Kiziroğlu Mustafa Bey
-2-
“Daha çok var mı?” diye sızlandı Aysema. Hiç alışkın değildi böyle
dağ-tepe tırmanmak. Önde bir keçi gibi tırmanan Mehmet Ali, durdu. Ardı sıra
gelen iki genç kızla ihtiyar adama baktı. Soluk soluğaydı üçü de. Alınlarında, yüzlerinde boncuk boncuk terler birikmişti.
Şehrinaz’ın babası nefesini toplamaya çalışarak,“Ula oğul az
soluklanalım.. biz senin gibi yeğin yeğin gelemeyiz ki!” dedi güçlükle. “Az
yolumuz kaldı Dayı! Şu tepeyi aşınca vardık sayılır ondan sonrası düzlük!”
deyip on beş yirmi adımda çıkılacak tepeyi gösterdi Mehmet Ali, gülerek.
“Olsun olsun..” dedi. İhtiyar kızları gösterip, “Burada azıcık
soluklanalım! Bir adım daha atacak takatimiz kalmadı!” karşılığını verdi
yaslandığı kayanın dibine çöktü. Kızlar da yanına varıp oturak gibi taşlara
oturdular.
Mehmet Ali yere çömelip hem çakıl taşlarıyla oynuyor hem de
utangaç utangaç genç kızları izliyordu. İhtiyar adam kuşağından büyükçe bir
mendil çıkarıp yüzünü ensesini sildi. “Evlat sen hiç yorulmamış gibisin!” dedi
Mehmet Ali’ye.
Mehmet Ali gülerek,“Burası ne ki dede.. ben her gün bir çırpıda
buralara, daha yükseklere gider gelirim.. siz alışkın değilsiniz o yüzden!”
cevabını verdi.
Genç kızlar konuşmadan merakla etraflarına bakınıp yorgunluklarını
atmaya çalışıyorlardı. Yol boyunca kimseyi görmeyişlerine bir anlam
veremiyorlardı. Onlar dağ taş Kiziroğlu’nun arkadaşlarıyla dolu olduğunu
sanıyorlardı.
Neden sonra Aysema “Gurban..” dedi. “Yanlış yolda olmayalım..
kimsecikler yok etrafta!”
Mehmet Ali elindeki bir çakılı epey uzağa fırlattı.
“Olur mu yenge.. ben buraları avucumun içi gibi bilirim.. hiç
yanlış yöne gider miyim? Kimseyi göremediysek burada fazla kişi yoktur da
ondan. En fazla on bilemedin on beşi kişi ya olur ya olmaz.. herkes işinde
gücünde!” dedi.
Şehrinaz, “Ya cenk eden onca insan?” diye sordu şaşkınlıkla.
Şaşkınlıklarına gülen Mehmet Ali, “Cenk zamanı başka.. o zaman
toplanılır.. hem burada da toplanılmaz. Düşman neredeyse ona yakın yere gelir
kılıç üşürmesini bilen! Eh..” deyip ayağa kalktı “Artık soluklandıysanız yola
çıkalım.. Hüsam Dayı bana kızar ayağına ne yavaşsın diye!” sürdürdü
konuşmasını. Oturanların kalkmasını beklemeden son tepeye doğru yürüdü.
İhtiyar adam güçlükle doğruldu. Şehrinaz babasının kalkmasına
yardım etti. Oğlanın peşine düştüler. Tepeyi aşınca hilal şeklinde çamların etrafını
kuşattığı bir düzlükte beş altı kulübe gördüler. Kulübelerin sağında büyükçe
bir mağaranın önünde ateşi yanan ocak vardı. Ocağın başında yirmi yaşlarında
iki genç kuzu çeviriyordu.
Mehmet Ali onlara doğru koşup “Gürer ağam.. Gürer ağam misafirleri
getirdim!” diye bağırdı.
Mehmet Ali’nin bağırışıyla
iki genç başlarını kaldırıp gelmekte olanlara baktılar. Yavaşça ayağa
kalktılar. Aynı boydaydı iki genç te. Pala bıyıklı gür siyah saçlı gürbüz bir
bedenleri vardı. “Selo sen ocağa bak!” dedi, gelenlere doğru yürüdü. İhtiyar
adamın elini öptü. “Bacılar siz de hoş geldiniz!” deyip büyük kulübeye buyur
etti.
Kulübenin sundurmasına geçtiler. “Kizirağam ile Şehmuz avdan
dönmediler daha, Hüsam Dayı da mağaraya girdi şimdi gelir!” dedi Gürer.
Aysema ile Şehrinaz birbirlerine baktılar. “Ya anam!” diye sordu
Şehrinaz. Gürer “Ananızı köyde Nuri Dayı’nın yanına yerleştirdik. Yarın Elif Bacı,
Nuri Dayı ile birlikte buraya gelecek!” diye cevapladı Gürer.
Kızların ikisi de somurttu. “Demek ben ana kucağını baba ocağını terk edip kaçacağım, ama bey efendi oyun oynaş da eğelenecek!” diye sitem etti içinden Aysema. Şehrinaz kendi halini belli etmeyerek “Kız Aysema pişman mısın? Dağ tepe aş.. sonunda geldiğimiz yere bak.. kim yok kimse yok!” diye takıldı şaka yollu. İhtiyar adam da alttan alta güldü.
Gürer, “Açsanız öğleden kalma bir şeyler var.. kuzu daha olmadı!”
Konuklar teşekkür etti. Gürer sevecen bir sesle, “Mehmet Ali konuklarımıza
içecek bir şeyler getir! Ne içersiniz.. şerbetimiz ayranımız var!” diye sordu.
İhtiyar adam kızların fikrini almadan,“Eh ayran iyi olur!”
karşılığını verdiler. Gürer kızlara baktı. Kızlar da evet der gibi baktılar
Gürer’e. Mehmet Ali hemen mağaraya doğru koştu. İçeri girdi. Birkaç dakika
sonra bir elinde büyükçe bir testi bir elinde tepside maşrapalar çıka geldi.
Tepsiyi masaya bırakıp maşrapaları doldurdu.
Şehrinaz “O mağara ne Mehmet Ali?” diye sorudu. Mehmet Ali “Orası
da bizim huzur odamız sayılır. Orda yemek yeriz.. toplanıp sohbet ederiz.
Kulübelerde de yatılır.”
“O Hüsam Dayı dediğiniz mi?” diye mağaradan elli altmış yaşlarında
uzun boylu çıkanı gösterip sordu ihtiyar adam. “Beli..” dedi Mehmet Ali. “Hüsam
Dayımız!”
Hüsam Dayı yaşından beklenilmeyen bir çeviklikle kendilerine doğru
geldi. Konuklar oturdukları yerden kalkıp Hüsam Dayı’yı karşıladılar. Hüsam Dayı
ihtiyar adama sarılıp “Hoş geldin ağa!” dedi. Kızlara döndü onlara da “Hoş
geldiniz!” deyip elini uzattı. Genç kızlar uzatılan eli öpüp utangaç bir sesle,
“Hoş bulduk!” dediler. Aysema “Hiç hoş bulmadık ya.. neyse!” diye geçirdi
içinden. Yeniden oturdular gösterilen yerlere.
Hüsam Dayı sevecen bir sesle ihtiyar adama, “Ağa benim adım
Hüsamettin.. Hüsam deyip kısalttılar.. adını bağışlar mısın?” diye konuştu.
İhtiyar adam “Adım Battal!” dedi hemen yanında oturan Şehrinaz’ı gösterip.
Şehrinaz gülerek baktı Hüsam Dayı’ya. “Onun yanındaki de Aysema kızımız!” diye
sürdürdü konuşmasını.
“Eh tekrar hoş geldiniz! Otağımızı şenlendirdiniz! Battal Ağa
bizim haylazlar..” diye sürdürdü konuşmasını. “Yerlerinde duramıyorlardı. Malum
gençlik.. elleri ayakları bir birine dolaşıyor.. ben de ava gönderdim.. yoksa
maraza çıkacaktı!”
Kıs kıs güldü adamlar. Kızlar utanmış başlarını önlerine
eğmişlerdi. “Eh bilirim.. bakma bizimkilerin böyle sakin durduğuna.. kim bilsin
ne kıyametler kopuyordur içlerinde!” diye konuştu Battal Ağa..
“Hadi hadi utanacak ne var için ayranlarınızı!” dedi Hüsam Dayı.
Kızlar ellerinde maşrapaları evirip çeviriyor ağızlarına götürmeye güç
bulamıyorlardı. Mehmet Ali durup durup kikir kikir gülüyordu. Hüsam dayı
kaşlarını çatıp oğlana baktı.
“Ne dikelip büyüklerin ağzına bakıyorsun it oğlu.. hadi git
bakayım ocağa ağalarına yardım et!”
Mehmet Ali somurtarak yanlarından ayrıldı.
Kızılçam ağaçlarının arasından iki kişi belirdi. Kiziroğlu ile
Şehmuz’du gelenler. Kiziroğlu avladıkları dağ keçisini omzuna atmıştı.
Şehmuz’un elinde iki yay vardı. Onlar da sundurmada oturanları görmüş
heyecandan dizlerinin bağı çözülmüştü.
“Şehmuz..” dedi güçlükle Kiziroğlu “Ula Şehmuz gurban destek ol..
şimdi düşüp bayılacağım!” dedi.
Şehmuz gülerek, “Aman ha ağa.. herifliğe bok sürmeyelim!”
cevapladı. Daha bir dikleşip güçlü adımlarla yürümeye devam ettiler. Ocağın yanına vardıklarında Kiziroğlu dili
dışarıda dağ keçisini omzundan yere attı.
“Benden bu kadar!” dedi kuzuyu çevirenlere. Şehmuz donup kalan
Kiziroğlu’nu dürttü. “Kiziroğlu kendine gel.. burada dikilip kalacak mıyız?
Hele kendine gel!”
“Ulan bu nasıl iş!” diye geçirdi içinden Kiziroğlu. “Demek insanın
soluğunun kesilmesi bu he! Ben hekatlarda olur sanıyordum bu işleri.. meğer
sevenin soluğunu kesermiş sevgilisi..”
“Şehmuz can.. Şehmuz can bir adım daha atamayacağım gibi!” diye
fısıldadı. Gürer ile Selo’da kıs kıs güldüler. Şehmuz Kiziroğlu’na bir çimdik
attı. “Silkin kendine gel ağa.. silkin kendine gel!” diye mırıldandı.
Kiziroğlu’nun imdadına o tanıdık ses yetişti:
“Ulan haylazlar ne orada dikilip durursunuz gelip misafirlerimize
bir hoş geldiniz desenize!”
Hüsam Dayı’ydı bağıran. İki genç adam derin derin nefes alıp
verdiler. Bütün güçlerini toplayıp misafirlerin bulunduğu sundurmaya doğru
yürüdüler. İkisi de titriyordu. Her hallerinden heyecanlarını bastırmaya
çalıştıkları belliydi.
Şehrinaz, “Kız herifin soluğunu kestin ha!” diye fısıldadı
Aysema’nın kulağına. Aysema, “Seninkinin hali de farklı değil!” diye cevapladı.
İki genç ayrı ayrı ihtiyar adamın elini öptüler. Kızlara da
başlarıyla hoş geldin yapıp Hüsam Dayı'nın yanına büzüldüler. “Av epey yormuş
sizi!” dedi gülerek. Şehmuz “Yordu ya!” dedi güçlükle. Bir birlerini süzüyor
kaçamak bakışlar fırlatıyorlardı gençler bir birlerine.
Kiziroğlu’nun Aysema’yı altı yedinci görüşüydü bu. Yusuf Baba’nın
değirmeninde görmüştü en son. O zaman daha cesurdu. “Kız bana iyilikle varır
mısın?” demişti. Kızarıp bozarmadan. Sesi kısılmadan. Oysa şimdi bir hoş geldin
sözünü bile ne güçlükle söyleyebilmişti. Sesini kendi bile duyamamıştı
neredeyse.
“Niye böyle oldum?” diye soruyordu habire içinden. Daha da
güzelleşmiş, daha bir serpilip gelişmiş. O ela gözler nasıl da delip geçiyordu
baktığı yeri. Sanki Aysema kendinden daha sakindi! Daha mı cesurdu. “Değil..”
diye geçirdi içinden. “Baksana nasıl derin derin nefes alıyor!” göğsü kabarıp
duruyordu. Her nefes alışında giysisinin sakladığı küçük diri göğüslerinin ucu
belirginleşiyordu. Kendi gördüğünü diğerleri de görüyor muydu acaba.
Utanarak bakındı etrafındakilere. Kimse bir şeyin farkında değildi
her hal. Şehmuz başını öylesine eğmişti ki neredeyse tos toparlak olmuştu.
Hüsam Dayı neşeyle bir şeyler anlatıyordu Battal ağaya. Kızları güldürecek
sözler bulup çıkarıyordu kendilerine ilişkin.
Şehrinaz, Şehmuz’un başını kaldırıp bir tek laf edemeyeceğini
anlamış heyecanını gizleyerek “Anamı buraya getireceğini söyledilerdi!” dedi.
Şehmuz bu sözün kendisine yönelik söylendiğini anlamıştı
anlamasına ya.. nasıl cevaplayacaktı. Cevap verecek gücü bir toplayabilse. Bu
kere Kiziroğlu’na attığı çimdiği kendisi yemişti. Az kalsın bağıracaktı. Başını
kaldırıp “Yormayalım dedik.. yarın tahterevalli ile çıkarırız.” diyebildi
güçlükle.
Güneş ağaçların arasından kaybolmuş, loş bir aydınlık çökmüştü.
Bir süre sessizce oturdular. Hüsam Dayı bir süre gençlere baktı. Battal ağaya
göz kırptı.
“Kiziroğlu, Şehmuz siz kızları şöyle bir etrafı gezdirin.. kalacak
yerleri gösterin.. ben de Battal Ağa’yla yarenlik ederim.” dedi. Gençler
duymamış gibi kıpırdamadan duruyorlardı. “Ne o sağır mı oldunuz.. hadi kalkın!”
diye üsteledi Hüsam Dayı. Gençler ayağa kalktılar sundurmadan aşağı indiler.
Kiziroğlu bir an durup Dayısına baktı “Belki yorgundurlar.. sonra
mı gezdirsek!” dedi kısık bir sesle.
“Hadi hadi.. yeterince dinlendiler.. tutup bütün dağı ormanı
gezdirecek değilsiniz ya!” diye cevapladı Hüsam Dayı.
Şehmuz’la Şehrinaz çoktan ağaçlıklara varmışlardı. Aysema
Kiziroğlu’nun öne düşmesini bekliyordu. Ocağı geçtiklerinde Hüsam Dayı
Kiziroğlu’na seslendi. Kiziroğlu birkaç adım attı.
Hüsam Dayı bir kenara çekip “Bak a oğlum bir delilik bir cahillik
yapmayasız daha nikâh neyim kıyılmadı ha! Ona göre!” diye fısıltıyla konuştu.
Kiziroğlu utanmış başını yere eğmişti. Güçlükle “O nasıl söz ağam!” diyebildi.
Ocağın yanında dikilen Aysema’nın yanına geldi. Ormana doğru yavaş adımlarla yürüyüp
gözden kayboldular.
Şehmuz’la Şehrinaz bir süre sessizce iri kızılçam ağaçlarının
arasından yürüdüler. Şehmuz Kiziroğlu’yla Aysema’nın arkalarından gelip
gelmediğini kontrol için arada bir başını arkaya çevirip bakmıştı.
Şehrinaz işveli bir sesle, “Arkadaşını bilmem, ama Aysema yalnız
olmak isteyecektir!” diye bozdu sessizliği. Şehmuz “Demek anladın!” dedi
içinden. Heyecanını bastırmaya çalışarak “Eh Kiziroğlu da yalnızlığı sever!”
karşılığını verdi. Devrilmiş bir ağacın altına oturdular.
Şehmuz bir karış uzunluğunda otları yoluyor söze nereden
başlayacağını düşünüyordu. Ne desindi?
“İyi ettin de geldin!” dedi. Kendine kızdı. “Hepsi bu muydu?
Günlerce düşünüp durdun bula bula bunu mu buldun?” diye geçirdi içinden. “Seni
affedip affetmediğimi bile bilmiyorum!” Şehmuz’un sırtı bu sözle bu kesildi.
“Beni kurda kuşa yem edip gittin!” diye sürdürdü konuşmasını.
Konuşmanın seyri Şehmuz’u üzeceğine sevindirmişti. Aşk maşk, sevda
mevda sözlerini nereden bulup söyleyecekti. Beceremezdi. “İşte bu iyi!” diye
sevindi:
“Belki haklısın Şehrinaz’ım.. ama değilsin.. ben seni kurda kuşa
yem etmedim.. boyun eğemezdim zulme. Adaletsizliğe. Başkaları gibi boyun eğip
oturamazdım bir dizin dibinde. Bu sevdiğimin, gönül verdiğimin dizi bile olsa!”
Çekine çekine kızın elini tuttu:
“Seni hep gözetledim. Beyin konağına gidişin yüreğime kor
düşürmedi değil, ancak haberini alıyordum. Gözüm üstündeydi. Biri ya da
birileri sana bir kötülük edemezdi. Edemediler de.”
Şehrinaz eli Şehmuz’un avucu içinde alev almış yanıyor gibiydi.
Bir de titremeleri olmasa! Elini çeker gibi yapıp sahte bir kızgınlıkla “Ben
senden saraylar istemedim.. bir kaşık çorbaya bir dilim ekmeğe razıydım.” dedi.
“Beni yanlış anladın.. ben bu sözlerini haklı çıkaracak ne dedim
şimdi? Ben zulme boyun eğemem dedim. Sen benden saraylar istedin mi dedim..
yapma güzelim. Ben yoksulluktan ötürü kaçmış değilim senden.. beylerin ağaların
halkı canından bezdirirken ben de mi yan gelip yataydım boynumu bükeydim? Bunu
mu isterdin sahiden?”
Kızın elini bıraktı, eğik başını kaldırdı. Şehrinaz’ın kara
gözleri ışıl ışıldı. Yaştan mı öyle idi sevinçten mi parlıyordu?
“Elbet boyun eğmeni istemezdim!” dedi yüreği burkularak. “Buraya
gönderilişimin nedenini bir bilsen!” diye düşünüyordu Şehrinaz. Hoş artık anası
babası tehlikede değildi. Artık o soysuzların isteğini yerine getirmeyecekti
ama bunu söylemesi gerekmez miydi? Ya olan biteni biliyor ve fakat yüzüne
vurmuyorlardı ise? Kendinin itiraf etmesini bekliyorlarsa? Böyle bir ihtimal
olabilirdi. Ne diye ana babasını da buraya getirmiş olsunlar ki? İtiraf
etmeliydi. Koynunda sakladığı zehir şişesi çıkarıp Şehmuz’a vermeli her bir
şeyi anlatmalıydı
.
“Anamı niye getirmediniz ki?”
“Dizleri, beli ağırıyordu. Baktık onca yolu yokuşu çıkamayacak
köyün imamı ben ona bir yol bulurum, dedi.. biz de sabaha bıraktık.”
Yeniden suskunluğa gömüldüler. Şehrinaz’ın içi içini yiyordu.
“Ne olursa olsun!” dedi kendi kendine “Bak yiğidim.. beni çaşıtlık
için!” sözlerini bitiremedi yutkundu. Şehmuz yeninden elini tuttu kızın.
Şefkatle sıktı. Güven veren tatlı bir sesle “Sus.. sus güzelim.. nazlı yârim..
biliyoruz. Ta başından beri!” diye teselli etti kızı. Şehrinaz bunu az çok
tahmin etmiş yine de şaşırmaktan kurtulamamıştı.
“Nasıl? Nasıl öğrendiniz? Ya Aysema! O da biliyor mu?”
Kızı kendine çekip başını göğsüne yasladı Şehmuz, “Yerin kulağı
vardır.. bize olup biteni haber veren de Aysema!” diye cevapladı. Şehrinaz
kendini tutamamış ağlamaya başlamıştı.
“Demek biliyordu.. bir de saf geçinir ama hiç renk vermedi.. vay
be!” dedi hıçkırıkları arasında.
Şehmuz bir bebeği sallar gibi kızı usul usul salladı.
“Aysema senin tehdit edildiğini duymuş.. ananın babanın başlarına
bir şey gelmesin diye elinden gelen gayreti göstermiş. Yiğit bir kızdır
Aysema!”
Şehrinaz doğrulup Şehmuz’dan ayrıldı. Elini koynuna sokup “O zaman
bu lanet şeyden kurtulabilirim!” dedi. Küçük zehir şişesini koynundan çıkarıp
fırlatmaya kalktı. Şehmuz kızın elini tuttu “Dur hele balım! Dur belki bize
lazım olur!” dedi gülerek. Yeniden kızı kendine çekip göğsü sımsıkı bastırdı.
Şehrinaz kapana düşmüş bir ceylan yavrusu gibi bütün bedeniyle titriyordu. Ağır
bir yükten kurtulmuştu. Rahat bir nefes aldı.
Kiziroğlu Aysema’yı yara doğru götürmüştü. Manzara buradan daha
nefisti. Aşağıda çam ağaçları çam ağaçlarının ortasından akan görkemli bir çay
vardı. Hem güneşin doğuşunu hem batışını buradan izleyen mest olurdu. İnsanı
ürküten bir tarafı da yok değildi. Yarın kenarından aşağıya bakmak epey cesaret
isterdi. En son Subaşı Macit buradan aşağı yuvarlanmıştı karanlıkta. Ne kötü
bir ölümdü onunki de.
Aysema bir adım daha atmaya kalkışınca,“Dur Aysema..” dedi korkulu
bir sesle.. “Daha fazla o uca gitme.. dibi görünmez!”
