“Yeni
Türkiye’deki ‘Bir Şey’ toplumun ruhunda dolaşıyor; herkes aynı anda farkına varıyor.”
Türkiye’nin
2002’de başlayan yolculuğu sürüyor. Eski kirli beyazların, ‘Her yıl en az şu
kadar büyüme şart; yoksa Erdoğan’ın büyüme hedefleri hayalî” dedikleri günden
bu yana çok yıllar geçti, çok badireler atlatıldı. Engelli koşu diyorum ben
buna. Ama engelli koşuların bir ahlakı var; engeller belli ve antrenman
yapabiliyorsunuz. Türkiye’nin koşusunda engeller belirsiz ve buna bağlı olarak
birilerinin attığı zarlara göre bariyerler konuyor. Erdoğan liderliğindeki halk
da her seferinde şaha kalkıyor ve engelleri bir bir aşıyor.
Oyun
masasında zar atanlar ise hiç yılmadan ve yenilgilerini umursamadan yeni zarlar
atmaktan bıkmıyorlar. Oluşan zafer boşluklarında da Türkiye büyük adımlar
atmaktan vazgeçmiyor. Her gürültüde, her kaotik atmosferde eski kangrenli
organlarını acımasızca kesip atıyor ve yerine yenilerini monte ediyor. Şu
sıralar bu koşunun başkahramanı pozisyon değişikliği yapmakla meşgul olduğundan
tarih zikzaklar çizmeye yanaşsa da ‘Bir Şey’ hemen zikzak noktalarına müdahale ediyor ve Türkiye
koşusuna devam ediyor.
Kürt
Sorununu tarihe gömen ve aslında Kürt Sorunu ile hiç ilgisi olmayan Gladio’nun kendi kontrolünde olmayan solcu örgütleri yok
etmek için kurduğu terör örgütü PKK sorunu ise maalesef devam ediyor. Kürt
Sorunu ile PKK sorununu içiçeleştiren de
yine Gladio direktörlüğünde gerçekleştirilen stratejik planlar ve
onların sonuçları. Türkiye derinliklerinden Gladio’yu tamamen temizleme
başarısını gösterebilmiş değil.
Hemen her siyası ve dinî grubun, cemaatin
dizaynını yapan Gladio, yani NATO yedekte tuttuğu nöbet devrine hazırladığı her
yapıyı sırası gelsin ya da gelmesin sistemde aktif hale getiriyor. Bunu nasıl
mı anlıyoruz? Toplum olarak hiç tahmin etmediğimiz organizasyonlar, yapılar
birden bire anlaşılmaz şekilde davranmaya başladıklarında ipuçlarını seziyoruz
ve hemen tavır alıyoruz. Yani Türkiye’nin aleyhine olan her bir söylem bir
şimşek hızıyla fark ediliyor ve yeni Türkiye’deki ‘Bir Şey’ toplumun ruhunda
dolaşıyor; herkes aynı anda farkına varıyor.
Son bir
yıldır Fethullah Gülen ve cemaatinin söylem ve eylemlerinden bu halkın
çıkardığı ders de bu minvalde. Yine ‘Çözüm Süreci’nin Öcalan etkisiyle aktif bir
tarafı hâline gelen PKK’nın hiç arkası kesilmeyen, ancak şiddet dozu zaman
zaman azalan ya da artan eylemlerinin sıklıkla gündeme gelmesi ve şiddet yoğunluğu
olarak herkesin tahammül sınırlarını zorlaması, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi son kaotik değişkenlerden biri olarak
algılandı. Bu halk bunu böyle algılıyor artık. ‘Bir Şey’ halka tüm gerçekleri
anlatıyor.
Bingöl-Diyarbakır-Bitlis
üçgeninde yol kesen, araç yakan, karakollara erzak ve inşaat malzemesi taşıyan
araçlara saldıran, güvenlik güçlerine taciz ateşi açan, eski rakibi Hizbullah’ın
yeni türevlerinden biri olan yapının ilçe sorumlularını ve diğer vatandaşları
tehdit eden, kaçıran, uzun süredir gündeme gelmeye çalışan PKK, Kürt çocuklarını
ve gençlerini zorla ya da bir şekilde ikna ederek dağa kaçırmaya da başlayınca ‘Bir
Şey’ bu sefer kürt annelere 40 yıllık suskunluklarını bozmayı öğretti ve
anneler, babalar PKK’dan çocuklarını geri istediler. Bunu da PKK ile kan ve
organ bağı bulunan BDP-HDP’nin en büyük belediyesi olan Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi’nin önünde oturma eylemi yaparak dile getirdiler.
