17 Mayıs 2014 Cumartesi

SA681/ KY5-PT19: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 2/9: Oyun İçinde Oyun

Kiziroğlu Mustafa Bey


-9-
Sancağın büyük hamamının önünde Döngel Murat’ın on adamı yalın kılıç nöbet tutuyorlardı. Atlarını mezarlığın yanındaki hana bırakmalarını istemişti Murat Ağa. Bu isteğe bir anlam veremeyen kahya şaşkın şaşkın bakakalmıştı. “Yine ne şeytanlık peşinde!” diye geçirmişti içinden. Hamamı birileri basmaya kalksa ya da Aysema hamamdan çıktığında atlı biri –ki o büyük bir ihtimal Kiziroğlu olurdu- atının terkisine atsa kendileri yaya olarak ne yapabilirlerdi ki? Bu akılsızca bir şeydi.

Kılı kırk yaran Murat Ağa hamamın yanındaki han dururken ne diye şehrin ta ucundaki hana atları bıraktırmıştı? Hem hamamın bir de arka kapısı vardı. Oraya da birkaç adam koymayı teklif eden kâhya azar işitmişti. “Bu adam aklını mı kaçırdı acep?” diye soramadan edememişti kendi kendine. Pek neşeliydi Ağa.

Oysa kızı ne zaman hamama gitse derin düşüncelere dalar, yeise kapılır, bir söylediğini unutmuşçasına yinelerdi. “Kâhya şehrin giriş çıkışlarında da birer atlı olsun.. gözlerine alışılmadık bir şey çarparsa hemen haberleşin!” derdi. “Arkayı da gözetleyin.. kendinizi belli edin..” der.. Tetikte olmalarını tuvalete bile bir tekinin gitmemesini söyler.. sonra yeniden “Ha.. Şehrin girişine atlılar!” diye söz başlardı.

Oysa şimdi.. ne şehrin giriş çıkışında atlılar vardı ne arka kapıyı gözetleyen birileri olsun istemişti. Üstüne üstlük atlarını da ellerinden almıştı. Bu işte kesin bir iş vardı. Acaba Şehrinaz’a mı güveniyordu? Kadın başına Şehrinaz ne yapacaktı ki?

Epey bir zaman geçmişti. Beş atlı erkek hamamın önünde volta atıp duruyor gelen gideni sezdirmeden süzüyorlardı. Hamama gelen kadınlar önlerinden geçerken kıkırdıyorlardı. Aysema hala çıkmamışlardı hamamdan.

“Nede uzun kaldılar bu kere!” diye söylendi, “Gözünüzü dört açın!” dedi adamlara, canı sıkkın hamamın güney tarafında ilerledi. Ağa’nın tembihini hiçe sayıp arka tarafa bakacaktı. Bu yaptığı ağanın kulağına giderse epey bir küfür yerdi yemesine ama içi el vermiyordu. Köşeyi döndüğünde hamamın arkasına doğur yanaşan yaylı bir araba gördü.

Bir yaylıya iki at koşulsun olacak şey değildi. Hem arabanın sürücüsü de kendisini gizlemişti. Kim olduğu belli değildi. Adımlarını hızlandırdı. Koşmaya başladı. Arkaya vardı. Yaylı arabaya yoksulların giydiği ehrama bürünmüş iki kişi bindi. Yirmi-yirmi beş adım mesafe var yoktu arabayla arasında.

Sürücü kendisini görmüştü. Kamçısını hızla indirdi atlara “Deh.. “ diye bağırdı. “Durun!” demesine fırsat bulamadan yanında durduğu ağaçların arasından yüzü örtülü iri yarı bir adam fırladı kedisini tuttuğu gibi havaya kaldırıp yere çarptı. “İblis!” diye hırıltılı bir ses çıkardı. Gözleri karardı. Kesme taş zemini üzerinde bir iki debelenip öylece kalakaldı. Başı oldukça sert vurmuştu zemine.

Kâhya’nın epey bir süre sonra dönmemesi üzerine kapı önünde nöbet tutan adamlar kâhyanın gittiği yöne bakındılar. Kimse yoktu. Arkaya bakması için birini gönderdiler. Adam kâhyayı taş zeminde boylu boyunca yatar görüp yanına koştu. Arkadaşlarına bağırdı. Cesedin başı üzerine çöktü kanlar içindeki kafayı kucağına aldı. “Ağam.. ağam!” dedi ağlamaklı.

Huzurda beyliğin işleri üzerine konuşulurken Turab içeri girdi. Rıfat Bey’in yanına vardı. Kulağına bir şeyler fısıldadı. Bey öfke ile ayağa kalktı. Huzurdakiler de şaşkınlıkla kalktılar ayağa. Sarı Fuat daha bir sararmıştı. Döngel Murat gelen haberin ne olduğunu kesin kez biliyordu, fakat o da şaşırmış ayaklarına yatmıştı. Çopur tir tir titriyordu. Rıfat beyi böylesine öfkelendiren her ne ise herkesten çok kendisine dokunacaktı zararı.
Kadı Cemalettin, Alaybeyi ile göz göze geldi. Alaybeyi hafifçe başını salladı, dudak büktü. İlk akla gelen Şeref oldu. Kadı Cemalettin ürkek bir sesle “Hayırdır beyimiz!” diye sordu.

Rıfat Bey bütün yapmacıklığı ile:

“Ne hayırı kadı efendi.. ne hayırı? Hayırı mı kaldı bu işin? Eşkıya güpe gündüz hamam basar genç kızları dağa kaldırır biz de burada beylik yaparız?” dedi Döngel Murat’a bakmayı ihmal etmeden.

Gözlerinin içi gülüyordu. Murat iki eliyle dizlerine vurup “Aman beyim.. sakın!” diye güçlükle konuştu. Sözcükler boğazında düğümlenmiş gibiydi.. Rıfat Bey Döngel’in yanına geldi.

“Metin ol.. diyeceğim ağa.. diyeceğim ama.. nasıl olunur onu bilmiyorum. Aysema kızımızı eşkıya dağa kaldırmış. Bir Allah’ın kulu da görmemiş. Üstüne üstlük kendilerine mani olmaya kalkışan kâhyayı da öldürmüşler!”

Döngel Murat olduğu yere çökmüştü. Baygınlık geçiriyordu. Başına üşüştüler.

“Tiz şerbet getirin!” diye bağırdı Rıfat Bey.

Turab alelacele gidip şerbet getirdi. Güçlükle adamın dudakları arasından şerbeti verdiler. Döngel yavaş yavaş kendine geldi. “Ulan Döngel iti.. az orta oyuncusu değilsin ha!” diye iç geçirdi.

Döngel Murat gözlerini açmış ağlıyordu. Toparlanıp beyin ellerine sarıldı:

“Beyim beyim.. kızımı kurtarmaya ruhsat verin.. gidip o itin başına yıkayım inini!”

 Rıfat, adamın omuzlarından tutup hafifçe sarstı:

“Ah Murat Ağam.. ah Murat Ağam bilirim bu acıyı.. benim evladımı kaçırdıklarında neler yaşadım bir bilsen.. kelam-ı kadim üzerine yemin ederim ki bu Kiziroğlu denen eşkıyanın cezasını kendi ellerimle vereceğim. Kiziroğlu cami kenarına işemiştir bu kere.. bu kere merhamet yok. Bu kere sabır yok.. Bu kere beylerbeyliğine değil doğrudan payitahttan ordu isteyeceğim.. hiç tasalanma Murat Ağa senin evladın benim evladımdır. Şerefi o itin elinden kurtardığım gibi Aysema kızımı da ne pahasına olursa olsun kurtaracağım!”

Murat oturduğu yerde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Rıfat Bey Murat’ın etrafını saran Huzur azalarına dönüp, “Ağalar gördüğünüz gibi huzurumuz kalmamıştır. Çekilebilirsiniz. Her biriniz kendi gücünüz nispetinde bir hal çaresi bulun!” dedi. Huzur azaları birer birer Murat Ağaya geçmiş olsun deyip çıktılar. Kimse kalmayınca Murat hemen toparlanıp ayağa kalktı.