Aysema durdu arkasını dönüp Kiziroğlu’na baktı. Gözleri sevinçten
pırıl pırıldı. Ne yaman bir erkekti şu Kiziroğlu! Ne yaman bir vücuda sahipti.
Her bir şeyi dengeliydi. Ne bir fazlası ne bir eksiği. Hangi kadın bu erkeği
görüp de vurulmazdı ki? Kim bilsin daha kaç genç kız kendisi gibi vurulmuştu
Kiziroğlu’na. Bahtı açık olan, bahtı yar kendisi olmuştu. Utanmasa hemen
şuracıkta şu kayaların üstünde boynuna sarılıp onun olurdu. Böyle bir şeyi
istese de Kiziroğlu’nun böyle bir şeyi yaptığında hakkında iyi düşünmeyeceği
kanaatiyle kendini tuttu.
“Çok güzel bir yer!” dedi sevgi yüklü bir sesle. Kiziroğlu’na
doğru bir adım attı mahsustan ayağı kaymış gibi sendeledi. Kiziroğlu’nun yüreği
ağzında hemen fırlayıp kızı elinden tuttu. “Aman dikkat ay yüzlüm!” dedi. Kız
güya ürkmüş gibi sarıldı Kiziroğlu’na. “Ayağım kayar gibi oldu!” dedi işveyle.
Yardan biraz uzaklaşıp yan yana kayalara oturdular. Kiziroğlu bir
elini kızın omuzuna atmıştı. Manzarayı seyre koyuldular. Ah neler geçirmemişti
içinden Kiziroğlu!
“Aysemam!” diyecekti Kiziroğlu. “Aysemam sen benim gözümün
ışığı dizimin dermanı pazumun ferisin! Ben cümle zalimin soluğunu tıkarken sen
nefesimi kesensin! Bilsen ne canavarlar adımı işittiğinde tir tir titrerler
işte ben de senin yanında titriyorum.. sen ne yamanmışsın! Aklımı başımdan
cesaretimi yüreğimden söküp aldığını bir bilsen! Ben Mecnun gibi yollara
düşmediysem zalimlerden yol bulamadığım içindir. Sen olmasan zalimlere kılıç
üşürecek gücü bulamazdı kollarım.. küheylan milletin dediği gibi deli deli
koşuyorsa senin kokunu aldığındandır.. ah Aysema sana hangi işitilmedik sözü
bulup getireyim ki? Benim sana duyduklarımı hangi söz yüklenebilir ki? Yok be
Aysema ben her kılıç üşürdüğümde Ferhat’ın dağları delen külüngünü kayalara
vurmuş gibi oluyorum! Ah bunları bir de senin yüzüne söyleyebilsem!”
Aysema’nın o bal damlayan ağzından “Çok beklettim mi?” sözleri
dökülünce sıyrılabildi Kiziroğlu düşüncelerinden. Elini kızın omzundan çekip
ellerine uzattı. İki elini de avuçlarının içine aldı. Ah bu sıcacık eller.. ah
düş kurduran, aklı uyuşturan bu narin eller..
“Hani değirmende demiştin ya varır mısın diye..” dedi güldü.
Gülünce daha bir baygınlık geçirecek gibi oldu Kiziroğlu.
“Nasıl söylesem bilmiyorum ki.. ben söz cambazı değilim ki
Aysemam! Ben doğmadan önce beklemeye koyulmuş gibiyim. Daha doğmadan yolunu
gözlermişim gibime geliyor!”
Aysema başını geri atıp, “Bak sen.. bir de söz cambazı değilim
diyorsun.. hem yalancısın da.. madem öyle kendin niye gelmedin kaçırmaya.. hem
geldiğimde de bir keçinin peşine düşmüştün!” diye işveyle karşılık verdi.
Kiziroğlu bu sahte sitemlere tebessüm ederek karşılık verdi.
Başları bir birlerine yaklaşıyordu ellerinde olmadan. O bal akan çeşme
kendisini çağırıyordu Kiziroğlu’nun. İçmezlik olmazdı. Dudak dudağa bir parmak
kadar yaklaşmışlardı ki Mehmet Ali’nin sesiyle irkildiler.
“Kizirağam! Şehmuz ağam yemek hazır dayı acele gelsinler! Diyor!”
Hemen toparlandılar. Ayağa kalktılar birbirlerinden utanmış gibiydiler. Yine de
Aysema Kiziroğlu’nun elini tuttu. Sıktı. Koma doğru geldikleri yönden yürümeye
başladılar.
Puran Tilmiz, 28.05.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar