileri düzeyde olmasına rağmen Ferah ablam, hiçbir rahatsızlığı yokmuş gibi iyilik yapmak için koşturup durur. Çektiği onca dert, sıkıntı varken iyilik yapmaktan asla vazgeçmez. Bana, hayat ne kadar zor olursa olsun, iyilik yapmaktan vazgeçmemem gerektiğini öğreten nadir insanlardandır o...

Eh ne denir artık böyle ablaya da can kurban.

Bu arada merak eden arkadaşlarım ve dostlarım telefon açıyorlardı, ama hiçbiri ile konuşacak gücüm yoktu. Bir ara Mehmet Efe'nin Amerika'dan aradığını söylediler. Onunla konuştum mu ya da ne konuştum hatırlamıyorum. Ama şunu çok iyi hatırlıyorum onun araması benim için çok önemliydi. Daha iki ay önce Türkiye'de bütün arkadaşlarımızla birlikte onun dönüşünü kutluyorduk.

Yıllar önce resmî bir kurumda çalışıyordum ve oldukça sıkıntılı günler geçiriyordum. Yeni örtünmüştüm, örtülü tanıdığım hiç yoktu ve benim için Mehmet Efe ve Hakan Albayrak'ın yazıları tam bir güven takviyesi idi.

Onların yazılarını okuyup dimdik gidiyordum işe. Kendimi o kadar güçlü hissediyordum ki anlatamam. İşte bir iki ay önce Türkiye'ye dönüşünde ondan yeniden yazı yazması ile ilgili söz almaya çalışmıştım. Sevgili kardeşim, yüzünde hep bir hüzün vardı ve fakat ne kadar ısrar etsem de kalbimi kırmamıştı.

Daha sonra istediğim şeyi yapacak ve müthiş bir şiirle Türkiye'de yeniden anılmaya başlayacaktı.
Efe'nin aramasından kalbimde kalan, benim çok uzaklarda bir kardeşimin olduğu ve o kardeşimin de benim için dua ediyor olmasını bilmenin verdiği ferahlık... Böyle işte...

Zekiye ve Nisa geç saatlere kadar yanımda kaldılar. Yardım etmek için ne yapacaklarını şaşırmışlardı, elimi kolumu kaldırsam hemen bir şeye ihtiyacım olduğunu düşünerek yerlerinden fırlıyorlardı...

Sonra yine film koptu. Gözümü tekrar açtığımda oda karanlıktı ve hiç kimse yoktu. Çok korkmuştum, neredeydim, göğsümdeki bu dehşet ağrı neydi, herkes neredeydi, gözlerim dolmuştu ve tam o sırada Atila girdi odaya, sevgili kardeşlerim Ebubekir ve Muhammed gelmiş onlarla iki dakika dışarı çıkmışlar.

Ve ben de o anda uyanmışım. Canım Atila’m arkadaşlarıma gece kendisinin kalacağını söylemiş ve kalmış. Ben baştan beri Afak’ın evde yalnız kalmasını istemediğim için Atila’dan evde kalmasını istemiştim. O da her zamanki ılıman hali ile hiç yorum yapmamış ama hastanede benimle kalmaya çoktan karar vermişti.

Çok mutlu olduğumu gayet net hatırlıyorum. Ona her zaman müteşekkir kalacağım.

Kolumda serum takılıydı, ara sıra güler yüzlü ve sevimli hemşireler gelip ateşime, tansiyonumu kontrol ediyorlar ve ağrı kesici yapıyorlardı. Ayağa kalkıp yürümem konusunda da telkin de bulunuyorlardı.

Atila ile ameliyattan sonraki ilk yürüyüşü yapmaya çalıştık. Yataktan güçlükle kalktım, başım dönüyordu ama ayağa kalkabildiğimi görmek güzeldi. Ağır adımlarla koridora çıktık, Atila devamlı karşıya bakmam için ikaz ediyordu, haklıydı karşıya bakmadığım zaman düşecek gibi oluyordum. Bundan sonra sabah hastaneden çıkışımızı hatırlıyorum.

Dr.  Süleyman Bey geldi ve ameliyat yerini kontrol ettikten sonra çıkabileceğimizi söyledi. Ancak birkaç gün boyunca pansumana gelmeliydim ve koltuk altında oluşacak sıvıyı aldırmalıydım. Ameliyat olurken aynı zamanda 21 lenf nodu alınmıştı ve lenfler artık noksan olduğu için orada epey bir süre sıvı birikmesi kuvvetle muhtemeldi.

Fevziye hemen gelmişti, Atila Jale’yi aradı o da hemen geldi. Birlikte yola çıktık. Eve geldiğimizde kalabalık bir gurup hemen geldi. Kolumda diren ve üzerimde pijamalarla çok kötü gözüküyordum galiba. Deniz, Emira, Nuran, Rabia abla, Afak herkes yanımdaydı. Afak şok olmuş gibiydi. Onu sarılıp öptüm, kısa bir süre yanımızda oturdu sonra odasına gitti.

Nuran yatağımı tam istediğim gibi hazırlamıştı. Deniz çorba yapıp getirmişti. Emira pişirmeye hazır mantıları dolaba yerleştirdi. Ve sonra herkes dinlenmem için fazla beklemeden gitti.

Şimdi ne yapacaktım? Kolumu kullanmam mümkün değildi, tam bir külçe gibi hissediyordum sağ kolumu. Ameliyat yerim ağrıyordu ve ben daha oraya hiç bakmamıştım. Korkuyordum çünkü.

On gün çabuk geçsin ve bir an önce medikal onkoloji tedavisi başlasın ve bir an önce de bitsin istiyordum. Hep ameliyatta öleceğimi sanmıştım öyle olmamıştı, yaşıyordum ve galiba asıl macera bundan sonra başlıyordu.

Dümdüz bir hayat zaten ne kadar düşünülebilir ki, iniş-çıkışları olmadan, pişmanlık ve tövbeleri olmadan bir hayat…

Teşhis konulduktan sonra bir telefon konuşmasında “normal hayata dönmek” gibi bir laf etmiş ve hemen pişman olmuştum. Normal hayat dediğimiz nedir ki, yaşadığımız her şey bizatihi bu hayatın kendisi ve hepsi normal.

Galiba biz normal hayattan bahsederken her şeyin ama her şeyin tamam olduğu, yırtığı söküğü olmayan, yanından yöresinden sarkması olmayan hep cici bici şeylerle dolu, olmayacak bir şeyden bahsediyoruz.


Neşe Kutlutaş, 13.05.2014, Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 23.02.2012)




Seçkin Deniz Twitter Akışı