“Tek
Dünya Düzeni ve Tek Din... Kurduğumuz bu sistemle zulmetme hakkımız elimizden
alınırsa mazlumuz! Zulmetmek bizim hakkımız!”
İlk
insandan bugüne kadar inanç ve inancın sistemleştirilmiş hali olarak
adlandırılan din, hem bireysel hem toplumsal yaşam içinde daima var olmuştur.
Dinler tarihi incelendiğinde İslam'a kadar her dinin, her çağa, coğrafyaya ve
kültür değerlerine göre insanlar tarafından müdahale edilerek yeniden şekillendirildiğini
görürüz. Bu nedenle etimolojik olarak din "yasa, hüküm, yol" gibi
anlamlara sahip olsa da her çağda ve her kültürde tanımlamasında da çeşitlilik
mevcuttur.
Sümerlerde
belli kurallar çerçevesinde algılanan din, Yunan'da felsefe ile
anlamlandırılmaya başlanmış, Roma'da toplumsal ihtiyaçlarla ve ahlaki
değerlerle birleştirilmişti. Roma, ilk çağda diğer tüm toplumlar gibi çok
tanrılı bir dine sahipti. Her doğa olayının arkasında "vehmettikleri gizli
güçler" tanrılar veya tanrıçalar vardı. Romalıların bu dönemde; Yunan'da
olduğu gibi putları ve özel tapınakları yoktu. Hemen hemen her mekânı tanrıları
ve tanrıçalarıyla "haberleşme / iletişim ve tapınma yeri" olarak kullanıyorlardı.
Roma'nın
bir kabileden devlete dönüşmesi her alanda olduğu gibi dininde de büyük
değişimlere sebep olmuştur. Tapınma ve hükümdara tapınma MÖ 31- 14 yılları
arasında hüküm süren, Roma İmparatorluğunun ilk hükümdarı Augustus döneminde
başlamıştır.
Augustus,
Roma dinini yaygınlaştırmış, din olgusunu idari ve sosyal politikalar içinde
bir unsur haline getirmiştir. Hükümdarlığı döneminde politik hedefleri ve yerini
sağlamlaştırması adına ahlakî ve dinî kuralları yasadışı olarak
nitelendirebileceğimiz şekilde kullansa da buna legal bir boyut kazandırarak
Roma halkına ve senatoya (yeni bir tapınma başlatabilecek tek yetkili organ) kabul
ettirmeyi başarmıştır.
Roma'da
dinsel örgütün baş rahibine Pontifex Maximus adı verilirdi. Augustus döneminden
sonra Pontifex Maximus’luğu imparatorlar üstlenmeye başladı.
Augustus
hemen her alanda, edebî eserlerde, mimarî yapılarda, dekorasyonlarda ve
bastırdığı sikkelerde açık ve net olarak din propagandası yapmıştı. Çünkü;
imparator kendi yerini sağlamlaştırmanın tek yolunun dini bir sıfat sahibi
olmakla gerçekleşebileceğini anlamıştı. Dolayısıyla vefat etmiş ve tanrıların arasında
yerini almış olan babası Sezar'a tanrı mabetlerinin yanında bir mabet yaptırdı.
Başka bir deyişle babasına tanrılaştırarak kendisini de içinde "tanrı
tohumu" bulunan bir imparator haline dönüştürmüş, ‘Tanrı'nın oğlu’ unvanıyla
Roma dinini soyut paganizmden putperestliğe evriltmişti.
Conserratio
denilen bu işlem ve dolayısıyla tapınma tam manada sadece imparator öldükten
sonra (Deus / tanrı olarak) ritüel haline getiriliyordu. Elbette imparator
yaşarken oluşturulan "kutsal çerçeve" onu öldükten sonra en yüce
makama saygınlığa ve ‘Deus’ olmaya hazırlıyordu.
Senato'nun
kendisiyle iyi ilişkiler kuran "iyi" hükümdarlara hayattayken
bahşettiği kutsallaştırma işlemi (Conserratio), düzenlenen görkemli törenlerde
gerçekleştiriliyordu. Böylece hükümdar yarı tanrılaşmış (Divus) oluyordu. Roma
dini genel olarak karşılıklı çıkar temeliyle şekillendirilmiş bir dindi ve bu
durum en yüce olarak sıfatlandırılan tanrılar için de, acz içindeki bir kul
içinde geçerli bir durumdu artık. İlahlaştırılan hükümdarlar devlet işlerinden,
her türlü toplumsal olaylardan ve alınacak kararlardan da sorumluydu.
Roma'da
ilahlaştırılan hükümdarlar için bir tapınak inşa edilmeye başlanmıştı. Bu
tapınaklarda halkın hükümdara tapınma işlemini bir rahip (Flamen) ve bir kurul
(Sodalis) denetliyordu. Bunun nedeni tapınma esnasında herhangi bir kişinin
yanlış davranışlarda bulunmasını engellemek ve tapınmaya karşı gelebilecek
kişileri cezalandırmaktı.
Julius -
Claudius'lar ve Flavius'lar döneminde Divus (Yarı Tanrı ) sayısı azken, Antonius'lar
döneminde ilahlaştırılan kişi sayısı oldukça artmıştı. Önceleri sadece Roma'da
uygulanan tapınma geleneği imparatorluk sınırlarının genişlemesiyle birçok
kentte ve eyaletlerde artış ve gelişme gösterdi. Gittikçe daha sıkça başvurulan
tanrılaştırma işlemi bir dönem bürokratlara da uygulandı.
İmparatora,
imparatorluk ailesi üyelerine ya da bürokratlara tapınmanın iki temel etkisi
olmuştur. İlkinde; imparatordan imparatora yani Divus'tan Divus'a geçebilecek
kusursuz süreklilik oluşturuldu. Bu sistematik ardıllaşma, iktidarın
devamlılığını sağlayan bir öge haline geldi. İkincisinde ise; Roma tebaasının,
hükümdarlarına dolayısıyla Roma'ya karşı bağlılığının mihenk taşını
oluşturmasıydı. Böylece Romalılar bir asır içinde hemen hemen her kentte
tapınaklar inşa edip halkı imparatorlarına ve onların varislerine taptırdıkları
bir din oluşturdular.
Roma
İmparatoru Tiberius'un iktidarında, Hz İsa (a.s) Allah'ın elçisi olarak, Filistin
ve çevresinde insanlara şirkin yasaklandığını, Allah'tan başka ilah olmadığını
söyledi. Hz. İsa herhangi bir şeyi, kavramı veya insanı Allah'la eşit düzeyde
yüceltmenin, önem vermenin dolayısıyla tercih etmenin çok büyük günah olduğunu
tebliğ etmeye başlayınca, bu durum Roma yönetimine isyan olarak nitelendirildi
ve Hz İsa'nın tebliğ ettiği dine uyanlar yakalanarak cezalandırıldı. İlk Hıristiyanlar yakalanarak genelde çarmıha gerilmek suretiyle çeşitli
işkencelere maruz kalarak öldürüldüler. Filistin civarındaki Yahudiler de bu
konuda Antik Roma yönetimine yardımcı oldular.
Bir süre
sonra Hıristiyanlığın Roma'da gizlice taraftar edinerek hızla yayılmasıyla
işkenceler toplu katliamlara, infazlara dönüştürüldü. Roma tanrılarının Hz
İsa'nın Allah'ından daha güçlü olduğunu göstermek ve halkın gözünü korkutarak
halkı bu dinden uzak tutmak ve sindirmek amacıyla, Hıristiyanları kadın, yaşlı,
çocuk ayırt etmeden kundaktaki bebeklerde dahil olmak üzere toplayıp Roma'ya
getirdiler ve herkesin gözleri önünde arenalarda canlı canlı aslanlara
parçalatarak vahşete imza attılar.
Bütün
baskılara ve işkencelere rağmen, ölümü göze alarak dinlerinden dönmeyen Hıristiyanlar,
Roma yönetiminin temel yapısını derinden sarsarak Hıristiyanlığın
benimsenmesini sağladı. Süreç sonunda Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı resmî
din olarak kabul etti. Ama Hıristiyanlık Roma yönetimi ile paylaşılan bir
dönüşüme çoktan girmişti. Böylece Hz İsa'nın tebliğ ettiği "Allah'tan
başka ilah yoktur" tevhid dininin temeli "Tanrı'nın hakkı Tanrı'ya,
Sezar'ın hakkı Sezar'a" düsturuyla yer değiştirdi.
Ortaçağ
ile birlikte Roma'nın parçalanarak yıkılmasının ardından oluşturulan sistem
değişmedi ve "Divus'ların" boşluğunu "Papa'lar" doldurdu.
Papa, özellikle Avrupa elitlerine yüklü ödemeler karşılığında Cennet'ten hisse
satmaya başladı. Krallar dahi taç giyebilmek ve böylece hükümdarlıklarına
meşruiyet kazandırmak adına Vatikan'ın kapılarını aşındırmaya başladı. Satılan
hisseler karşılığında yüklü borçlarını ödeyemeyenler veya Papa'nın yasalarına
karşı gelenler halk nazarında gayrimeşru ilan edilerek dinden çıkarıldı, aforoz
edildi.
Ne yazık ki; uzun zamandır aynı senaryo
Müslümanlar üzerinde uygulanmaya çalışılıyor. 'Herkese Tek Anayasal Düzen"
kurucuları ilham aldıkları Antik Roma İmparatorluğunu ulusların hukuk kuralları,
yönetim şekilleriyle ve/veya kurdukları ağ devlet yapılarıyla (bakınız; Avrupa
Birliği) "Yeni Roma İmparatorluğu'na" devşiriyor. Türkiye’de cumhuriyet öncesinde alt yapısı
hazırlanan ve sonrasında da tasarım aşamaları ısrarla uygulanan ‘yeni bir din/yeni
bir tapınma biçimi’ kendi ritüellerini de adım adım işledi; sonrasında da Antik
dünyanın alışkanlıkları resmî tören adı altında ısrarla icra edildi.
Bunun
yanı sıra batılılaşma hedefine uygun olarak İslam’ın iç dinamiklerinde çeşitli
yöntemler kullanılarak oluşturulmaya çalışılan Ruhban sınıfına toplumsal yaşamda
özel bir yer edindirildi ve bu organizasyon halen devam ediyor. Kendilerini
gizlemeyi iyi bilen İblis'in yandaşları, hak ile batılı karıştırarak Müslümanları
Allah'ın Kur'an'da uyardığı şirk ve türevlerinin çirkinliğine bulaştırmaya
çalışıyorlar. İşlenen planda mesajın özü aynı, yöntemler ve vasıtalar benzer.
Müslüman
ulusları, kendi anayasalarını ilan ederek bir İslam birliği oluşturmadıkça,
"Herkese Tek Anayasal Düzen'ci" seküler faşistler tarafından
dayatılan, boğazına kadar şirke ve şirk kuramlarına batmış, yaşama hakkı
elinden alınmış sefil bir devşirmelik, yani dönmelik bekliyor.
Sonuç
olarak; tarih yine tekerrür ediyor. Dünya yaratıldığından bu yana süregelen İblis
ve avanelerinin tek argümanı, mazlum postuna bürünen zalimlerin mottosu: “Tek
Dünya Düzeni ve Tek Din... Kurduğumuz bu sistemle zulmetme hakkımız elimizden
alınırsa mazlumuz! Zulmetmek bizim hakkımız!”
Berrak Şebnem, 16.06.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar
Alıntılar:
Meydan Larousse, "Tapınma"
Maddesi