Kiziroğlu Mustafa Bey
-9-
Sancağın büyük hamamının önünde Döngel Murat’ın on adamı yalın
kılıç nöbet tutuyorlardı. Atlarını mezarlığın yanındaki hana bırakmalarını
istemişti Murat Ağa. Bu isteğe bir anlam veremeyen kahya şaşkın şaşkın
bakakalmıştı. “Yine ne şeytanlık peşinde!” diye geçirmişti içinden. Hamamı
birileri basmaya kalksa ya da Aysema hamamdan çıktığında atlı biri –ki o büyük
bir ihtimal Kiziroğlu olurdu- atının terkisine atsa kendileri yaya olarak ne
yapabilirlerdi ki? Bu akılsızca bir şeydi.
Kılı kırk yaran Murat Ağa hamamın yanındaki han dururken ne diye
şehrin ta ucundaki hana atları bıraktırmıştı? Hem hamamın bir de arka kapısı
vardı. Oraya da birkaç adam koymayı teklif eden kâhya azar işitmişti. “Bu adam
aklını mı kaçırdı acep?” diye soramadan edememişti kendi kendine. Pek neşeliydi
Ağa.
Oysa kızı ne zaman hamama gitse derin düşüncelere dalar, yeise
kapılır, bir söylediğini unutmuşçasına yinelerdi. “Kâhya şehrin giriş
çıkışlarında da birer atlı olsun.. gözlerine alışılmadık bir şey çarparsa hemen
haberleşin!” derdi. “Arkayı da gözetleyin.. kendinizi belli edin..” der..
Tetikte olmalarını tuvalete bile bir tekinin gitmemesini söyler.. sonra yeniden
“Ha.. Şehrin girişine atlılar!” diye söz başlardı.
Oysa şimdi.. ne şehrin giriş çıkışında atlılar vardı ne arka
kapıyı gözetleyen birileri olsun istemişti. Üstüne üstlük atlarını da
ellerinden almıştı. Bu işte kesin bir iş vardı. Acaba Şehrinaz’a mı
güveniyordu? Kadın başına Şehrinaz ne yapacaktı ki?
Epey bir zaman geçmişti. Beş atlı erkek hamamın önünde volta atıp
duruyor gelen gideni sezdirmeden süzüyorlardı. Hamama gelen kadınlar önlerinden
geçerken kıkırdıyorlardı. Aysema hala çıkmamışlardı hamamdan.
“Nede uzun kaldılar bu kere!” diye söylendi, “Gözünüzü dört açın!”
dedi adamlara, canı sıkkın hamamın güney tarafında ilerledi. Ağa’nın tembihini
hiçe sayıp arka tarafa bakacaktı. Bu yaptığı ağanın kulağına giderse epey bir
küfür yerdi yemesine ama içi el vermiyordu. Köşeyi döndüğünde hamamın arkasına
doğur yanaşan yaylı bir araba gördü.
Bir yaylıya iki at koşulsun olacak şey değildi. Hem arabanın
sürücüsü de kendisini gizlemişti. Kim olduğu belli değildi. Adımlarını
hızlandırdı. Koşmaya başladı. Arkaya vardı. Yaylı arabaya yoksulların giydiği
ehrama bürünmüş iki kişi bindi. Yirmi-yirmi beş adım mesafe var yoktu arabayla
arasında.
Sürücü kendisini görmüştü. Kamçısını hızla indirdi atlara “Deh.. “
diye bağırdı. “Durun!” demesine fırsat bulamadan yanında durduğu ağaçların
arasından yüzü örtülü iri yarı bir adam fırladı kedisini tuttuğu gibi havaya
kaldırıp yere çarptı. “İblis!” diye hırıltılı bir ses çıkardı. Gözleri karardı.
Kesme taş zemini üzerinde bir iki debelenip öylece kalakaldı. Başı oldukça sert
vurmuştu zemine.
Kâhya’nın epey bir süre sonra dönmemesi üzerine kapı önünde nöbet
tutan adamlar kâhyanın gittiği yöne bakındılar. Kimse yoktu. Arkaya bakması
için birini gönderdiler. Adam kâhyayı taş zeminde boylu boyunca yatar görüp
yanına koştu. Arkadaşlarına bağırdı. Cesedin başı üzerine çöktü kanlar içindeki
kafayı kucağına aldı. “Ağam.. ağam!” dedi ağlamaklı.
Huzurda beyliğin işleri üzerine konuşulurken Turab içeri girdi.
Rıfat Bey’in yanına vardı. Kulağına bir şeyler fısıldadı. Bey öfke ile ayağa
kalktı. Huzurdakiler de şaşkınlıkla kalktılar ayağa. Sarı Fuat daha bir
sararmıştı. Döngel Murat gelen haberin ne olduğunu kesin kez biliyordu, fakat o
da şaşırmış ayaklarına yatmıştı. Çopur tir tir titriyordu. Rıfat beyi böylesine
öfkelendiren her ne ise herkesten çok kendisine dokunacaktı zararı.
Kadı Cemalettin, Alaybeyi ile göz göze geldi. Alaybeyi hafifçe
başını salladı, dudak büktü. İlk akla gelen Şeref oldu. Kadı Cemalettin ürkek
bir sesle “Hayırdır beyimiz!” diye sordu.
Rıfat Bey bütün yapmacıklığı ile:
“Ne hayırı kadı efendi.. ne hayırı? Hayırı mı kaldı bu işin?
Eşkıya güpe gündüz hamam basar genç kızları dağa kaldırır biz de burada beylik
yaparız?” dedi Döngel Murat’a bakmayı ihmal etmeden.
Gözlerinin içi gülüyordu. Murat iki eliyle dizlerine vurup “Aman
beyim.. sakın!” diye güçlükle konuştu. Sözcükler boğazında düğümlenmiş
gibiydi.. Rıfat Bey Döngel’in yanına geldi.
“Metin ol.. diyeceğim ağa.. diyeceğim ama.. nasıl olunur onu
bilmiyorum. Aysema kızımızı eşkıya dağa kaldırmış. Bir Allah’ın kulu da
görmemiş. Üstüne üstlük kendilerine mani olmaya kalkışan kâhyayı da
öldürmüşler!”
Döngel Murat olduğu yere çökmüştü. Baygınlık geçiriyordu. Başına
üşüştüler.
“Tiz şerbet getirin!” diye bağırdı Rıfat Bey.
Turab alelacele gidip şerbet getirdi. Güçlükle adamın dudakları
arasından şerbeti verdiler. Döngel yavaş yavaş kendine geldi. “Ulan Döngel
iti.. az orta oyuncusu değilsin ha!” diye iç geçirdi.
Döngel Murat gözlerini açmış ağlıyordu. Toparlanıp beyin ellerine
sarıldı:
“Beyim beyim.. kızımı kurtarmaya ruhsat verin.. gidip o itin
başına yıkayım inini!”
Rıfat, adamın omuzlarından
tutup hafifçe sarstı:
“Ah Murat Ağam.. ah Murat Ağam bilirim bu acıyı.. benim evladımı
kaçırdıklarında neler yaşadım bir bilsen.. kelam-ı kadim üzerine yemin ederim
ki bu Kiziroğlu denen eşkıyanın cezasını kendi ellerimle vereceğim. Kiziroğlu
cami kenarına işemiştir bu kere.. bu kere merhamet yok. Bu kere sabır yok.. Bu
kere beylerbeyliğine değil doğrudan payitahttan ordu isteyeceğim.. hiç
tasalanma Murat Ağa senin evladın benim evladımdır. Şerefi o itin elinden
kurtardığım gibi Aysema kızımı da ne pahasına olursa olsun kurtaracağım!”
Murat oturduğu yerde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Rıfat Bey Murat’ın
etrafını saran Huzur azalarına dönüp, “Ağalar gördüğünüz gibi huzurumuz
kalmamıştır. Çekilebilirsiniz. Her biriniz kendi gücünüz nispetinde bir hal
çaresi bulun!” dedi. Huzur azaları birer birer Murat Ağaya geçmiş olsun deyip
çıktılar. Kimse kalmayınca Murat hemen toparlanıp ayağa kalktı.
Rıfat Bey:
“Yahu Murat ağa” dedi “Az kalsın ben dahi inanacaktım haline.. ne
yaman adamsın be ağa! Kendimi tutmasam gülecektim. Kaç kez dilimi ısırdım
bilsen!”
“Sorma Beyim.. şu kâhyanın ölümü olmamış olsaydı ben de sevinç
narası atardım billah.. imdadıma onun ölüsü yetişti. Rahmetlinin dirisinden çok
ölüsü yaradı ha!” karşılığını verdi. “Ben de gideyim.. birkaç atlı çıkarıp
arattırayım sıcağı sıcağına ki kimsenin kulağına kar suyu kaçmasın beyim!”
“Sen bilirsin.. artık iş beklemeye kaldı!”
“Çok beklemeyiz sanırım Beyim.. siz Şehrinaz’ın ana babasını her
ihtimale karşı konağa aldırın derim be.. ne olur ne olmaz!”
“Benim de aklıma geldi. Turab’ı yollar aldırtırım. Hadi rastgele!”
Huzurdan birlikte çıkan Kadı Cemalettin ile Zülfikâr bir süre
sessizce yürüdüler. İkindi namazı yakındı. Camiye doğru yürüyorlardı.
“Bilmem fark ettin mi hem Rıfat Bey’in hem Murat Ağa’nın
gözlerinin içi gülüyordu. Utanmasalar zil takıp oynayacaklardı!” dedi.
Zülfikâr:
“Aynen dediğin gibi hocam.. biz orada olmasak böyle bir mizansen
sergilemeye kalkmaz zil takıp oynarlardı!” karşılığını verdi.
“Bu işte bir iş var.. kesin var öyle değil mi?”
Zülfikâr başını salladı gülerek:
“Eh ağaların bir oyunu var ise yiğitlerin de bir oyunu vardır be
hocam.. sen tasalanma!”
Zülfikâr’ın sözlerinden adamın epey şey bildiğine kanaat getiren
kadı merakla sordu:
“Bildiğin bir şey mi var Alaybeyim?”
“Bildiğim şey suların kaynadığı.. huzur azaları seni bekler..
hepsi razıdır. Bir Subaşının durumu belirsiz.. hoş öğrendiğim kadarı ile eline
fırsat geçse bir kaşık suda boğarmış boğmasına ya.. it sahibini ısırır mı
bilinmez.. bir de payitahta mektup yazan var..”
“Doğru..” diye karşılık verdi Kadı “İt sahibini ısırmaz.. ama it
kudurursa sahibini tanımaz.. bu da bir hakikat. Bence payitahta mektubu yazan
Şeref’tir.”
Zülfikâr “Hayır!” dedi.. “Şeref o kadar ince zekâya sahip biri
değildir. Hem o kadar cesurda değildir. Mektubu yazan Döngel Murat’tır hocam!
Döngel Murat!”
Hayretten dona kalan Kadı kısık bir çığlık attı:
“Sen ne dersin Zülfikâr..
kimden duydun.. nerden duydun? Bu bilgi sahih mi?” dedi.
Zülfikâr:
“Hem de ne sahih! Mektubu götüren ulağın kendisi söyledi. Hoş
söylemedi de söylettirdim!”
“Murat Ağa’nın bu işten çıkarı ne ola ki? Beylik mi bekler?” diye sordu
Kadı.
“Dediğin gibi.. beylik bekler.. mahkeme edilip suçu sabit olduğu
ortaya çıktı mı Rıfat’ın soyu sopu sürgün edilir malları beytülmala aktarılır
dediydin..”
“Öyledir!” “İşte ben de bunun üzerine araştırmaya başladım. Bey’in
suçu sabit. Şehreminoğulları’ndan beylik alınınca dışarıdan birini Sancak beyi
yapacak değiller. Kimi yaparlar? Elbet Döngelleri. Zaten Şehreminoğulları’ndan
üç beş nesil önce Döngeller Bey idi. Herkes bilir. Rüşvetle müşvetle
katakulliye getirip beyliği ellerinden almışlar. Onlardan alınınca ilk akla
gelen kim olur? Döngeller. Sarı Fuat’ın esamesi bile okunmaz. Huysuzluk
çıkaracak bir Bodur vardı o da akılsızlığı sayesinde canından oldu. Bütün
bunlar bizi kime götürür kadı efendi?”
“Döngel’e!” dedi Kadı ve sürdürdü konuşmayı, “Kızını Kiziroğlu’na
kaçırttı.. Bu beylik savaşında Kiziroğlu bilmeden taraf oluyor öyle mi?”
Zülfikâr kadıya tebessüm ederek baktı:
“Döngel’in bir hesabı bu.. bir de ikinci hesabı var.. Kiziroğlu’nu
ortadan kaldırıp sütliman bir beylik sürmek.. olur mu bilinmez.. Dedim ya Kadı
Efendi.. ağaların bir oyunu var ise yiğitlerin de bir oyunu vardır. Hele biz
Rıfat’ın boynuna ilmeği geçirelim.. gerisi kolay!”
İki adam caminin avlusuna vardıklarında müezzin ezanı bitirmişti.
Kuş gibi uçarcasına giden yaylı arabanın sarsıntısından düşmemek
için çaba gösteriyordu iki genç kız.
Şehrinaz öylesine heyecanlıydı öylesine
şaşırmıştı ki.. Aysema sevgiyle Şehrinaz’ın ellerini sıktı “Neyin var senin
kuzum!” diye sordu. Şehrinaz atları habire kamçılayıp “Deh!” diyen sürücünün sesine
kulak kabartıyor arada bir kim olduğunu anlamak için yerinden kalkmaya
çalışıyor sarsıntının şiddetinden bu işi göze alamıyordu. “Bu ses.. ses
öylesine tanıdık ki?” diye cevapladı Aysema’yı.
Aysema gülüp “Ses sese benzer!” demekle yetinmişti. Şehrinaz, “Hayır.. ses sese benzese de bu kadar
benzerlik fazla..” diye üsteledi. Yusuf Baba’nın değirmeni gözükmüştü. Durup
indiklerinde nasılsa kimin kim olduğunu anlayacaktı anlamasına ama kızı daha
fazla merakta bırakmak istemedi.
“Kime benzetiyorsun?” diye sordu. Şehrinaz şaşkınlığını bastırmaya
çalışarak, “Babam.. babamın sesine!” dedi.
“Madem öyle seslensene!” gözlerini belertip arkadaşına baktı. İlk kez
arkadaşının yüzünde müstehzi bir tebessüm görüyordu. Aysema neyi ima ediyordu
böyle. Avazı çıktığı kadar bağırdı “Baba yavaş arabayı devireceksin!”
Sürücü başını çevirip, “Peki kızım.. zaten geldik dedi!” donup
kaldı Şehrinaz. Tuhaf tuhaf baktı Aysema’ya.. “Bu babam!” diyebildi güçlükle.
Turab korka korka beyden destur isteyip yanına vardı.
“Ne var?” diye neşeyle sordu Bey. Turab yutkunarak, “Şehrinaz’ın
ana babası evlerinde yoklar.. nereye gittiklerini ne zaman gittiklerini
kimseler görmemiş beyim!” diyebildi güçlükle.
“Hay Allah belasını versin! Kancık!” sözleri döküldü beyin
ağzından. Bu kumpas ta mı yatıyordu şimdi? “Kahretsin! Kahretsin!” dedi
nargileyi kaptığı gibi Turab’a doğru fırlattı.
“Ne diye bostan korkuluğu gibi dikelirsin deyyus.. koş haber ver
Murat itine tez akşama gelsin!” diye bağırdı.
Turab dışarı fırladı gözlerinde sakladığı sevinçle.
Puran Tilmiz, 17.05.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar