25 Mayıs 2014 Pazar

SA693/ME29: Öfkeli Adam

“Bizi küçümsediğiniz için gittiniz, bizi küçümsemek ve hayret duygumuzu yok etmek için geri geldiniz."


Öfkeli adamın öfkesi sesinde ve mimiklerindeydi. Gözleri kısık, dili sivriydi. Kaşları kalktığında, anlaşılıyordu ki; hayret edilecek bir şeye hayret edilmemesine kızmıştı. ‘Hayret’ sözcüğünün olur olmaz kullanılışına ve özenle cümlede kullanılmasına da kızmıyordu. Alışılageldik alışkanlıklara, düşüncelere, davranışlara ve ilkelere apaçık aykırı olan bir şey gerçekleştiğinde onu yadırgayanların duygularının temsilcisiydi, hayret; ama o kadar yüceleştirilmiş, o kadar çok  ayrımcılığın belirtisi hâline getirilmişti ki bu sözcük, hayret fiili kendi anlamgeçmişinden kopuk bir şekilde, sadece kendisi olarak kalmıştı.

Hayret, hayret etmeyi imkânsız kılan bir küçülme ve daralma yaşıyordu; tuhaflaştırılmışlığıyla öylesine büzüşmüş, öylesine seçkinci bir kibirle donatılmıştı ki, sadece hayretten bahseden metinlerin seyrek, gerçekle ilişkisiz yayılmacılığı bile mide bulandırıyordu. Normal olanların hepsi hayretle geçiştiriliyor, hayret başka bir dağın arkasında özenle saklanan bir düş perisine benzetiliyordu. Kimse hayret edebilecek kadar derin bir bilge olma hakkını hâiz değildi; hayret üzerine sayfalar dolusu yazılar yazanlar bile.

Öfkeli adamın karşısındaki şahısla kurduğu diyalog, kendiliğinden gerçekleşen bir diyalogdu. Ben sessiz duyguların gözetleyeni olarak ikisinin arasındaki o birbirinden ırak alanda onları dinliyordum. Öfkeli adamın sesi başka bir dünyanın kıvılcımlarıyla geziniyordu o ırak alanda.

“Birbirinizi baskılayarak körleştiriyorsunuz. Sizin gibi yaşayan, ama sizin gibi ilgileri olmayanlardan kopuk, sizin gibiler tarafından onanmayı umarak girdiğiniz dar, kuytusu bol koridorlarda aslında neyi aradığınızı bile bilmediğiniz bir yolculukta dağlara ya da seçtiğiniz bir dağa tırmanmayı ve oradan herkese haykırmayı hayal ediyorsunuz. “Beni önemseyin, bakın ben işte bu dağın zirvesine çıktım.” Kimin umurundaysa artık dağınız ve haykırdıklarınız. Haykırdığınız şeylerin herkesin söylediklerinden farklı ve size özgü olduğunu düşünüyor ve iddia ediyorsunuz, ama o zirveye çıkarken kimden onay aldığınızı, kimin kementlerini ve zembillerini kullandığınızı bizden saklıyorsunuz. Her nasılsa çıktığınız zirvelerden, kendinize ait macerayı anlatabilmek için aramıza inmek zorunda kalıyorsunuz. Sizi dinlemeyenlerimizi aşağılıyor ve kötülüyorsunuz; cehâletle suçluyorsunuz. Bizi ilgilendirmeyen şeyleri bize dayatıyor ve sizi kutsamamızı, her şeyi bilen bir bilge ya da yarıtanrı olduğunuza inanmamızı istiyorsunuz  Bunu neden yapmamız gerektiğini bile bize açıklama gereği duymuyorsunuz. Oysa sebep çok basit; bizden kopup gitmenizin nedenleri ile sizi önemsemememizin nedenleri aynı. Bencilliğiniz ve hayrete olan kastınız. Mesela; size ve sizin gibilere hayret ediyoruz. Aramıza geri döndünüz, o halde neden gittiniz? Tuz getirmek için gidebilirdiniz, ekmek ya da su. Sizi büyük bir coşkuyla uğurlar, coşkuyla da karşılardık; bizim için kendiniz için, hepimiz için çektiğiniz zorluklara, harcadığınız enerjiye, gösterdiğiniz çabaya saygı duyardık ve o zaman siz geri döndüğünüzde, bize gördüklerinizi anlatmak için bize seslendiğinizde tüm işlerimizi bırakır gelir sizi dinlerdik. Sizi, siz istemeseniz de, kutsamasak bile, çok değerli bir tahta oturtur, sık sık gelir size danışırdık. Oysa öyle yapmadınız, kendinizi farklı ve ayrık hissetmek için yaptıklarınızı umursamamızı istemeniz çok aptalca ve küstahça… Siz olmadan da dönüyor dünya ve sizin söyledikleriniz herhangi bir iyiliği genişletmeyecek ve zenginleştirmeyecek; tam aksine herkesi sizin gibi bencil olmaya sürükleyeceksiniz ve kötülük gün geçtikçe daha çok yayılacak. Gittiğiniz yerleri, aldığınız onayları, kullandığınız kementleri, zembilleri size kimin temin ettiğini bilmiyoruz, çünkü bizim için gitmediniz, bizim için dönmediniz. Bizi küçümsediğiniz için gittiniz, bizi küçümsemek ve hayret duygumuzu yok etmek için geri geldiniz. Gittiğiniz yerde bizim onaylarımız yoktu ve siz, yolculuğunuzda birlikte bulunmak istediğiniz insanların sizi baskılamasına izin verdiniz. Düşüncelerinizi söyleyemediniz, bize ait, bizden olduğunuzu sakladınız ve çoğunlukla bizden utandınız. Doğru ve iyi bildiğiniz şeyleri söyleyecekken eleştirilmekten ve aşağılanmaktan korktunuz, sürekli baskılandınız ve kendi içinizde ikiye ayrıldınız; cesaretinizi kaybettiniz dışınıza başka içinize başka konuştunuz. Dedikodularla yol aldınız, dedikodularınız duyulacak diye korktunuz. İçinizdekileri herkes duyacak diye sakladınız; yetmedi, ezdiniz; yetmedi öldürdünüz. İçinizdekileri bizden getirdikleriniz sandınız ve kendinizi inkâr ettiniz. Şimdi tamamen bir başkası olarak bize geri dönüyorsunuz ve sizin haykırdıklarınızı önemsememizi istiyorsunuz. Bunu neden yapalım ki? Siz artık hayret edemeyeceğimiz kadar çoksunuz ve işte bu yüzden sizi önemsemiyoruz, aramıza almıyoruz, sizi alkışlamıyoruz.”

Karşı tarafın yaşadığı şaşkınlığı görebiliyordum. Bu anlatı bir devrin, bir psikolojinin, bir ideolojinin içinin dışına çıkarıldığının, bütün parlaklığının tek tek sıyrıldığının göstergesiydi. Karşı taraf şaşkındı, çünkü geri döndüğünde bulduğu farkındalık, onu hayrete sürüklemişti. Kendisiyle birlikte gelmemişti Öfkeli Adam, ama yaşadıklarını neredeyse her ayrıntısına kadar biliyordu. Bunu nasıl yapabilirdi ki? Hiç uzaklaşmadığı değerlerinden, sokaklarından bu kadar çok uzağı görmek, nasıl mümkün olabilmişti?

Hayret etmek için çıktığı uzun ve zorunlu yolculukların sonunda kaybettiği hayret duygusunu, ona terk ettikleri yaşatıyordu. Tereddütler yaşıyordu; hayretini ifade etse yaptıklarının anlamsızlığı açığa çıkacaktı. Hayretini saklasa içinde taşımaya devam ettiği gerçeğe duyduğu sahici ihtiyacı da inkâr edecekti. Ve bu inkâr onu tamamen dağıtacak, zerrelerinde kaybedecekti. İki dili olmuştu, bunu artık net bir şekilde görebiliyordu. Yapabileceği en iyi şeyin susmak olduğunu düşündü… Öfkeli Adam haklıydı. Kendisine düşen susmaktı.

Uzun bir sessizlikten sonra Karşı Taraf’ın susmaya karar verdiğini anlamıştım. Dürüst olmak gibi bir değeri yitirmişti, ama gerçeği inkâr edecek kadar da yüzsüz olamayacağını idrak etmiş ve çift dilli olmaktan utanmıştı. Tek dilli olamayacağını anlayınca da, Öfkeli Adam’ın haklı olduğunu itiraf etmiş gibi görüneceğini bilse de, susmayı tercih etmişti. Hiç değilse tırmandığı zirvelerde elde ettiklerinin kötülüğün yayılması için bir araç olarak kullanılmaması gerektiğini anlayabilmişti.

Önemsenmekten ve alkışlanmaktan vazgeçmişti, sadece yeniden aralarına almalarını istiyordu kendisini, küçümseyerek terk ettiği toprakların, ruhların ve değerlerin. Iraklığın azalmasını istiyordu; onların, yitirdiği merhamet duygusunu kendisine bağışlamasını istiyordu.

Ben bu uzun sessizliği hayra yorarak oradan ayrıldım. Öfkeli Adam da susmuştu, Karşı Taraf susunca. Uzlaşma belirtileriydi bunlar. Benciller ait oldukları toplumla uzlaşmanın, o topluma saygı duymanın vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu fark ettiklerinde kaybettikleri hayret duygusunu yeniden kazanmışlardı, ama ısrar edenler, kendilerini bilge ya da yarıtanrı görmeye devam edenler sonsuz bir  ilgisizliğe mahkûm olmuşlardı. Görebiliyordum.



Mustafa Ege – Pazar, 25/05/2014 –13:02/ İz Etki Ekinoksları 29



Seçkin Deniz Twitter Akışı