Kiziroğlu Mustafa Bey
3. Bölüm
-1-
Şehrinaz
gözlerine inanamamıştı. Araba değirmenin önünde durur durmaz aşağı atladı. Az
kalsın düşecekti. Aysema ardı sıra “Deli kız yuvarlanıp bir yerlerini
kıracaksın!” diye seslendi. Aysema’nın söylediklerini duymamıştı bile. Babası
da hemen atmıştı kendini arabadan aşağı. Sarmaş dolaş oldular. İki göz iki
çeşme ağlayarak “Nasıl oldu bu baba? Nasıl oldu?” dedi. Babası da
duygulanmıştı. Kızını olanca gücüyle bastı bağrına.
“Benim
garip kızım.. benim bahtı kara kızım!” dedi inleyerek.
Değirmenci
Yusuf koşup yanlarına geldi. Baba kızı bir süre yaşlı gözlerle izledi. Arabadan
inmeye hamle eden Aysema’nın yanına gidip elinden tuttu “Hoş geldin güzeller
güzeli yavrum!” dedi müşfik bir sesle. Genç kız “Hoş bulduk baba!” karşılığını
verdi içten gelen sevgiyle. “Oh!” diye rahat bir nefes alıp-verdi.
“Çok
yorulmadınız ya yavrum!”
“Yok
baba.. azıcık sarsıldık ama geçti işte. Cehennemden kurtulduk ya.. artık
yorgunluk morgunluk kalmaz!”
Şehrinaz
hâlâ babasına sarılı içli içli ağlıyordu. “Yeter beni de ağlatacaksınız!” diye
seslendi Aysema baba-kıza. Baba kız ayrılıp birbirlerine doya doya baktılar.
Şehrinaz
kuşkulu bir sesle:
“Anam..” dedi. “Baba anam nerede?”
Baba
şefkat dolu bir sesle:
“Gideceğimiz
yerde.. Şehmuz oğlum arabayı kendi sürecekti. Ananla ben de Kiziroğlu’nun
yanına gidecektik. Kabul etmedim. Ananı Şehmuz götürdü. Ben de arabayı aldım!”
dedi.
“Rabbime şükür.. rabbime şükür!” karşılığını
verdi Şehrinaz. Hep birlikte sundurmaya geçip oturdular. Değirmenci Yusuf’un
ikram ettiği ayranları kana kana içip bir süre dinlendiler. Mehmet Ali’yi
bekliyorlardı. Ali gelince yola çıkacaklardı. Bir süre de at sırtında
gideceklerdi. Mehmet Ali yedeğinde üç at ile çıkageldi. Değirmenciyle vedalaşıp
sarp dağlara doğru yöneldiler.
Değirmenci
Yusuf hemen arkalarından atına atlayıp sancağa kızının yanına gitmek için yola
çıktı. Sancakta olup bitenleri sıcağı sıcağına öğrenmek ve öğrendiklerini
Kiziroğlu’na iletmek gerekti. Aynı zamanda bu gidiş kendi güvenliği içindi de.
Döngel Murat kızının kaçırılması için kime ne ceza keserdi belli olmazdı. İlk
yoklayacakları kuşkusuz kendisiydi. Kizir köyüne de gelirlerdi ama köy
hazırlıklıydı. Gelecekleri varsa görecekleri de vardı.
Keyiften
uçarak vardı sancağa. Damadı Doğan kapı önünde hasır örmekteydi. Kayınbabasını
görünce işi elinden bıraktı. Ayağa kalktı. “Hoş geldin!” diyerek Değirmenciyi
karşıladı. Atın geminden tutup inmesine yardım etti. Değirmenci yavaşça indi
attan. “Hoş bulduk!” dedi. Ayvana geçip oturdular. “Melahat nerede?” diye sordu
adam, Doğan saygı ile “Arkada dibekte buğday dövüyor!” cevabını verdi.
İhtiyar
kaşlarını çatarak:
“Gelen
giden var mı? Durumlar nasıl?” dedi.
Doğan
gayet rahattı:
“Ortalık
sessiz baba! Ne Döngeller tarafında bir hareket var ne bey tarafında. Hiçbir
şey olmamış gibi.. ha birazdan kadı gelebilir. Turab’ı kasabada gördüm. Ona
demiş.”
“Turab
da kendini hepten açık etmeye başladı, başına bir kaza gelecek!” diye
yazıklandı değirmenci.
“Alenen
yaklaşıp bir şey söylemedi. Aktar Müslüm’den aldım haberi.”
“İyi..
gözümüzü dört açmamız gerek. Daha uğraş yeni başladı.”
“Bey
Şehrinaz’ın ana-babasını aratıp bulamayınca küplere binmiş.. Murat ağayı
çağırtmış yanına!” dedi gülerek Doğan.
Yusuf
avurtlarını şişirip, “Daha çok biner küpe kazığa..daha çok!” dedi.
Bir süre
sonra Kadı Cemalettin geldi, hoş beşten sonra içeri girdiler. Kadı haftaya
huzurda Beyi mahkeme etmek için her şeyi hazırladığını, fakat kız kaçırma
olayından sonra mahkemenin zora girdiğini söyledi.
Seyfiye
mensuplarından bir Alaybeyi’nin caymadığını, diğerlerinin şimdilik mahkemenin
ertelenmesinin daha uygun olacağı fikrindeymişler. “Bu iyi olmadı!” diyerek
sözlerini bitirdi.
Değirmenci
de, “Haklısın kadı efendi!” diye cevapladı. “Gerçi hazırlıklıydık hazırlıklı
olmasına, ama senin cenahtaki gelişmeleri göz önünde bulundurmalıydık. Hata
ettik. Ama naçar olan oldu! Varsın bir on beş gün sonra olsun he!”
Kadı
içini çekip, “Öyle olan oldu.. benim çekincem azalardan her hangi biri ağzından
bir şey kaçırır.. yoksa varsın bir ay sonra olsun.. biri ağzından bir şey
kaçırsa o vakit bir çoğunun canı fena yanar. Kendi canımdan çekindiğim yok. Ama
diğerleri.. Turab’ın bile foyası ortaya çıkar ki hepten maazallah.” Dedi,
sustu.
Sonra
birden aklına gelmişçesine heyecanla, “Belki biliyorsunuz belki bilmiyorsunuz..
payitahta bir mektup gönderilmiş.. isimsiz bir mektupla Kadı Mahmut Efendi’nin
katilinin denildiği gibi olmayabileceği yazıyormuş ve bilin bakalım bu mektubu
kim yazmış?”
Değirmenci
gülerek, “Döngel Murat!” diye cevapladı.
Kadı bir
Doğan’a, bir Yusuf’a baktı:
“Yani
benden başka herkes biliyor muydu?” diye sordu.
“Herkes
olmasa da biz biliyorduk!” cevabını verdi Değirmenci Yusuf. “Biz biliyorduk..
senden emin olunca söyleyecektik. Sanırım Alaybeyi bizden önce davrandı!”
“Beli..”
dedi Kadı Efendi. “Beli.. Alaybeyi bugün söyledi. Benden bugün emin oldu
zahir..”
Kırılmış
gibiydi. “Ancak itimat telkin edebildik he.. bu da bir şeydir!”
Yusuf,
Kadı Efendi’nin elini tuttu:
“Yok kadı efendi.. alınma.. ne kadar az insan
bilirse o kadar iyi olur. Hem bilen açısından hem öğrenen açısından. Murat bu
sırrın bilindiğini haber alsa sence lime lime etmez mi bilenleri ve dahi
kimlerin bildiğini söyletmeden kimsenin canını alır mı? Değil! Zira kendi canı
okka altına girmiş. O ne hınzırdır.”
Kadı
Cemalettin başını uysallıkla sallayıp, “Haklısınız. Tedbir ne ise ona uyulmuş..
benim alınganlığıma bakmayın! Şimdi ne olur dersiniz?” diye sordu.
“Valla bir şey anlamadım!” diye cevapladı
Yusuf düşünceli düşünceli. “Ben diyordum ki şimdi Murat dört bir yana atlı
çıkarır. Ne gezer. Kapanmış konağına. Ha Şehrinaz’ın ana babası ortadan
kaybolunca bey çıldırmış.. Murat’ı konağına çağırmış. Bakalım ne olup bittiğini
öğrenebilecek miyiz?”
Bey,
Murat’ı her zamanki gibi kapıda karşılamamıştı. Kızgınlığını belli etmeyi
istemişti bu kere. Dediklerinin hiç biri olmamıştı. Murat has odadan içeri
girerken ayağa bile kalkmamış, yarım ağız “Buyur gel ağa!” demiş karşısındaki
mindere oturmasını işaret etmişti. Murat ağa aldırmaz biçimde oturmuş bir de
sanki bey “Hoş geldin!” demişçesine “Hoş bulduk beyim!” demişti.
“Bu it benimle eğleniyor!” diye geçirdi
içinden. Bağırıp çağırmak neyi değiştirecekti. Sakince:
“Gördün mü Murat ağa.. eşkıya bizden yaman
çıktı.. şimdi ne olacak?”
Murat
boğazını temizledi:
“Bilmem ki beyim.. senin halayığın kancıklık
edeceği aklımın ucundan bile geçmemişti son ana kadar. Keşke başından o
kaltağın ana babasını konakta göz hapsinde tutsaydık. Tedbirsizlik ettik!”
“Demek
benim halayık olur şimdi de!” dedi içinden. Öksürdü. Sert bir sesle:
“Benim halayık ha! Peki öyle olsun.. günlerce
senin evindeydi bir şey sezmedin mi? Bir de uyanık diye geçinirsin!”
karşılığını verdi.
Rıfat Bey’in
öfkesi git be git su yüzüne çıkıyordu. Artık içinden taşmak üzereydi bu öfke.
Derin bir nefes alıp sakinleşme yoluna gitti.
Murat
gayet kendinden emindi:
“Ne desen haklısın beyim.. ama iyi haberlerim
var.. olan oldu. Ama bir kapı kapanınca Allah bir başka kapı açarmış..” deyip
sustu.
Rıfat
Bey kuşku ile baktı Murat’a. “Yine ne hınzırlık geçiyor bu iblisin içinden?”
dedi kendi kendine, merakla sordu:
“Ne kapısıymış bu açılan?”
Murat
toparlandı:
“Ağam
hani biz Köroğlu’na Serdarı gönderecektik.”
Rıfat Bey
kızgınlığını belli ederek bağırdı:
“Üç
aylık yola haberci salacaksın öyle mi?”
Murat
sinsi sinsi güldü:
“Değil
Beyim.. dedim ya bir kapı kapandı bir kapı açıldı. Köroğlu buraya beş on günlük
yolda imiş. Erzurum tarafına gitmiş duyduğum kadarıyla. Dönüyormuş. Hoş buralardan
geçecek değil. Ama biz bir haberci yollarsak yolunu çeviririz. Sizin seyise
bile gerek yok.. kim bilir o da bize bir hinlik yapardı Allah mahfaza!” dedi
iğneliyerek
.
Bey bu
iğnelemeyi göz ardı edip, “Peki kimi göndermeyi düşünüyorsun?” sordu.
Murat:
“Benim
kâhyanın oğlun Mirsat’ı. Ki Mirsat babasının ölümünü öğrenince yalın kılıç
fırlamak üzereydi. Güç bela teskin ettim. Ve onu bizim dahi güç yetiremediğimiz
birine bir zarar veremeyeceğine inandırdım. Durumu anlattım. Erzurum tarafına
Köroğlu’nu bulmaya gönderdim. Giderken Hamza’nın oğlu Musa’yı da yanına
almasını söyledim. Nihayet onun da babasının kanına girmişlerdir. Bunları yapan
da Kiziroğlu’dur. Yalan değildir. Musa, Köroğlu’na babasının zalim biri olsa da
kılıç istediği halde eline bir kılıç vermediğini söyleyecek. Mirsat ise
kalleşçe babasına arkadan saldırıldığını.. Köroğlu bunları araştırayım dese
bunlara inandıracak şahitler hazır. Hem de tebaadan şahitler. Hem belki bunlara
gerek bile kalmaz bakarsın Şehrinaz iki üç güne verilen görevi ifa eder!” deyip
sustu.
Rıfat Bey
başını salladı:
“Şehrinaz’ı
geç.. onu unut. Ondan lehimize bir şeyler ummak hepten safdillik olur..
Köroğlu’na gelince hadi onu bu taraflara getirdik Kiziroğlu’nu nasıl salacağız
üzerine.”
Murat
gülerek:
“Aman
beyim bu bizim ayağımıza gelmiş bir fırsat! Kiziroğlu’nun çaşıtlarını kendisine
karşı kullanacağız. Ki bu çaşıtlardan kusuruma bakma bu konakta bile var..
Zat-aliniz de biliyor!”
Rıfat
dudaklarını ısırdı. Biliyordu elbet. Ve bunun böyle suratına vurulması hiç de
hoş değildi. “Şu işler bir bitsin itoğlu it.. bir bitsin seninle o zaman
hesaplaşacağız!” diye geçirdi içinden. “Benim konağımdaki çaşıtları nasıl
kullanmayı düşünüyorsun.” diyebildi güçlükle.
Murat:
“Şimdi
beyim güya beni buraya güya teselli etmeye çağırmışsınız. Teselli etmek için de
bana ahırınızın en güzel atlarından birini hediye ediyorsunuz. Oraya giderken
konuşuyoruz. Arkamızdan birileri bizi dinlemek isteyecektir. Turab kesin
dinleyecektir.”
“Turab çaşıt mı dersin!” diye hiddetle sordu
Rıfat Bey.
Murat:
“Bilmiyorum Beyim..” dedi. “Bilmiyorum.. lakin geveze olduğunu biliyorum. Çaşıt
değilse bile birilerinin yanında konuşur o konuştukları çaşıda ulaşır. Siz
diyeceksiniz ki beni teselli ederek güya ben payitahta mektup yazmak için
sizden ruhsat istemişim, siz de bana payitahta mektuba gerek olmadığını bibi
oğlu Hamza katledilince sizin sözünüzü sayan size büyük bir mihnetle bağlı olan
Köroğlu’na haber saldığınızı onun da kalkıp buraya doğru geldiğini
söyleyeceksiniz. Beş bilemedin on günlük yolda neredeyse buraya gelmek üzere
dersiniz. Geldiğinde de dağını damını Kiziroğlu’nun başına yıkacaktır, sakın
tasalanma bu sözüme itimat et. Dersiniz bana da bir at hediye eder yolcu
edersiniz! Bu konuştuklarımız kesin kulağına gider. Köroğlu’nun kim olduğunu
bir bilenden sorar durumu öğrenir Kiziroğlu ve kapışmak için yolunu bekler. Biz
dahi onların kapıştığı mekanda adamlarımızla bekleriz.”
Bu plan
Rıfat Bey’in aklına hiç de yatmamıştı yatmamasına ama denemekte fayda gördü.
“Peki!” dedi. “Hadi bakalım kalkıp şu çaşıda haberi verelim!” kalktılar. Odadan
dışarı çıkıp ahıra doğru yürüdüler.
Murat
ağlamaklı, “Beyim!” diyordu “Benim kızım dağlarda perişan olur.. onu öylesine
nazlı yetiştirdim ki.. müsaade et payitahta mektup yazayım. Dünyanın en büyük
ordusunu salayım eşkıyanın üstüne!”
Rıfat
Bey Murat’ın omzundan tutmuştu:
“Acını
anlıyorum Murat Ağa. Acını anlıyorum. Ama bak sana söz veriyorum. En kısa
zamanda eşkıyanın başını ezip kızını kurtaracağım. Kimsenin bilmediği şeyi sana
söyleyeyim de için rahatlasın. Rahmeti bibi oğlu katledilince haber saldım
Köroğlu’na. Ne yiğit ne yaman bir silahşordur bilirsin. Bir değil bin
Kiziroğlu’nu tek eliyle yere yıkıp boynunu vurur. Benim sözümü hatırımı sayar.
Haberimi alır almaz yola çıkmış, buraya beş bilemedin on gülük yolda imiş.. sen
gönlünü ferah!”
“Bu iyi
bir müjde Beyim.. Allah ne muradınız varsa versin.. yalnız böyle ahıra doğru
niye gideriz.. ben eve gitseydim..” dedi. Rıfat Bey “Bilirim atlara
meraklısın.. kaç zamandır düşünürüm.. bugüne nasip imiş.. elbet kızının yerini
tutmaz.. benim Fındığı sana hediye etmeyi düşünürdüm. Onunla teselli bulursun!”
Kendilerini
takip eden gölgenin farkında değilmişçesine ahıra varmışlardı. Rıfat Bey seyis
Serdar’a içi yanarak Fındığı hazırlamasını emretti.
Turab bu
haberi nasıl ulaştıracağının hesabını yapıyordu. Kendisi gitse tüm dikkatleri
üzerine çekerdi. Geriye Seyis kalıyordu. Seyis Fındığı dışarı çıkarmış eyerini
vuruyordu. Rıfat atın başını okşadı. “Atı hazır edince çıkışa getir!” diye
emredip Murat Ağa ile geldikleri yönden çıkıp gittiler. Turab vakit kaybetmeden
Seyis’in yanına yaklaştı. Bey ile Ağa gözden kaybolunca fısıltıyla duyduklarını
Seyis’e anlatıp bir an önce bunları Doğan’a veya Değirmenci Yusuf’a
ulaştırmasını söyledi.
Seyis
atı hazırlayıp Murat ağaya teslim eder etmez konaktan sessizce çıkıp Doğan’ın
evine doğru gitti. Eve vardığında Kadı Cemalettin efendi de çıkmak üzereydi.
Yusuf Baba, Doğan, Kadıyı uğurluyorlardı. Onlar da kendisini görmüştü. Seyis
gerisin geri gitmeyi düşündü. Yusuf Baba başıyla gelmesini işaret etti. Seyis
bir tehlike olmadığına kanaat getirip yanlarına gitti. İçeri girdiler. Kadı da
onlara katılmıştı.
Seyis
Turab’ın duyduklarını kelimesi kelimesine anlattı.
“Demek
kiralık adamlar getirtiyor Bey!” dedi Yusuf hayıflanarak. Kadı Cemalettin
şaşırmıştı.
“Ben
Köroğlu’nu mert yiğit biri olarak duydum. Ağaların beylerin çomarlığını yapacak
biri değil diye biliyorum, bunda bir yanlışlık olmasın?”
Seyis:
“Babaları
katledilen iki kişiyi karşılamaya göndermişler. Kâhyanın oğlu Mirsat ile Musa
karşılamaya gideceklermiş!” diye cevapladı.
“Doğru
ise tepelenecek biri daha çıktı demektir!” dedi Yusuf Baba “Peki Kadı Efendi bu
Köroğlu onların dedikleri kadar güçlü kuvvetli biri mi?” diye sürdürdü
konuşmasını.
Kadı
Cemalettin başını salladı:
“Ben pek
acı kuvvetli biri olduğunu duymuştum. Yaman bir pehlivan imiş. Dört beş kişi
ile aynı anda güreş tutar her birinin sırtını yere vururmuş. Hem epey de namlı
yiğitler varmış yanında. Bolu Beyi’ne kök söktüren biri diye biliyorum. Ne diye
bir başka beye sahip çıksın anlamadım!”
Doğan:
“Zağar
zağardır.. o Bey’e kök söktürür öteki Bey av getirir.. kim bile!” dedi saygılı
bir sesle ve kayın babasına baktı.
Değirmenci
Yusuf gözlerini ağartıp izinsiz konuşan damadını azarlar gibi baktı. Doğan
utanıp başını yere eğdi.
Yusuf Baba:
“Serdar
evladım sen şimdi git.. fazla oyalanma.. yeni bir şeyler duyarsanız yine
haberimiz olsun.. ha bir de daha dikkatli olun.. zırt pırt konaktan
ayrılmayın..” dedi.
Serdar,
“Baş üstüne!” deyip karanlıkta kayboldu. Kadı Cemalettin gitse mi kalsa mı diye
öylece kalakalmıştı. “Ben bu işten şüpheliyim!” dedi.
Değirmenci
Yusuf damadına, “Oğlum sen hele git bu haberi yetiştir.. Kadı efendinin
söylediklerini de anlat. Elbet bir çare düşünürler..” dedi.
Damadı
duraksamadan Değirmencinin atına atlayıp Kizir’e doğru yola çıktı. Yusuf şaşkın
şaşkın duran Kadı Cemalettin’e “Dilersen yatsıyı burada evde kılalım!” dedi.
Kadı bu sözlerle kendine geldi.
“Yok.”
Dedi.. “Gideyim.. Belki ben de bir şeyler öğrenirim. Hem şu Murat ağayı bir
ziyaret etmeyi düşünüyorum..” cevabını verdi. Vedalaşıp ayrıldılar.
Kadı
Cemalettin derin düşünceler içinde bastığı yeri görmeyerek çamurlu sokakları
aşıp yolları taş döşeli merkeze vardı. Duydukları ölçüp biçiyor bir türlü
yakıştıramıyordu. Şemseddin Efendi gibi bir olayla mı karşı karşıyaydı Mahmut Efendi’nin
katli gibi bir olayla mı? Karar veremiyordu. Kaç yoksul kişinin, kaç
mağdur-mahrum insanın Köroğlu’ndan sitayişle söz ettiğini duymuş için için
gıpta etmiş hayırla anmıştı bu yiğidi. Şimdi ise bir zalimin yardımına
koşuyordu.
“Olmaz!
Olamaz!” diye iç geçiriyor aklına arkadaşı Şemseddin gelince “Olur.. vallahi
olur!” diye mırıldanıyordu. Ne namert bir dünya idi. Ne kahrolası bir düzen
idi, ne zalim bir zamanda yaşıyorlardı.
“Lanet
olsun!” nidası farkında olmadan döküldü dudaklarından. Demek babasının
gözlerini oyan adamın soyundan birine arka çıkacaktı Köroğlu? Bu basbayağı
yalandı. Rıfat Bey denen zalimin Murat’ı teselli için söylediği kuyruklu bir
yalanıydı düpedüz, diye düşünüyor “Açığa çıkması kuvvetle muhtemel bir yalanı
ne diye uydursun ki bu adam?” diye kendi kendine soruyor bir cevap bulamıyordu.
Yatsı
namazını büyük camide kıldı. Alaybeyine bakındı. Tam da ihtiyacı olduğu bir
anda ortalıkta yoktu. Şadırvanda oturmuş eve mi Murat’ın konağına mı gitsem,
diye düşünüp bir karar veremiyordu. Ne karanlık bir geceydi. İçi mi dışına
yansımış ortalığı karanlığa boğmuştu, dış mı içine galebe çalıp içini
karartmıştı.
“Lahavle
kuvvete illa billah!” deyip ayağa kalktı. “Eve gidelim bakalım.. sabah ola
hayrola!” tümcesi döküldü dudaklarından. “Köroğlu ha.. Köroğlu zalimin muhafızı
ha..” diyordu yürürken.
Puran Tilmiz, 28.05.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar