Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
“Belki böyle yaratıldığımız için böyleyiz, belki böyle yaratıldığımızı düşünüp böyle olmayı kendimize bir hak sayıyoruz.”
İnsan,
büyüklerden gizli saklı yaramazlık yapan çocuklar gibi. Hiç kimsenin kendisini görmediğini
ve duymadığını sanıyor, gizli-saklı günahlar işlediğinde. Entrikaların,
tuzakların insanlara yakalanmadan meşru sayılacağını düşünüyor. Ne büyük
gaflet. Şu serinliğini geri almaya çalışan havaya bakınca, bunları düşünüyorum.
Daha dün soğuğun, sıcağın çekip çevirdiği zihnim, bu gün serinliğini giyinmeye
uğraşan göğe asılı sesleri duyuyor, rüzgar yelkenleri tatlı hışırtılarla
dalgalandırırken.
Kimler
geçip gitmedi ki, buralardan? Kraliyet gemileri, ambarları genç ve sağlıklı
kadın-erkek kölelerle dolu insan kibirli tacirlerini taşıyan gemiler, içlerinde
toplarını, oklarını, kılıçlarını kuşanmış leventlerle dolu savaş gemileri,
baharat fıçılarından ipek toplarına kadar tıka basa doğu dolu ticaret gemileri…
Hepsinde binlerce insan vardı, binlerce ses, binlerce hikâye…
O
sesler, hikâyeler ve insanlar nereye gittiler? Neredeyse hepsinin geçip
gittikleri bu hayat onların bıraktığı izlerle dolu, ama onlara dair bir işaret
yok. Bir gören olmayacak mıydı, onlar yapıp ettiklerini yaparken, bir işiten
olmayacak mıydı onlar konuşurken? Kim, nasıl hesap verecek o vakit? Şüphesiz hepsi
gizli şimdi hepimize o gemide olanlar; şüphesiz hepimizin yaşadıklarının çoğu
hepimize gizli şimdi. Hiç duyan ve gören olmasaydı, adaleti kimden
isteyecektik?
Bu su,
bu sonsuzmuş gibi görünen su, bu okyanus, milyonlarca yıldır nereleri gezdi
dolaştı, kim bilir? Göğe yükselirken her gündüz güneşinde tonlarca su, nerelere
gitti, hangi susuz dudakları ıslattı da kudurttu, kim bilebilir? Kimleri boğdu
sarnıçlarda, ırmaklarda, saray kıyılarında? Hangi güzel kadınların tenlerinde
okşandı, hangi ölülerin soğuk tenlerinde haşlandı, kim bilebilir? Kim bilebilir
hangi sâkinin hangi beddualarla ikram ettiği suyun duyduklarını, gördüklerini?
Gemimin esrarengiz
yolculuğu bu. Yazıyorum anlatılmamışlardan, görülmemişlerden duyup gördüklerimi.
Duyuyor ve görüyorum, hepinizin duyup gördüğü gibi. Düşünüyorum. Bu benden
başka kimsesi olmayan geminin duyup gördükleri ile benim duyup gördüklerim aynı
mı? Ellerinizin, gözlerinizin, kulaklarınızın, dillerinizin, tenlerinizin görüp
duydukları ile benim görüp duydukların aynı mı? Benim uzuvlarımla ben aynı
şeyleri mi görüp duyuyoruz?
Yapıp
söylediklerimizden başka, zihnimizden geçenleri de biliyor Allah; ama biz hiç
korkmuyoruz düşüncelerimizden, düşüncelerimizdeki günahlardan, kötülüklerden.
Sonra kötüleri ve kötülüğü suçluyoruz en küçük fırsatta. İçimiz kötülüğe, ses
etmeden de omuz vermişse içinden, nasıl suçlarız başkasını? Nasıl cesaret
ederiz suçu, kötülüğü başkasının sırtına yüklemeye?
Korkuyoruz,
doğru, geçmişe koşup çar çabuk günahlarımızdan arınmak istiyoruz; ama
gidemiyoruz, gidemeyeceğimizi biliyoruz. Çaresizlikle kendimize dönüyor ve her
zaman yaptığımız gibi yapmaya devam ediyoruz. Sanki Allah yokmuş gibi, sanki Allah bizi görmüyor ve duymuyormuş gibi yaramazlık yapmaya devam ediyoruz. Yani; kaçıyoruz, kaçamayacağımızı bilerek.
Çaresiz miyiz?
Bu gemi, bu okyanus ve bu gök çaresiz olmadığımızı söylüyor her dakika bize. Rüzgar
var, yelkenlerimiz var, pusulamız var. Kur’an sapasağlam duruyor orada ve
biz bakmasak da görmek için, dinlemesek de işitmek için, dosdoğru doğrunun orada
olduğunu biliyoruz; duanın, tövbenin içimizdeki günahları, suçları ve
kötülükleri eskiteceğinin farkındayız. Ama bunu yapmaya bir türlü karar
veremiyoruz.
Karar veremiyoruz
kendimiz adına, tekrar tekrar aynı yokuştan aşağı hızla ineceğimizden emin
olduğumuz için. Yaramazlık yapmak daha kolay geliyor ve biz hiç utanmadan
aynalardan, gizli-saklı işlerle görünmez ve duyulmaz olacağımızı sanarak
yaşamaya devam ediyoruz.
Belki böyle
yaratıldığımız için böyleyiz, belki böyle yaratıldığımızı düşünüp böyle olmayı
kendimize bir hak sayıyoruz.
Ne yaparsak
yapalım, ne düşünürsek düşünelim, ne söylersek söyleyelim; Allah görüyor,
biliyor ve işitiyor. Bu derin okyanusta nasıl bu rüzgar bu yazdıklarımı alıp
size getiriyorsa ben seslerimle konuşmadığım halde, nasıl siz kulaklarınızla duymadığınız
halde işitiyorsanız ve biliyorsanız şu an ne düşündüğümü ve ne yaptığımı, Allah
da öylece biliyor her şeyi. Ben okyanusun sonsuzluğunda tek başına duruyor
olsam da bir şey yapıyorum ve onu size ulaştırıyorum. Allah neden kendisine
ulaşmasına izin vermesin ki?
Yorgun
ve yaşlıyım. Anlatılmaz olanları anlatmak gibi bir derdim yok; gelip geçecek
olan bu günlerin gecesinde size ne bırakabilirsem söylediklerimden, düşündüklerimden
ve yaptıklarımdan, onlar bilinsin, duyulsun ve görülsün istiyorum.
Her bir
kişi, nasılsa baştan başlayacak ve kendi
tarihini yazacak hiç kimseye itibar etmeden. Tâ ki birileri de yaşamış, acaba
ne düşünmüşler diye merak edene kadar…
Bunun
için hepsi… Yürüyüp giden geminin kanatlarında dinlenen insanlığın bizzat
kendisi… Buzula mı yürüyor, kayalara mı? Günaha mı yürüyor bağışlanmaya mı?
Bilin ve düşünün istedim işte.
Yaramazlıklarınızın
gizli kalmayacağını unutmayın istedim.
Yaşlı Bilge, 02.06.2014, 22:49, Sonsuz Ark, Peynir Gemisi'nden, Sınanmış Renkler 20
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.