PKK’nın
özgürlük ve af diye bağırıp çağırdığı, cemaatin nefret söyleminden beslendiği, cemaatin
ve kirli beyazların demokrasi sandıktan ibaret değildir dediği ve bu türden
zihniyetin Gezi teröründe, 17-25 Aralık’ta ve 30 Mart’ta,1 Haziran’da açık
ittifak yaptığı ve Çatı Aday arayışlarıyla Cumhurbaşkanının kim olacağını
belirlemeye çalıştığı bugünlerde, BDP-HDP’li Diyarbakır Büyükşehir Belediye
Başkanı Gülten Kışanak zabıtalarına emir verdi ve çocuklarını isteyen
anneleri saçlarından sürüklediler, onları polis, hain, ajan olarak suçladılar
ve devlet tarafından satın alınmakla itham edildiler. Gültan Kışanak, anneler üzerinden siyaset
yapıldığını öne sürdü. Oysa kendisi çocukları dağa kaçırarak pazarlık masasında birer piyon olarak kullananların tarafındaydı.
Oysa onlar doğurup
büyüttükleri çocuklarının birilerinin keyfi için ölmesinden bıkmış annelerdi ve
bunun tekrarlanmasını istemiyorlardı. Çocuklarını istiyorlardı sadece. Üzerlerinde
hiçbir hakları olmayanların çocuklarının canlarını bahse konu ederek zar
atmalarına izin vermeyeceklerini söylüyorlardı.
Detaylar
şöyleydi:
PKK’nin
kaçırdığını söylediği ortaokul 2’nci Sınıf öğrencisi 13 yaşındaki oğlu M. için
eylem yaptıklarını söyleyen Bedriye ve İsmail Eşiyok konuştu. Anne Bedriye
Eşiyok, "Belediye görevlileri sabah eylem yaptığımız alana gelerek bizi
kovdu. Ben direnince saçımdan tutarak sürüklediler. Benim amacım sadece 13
yaşındaki çocuğuma kavuşmaktır. Biz barış istiyoruz. Evladıma kavuşuncaya kadar
eylemimi devam edeceğim. Biz çocuklarımızı istiyoruz, barış istiyoruz"
derken İsmail Eşiyok da, "Bize buranın yasak olduğunu söylediler. Biz
biraz ileriye gittik. Oraya da geldiler ve bize hücum edercesine saldırdılar.
Bizi dövmek istediler. ’Burada durmayın, cehennemin dibine gidin’ dediler. Ne
yapacağımızı şaşırdık. Biz çocuğumuzu istiyoruz" diye konuştu.
Oturma
eylemini sürdürenlerden Erhan Erem ise PKK’nın götürdüğü 19 yaşındaki kardeşi
Fatih Eren’in bırakılması için eylem yaptığını söyledi ve ekledi: "Bu
aileler aslında BDP’nin tabanından kişiler. Eylem yapan aile sayısı her geçen
gün artıyor. Bu binleri, on binleri bulacaktır. Aileleri kontrol etmekte zorluk
çekiyoruz. Belediye burada eylem yapmamıza izin vermiyor. Ancak biz barışı ve
çocuklarımızı istemeye devam edeceğiz. Gerekirse burada açlık grevi, ölüm orucu
yapacağız. Bu seçenekleri de değerlendiriyoruz" dedi.
Belediye
yetkililerin kendilerine ’ajan’, ’hain’ ve ’AKP işbirlikçisi’ diye psikolojik
baskı uyguladığını söyleyen Erhan Erem öfkelenmiş: "Hatta benim polis
olduğumu söylemişler. Bu ailelerin hiç bir partinin üyesi, ajan, işbirlikçi,
hain olmadığını söyledik. Annelere saldıracaksa, yaşam alanı sağlamayacaksa biz
başka yerde de eylemimizi sürdüreceğiz. Yarın AKP önünde de oturabiliriz. Bizim
hiç bir partiyle ilişkimiz yok. Biz açlık grevini başlatmayı, gerekirse ölüm
orucu yapacağız. Burada bir baba kendini yakmak istedi. Ben engelledim"
Başka ne
diyebilirlerdi ki? Suçlular, çocuklarını kaçıranlardan çocuklarını isteyenlere
başka nasıl davranabilirlerdi. Demokratik hak, insanî talep Gladio’nun ruhunda
yoktu, ürettiği yapılarda olması mümkün müydü? Ama ‘Bir Şey’ çalışıyordu yine.
BDP Eş
Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, çocukları PKK tarafından kaçırıldığı için
eylem yapan annelere yönelik "Bazıları para karşılığı bunu yapıyor"
açıklaması karşılığını bir anneden alacaktı, hem de tarihe geçen bir cümleyle.
Demirtaş
şöyle demişti: "Kimse kusura bakmasın; 30 yıldır onbinlerce kişiyi dağa
kaçırarak götürmedi bu örgüt. Hiçbir çocuğa biz dağı tavsiye etmiyoruz.
Siyasete davet ediyoruz. Dağın yolunu biz göstermiyoruz. Orada oturan bazı
aileler, istihbarat tarafından kendilerine verilen bir ücret karşılığında bunu
yapıyorlar. Çocuklarının da dağa gittiği falan yok. Bazılarının çocukları
uyuşturucu şebekesi tarafından kaçırılmış, bazılarının dağla alakası yok. Bazı
aileler para karşılığında o eylemleri yapıyor."
Çocuklarını
isteyen aileleri, üstelik anneleri ‘ücret karşılığı eylem yapmakla’ suçlamak
nasıl bir zihniyetin ürünü olabilir, bilmiyorum. Üstelik PKK gibi tehdit eden
ve öldüren bir terör örgütü hazırda bir sürü eylem ve saldırı yapıyorken hangi
fert bir ücret karşılığında canını tehlikeye atabilir? Çocuklarını geri karşılığı
bedeli bu insanlık dışı suçlamalar olmamalıydı, hak aradığını söyleyen bir yapı
için.
Diyarbakır
Anneleri 3 kişiyle çıktıkları yolculukta 70 kişiye ulaştılar, ama ne bir kirli
beyazın gözleri onları gördü ne de aydın, kanaat önderi diye parlatılan, eli
kalem tutan ünlü isimler. Gezi terörüne sosyolojik anlam yükleyen ve kuşak
üreten hakperestler nesnel kutucuklarından çıkıp nesnel bir yorum yapmaktan
bile çekindiler.
Ama ‘Bir
Şey’ bir anneye o tarihi cümleleri söyletti.
Eyleme
Erzurum'dan katılan Lütfiye Bozoğlu, para için değil barış için geldiğini
söyledi ve Demirtaş'a seslendi: "Oğlumu istiyorum. Buradaki bütün anneler
çocuklarını istiyor. Para pul istemiyor. Demirtaş, yüreğini bana satsın. Parası
neyse ben veririm. Çocuğumu almadan buradan gitmiyorum.”
Çocuğu
dağda olan anneyi öldürmeye PKK da cesaret edemezdi. Gladio kıskıvrak
yakalanmıştı yine. Annelerin ruhundaki cesaret 40 yıllık ölüm kanyonunda
sinmekten, erimekten bıkmıştı ve artık bağıra bağıra geliyordu.
Türkiye’yi
değiştiren ‘Bir Şey’ vardı ve günlerdir dilime dolanan o şeyi The Daily
Telegraph yazarı James Hurley de şöyle anlatmaya çalışıyordu:
“Türkiye‘Bir Şey’in zirvesinde. Yeni bir
Türkiye imparatorluğu doğmak üzere olabilir. Sağını solunu istila ederek değil
ticaret dünyasını sollayarak bunu yapabilir. Türkiye 10 yıl önce Avrupa'nın
hasta adamı konumundan, istikrarlı ve tutarlı bir ülkeye dönüştü. Artık
uluslararası sahnede yer alıyor.”
Çok
fazla merak etmeye gerek yok. 200 yıldır dünyayı kan gölüne çeviren vahşetin
elleri hem Türkiye’deki büyük çoğunluğu hem de Dünya’daki büyük çoğunluğu artık
uykuda kalamayacak kadar rahatsız ediyor, insanlar farkına varıyor. 200 yıllık
uykudan uyanıyor insanlar, cesaretleri inkişaf ediyor. İstikrarlı ve tutarlı
insanlar, istikrarlı ve tutarlı bir ülke inşa ediyorlar.
Bana
öyle geliyor ki bu engeller artık yavaş yavaş cesamet kaybedecek; zar ustaları
zarlarını ceplerine sokup kös kös köşelerine çekilecekler
‘Bir şey’
artık onlara emretmeyi de öğrendi. Allah daima büyüktür çünkü.
Arif Şahin, 04.06.2014, Sonsuz Ark,
Şaşkınların Tarihi 47