9 Haziran 2014 Pazartesi

SA717/FT17: Psikolojik Harp Kurbanı Bir Film; Nefes

"Yüzbaşı ile doktor kod adlı teröristin telsiz diyalogları, kirli savaşın başlaması ve otuz yıl sürmesi ile ilgili gerçeklerle örtüşen bir özet gibiydi."


Türk sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri yanlış bir zamanlamayla vizyona girmesinin kurbanı oldu. Kurbanı oldu diyorum, bence olanı anlatacak başka bir cümle yok. Haziran’da açığa çıkarılan İrtica ile Mücadele ve Ak Parti’yi bitirme planının sürüklediği önyargıların kuşattığı, psikolojik harbin bir parçası olarak kullanılacağının düşünüldüğü; demokratik açılıma karşı duranların kulakları tiksindiren öfkelerinin zirveye ulaştığı Ekim 2009’da sinemalarda gösterilmeye başlandı film.

Film vizyonda iken Ulusalcı-ergenekoncu ekiplerin hem karşıt fikirli generallere hem de siyasetçilere karşı giriştikleri amansız saldırılar kimseye göz açtırmadı; sağduyulu insanların çoğu filmi çöp tenekesine atmakta hiç insaflı davranmadılar. Hatta filmde terör örgütünün propagandasının yapıldığı da söylendi. Gazete köşeleri bile bu filmi objektif bir gözle analiz edecek cesareti bulamadı kendinde. Başbuğ’un bulunduğu yerle ilgili kuşkuları bulunanlar bu filmi izlemekten çekindiler. Başbuğ, filmi gerçek öykülere dayanan bir film olarak izlediğini ve beğendiğini söylemişti, çünkü.

Gerçekte Başbuğ, nefes filmi hakkında haklıydı. Ancak; Atatürk büstüne sarılan er konusunda haklı değildi; şoktaki bir askerin bilişsel farkındalık eşiğini bu kadar kolay aşması psikolojik teorilerle açıklanamazdı. Eğer bilinçaltı koşullanmasında açıklama aranacaksa eğitim sistemi bu koşullanmayı sağlayacak araçlara sahip değildi; aynı zamanda Atatürk bir imge olarak kurtuluşun tek çâresi olarak takdim edilecek ‘ultrapsişik bir fenomen’ değildi.


Yönetmen, gerçekçilikten ilk ve son kez bu sahnede kopmuştu ve ideolojik bir çıkarım sonucu istendik bir son koymuştu filme. Bu kadar derine işlenmiş koşullanmış boşluğu ancak o büst doldurabilirdi. Psikososyolojik çalkantıda atlanılan çok önemli bir vakaydı bu. Büst’ün bir cisim olarak da simgesel bir mit olarak da ürettiği sorunlarla ilgili paradokslar, çözüm için önerilen paradigmalara aykırı bir düzlemdeydi. Büst, kanunlarla korunmakta ve büste karşı işlenen suçlar ağır bir şekilde cezalandırılmaktaydı. İlkesel olarak, kanunla korunma gereği duyulmuş bir büstün, çözüm olarak ve sığınılacak bir kurtarıcı olarak konumlanması mümkün değildi.

Yönetmen, büstü, üzerinde ‘’Ne’ sözcüğü kırılmış ‘Mutlu Türküm Diyene’ kısmı kalmış kırık kaideye koydurmayarak zihinsel bir kırılmanın var olduğuna da işaret ederek tekrar gerçekçiliğe dönüyordu. Asker, kucağında büst ile kaidenin oturduğu beton zemine olduğu gibi çöküyor ve anlamsız gözlerle ufuklara bakıyordu. Az sonra yanına, aynı çaresizlikle sağ kalan tek subay gelip oturacaktı. Belki de Başbuğ ardı ardına gelen bu sahnelerin bütününü değerlendirerek, yorumlamıştı filmi. Böyle olsaydı, haklıydı diyebilecektik.



Filmi, vizyona girdikten üç ay sonra izledim. İzledikten hemen sonra, filmle ilgili yorumları taradım. Filmin kurban edilmiş gerçekliğini üzülerek fark ettim. Film yorumcuları arasında o dönemlerde ve daha sonraki dönemlerde oralarda görev yapmış er, uzman çavuş, astsubay ve subaylar da vardı. Filmin yansıttığı gerçekliği, yaşananlarla doğrudan ilişkilendirebilecek kadar gözlem sahibi olduklarını anlatıyorlardı. Bazı bolşevik tatlı su milliyetçilerinin destek için gelen Yüzbaşı’nın saldırı esnasında çok pasif davranmış olmasını yadırgamalarına karşılık, yorumcu askerler olayın bu yönünü olağan karşıladıklarını söylüyorlardı.

Biliyorlardı ki; orada görev yapan subayların büyük çoğunluğu psikolojik travmalarla, yüksek sorgu birikimleri ve çözümsüzlükleriyle birlikte savaşıyorlardı. Yüzbaşı, dr asteğmene vicdani izahatta bulunurken de savaşın çözüm olmadığını vurguluyordu. Bu sonuca ulaşmış, ölümlerin tam ortasında her an ölebilecek ve öldürebilecek olan birinin herhangi bir çatışmada kararlı olması beklenemezdi.



1980 Darbesinin başkomutanı Org.Kenan Evren ve bazı orgeneraller askeri mücadelenin çözüm olmadığını, filmin anlattığı 1993 yılından çok sonra, neredeyse on beş yıl sonra itiraf edebilmişti. İşte filmde vurgulanan bu nokta ulusalcı-ergenekoncuları çıldırtıyordu. Bu söylem, Demokratik açılıma hizmet edecek bir söylemdi. Demokratik açılım, ulusalcıları ve Ergenekoncuları işsiz bırakacak, varoluşlarının nedeni olan boşluğu/kaosu ortadan kaldıracak büyük değişiklikleri vaat ediyordu.

Terör örgütü ve ulusalcı-ergenekoncular arasındaki organik bağlar günden güne açığa çıkarılırken, filmin Demokratik açılıma katkı sağlamak amacıyla çekilmiş olabileceğine inanmak kolaylaşıyor. Yüzbaşı ile doktor kod adlı teröristin telsiz diyalogları, kirli savaşın başlaması ve otuz yıl sürmesi ile ilgili gerçeklerle örtüşen bir özet gibiydi.



Ölümün vahşetle gelen karanlığında bir bayrak vardı. Yüksek dağların zirvelerinde sert rüzgârlarla sürekli yıpranan ve parçalanan o bayrakta ‘bizimde kanımız var’, diyordu terörist. Dalgalanırken parçalanan bayrağın dikilmesini emreden Yüzbaşı’ya, nasıl dikelim komutanım diye soran askere, “Dikin de nasıl dikerseniz dikin!, diyerek, bu konuda hiçbir fikre sahip olmadığını, ama çözüm bulunması gerektiğini söylüyordu. Film, siyasetçilere ‘Yırtılmış, parçalanmış Bayrağın yok olmadan siyaset eliyle tekrar dikilmesi gerektiği’ mesajını ısrarla vurgulayarak veriyordu. Bu konuda askeri yöntemlerin hiçbir işe yaramadığını bir film daha başka nasıl anlatabilirdi ki? Askerin siyasetçilere mesajını, böylesine ince işçilikle kotarılmış bir film anlatabilirdi. Ne yazık ki; film doğru dürüst değerlendirilmedi.

Kürt askerin hem telefonda annesiyle Kürtçe konuşabilmesi hem de Bayrağı değiştirirken Kürtçe şarkı söylemesi, bir erin Yasin okuyup namaz kılması, Demokratik Açılım’ın neden bir devlet projesi olduğunu, bu filmin de neden bu projenin halka anlatılış aracı olarak seçildiğini açıklamaya yeterdi.

Filmin sorguladığı birçok şey vardı. Karakolların fiziksel yetersizliği, askeri techizatın yeterli modernizasyondan yoksun kalışı, Subayların özlük hakları, şehitlerin geride bıraktığı yakınlarına karşı rahatsız edecek düzeydeki Devlet duyarsızlığı, Karakol Komutanı Asteğmen’in ve nöbetçiler dâhil tüm askerlerin gece uyuya kalması ile ortaya çıkan gönüllü askerliğin büyük zaafları, bazı sosyolojik-ailevi sorunlar ve psikolojinin temel alanlarından biri olan ‘aşk’. Hatta organ bağışı tartışmalarında, erler arasında şehitlikle ilişkili halk diyalektiği kurularak fetva üretmeye kadar gidilmesi.

Profesyonel askerliğin kurumsal altyapısını hazırlayan TSK, gönüllü askerlikle ilgili yeni düzenlemeler yapılmasını da istiyordu filmde. ‘Her şey vatan için!’ diyen ruhun, ölümden ve şehâdetten başka verebileceği bir kahramanlığı yoktu. Ama bu yetmiyordu; profesyonel bir askerliğin başaran, ama ölmemesini bilen uzmanlığına ihtiyaç vardı. Basit bir patlamada korkudan donmayan, pimi çekilmiş el bombasının piminin tuvalette takılmaya çalışılmasının saçmalığını bilen askerler gerekiyordu.

Nefes’in sinema sanatının yüz aklarından biri olacak düzeydeki kalitesine söylenebilecek olumsuz çok az şey var. Müzikler neredeyse kusursuz. Ses efektleri gerçek ve doğal; görüntü kalitesi zor coğrafi koşullara rağmen çağdaşlarına göre ileri düzeyde. Kurgu’nun yetersizliğine dair eleştirileri ciddiye almak mümkün değil. Film kendisinden beklenmeyecek kadar yüksek kalitede psikolojik çözümlemeler yapmış. Mesajlar bazen bilinci bazen de bilinçaltını hedefleyerek işlenmiş.

Son dönemde ortaya çıkarılan Balyoz Darbe planı çerçevesinde camilere bomba konulması gibi ayrıntılara, Başbuğ’un “Allah Allah” diyerek savaşan askerin kendi camilerini bombalaması ihtimalini değerlendirenlere "vicdansızlık" diyerek tepki vermesiyle çelişen bir durum vardı. Çatışma anlarının hiçbirinde “Allah, Allah” sesleri duyulmamıştı. Yaralanan, vurulan askerlerin feryatları ve ‘Doktor, doktor!” diye bağıran askerlerin sesi vardı. Asker çatışmalarda “Allah, Allah” diye savaşmıyordu filmde. Demek ki; Demokratik açılımda alınması gereken daha çok yol vardı ve bunları tartışabilecek adamlar lazımdı.

Filmin Konusu: “Nefes : Vatan Sağolsun”,   2365 metre yükseklikteki Karabal Jandarma Karakolu'nu korumakla görevlendirilen bir yüzbaşı komutasındaki kırk askerin hikayesidir. Büyük çaplı bir sınır ötesi operasyonun başlamasıyla, telsiz röle istasyonunun bulunduğu Karabal Jandarma Karakolu'nun önemi daha da artmıştır. Çünkü operasyona katılan birliklerin haberleşmesi artık bu röle istasyonu ile sağlanacaktır. Güneydoğu’da Irak sınırına yakın bir ilçedeki Komando Tugayı'nda görevli Yüzbaşı ve emrindeki askerler, tipi ve karla mücadele ederek iki gün süren intikalin ardından karakola ulaşırlar. Karakol'da bulunan Jandarma askerleri ile birlikte geçirdikleri günlerde acıyı, sevinci ve hasreti paylaşırlar; son güne kadar karakolu ve telsizi koruma görevlerini yerine getirmek için mücadele ederler.

Faruk Tamer, 05.02.2010, Görsel Eleştiri- Visual Critique VIII

Faruk Tamer Yazıları



Film ile İlgili Teknik Bilgiler:


Yönetmen: Levent Semerci
Senaryo: Hakan Evrensel, Mehmet İlker Altınay, Levent Semerci
Müzik: Fırat Yükselir
Oyuncular:  Mete Horozoğlu, İlker Kızmaz, Birce Akalay, Barış Bağcı, Gökçe Özyol, Banu Çiçek, Engin Baykal,  Doğukan Polat, Doruk Şengezer, İbrahim Aköz,  Okan Avcı,  Muharrem Bayrak, Özgür Eren Koç,  Turgay Atalay, Akan Atakan, Barış Aydın, Göktay Tosun, İsmet Üstekin, Ozan Tekcan, Rıza Sönmez,  Serkan Altıntaş, Berk Balcı, Emre Yetim, Hakan Bulut, Onur Gürsoy, Serkan Yakan, Soner Caner, Cem Bilgin, Cüneyt Deniz, Ekin Bulut, Ertunç Atar, Faruk Uysal, Güray Gürsel, Hakan Turutoğlu, Kadircan Kulbay, Koray Kaya, Melih Kokucu, Orhan Soylu, Ömer Tahsin Çetin, Serdal Sarıtaş, Sinan Ateş, Tuğber Dabak, Utku Duman
Görüntü yönetmeni: Levent Semerci, Vedat Özdemir, Levedo
Stüdyo: Fida Film, Creavidi
Filmin Türü: Dram, Savaş, Gerilim, Psikolojik
Orijinal Adı: Nefes: Vatan Sağolsun
Yapımcı: Levent Semerci, Murat Akdilek
Yapım Yılı: 2008-2009
Yapım Ülkesi: Türkiye
Web Sitesi: www.nefesfilm.com
Orijinal Dili: Türkçe/Kürtçe
Dağıtım: Medyavizyon
Vizyon Tarihi: 16 Ekim 2009
Süresi: 120 dk

Seçkin Deniz Twitter Akışı