“Kim, neyi, nasıl, nerede,
kiminle konuşuyor bilmiyorum, ama gördüğüm hiçbir şey bana hiç de tesadüf
gelmiyor.”
Teori kasıntılarından yorgun düşen bu memleket, teori denerek küçümsenen tüm kumpasları, komploları hemen her gün canlı canlı yaşıyor. Koskoca imparatorluk parçalandı, yok oldu; dağ gibi tarihî belgeler ve itirafnâmeler hatırât kaydıyla kitap olarak piyasada fakat itibar eden yok, buna karşılık itibar edene de komplo teorisyeni gözüyle bakan bir sürü insan var.
Cumhuriyet
tarihi gözler önünde, görmemek için gözünü kapatan ya da sağa sola bakanların mide bulandıran ikiyüzlülüğü
ile hiçbir şey doğru dürüst analiz edilmiyor, ders çıkarılmıyor. Türkiye her an
saldırı altında; bu saldırılar her gün yeni darbe tehditleri, finansal saldırılar,
siyasî krizler, yargı krizleri, yangın, terör, kaza olarak karşımızda somut
biçimde duruyor ve bas bas bağırıyor, can alıyor, maddî manevî zararlar
veriyor; bunların tesadüf olmayacağını dillendirenler ciddiye alınmıyor ve
piyasadan siliniyor.
Bu kadar ilke yoksunu yazar-çizerle bir arada yaşıyor olmak gerçekten yorucu. İktidar olmak da yetmiyor bunların karşısında muhalefet olmak da. Tarafsız olmak da taraflı olmak da. Ya onlar gibi düşüneceksin ya da saldırılara maruz kalacaksın. Hakkı, adaleti hatırlatman beyhude çaba.
Soma, 13
Mayıs 2014’te büyük bir facia ile 301 insanın hayatını kaybettiği bir kömür
madeni yangını ile ilkokul çağlarından zihnimizde kalan yerini yeniden tescil
etti. Kömür madenidir olur böyle şeyler diye düşünen herkes ilk anda bunu basit
bir yangın sandı; ancak anlaşıldı ki olay çok büyüktü ve ihmaller bu yangının ana sebebiydi.
Bu
yangında sırasıyla vardiya amirinden genel müdüre ve holding patronlarına kadar
herkesin açık ihmali vardı ve savcılık şirketin ihmaller zincirine ‘Bilinçli taksir’ demek üzereydi. Hatta o madende hayatlarını kaybetmeyi göze alan ve
ölen işçilerde de ihmal vardı; 21 yıllık Çin malı bozuk maskeleri kullanmak
zorunda kalacakları zamana ve ölene dek haklarını aramaktan çekinmişlerdi. Devletin
müfettişleri ise madenlerin karanlık koridorlarına inmeden işlerini yapıp geçmişlerdi
teftişlerde…
Başbakan, eskimiş devletin kısık sesini dillendirdi
başlangıçta. “Kömür madenidir, yangın, çöküntü bu işin doğasında var” dedi.
Sonra olayların öyle olmadığını anlayınca bütün devleti seferber etti ve 3-4
günde madendeki tüm işçilere ölü ya da diri ulaşmayı başardı. Hastalığı ile meşgul Çalışma Bakanı Faruk
Çelik ile, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla kazanın olduğu gün Soma’ya ulaşarak
olağanüstü bir çaba ve şeffaf bilgilendirme ile devletin gücünü organize eden Enerji
Bakanı Taner Yıldız’ın durumlarını bir kenarda tutarsak, günlerce ‘Katil Başbakan’
diye bağıran hastaları izledik.
Utanmasalar
madendeki yangını da Başbakan çıkardı diyeceklerdi. Bu ihmallerin sonucunda
ortaya çıkan bir kaza idi; zaten kazalar da ihmallerin sonucunda ortaya çıkar. Soma
Holding’in patronlarının Başbakan’ın yandaşları olduğu tezini işlediler birkaç gün.
Oysa
gerçekte doğrudan Başbakan Erdoğan’ın indirilmesini hedefleyen Gezi Parkı Terörü’nde Divan Oteli’ni terör üretenlere bir üs olarak kullandırtan Koç’ların
eski bir çalışanı çıktı şirketin patronu. Doğal olarak akıllara, akıl almaz
ihmaller zincirinin ‘bilinçli’ yapıldığı olasılığı geldi. Bu bilinci ‘Para Kazanma
Hırsı’ ile izah eden oldu, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Başbakan Erdoğan’ın
önünü kesme girişiminin sahibi olarak da. Koç-Gürkan ikilisinden yola çıkmak
da doğal bir sonuçtu, para kazanma hırsından da.
Türkiye’de
en az olan şeyler tesadüflerdi çünkü. AYM Mahkemesi Başkanını öldürtmek ne tür
sonuçlara yol açar diyen eski tip neocon kuklalarını da gördü bu millet, PKK
timlerini korumak için askerlerin ölmesini isteyenleri de. Hatta Başbakan
Erdoğan oy kaybetsin diye karakol saldırıları ile onlarca asker kaybettirdiler
bize.
Cemaatin
ve noeocon uzantısı medyanın Soma faciasında Erdoğan’ı hedefe koymaları,
geçmişi unutmaya niyetli olmayan bizleri başka türlü düşünmeye yöneltmedi
nedense. Gezi terörü, 17-25 Aralık, MİT tırlarına yapılan açık saldırı daha
taptaze. 30 Mart’tan önce yapılan tüm kasıtlı saldırılar da notlarımız
arasında. Soma faciasının kar hırsı ile izah edilemeyeceğini düşünen herkes
aslında hiç de haksız değildi.
Haksız değildi, çünkü Cumhurbaşkanlığı
seçimleri yaklaştıkça tuhaf olaylar ardı ardına yaşanıyordu. 22 Mayıs’da İstanbul
Okmeydanı’nda terör örgütleri polis araçlarına Molotof kokteyl atarak aracı ve
içindeki polisi yakmaya çalıştılar. Polis can havliyle havaya silah sıktı. Geçen
yıl Gezi Terörü’nde yaralanan ve uzun bir süre komada kaldıktan sonra ölen bir
genci anmayı bahane ederek birkaç sokak ötedeki Cemevi’nde toplananlardan biri
bir kurşun mermisiyle yaralandı ve bir gün sonra da öldü. Kurşunun kimin silahından çıktığı bile belli
değilken yine büyük bir kampanya başlatıldı Başbakan’a karşı.
Başbakan’ın,
Mit’in Okmeydanı’ndaki terörü organize ettiğini iddia ettiler, güya Başbakan
bunu da oya tahvil edecekti. Türkiye’deki
her türden dış kaynaklı saldırıyı deşifre edenlere komplo teorisyeni diyerek
onları aşağılayanlar bu kez kendi uydurdukları teorilerle yine Başbakan’ı
hedeflediler. Teröristlerin polise attıkları parça tesirli el bombaları bir
sivilin ölmesine birçok polisin de yaralanmasına neden oldu.
Almanya-DHKP-C
ilişkilerinde uzman olanlar sık sık eylemlerin başlayacağını ve alevi vatandaşlarımızın gezi teröründe
olduğu gibi kışkırtılacağını söylerken, Alman Cumhurbaşkanı Gauck Türkiye’ye geldi
ve haddini aşarak Türkiye’nin içişlerine karıştı. Almanya’yı ziyaret edecek
olan Erdoğan’a karşı Almanya’da karşı kampanya düzenleyen ve Almanya’daki Nazileri,
alevi vatandaşlarımızı kışkırtarak organize den Alman derin yapısı, Merkel’e,
Erdoğan’ı uyarma talimatı verdi. Hepsini hep beraber okuduk, gördük. Başbakan da
gideceğini söyledi; muhtemelen Gauck’a ağzının payını vermesinden
korkuyorlardı.
Almanya
vakıfları ve ajanları aracılığı ile Gezi Terörü’ne destek verdi. Buna ABD,
İngiltere, İsrail, Fransa gibi diğer ortaklarının yaptığına ne kadar şahit
olduysak o kadar şahit olduk. Şimdi de Okmeydanı merkezli teröre destek
veriyorlar. Amaç, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasını engellemek. Çıkarlarına dokunuyor
Erdoğan, Almanya’yı Türkiye’nin bir eyaleti gibi görüyor. Almanya’daki bazı
politikacıların “Almanya’daki Türklerin başbakanı Erdoğan değil, Alman
başbakandır” demelerinin tek sebebi de bu zaten.
2013
geçti; 30 Mart’ta geçti. Sanki hiçbir şey yapmamışlar gibi bitmez tükenmez bir hırsla
saldırmaya devam ediyorlar, Erdoğan’a ve gün geçtikçe güçlenen Türkiye’ye. Bunu
görüyoruz. Yaşadığımız bu berbat günleri
de neye borçlu olduğumuzun farkındayız. Kendisi
cumhurbaşkanlığına aday olamayan MHP lideri Devlet Bahçeli eski
cumhurbaşkanları Demirel ve Sezer ile görüşüp Cumhurbaşkanı Gül’le konuşmaya
gidiyor, ‘Çatı Aday’ belirlemek için. CHP
Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise yaptırdığı
anket ekendi adının pek de itibar görmemesine aldırmadan ve kendisini hesaba
katmadan odaları dolaşıyor, kim aday olsun diye.
Benim aklım
yine geriye gidiyor ve Fethullah Gülen’in en yakın
arkadaşlarından ve cemaatin etkin isimlerinden biri olan Halit Esendir’in, 25
Mart’ta söylediği cümlelere takılıyor: “Türkiye Ağustos’a kadar böyle gergin
olacak. Ağustos’ta Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkamayacak. Abdullah Gül de o
görevde kalamayacak.”
Kimseyi
itham etmiyorum, ama bu cümlelerin izahı gerek.
Ağustos’a kadar gerginlik ne demek, ben anlamıyorum. Anlayan varsa bana
da izah etsin. İstanbul'un göbeğinde eli silahlı, bombalı maskeli teröristleri de.
Kim,
neyi, nasıl, nerede, kiminle konuşuyor bilmiyorum, ama gördüğüm hiçbir şey bana
hiç de tesadüf gelmiyor.
Soma
bir kaza olsa da olmasa da.
Okmeydanı bir taşeron işi olsa da olmasa da…
Ölümler
mi? Ölümlerden sorumlu olanlar taşeron kullananlar. Ne polis ne de devlet!
Gerçek
tastamam böyle… O kurşun bir polisin silahından da çıkmış olsa böyle, bir
ajanın silahından da çıkmış olsa.
Bütün bunlar neden oluyor, başka izahı olan var mı?
Arif Şahin, 23.05.2014, Sonsuz Ark,
Şaşkınların Tarihi 46