"Beyaz insan bir tanrıydı Cameron’un efsanesine göre. Çünkü; Hinduizme göre sadece Tanrılar avatarlaşabilirdi. "
Sinema tarihinin en yüksek bütçeli filminin adındaki aşinalığa projektör tutmadan geçmek olmazdı. İnternet kullanıcılarının üye oldukları formlarda veya sohbet odalarında ‘bir avatar seçiniz’ irkilmesiyle başlayan şaşkınlığın sonradan yavaşça ortadan kalktığını, şimdi hatırladığımızda ürperiyoruz.
İnternet kavram dizinine Hint Mitolojisinin nasıl yedirildiğini, insanların bilinçaltlarında tanrılar-beden ilişkisinin sezdirmeden sıradan bir eyleme dönüştürüldüğünü de net bir şekilde anlamış bulunuyoruz. Acaba şu güzel mavi kürede kaç internet kullanıcısı farkındadır, bu aldatmanın? Daha başka hangi deformasyon kavramları zihinlerin üst köprülerine asılı bırakılmıştır? Dahası bu kavram Avatar filmiyle daha çok dikkat çekeceği yerde, sadece bir isim olarak kalacak gibi görünüyor. Hepsi o kadar; biz veya başkaları domuz yağı kullanılmış olmasından kuşkulansak da çikolatayı yemiş bulunacağız.
Geleceğe dönüş serilerinde izlediğimiz önce ve sonra ilişkisi ile zaman yolculuğunun kafamıza kazıdığı çatışma hâli, terminatör serileriyle bir limanda demirlemişken, kelebek etkisi ile zamana müdahale etmekle ilgili mistik sarsıntılar yaşamıştık; kader ve daha başka kavramsal pencere, üretilen beyaz perde kasırgaları tarafından açılıp kapatılmış ve her yere saçılan cam kırıkları izleyen tüm gözleri çizmişti.
Matrix, Siyonist mekanizma ile Adam Kadmon’u zihnimize transfer ederek insanın tanrılaşma sürecini, kader simülasyonlarıyla inceden inceye kristalize etmiş ve güçlü ve didaktik bir performansla kurtuluşu tanrısal özellikleri belirgin olan Mesih’e bağlayarak belki de bizi, bize karşı yapılacak olan Armageddon’da kendi tarafımıza düşman olmaya hazırlamıştı.
İşte Avatar böyle büyük projelerden biri. James Cameron Titanic’te, Titanic'i ‘Tanrı’nın bile batıramayacağını iddia eden küstah adamların' basit bir aysberg’e yenilmelerini teşhir ederek dindar insanların yüreğini ferahlatmıştı. Fakat şimdi değil, şimdi Avatar’la o yürekleri kanatıyor Cameron.
Bazı yorumculara göre ABD’nin Irak ve Afganistan’a yaptıklarını eleştiriyor gibi görünen Avatar, aslında tam tersini yapıyor; değerler eleştirisini ana hedef olarak seçtiğini belli edercesine totemci bir mistizmi, tanrısal bir anaya bağlayarak neredeyse tüm ilahi dinleri elinin tersiyle bir kenara fırlatıyor.
Savaşı ve hırsı Göksel Dinlerin suç listesine eklemekten çekinmeyen Cameron, Karma’ya müdahale etmeyen tanrısız Budizm ile belirsiz tanrı-tanrılar fenomenine sahip Hinduizm’in karmaya sadece iyi yönde etki eden Brahman’ı arasında kalıp Kutsal Ana’yı üretirken, büyük bir meydan okuma turuna çıktığını da saklamıyordu.
Kutsal Ana, olaylara kayıtsız kalamayan bir tanrısal fenomendi. Cameron, her iki Hint dininin mistik yönlerine kızıl renkler çalarken, bu iki dinin savaşçı olmayan miskin mensuplarına Avatar’da büyük bir savaşçı kimlik giydiriyordu. Güçlü bir ironi ile zihnimize dayattığı kahraman Na’viler, savaşçılıkları dışında birer Hindu’dan ve Budist’ten farksızdılar.
Pandora’nın ormanları Hindistan’ın büyüleyici ormanlarını andırırken de çekinmiyordu Cameron; Hindistan ormanlarında yaşayan canlıların fantastik modellerine, doğu efsanelerinin canavarlarını monte etmekten zevk alıyor ve bu keyfi saklamıyordu da.
Pandora, Irak’tı, Afganistan’dı; bundan sonra Amerika ve İngiltere için Hindistan mı olacaktı, belli değil; zaten köleleri olanlara saldırdıklarına göre hiç de olasılık dışı değil Hindistan’ın yeni av olarak seçilmesi.
Sömürgelerin işgal edilmeden önce işbirlikçilerce motive edilmesi sıradanlaşan adımlarıydı Vahşi Batı’nın. Önce Batılı modern/ vahşi insanın avatarlaşması gerekiyordu. Beyaz insan bir tanrıydı Cameron’un efsanesine göre. Çünkü; Hinduizme göre sadece Tanrılar avatarlaşabilirdi. Avatar, Hint mitolojisine göre tanrıların yeryüzüne indiklerinde büründükleri şekillerdir. Filmin öyküsüne göre, birer avatarla eşleşen insan, aslında tanrılaşmış avatarların gezegeni Pandora’yı ele geçirmeye çalışıyordu. Hinduizm’e göre o avatarların da bir tanrısal fenomeni vardı ve o fenomen Kutsal Ana idi.
Proje, Pandora’lı bir avatara aşık olan insanın, insana ihanet ederek Pandora’yı istila edilmekten kurtarması, insanlığından vazgeçerek avatar bedenini seçmesi ve Pandora’da yaşamayı tercih etmesi üzerine kurgulanmıştı. Iraklı kadınlarla evlenip Irak’a yerleşen Amerikalı askerleri anlatan ve ülkelerine sakat olarak dönen savaş artığı(!) askerlerin kendi hallerine bırakılmasını da eleştiren gerçek bir yönü de vardı filmin.
Star Wars serilerinden kopya edilmiş teknolojik savaş görselliğini yirmi metrekarelik odada sanata dönüştürdükten sonra Cameron , en yüksek bütçeli filmiyle milyar dolarlık hasılat rekorları kırıyor ve vahşi kapitalizmin uçbeyi olduğunu bir kez daha teyit ediyordu.
Yine aşkı sömürüyordu Hollywood, insanları uysallaştırıyor ve zihinlerine yeni uyuşturucular sürerek doğru bir eleştiri yapılmasını da ustalıkla engelliyordu. Fakat bu kez, kuyruklu avatarla insanın seks potansiyelini değerlendiremiyor, Titanic’te yaptığı gibi cinsellik üzerinden fantastik kareler çekemiyordu. Tek eksiği de buydu Cameron’un.
Türkiye’de ise, ilginç bir eşleşme yapılıyor Ebabil kuşları ve tasavvuf aranıyordu filmin içinde. Müslümanlar domuz yağı kullanılmış olmasından kuşkulansalar da çikolatayı kendilerinden bir şeyler katarak yemenin yollarını aramaktan vazgeçmeyeceklerdi. Rüyalarında avatarlaştıklarını görecekler, kendi din algılarının yavaş yavaş aşındığını fark etmemekte hiç zorluk çekmeyeceklerdi. Matrix kaldığı yerden devam ediyordu.
Filmin Konusu: 22. yüzyılda, Pandora adlı bir uyduda geçer. Bir gaz devinin yörüngesinde dönen Pandora, 3-4 metre uzunluğunda, mavi insansı görünümlü, kabile kültürünü benimsemiş, saldırıya uğramadıkları sürece barışçıl olan Na'vi halkına ev sahipliği yapmaktadır.
İnsanlar, Pandora'nın havasını soluyamadıkları için, sinirsel bağlantı aracılığıyla kontrol edilebilen insan ve Na'vi karışımı Avatarlar üretirler. Felç olan Deniz Piyadeleri mensubu Jake Sully (Sam Worthington), bir Avatar olarak Pandora'da yaşamaya gönüllü olur. Bir Na'vi prensesine aşık olan Sully, kendisini Pandora'yı gün geçtikçe tüketen insan ordusu ile Na'vi halkının arasındaki çatışmanın ortasında bulur. Onu en çok etkileyen şey, en nihayetinde daha iyi bir beden içinde olup, felçli olan bacaklarını tekrar hissedip ( Avatar bedeninde ) eskisi gibi koşabilmesidir.
Zamanla Prenses Neytiri ile bir ilişki içine girdiklerinde, Jake artık insanların amacını tamamen unutup, Na'Vi direnişine katılarak organize bir şekilde insanlara karşı koyar. Daha sonra Na'Viler, Jake'in onlara ilk başlarda yalan söylediğini anlayınca onu öldürmeye kalkarlar ama en sonunda bu karardan vazgeçerler. Hikayenin sonu, Neytiri ve Jake'in tekrar buluşması ve Jake'in tamamen Avatar bedenin içine girmesiyle biter.
Faruk Tamer,02.02.2010, Görsel Eleştiri- Visual Critique, VII
Faruk Tamer Yazıları
Film ile İlgili Teknik Bilgiler:
Yönetmen : James Cameron
Senaryo : James Cameron
Kurgu: John Refoua, Stephen Rivkin
Oyuncular : Michelle Rodriguez, Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver, Giovanni Ribisi, Peter Mensah, Dileep Rao, Joel David Moore, Stephen Lang, Kevin Dorman, Laz Alonso, Nikie Zambo, Wes Studi, CCH Pounder, Jacob Tomuri, Matt Gerald,Harun Incisi, Julene Renee, Peter Dillon, Dean Knowsley, Sonia Yee, David Van Horn, Ilram Choi, Jahnel Curfman, James Pitt, Jason Whyte, Jon Curry, Kelly Kilgour, Kelson Henderson, Kyla Warren, Luke Hawker, Michael Blain-rozgay, Scott Lawrence, Sean Patrick Murphy, Sean Anthony Moran,Woody Schultz
Müzik: James Horner
Görüntü Yönetmeni: Mauro Fiore
Yapımcı Firma : Lightstorm Entertainment
Yapımcılar: James Cameron, Laeta Kalogridis, Colin Wilson, Janace Tashjian, Peter M. Tobyansen, Josh Mclaglen, Jon Landau, Brooke Breton
Filmin Türü : 3 Boyutlu, Aksiyon, Bilim Kurgu, Dram, Fantastik, Macera, Romantik
Orijinal Adı : Avatar
Yapım Yılı : 2009
Yapım Ülkesi : ABD/İngiltere
Orijinal Dili : İngilizce
Dağıtıcı Firma : Tiglon
Resmi Sitesi : www.avatarmovie.com
Vizyon Tarihi : 18.12.2009
Filmin Süresi : 162 dakika