Rıfat Bey:

“Yahu Murat ağa” dedi “Az kalsın ben dahi inanacaktım haline.. ne yaman adamsın be ağa! Kendimi tutmasam gülecektim. Kaç kez dilimi ısırdım bilsen!”

“Sorma Beyim.. şu kâhyanın ölümü olmamış olsaydı ben de sevinç narası atardım billah.. imdadıma onun ölüsü yetişti. Rahmetlinin dirisinden çok ölüsü yaradı ha!” karşılığını verdi. “Ben de gideyim.. birkaç atlı çıkarıp arattırayım sıcağı sıcağına ki kimsenin kulağına kar suyu kaçmasın beyim!”

“Sen bilirsin.. artık iş beklemeye kaldı!”

“Çok beklemeyiz sanırım Beyim.. siz Şehrinaz’ın ana babasını her ihtimale karşı konağa aldırın derim be.. ne olur ne olmaz!”

“Benim de aklıma geldi. Turab’ı yollar aldırtırım. Hadi rastgele!”

Huzurdan birlikte çıkan Kadı Cemalettin ile Zülfikâr bir süre sessizce yürüdüler. İkindi namazı yakındı. Camiye doğru yürüyorlardı.

“Bilmem fark ettin mi hem Rıfat Bey’in hem Murat Ağa’nın gözlerinin içi gülüyordu. Utanmasalar zil takıp oynayacaklardı!” dedi.

Zülfikâr:

“Aynen dediğin gibi hocam.. biz orada olmasak böyle bir mizansen sergilemeye kalkmaz zil takıp oynarlardı!” karşılığını verdi.

“Bu işte bir iş var.. kesin var öyle değil mi?”

Zülfikâr başını salladı gülerek:

“Eh ağaların bir oyunu var ise yiğitlerin de bir oyunu vardır be hocam.. sen tasalanma!”

Zülfikâr’ın sözlerinden adamın epey şey bildiğine kanaat getiren kadı merakla sordu:

“Bildiğin bir şey mi var Alaybeyim?”

“Bildiğim şey suların kaynadığı.. huzur azaları seni bekler.. hepsi razıdır. Bir Subaşının durumu belirsiz.. hoş öğrendiğim kadarı ile eline fırsat geçse bir kaşık suda boğarmış boğmasına ya.. it sahibini ısırır mı bilinmez.. bir de payitahta mektup yazan var..”

“Doğru..” diye karşılık verdi Kadı “İt sahibini ısırmaz.. ama it kudurursa sahibini tanımaz.. bu da bir hakikat. Bence payitahta mektubu yazan Şeref’tir.”

Zülfikâr “Hayır!” dedi.. “Şeref o kadar ince zekâya sahip biri değildir. Hem o kadar cesurda değildir. Mektubu yazan Döngel Murat’tır hocam! Döngel Murat!”

Hayretten dona kalan Kadı kısık bir çığlık attı:

 “Sen ne dersin Zülfikâr.. kimden duydun.. nerden duydun? Bu bilgi sahih mi?” dedi.

Zülfikâr:

“Hem de ne sahih! Mektubu götüren ulağın kendisi söyledi. Hoş söylemedi de söylettirdim!”

“Murat Ağa’nın bu işten çıkarı ne ola ki? Beylik mi bekler?” diye sordu Kadı.

“Dediğin gibi.. beylik bekler.. mahkeme edilip suçu sabit olduğu ortaya çıktı mı Rıfat’ın soyu sopu sürgün edilir malları beytülmala aktarılır dediydin..”

“Öyledir!” “İşte ben de bunun üzerine araştırmaya başladım. Bey’in suçu sabit. Şehreminoğulları’ndan beylik alınınca dışarıdan birini Sancak beyi yapacak değiller. Kimi yaparlar? Elbet Döngelleri. Zaten Şehreminoğulları’ndan üç beş nesil önce Döngeller Bey idi. Herkes bilir. Rüşvetle müşvetle katakulliye getirip beyliği ellerinden almışlar. Onlardan alınınca ilk akla gelen kim olur? Döngeller. Sarı Fuat’ın esamesi bile okunmaz. Huysuzluk çıkaracak bir Bodur vardı o da akılsızlığı sayesinde canından oldu. Bütün bunlar bizi kime götürür kadı efendi?”

“Döngel’e!” dedi Kadı ve sürdürdü konuşmayı, “Kızını Kiziroğlu’na kaçırttı.. Bu beylik savaşında Kiziroğlu bilmeden taraf oluyor öyle mi?”

Zülfikâr kadıya tebessüm ederek baktı:

“Döngel’in bir hesabı bu.. bir de ikinci hesabı var.. Kiziroğlu’nu ortadan kaldırıp sütliman bir beylik sürmek.. olur mu bilinmez.. Dedim ya Kadı Efendi.. ağaların bir oyunu var ise yiğitlerin de bir oyunu vardır. Hele biz Rıfat’ın boynuna ilmeği geçirelim.. gerisi kolay!”

İki adam caminin avlusuna vardıklarında müezzin ezanı bitirmişti.

Kuş gibi uçarcasına giden yaylı arabanın sarsıntısından düşmemek için çaba gösteriyordu iki genç kız. 

Şehrinaz öylesine heyecanlıydı öylesine şaşırmıştı ki.. Aysema sevgiyle Şehrinaz’ın ellerini sıktı “Neyin var senin kuzum!” diye sordu. Şehrinaz atları habire kamçılayıp “Deh!” diyen sürücünün sesine kulak kabartıyor arada bir kim olduğunu anlamak için yerinden kalkmaya çalışıyor sarsıntının şiddetinden bu işi göze alamıyordu. “Bu ses.. ses öylesine tanıdık ki?” diye cevapladı Aysema’yı.

Aysema gülüp “Ses sese benzer!” demekle yetinmişti. Şehrinaz,  “Hayır.. ses sese benzese de bu kadar benzerlik fazla..” diye üsteledi. Yusuf Baba’nın değirmeni gözükmüştü. Durup indiklerinde nasılsa kimin kim olduğunu anlayacaktı anlamasına ama kızı daha fazla merakta bırakmak istemedi.

“Kime benzetiyorsun?” diye sordu. Şehrinaz şaşkınlığını bastırmaya çalışarak, “Babam.. babamın sesine!” dedi.  “Madem öyle seslensene!” gözlerini belertip arkadaşına baktı. İlk kez arkadaşının yüzünde müstehzi bir tebessüm görüyordu. Aysema neyi ima ediyordu böyle. Avazı çıktığı kadar bağırdı “Baba yavaş arabayı devireceksin!”

Sürücü başını çevirip, “Peki kızım.. zaten geldik dedi!” donup kaldı Şehrinaz. Tuhaf tuhaf baktı Aysema’ya.. “Bu babam!” diyebildi güçlükle.

Turab korka korka beyden destur isteyip yanına vardı.

“Ne var?” diye neşeyle sordu Bey. Turab yutkunarak, “Şehrinaz’ın ana babası evlerinde yoklar.. nereye gittiklerini ne zaman gittiklerini kimseler görmemiş beyim!” diyebildi güçlükle.

“Hay Allah belasını versin! Kancık!” sözleri döküldü beyin ağzından. Bu kumpas ta mı yatıyordu şimdi? “Kahretsin! Kahretsin!” dedi nargileyi kaptığı gibi Turab’a doğru fırlattı.

“Ne diye bostan korkuluğu gibi dikelirsin deyyus.. koş haber ver Murat itine tez akşama gelsin!” diye bağırdı.

Turab dışarı fırladı gözlerinde sakladığı sevinçle.


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 17.05.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar



Seçkin Deniz Twitter Akışı