“Esad destekleyicilerinin
Türkiye’ye karşı kinlerinin esas nedeni, Türkiye’nin geçen üç sene zarfında
Suriye kaynaklı insani felaketin yansıma ve etkilerini azaltmasıdır.”
Turkey
has Spared Europe from a Humanitarian Apocalypse
Türkiye’nin
Suriye mülteci krizini ele alış tarzı, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir
mülteci kriz yönetimi olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’de bulunan kamplardaki
hayat standardı ve Türk şehirlerinde ve kasabalarında yaşayan Suriyelilere
sağlanan destek ve yaşam imkânları, diğer ülkelerdeki mültecilerin durumları
ile karşılaştırıldığında çok üst seviyededir.
Sayıları bir milyona yaklaşan Suriyeliler, bugünkü yaşamlarını Türkiye ve insanının
fedakârlığına borçlular. Fakat Türkiye’ye minnettarlık duyması gereken sadece
Suriyeliler değil. Türkiye’nin Suriye konusunda ortaya koyduğu ustaca
yönetimin, insani bir felakete müdahale noktasında tüm Avrupa’yı boşa
çıkardığını söylemek abartı sayılmayacaktır.
Constantinople, nasıl yüzyıllarca genişleyen İslam imparatorluklarına karşı Avrupa’yı koruyan bir set fonksiyonu icra ettiyse; bugün İstanbul, tüm Avrupa’nın kendini bu noktada hiçbir şekilde müdafaa edemeyeceği şekilde, Suriye’deki savaş nedeniyle mülteci durumuna düşmüş sayısız insanın çaresizliğini gidermektedir. Avrupalılar elbette Türkiye’nin insani krizi ileri görüşlü bir şekilde ele alması sayesinde, Suriye’deki durumu görmezden gelmeye devam edebilir. Lafın kısası Avrupa, Türkiye’ye fena halde borçludur.
Çatışma
nedeniyle komşu bir ülkeden kaçan mültecilere yönelik açık kapı politikası
uygulayabilmek için güçlü ve kendine güvenen bir devlet olmak gerekir. Şu anda
Türk Hükümetini eleştirenler, Türkiye sınırları içerisinde kendilerine güvenli
bir sığınak bulmuş olan bir milyona yakın Suriyeli mülteciye karşı eğer Türkiye
daha az misafirverper davranmış olsaydı ne olacağını zannediyorlardı?
Avrupalılar, Akdeniz’in kararlı bir mülteciyi Avrupa’ya geçmekten alıkoyacağına
gerçekten inanıyorlar mı? Ve Avrupa şehir ve kasabalarında bulunabilecek
kayıtlı olmayan bir milyon mülteciden kaynaklanacak sosyal ve ekonomik durum
nasıl olacaktı?
Hiçbir
Suriyeli Türkiye’ye illegal yollardan girme ihtiyacı hissetmiyor, çünkü bunu
gerektirecek bir durum yok. Bunu bizzat edindiğim kendi tecrübelerimden
biliyorum. Eylül 2013’te İstanbul Atatürk Havalimanı’na indiğimde pasaportum
ilk kez bu kadar az derinlemesine incelendi. Hatta havaalanından ayrılmadan
önce bir mobil SIM kart ve 3G internet bağlantısı edinme imkânı buldum. Ertesi
gün bir vergi numarası edinerek banka hesabı açtım. Bunlar bir ikamet izni
olmaksızın gerçekleşti. Yine ikamet izni gerekmeden kiralık bir ev tuttum.
Havale
alırken ve gönderirken ve banka transferlerinde de ikamet izni gerekmedi.
Aslında ikamet izni gerektiren tek durum müzelere girmek için gereken şu harika
Müzekart’ı alırken ortaya çıktı. Başka herhangi bir ülkede eğer o ülkeye ait
eşdeğer oturma izniniz yoksa bir köprünün altında yaşamak zorunda kalırsınız.
Oturma
izni isteyen Suriyelilere bu imkânı tanıyan ve kanuni bir şekilde hayata
yönelik ihtiyaç ve gereksinimlerini (ikamet, haberleşme, banka işlemleri,
sağlık hizmeti ve eğitim) karşılamaya çalışan mültecilere bu noktada herhangi
bir engel çıkarmayan Türkiye, bu şekilde mültecileri legal olmayan bir yaşama
teşvik edecek ya da buna muhtaç bırakacak etmenleri ortadan kaldırmıştır.
Herhangi
bir günde her bir bölgede bulunan Suriyeli sayısı Türk yetkililerce kesin
olarak bilinmektedir. Ülkenin sınır kontrol düzenlemelerini bozmak ve illegal bir
şekilde yaşamak yerine sistemin uyumlu bir parçası olmak, Türkiye’de yaşayan
her Suriyelinin sorumluluğudur. Gerçekten bazı Suriyeliler Türkiye’ye yönelik
uzun vadede kendilerini o kadar güvencede hissetmektedir ki, Türk girişimlerinde bir numaralı yabancı yatırımcı konumuna gelmişlerdir.
Şimdi
bir süreliğine Türkiye’nin de sığınma hakkı talep edenlere karşı çoğu Avrupa
ülkesindeki gibi katı kurallar ve düzenlemeler uyguladığını düşünün.
Türkiye’nin kendisine sığınmak isteyen bir milyon Suriyeli mülteciye
sınırlarını tamamen kapattığını hayal edin. Avrupa’nın sahil kıyıları çok daha
açıktır ve güvenliği sağlamak Türkiye’nin kara sınırlarına göre çok daha
zordur. Bu durumda Suriyeli mülteci dalgalarının Avrupa’ya yapacakları umutsuz
yolculuk öncesi ne kadar vakit olurdu?
Ve
Avrupa bu büyüklükte bir insani acıyla nasıl baş edebilecekti? Bugünün
Avrupa’sı aşırı ölçüde tasarruf önlemleri ve azaltılmış bütçe politikaları
uygulamaktadır. Genç nüfusa yönelik işsizlik oranları tarihinin en yüksek
seviyesindedir. II. Dünya Savaşı öncesinden günümüze kıtanın silahlı kuvvetler
gücü hiç görülmemiş bir seviyeye indirilmiştir.
Bugün
Avrupalılar, faşist eğilimlere sahip aşırı sağ kanat politik partilere akın
ediyor. Suriye’den gelecek bir mülteci dalgası ile başa çıkmak mı? Avrupa kendi
bünyesindeki illegal göçmen sorunlarını bile çözümleyemiyor.
Her kim
umutsuz insanlar için güvenli bir sığınak sağlamayı ve kayıtsız
yerleşimcilerden oluşan büyük bir toplumdan kaynaklanacak sosyal ve ekonomik
sorunlarla baş edebilmeyi hayal ediyorsa bu noktada karşılaşacağı zorlukları
görmek için Meksika ile sınırı olan Amerikan toplumlarına bakması yeterli
olacaktır. O kadar ki, bu durumdan Kuzey uçta bulunan Los Angeles bile
etkilenmiştir. Bir hafta boyunca Adam Carolla’nın podcast’lerini dinledikten
sonra Angelenos (Los Angeles halkı) için üzüntü duymaya başladım. Ki bu sırada
Tartus’ta sürgün hayatı yaşıyordum.
İsrail,
illegal göç ve mülteciler söz konusu olduğunda toplumun karşılaşacağı
problemleri görebilmeyi sağlayan diğer bir ülkedir. İsrailliler yeryüzünde en
yüksek güvenlik şuuruna sahip toplum olmasına rağmen, Afrika’dan illegal
yollarla gelen on binlerce göçmen ve mülteci için bir çözüm yolu bulamamıştır.
Bugün
Tel Aviv ve Eliat’ta, sayısı yüksek illegal göçten kaynaklanması kaçınılmaz
problemler eşliğinde, 50.000’in üzerinde kayıtlı olmayan Afrikalı mülteci
yaşamaktadır. Suudi Arabistan polisi ve Ulusal Muhafızlar’ın, Krallıktaki süre
aşımı ihlali yapan milyonlarca insanı toparlayarak sınır dışına çıkarmaya
başlaması için neredeyse bir yıl gerekmiştir ki bu insanların çoğu ülkelerine
geri dönmek istemekteydi. Şüphesiz bir Suriyeli mülteciden halen Esad diktatörü
tarafından yönetilmekte olan ülkesine dönmesini istemek abes olacaktır.
Eğer
Türkiye Suriyeli mültecilere cömertçe açık kapı politikası uygulamamış olsaydı,
Avrupa iki nahoş seçenek arasında sıkışıp kalacaktı; ya milyonlarca umutsuz
mülteciyi kabul ederek kendi bünyesi içinde yerleşmelerini sağlayacak ya da
Suriye çatışmasına müdahil olarak, mülteciler için Suriye içerisinde
yaşayabilecekleri güvenli bir ortam oluşturacaktı.
Avrupa’nın
bu seçeneklerin getireceği zorluklarla tek başına baş edebilmesi imkânsız
olmasa bile çok zor olacaktı. Ayrıca bu durumda cesur ve sonuca götürecek
herhangi bir eylemden kesinlikle uzak olduğunu ispatlamış Amerikan başkanı
ortadayken, ABD’nin yardımını istemenin de bir faydası olmayacaktı. Kafayı kuma
gömmek, sadece Obama yönetiminde bir politika olarak nitelendirilmiştir.
Bölgesel
ve küresel kaos, Esad rejiminin
kendisini ve Suriyeli muhaliflere uyguladığı kanlı zulmü meşrulaştırmak için
bel bağladığı en önemli tehdit unsuruydu. Esad, bölgeyi ve Avrupa’yı yutacak bir
insani sefalet dalgası oluşturmak umuduyla, kendisine muhalif olan bölgeleri
insanlardan arındırmak için elinden gelen her şeyi yaptı.
Esad
destekleyicilerinin Türkiye’ye karşı kinlerinin esas nedeni, Türkiye’nin geçen
üç sene zarfında Suriye kaynaklı insani felaketin yansıma ve etkilerini
azaltmasıdır.
Bu
duruma tipik bir örnek; Seymour Hersh’ün acınası ve saçmalık derecesinde
çelişkili bir şekilde Esad tarafından Ağustos 2013’te barbarca gerçekleştirilen
kimyasal silah saldırılarının suçunu Başbakan Recep Erdoğan Hükümeti’nin
üzerine yıkma teşebbüsüdür (hâlihazırda Suriye şehirleri gibi darmadağın olmuş bir teori).
Diğer
yandan, Kessab’ı kurtarmakla neredeyse alakası olmayan #SaveKessab kampanyası ve Türk ordusunu bir
şekilde 21.yy’da Ermeni katliamı yapmakla ilişkilendirme çabasının ardındaki
yanlış propaganda ve aşikâr yalanlar.
Orta
Doğu’da insani ızdırapları dindirebilmek için en çok çaba gösterenlerin,
insanların mülteci durumuna düşmesinden birinci derecede sorumlu olan gerçek
manada savaş suçlularını destekleyenlerce şeytanlaştırılmaya çalışıldığı
hastalıklı bir dünyada yaşıyoruz.
Avrupa
Türkiye’ye borçludur. Vicdanının kırılma noktasına kadar test edilmesinden
kurtardığı için Türkiye’ye borçludur. Eğer Türkiye olmasaydı Avrupa onlarca yıl
çaresiz bir şekilde Suriye meselesinden kaynaklanacak sorunlarla baş etmeye
çalışacaktı.
Teşekkürler
Türkiye. Belki bir gün gönülsüzce de olsa Avrupa minnettarlığını gösterir.
Aboud
Dandachi, 23 Nisan 2014
Tamer Güner, 30.05.2014,
Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Çeviri
Not: Aboud Dandachi, şu anda İstanbul’da yaşayan bir Suriyeli aktivisttir.
BBC, LA Times, The Guardian, El-Arabiya ve Türkiye Gazetesi gibi medya
kuruluşları tarafından Suriye hakkındaki meselelerde görüşlerine atıf
yapılmaktadır.